www.sehadet.info
1
DAVETĐN TAŞINMASINDA ALLAH’IN YARDIMI
Mahmud Abdullatif UVEYDA
Đslam davetini taşıyan bir kimsenin, istisnalar haricinde daveti taşıma noktasında, peygamberler gibi çalışması
gerekir. Allahü Teala’nın göndermiş olduğu tüm peygamberler ise dinin aslında, akidede en güzel örnektirler. Đşte bu
bağlamda, Allah’ın, nebilerine ve rasullerine yardımı konusuna değinilmesi gerekmektedir. Allah (cc), nebilerine ve
rasullerine yardım ettiği gibi, davetini taşıyanlara da yardım eder. Ancak Allah (cc) tarafından gelecek olan bu
yardım, nasıl ve ne zaman gelecektir? Đşte bu sorular konu ile ilgili âyetlerin incelenmesini, ele alınmasını
gerektirmektedir.
Kur’an’da nebilerin ve rasullerin kıssaları incelendiği zaman, Allah’ın onlara yardımının üç şekilde geldiği görülür:
1- Karşıtlarına, kavmine ve kendisine inanmayanlara karşı bizzat nebinin kendisine yardım.
2- Davetine veya taşıdığı fikre yardım.
3- Hem nebinin kendisine hem de davetine yardım.
Allah (cc), nebileri olan Nûh’a, Hûd’a, Salih’e, Şuayb’a ve Lût’a; kavimlerine karşı yardım etmiş, kavimlerini
helak etmiş; azabın çeşitli türleri ile onları yerle bir etmiştir. Bu, yardımın birinci türünü oluşturmaktadır. Yani bizzat
nebinin kendisine yardımdır.
Allah (cc), nebilerinden Yunus ve Mûsa’nın taşıdığı fikre ve davete yardım etmiş, hem Yunus’un hem de
Mûsa’nın kavmi iman etmiştir. Bu ise yardımın ikinci türünü oluşturmaktadır.
Allah (cc), Nebisi Muhammed (sav)’e; Kureyş’den, yahudilerden, yarımada ve civarında bulunan diğer
Araplardan olan düşmanlarına karşı yardım etmiştir. Yine taşıdığı düşünceye, davetine, dinine yardım etmiş, Araplar ve
diğer insanlar Đslâm’a inanmışlardır. Bu ise yardımın üçüncü türünü oluşturmaktadır.
Allah Subhanehu, ya nebisine, ya nebisine indirdiği şeriata veya hem kendisine hem de şeriatına yardım eder.
Bu mesele, konuya delâlet eden çok sayıdaki âyetlerin ortaya konulmasını gerektirmeyecek kadar açıktır.
Nebilere ve rasullere gelen bu yardımlar ya Alemlerin Rabb’ine nispet edilir ya da bu nebilere ve rasullere
yardım eden insanlara nispet edilirler. Her iki duruma delâlet eden bir çok ayet vardır. Birinci duruma delâlet eden
âyetler şunlardır:
“Nuh’da daha önceleri bize niyaz etmişti. Onun duasını kabul edip kendisini ve ailesini büyük bir
sıkıntıdan kurtardık. Âyetlerimizi yalanlayan kavme karşı, O’na yardım ettik. Doğrusu onlar fena bir
kavimdi. Ve hepsini suda boğduk.” (Enbiya Suresi: 21/76-77)
“(Lut) Dedi ki: Rabbim bozgunculara karşı bana yardım et.” (Ankebut Suresi: 29/30)
“Öyle ki peygamberler ümitsizliğe düşüp yalanlandıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız
gelmiştir. Böylece dilediğimizi kurtarırız. Azabımız suçlu kavimden geri çevrilmeyecektir.” (Yusuf Suresi:
12/110)
Đkinci durumu ilgilendiren âyetler ise şunlardır:
“Đman edip hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve muhacirleri
barındırıp onlara yardım edenler… Đşte bunlar birbirinin dostudurlar. Đman edip hicret etmeyenlerle, hicret
edinceye kadar sizin dostluğunuz yoktur. Fakat din uğrunda yardım isterlerse yardım etmek üstünüze
borçtur. Şu kadar ki sizinle aralarında anlaşma bulunan bir kavim aleyhinde değil. Allah işlediğinizi
hakkıyla görücüdür.” (Enfal Suresi: 8/72)
“...O peygambere inanıp ona saygı gösteren, yardım eden, onunla birlikte gönderilen nura uyanlar
yok mu… Murada erenler işte onlardır.” (Araf Suresi: 7/157)
“Hani Allah peygamberlerden ahid almıştı. And olsun ki size Kitab’ı, hikmeti verdim. Sonra sizde
olanı tasdik edecek bir peygamber geldiğinde mutlaka ona inanacak ve yardım edeceksiniz...” (Ali Đmran
Suresi: 3/81)
www.sehadet.info
2
Görüldüğü üzere birinci gruptaki âyetlerde yardım Allah’a nispet edilirken, ikinci gruptaki ayetlerde ise insanlara
nispet edilmektedir.
Allah (cc), nebilerine ve rasüllerine yardım ettiği gibi bu nebilere ve rasüllere inanan, Allah’a itaat eden
mü’minlere de yardım edecektir. Yani nebilerin şeriatına inanan, getirdiği hükümlere bağlı kalan, emirlerine itaat eden
ve yasaklarından da sakınan kimselere Allah’ın yardımı gelecektir. Bir başka anlamda, davet taşıyana -ki burada söz
konusu odur- Allah Subhanehu’nun yardımı inecektir. Allah (cc), şöyle buyurmaktadır:
“Muhakkak ki biz elçilerimize ve iman edenlere hem dünya hayatında, hem de şahitlerin şahitlik
edecekleri günde yardım ederiz.” (Gafir Suresi: 40/51)
Allah Subhanehu, mü’minlere olan yardımını, belli bir sıralamaya tabi tutmaktadır. Yani davet taşıyıcılarının
yaptıkları gibi, dinin hükümlerine bağlı kalanlara yardım edecektir. Çünkü davet taşıyıcısı, bağlılık ve itaat açısından
zirvede bulunmaktadır.
Buraya kadar anlatılanları özetleyecek olursak; Allah Subhanehu, nebilerine ve rasüllerine; Nuh, Hûd, Salih,
Şuayb ve Lût (as)’da olduğu gibi doğrudan yardım etmiştir. Veya bizim Rasülümüz (sav)’de olduğu gibi başkaları
aracılığı ile yardım etmiştir. Zira Allah (cc), Medine halkı aracılığı ile Rasülü’ne yardım etmiş ve onları “Ensar” olarak
isimlendirmiştir.
Allah Subhanehu, Nûh, Hûd, Salih, Şuayb ve Lût (as)’da olduğu gibi bizzat kendilerine yardım etmiş; Musa ve
Đsa (as)’da olduğu gibi hem kendisine hem de şeriatına yardım etmiştir. Allah Subhanehu’nun kudreti, bazı nebilerde,
rasüllerde olduğu gibi bazen hayatlarında, Đsa (as)’da olduğu gibi bazen ölümlerinden sonra yardım etme şeklinde
tecelli etmiş ve göğe yükseltmesinden sonra Đsa (as)’ın şeriatı muzaffer olmuştur. Aynı hal daveti taşıyanlar için de
geçerli olmuştur. Bazen Allah’ın yardımı doğrudan doğruya gelmiş; bazen de başkaları aracılığı ile yardım ederek onlara
zafer vermiştir. Yardım/zafer, bazen hayatlarında iken kendilerine, bazen de öldükten sonra onların davetlerine
gelmiştir.
Davet taşıyıcılarına yardımın/zaferin bu türlerden yalnızca biri ile ineceğini söylemek veya iddia etmek doğru
değildir. Böyle bir söz söylemek ve iddiada bulunmak doğru olmadığı gibi caiz de değildir. Çünkü davet taşıyıcılarına
gelecek olan yardımı sadece belirli bir durumla tahsis edici bir delil olmadan, bu türlerden birisi ile tahsis etmek şer'î bir
çıkarım değil bilakis akli bir çıkarımdır. Dolayısıyla daveti taşıyanlar, şer'î hükme muhalefet etmekten sakınmalıdırlar.
Mü’minlere inecek olan yardımın/zaferin Allah katında olduğu; arzulara ve akli çıkarımlara tabi olmaktan uzak durulup;
Allah’a itaat ederek, hükümlerine bağlanıldığında, daveti taşıyanlara yardım edeceği unutulmamalıdır.
Yardımın/zaferin Allah katında ve Allah’ın elinde olduğu âyetlerde şöyle belirtilmektedir:
“Bu yardımı Allah size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Yoksa zafer,
ancak Aziz ve Hakim olan Allah’tandır.” (Ali Đmran Suresi: 3/126)
“...Hatta peygamber ve beraberlerindeki mü’minler, Allah’ın yardımı ne zaman, diyorlardı. Biliniz ki
Allah’ın yardımı elbette ki pek yakındır.” (Bakara Suresi 2/214)
“Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde...” (Nasr Suresi: 110/1 )
“Rahman’ın azabından sizi kurtaracak kimdir? Yoksa şu ordunuz mu? Kafirler ancak aldanma
içindedirler.” (Mülk Suresi: 67/20)
“Allah’tan başka yardım edecek adamları da yoktu. Kendi kendini de kurtaramadı.” (Kehf Suresi:
18/43)
“Nihayet onu da sarayını da yerin dibine geçirdik. Allah’a karşı kendisine yardım edecek kimsesi de
yoktu.” (Kasas Suresi 28/ 81)
“Göklerin ve yerin mülkünün, hakikaten Allah’ın olduğunu ve sizin için Allah’tan başka bir sahip ve
yardımcı olmadığını bilmez misiniz?” (Bakara Suresi: 2/ 107)
Şimdi zaferin yalnızca Allah’ın elinde olduğuna ve Allah’ın emri olmadan da zafer gelmeyeceğine göre acaba
müslümanlar, bu zaferin sebeplerine sahip midir, yoksa yalnızca şartlarına mı sahiptirler? Bir başka ifade ile;
müslümanlar, bu zaferin sebepleri aracılığıyla diledikleri zamanda ve diledikleri şekilde yardımı indirebilirler mi? Yoksa
www.sehadet.info
3
iş böyle değildir ve de müslümanlar ne yaparlarsa yapsınlar, nasıl uğraşırlarsa uğraşsınlar; zaferin/yardımın iniş vaktini
ve keyfiyetini belirlemeye sahip değildirler ve sadece Allah’ın (cc) takdir ettiği zamanda ve keyfiyette, onlara zaferi
ikram edeceği gerekli olan şartları gerçekleştirme gücüne mi sahiptirler?
Zaferle/yardımla alakalı âyetleri inceleyen kimse, bu âyetlerden, zaferin tıpkı rızık gibi Allah’ın kazası olduğu
sonucunu çıkarır. Zafer, tıpkı rızık emri gibi yalnızca Allah’ın elindedir. Nebiler ve rasullerden olsa bile Allah’ın kazası,
insanların değil Allah’ın elindedir. Rızık bir kaza olduğu gibi; ömür, yağmurun ve zaferin inmesi de kazadır. Kaza ise,
yaratılanlardan herhangi bir kimsenin elinde değil yalnızca Allah (cc)’ın elindedir. Đnsan, rızkını, zamanını ve miktarını
tahdit etmeye, ömrünün uzunluğunu ve kısalığını belirlemeye, yağmurun inme zamanını ve miktarını tespit etme
gücüne sahip olmadığı gibi; zaman ve miktar olarak zaferin/yardımın inmesini sağlama gücüne de sahip değildir. Zira
bunların tamamı kazadır. Konu, Allah’ın hükmettiği diğer kaza türlerinden birisi olması açısından ele alındığı zaman,
herhangi bir kimsenin, zaferi doğuracak bir sonucun sebeplerine sahip olmadığı görülür. Eğer zafer, herhangi bir
insanın elinde olmuş olsaydı istenilen sonucu doğuracak sebepleri getirmekten geri durmazdı. Nebiler ve rasuller,
ihtiyaç duydukları anda bunu hemen indirirlerdi. Nebiler ve rasuller bile zaferi elde etme sebeplerine sahip
olmadıklarına göre, mü’minlerin sahip olmaları kesinlikle söz konusu değildir. Allah (cc), şöyle buyurmaktadır:
“(Nûh) da Rabbine yalvarmış; ben yenildim bana yardım et, demişti.” (Kamer Suresi: 54/10)
Eğer zafer Allah Nebi’si Nûh’un kudretinde olmuş olsaydı, dilediği zaman bunu elde eder ve şu şekilde
denilmezdi:
“Yoksa siz sizden evvel geçenlerin hali sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?
Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı geldi ve sarsıntıya uğradılar ki; hatta peygamber ve beraberinde bulunan
mü’minler, -Allah’ın yardımı ne zaman?- diyorlardı. Gözünüzü açın Allah’ın yardımı pek yakındır.” (Bakara
Suresi: 2/214)
Evet, eğer zafer Rasul (sav)’in elinde olmuş olsaydı böyle söylenmezdi. Allah (cc), şöyle buyurmaktadır:
“Öyle ki peygamber ümitsizliğe düşüp yalanlandıkları bir sırada onlara yardımımız gelmişti. Böylece
istediğimizi kurtarırız. Azabımız suçlu milletten geri çevrilmeyecektir.” (Yusuf 12/110)
Görüleceği üzere yardım/zafer bütünüyle Allah’ın kudreti altındadır. Yardım sebeplerinin nebilerin elinde
olduğunu iddia eden kimsenin, şer'î bir delil getirmesi gerekir.
“Ey iman edenler! Allah’a (dinine) yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı
sabitleştirir.” (Muhammed Suresi:47/7)
Bu ayet ise, kesinlikle insanların sebeplere sahip olduğu iddiasına delil olmaz. Üstelik Rasul (sav) yardım
indirme sebebine sahip olmuş olsaydı, aşırı bir şekilde ihtiyaç duyduğu, şiddetli bir şekilde sarsıldıkları ve ashabın
çeşitli tahminlerde bulundukları Uhud Savaşı’nda hemen yardımı indiriverirdi. Bu durum, ayette şöyle anlatılmaktadır:
“Hani onlar size yukarınızdan ve aşağınızdan gelmişlerdi; gözler de dönmüştü, gözler ağızlara
gelmişti; Allah için çeşitli tahminlerde bulunuyordunuz. Đşte orada inananlar denenmiş ve çok şiddetli
sarsıntıya uğratılmışlardı.” (Ahzab Suresi: 33/10-11)
Hak ve doğru olan, tartışma kabul etmeyen şeydir. Doğru ise kendisinden sapılması istenilmeyecek olandır ki,
bu da zaferin/yardımın tıpkı rızıkta, ömürde ve yağmurun inmesinde olduğu gibi, yalnızca Allah’ın elinde olduğu
gerçeğidir. Allah’ın mü’minlere olan yardımı bizim isteğimize bağlı olmadığı gibi Allah için de böyle bir şey söz konusu
olamaz.
Ancak izzet sahibi olan Allah (cc) mü’minlere olan yardımın inmesi için birtakım şartlar koymuştur. Yani dinin
hükümlerine bağlı kalmalarını, emrettiği her hususta O’na itaat etmelerini şart koşmuştur. Dolayısıyla müslümanlar,
Allah tarafından konulan şartları yerine getirdikleri zaman onlara yardımını indirir. Aksi takdirde Allah, onları
rezil eder, yardımını çeker ve onlar da ne kendileri ne de başkaları aracılığı ile bu yardımın inmesine güç yetiremezler.
“Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi mağlup edecek yoktur. Sizi yardımsız bırakırsa ondan
başka size yardım edecek kimdir? Mü’minler sadece Allah’a güvenip dayansınlar.” Ali Đmran Suresi:
3/160)
www.sehadet.info
4
Öyleyse mü’minler, Allah’ın yardımını alabilmek için bu yardımın inmesini gerektirecek şartları hazırlamalıdırlar.
Şart tahakkuk ettiğinde, Allah’ın yardım vaadi tahakkuk edebilir. Şartı hazırlamazlarsa, Allah onları rezil eder ve onlara
yardım etmez. Bu nedenle müslümanların şu ayete kulak vermeleri gerekir:
“Ey iman edenler! Eğer Allah’a (dinine) yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı
sabitleştirir.” (Muhammed Suresi: 47/7)
Bu ayette Allah (cc), bize yardım etmesi için dinine yardım etmemizi şart koşmaktadır. Biz dinine yardım
edersek Allah da bize yardım eder, yardım etmezsek bizi rezil eder ve yardımını çeker. Bu durum, ayette yer alan (ĐN)
şart edatından kaynaklanmaktadır. “Allah’ın dinine yardım ederseniz” ifadesi, “Allah’a (dinine) yardım etmek
üzerinize şarttır”, anlamına gelmektedir. Bunun bir başka anlama yorumlanması doğru değildir.
Yukarıda da dediğimiz gibi Allah’a yardım etmemiz: O’nun emirlerine bağlı kalmamız, yasaklarından
sakınmamız, itaat etmemiz ve bu uğurda çaba göstermemiz anlamına gelmektedir. Eğer emirlerinin tamamını uygular
ve gücümüz nispetinde de emirlerini hazırlamaya çalışırsak, Allah (cc) bize yardım eder. Eğer bunlardan herhangi
birisinin infazında kusur gösterirsek, Allah (cc) bize yardım etmez. Zaferle ilgili olan tüm unsurlar için bu durum
geçerlidir. Çünkü bunlar yardımın sebepleri değil, şartlarıdır.
Buna göre davet taşıyıcıları Allah katından kendilerine zaferin inmesini istiyorlarsa, yardımın inmesi için gerekli
olan şartları gerçekleştirmelidirler. Bunlardan herhangi birisini hafife alamazlar, aksi halde yardım gelmez. Bu şartlar
ise, Đslâm akidesine ve hükümlerine bağlı kalınarak ve gereğince yaşamakla, Allah’ı razı etmekle yani Allah’a (dinine)
yardım etmeye yönelik iş yapmakla hazırlanır. Bunlardan veya mücadele için yapılan sağlıklı hazırlıklardan ya da davet
taşıyıcılarının daveti taşıma esnasında güçleri oranında ortaya koydukları çabalardan ve bu çabaların sağlıklı hale
getirilmesinden sonra yardım gelebilir, umulabilir. Đslami hareketin öncüleri, Đslam ordusunu, savaşmak için
yapılması gereken askeri sorumlulukları, güçleri oranında sağlıklı bir şekilde yerine getirmedikçe, şer'î
vazifeleri yapmaya kalkışmaları yeterli olmadığı gibi; tıpkı Rasulullah (sav)’in yaptığı, doğru/sahih bir
şekilde daveti taşıma işlevine girişmeksizin şer'î emirlere ve yasaklara uymak ve yalnızca Allah için
çalışmış olmak da yeterli değildir. Yalnızca ibadet etmek, Allah için ihlâslı olmak ve haramlardan sakınmak da
yeterli değildir. Bunların yanında bir de güzel çalışmak, gayeye ulaşmaya götürecek vesilelere ve metodlara ittiba
etmek lazımdır. Zira biz, Allah’ın bize yardım ikramında bulunmasını istiyorsak, bunların tamamı, yerine getirmemiz
gereken şartlar içerisinde yer almaktadır. Gayemiz ister hilâfet’i kurmak olsun, isterse savaş yapmak olsun durum
değişmez. Bu nedenle daveti taşıyanın, zaferin Allah’a ait bir kaza olduğunu ve bu yardımın inmesi için birtakım
şartların bulunduğunu bilmesi kaçınılmazdır. Bunların hiçbirisi, daha fazla uğraşıldığında veya önem verildiğinde,
görevler yapılıp haramlardan sakınıldığında kesin sonuca götürecek sebeplerden değildir. Bizler, yardımın/zaferin
yalnızca Allah’ın elinde olduğunun; hazırlanması gereken şartların tamamını tahakkuk ettiren kimseye bu zaferi nasip
edeceğinin bilincinde isek, yardımın bizden uzaklaşmasına yol açacak kusurlardan şiddetle kaçınmak durumunda
olduğumuzu anlarız. Bu kusurlar, noksanlıklar; ister ibadetler, itaat veya gayeye ulaşmayı sağlayacak sahih
vesilelerdeki eksiklikler olsun, isterse metoda tabi olmamak şeklinde olsun fark yoktur, bunların tamamı kusurdur,
hatadır; yardımın inmesinden önce hazırlanması gereken şartların gerçekleşmemesi demektir.
Birinci noktaya -ibadetlerde ve itaatlerin kusuruna- Tevbe Suresindeki şu ayeti örnek verebiliriz:
“Andolsun ki Allah, size bir çok savaş yerlerinde ve sayınızın çokluğundan hoşlanıp övündüğünüz;
fakat çokluğunuzun size bir fayda vermediği, yeryüzünün bütün genişliğine rağmen size dar geldiği,
nihayet gerisin geri çevrilerek dönüp gittiğiniz Huneyn gününde de size yardım etti.” (Tevbe Suresi: 9/25)
Çoklukla gururlanmanın ve sayı çokluğunun, zaferin kazanılmasına yol açacağı zannı, şeriata ters bir
düşüncedir; günahtır, itaatla ve kullukla çelişir. Zafer, Allah’ın elinde olup bunu hak olarak doğrulukla dilediğine verir.
Đşte bu muhalefet ve masiyet bir takım davet taşıyıcılarında da görülmekte olup onlar; zaferin Allah’tan geleceğini
dikkate almadan sağlıklı bir metoda, muhkem bir örgütlenmeye ve düşüncelere sahip olmanın; yönetimin ele
geçirilmesi ve iktidara ulaşılması için yeterli olacağını zannetmektedirler. Oysa zafer Allah’ın elinde olup, O’ndan zaferi
dileyene ve O’na tevekkül edene verir. Daveti taşıyıcılarından, yardım sebeplerine sahip oldukları ve zaferi kendilerinin
hazırladıklarını söyleyen kimse; şeriata muhalefet etmiştir ve asi sayılır. Böyle yapmakla tıpkı Allah Rasul’ü (sav)’in
www.sehadet.info
5
ashabından meydana gelen orduda olduğu gibi, zaferin gecikmesine neden olur. Zira sahabeler çoklukları ile
gururlandılar ve bunun, zaferi elde etmeleri için yeterli olduğunu sandılar.
Đkinci duruma -sahih bir metoda, vesilelere ve metodlara ittiba olmadaki kusura- şu ayeti örnek olarak
gösterebiliriz:
"Siz Allah'ın izni ile düşmanlarınızı öldürürken, Allah, size olan vaadini yerine getirmiştir. Nihayet,
öyle bir an geldi ki, Allah arzuladığınızı (galibiyeti) size gösterdikten sonra zaafa düştünüz; (Peygamberin
verdiği) emir konusunda tartışmaya kalkıştınız ve âsi oldunuz. Dünyayı isteyeniniz de vardı, ahireti
isteyeniniz de vardı. Sonra Allah, denemek için sizi onlardan (onları mağlup etmekten) alıkoydu. Ve
andolsun sizi bağışladı. Zaten Allah, müminlere karşı çok lütufkârdır." (Ali Đmran: 3/ 152
Uhud Savaşı’nda bazı okçuların, Rasulullah (sav)’in emrine muhalefet ederek tepede durmamaları, ganimet
toplamak üzere aşağı inmeleri, gayenin gerçekleşmesine yol açacak vesilelere, metodlara tabiiyyette kusur
göstermeleri günahtır. Ve de müslümanlardan yardımın çekilmesi demektir. Zaferin geri çekilmesine neden olan bu
kusur, sorumlulardan gelen birtakım emirleri uygulamada, kendilerinden istenen görevlerin yerine getirilmesinde de
söz konusudur. Fikirlerin, görüşlerin ve hükümlerin, insanlar tarafından kabul edilmesine yol açacak olan metodlar,
vesileler ve amellerin tespiti açısından kusur göstermek de böyledir. Đşte davetin insanlara taşınmasında yerine
getirilmesi istenen bu emirlerin, talimatların ve görevlerin infazındaki kusur; Uhud Savaşı’nda kendilerine verilen emre
aykırı hareket eden, dolayısıyla da zaferin kazanılmamasına neden olan okçulardan bazılarının yaptıkları gibidir.
Allah’ın bize yardım etmesi (zafere ulaştırması) ve bunu çabuklaştırması için gerekli olan şartların tümünü;
ibadetleri, şer'î itaatları, görüşleri, talimatları ve sorumlular tarafından verilen emirleri yerine getirmek kaçınılmazdır.
Bunlardan herhangi birisinin etkisi, bir diğerinden daha az değildir. Allah’ın bize yardımının gelmesi için, bizim de O’na
(dinine) yardım etmemiz gereklidir. Her iki iş, bir arada bulunmadıkça, yerine getirilmedikçe bize yardım gelmez.
Dostları ilə paylaş: |