NÖROLOJİ Ders notları Dr Barış Korkmaz
Beyin gelişimi ve çocukluğa özgü bazı gelişim bozuklukları
Nöroembryoloji ve Pediatrik Davranış Nörolojisi
Giriş
Beynin, özellikle serebral korteksin gelişimindeki bozukluklar pediatrik yaş grubundaki pek çok nörolojik ve nöropsikiyatrik tablonun temelini oluşturur. Bu nedenle normal beyin gelişimi ve bozuklukları hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Bu gelişim çeşitli genetik programlarla çevresel (fiziksel ve kimyasal) etkenlerin sürekli etkileşiminin sonucunda gerçekleşir. Gelişim özellikleri aynı zamanda, klinik nörolojinin dayandığı temel ilkeleri [Korkmaz, 2000] de belirler.
Genler ve ürünleri proteinler arasında, hatta genlerin birbirileri arasında karmaşık etkileşimlere bağlı olarak embryogenezis oluşur. Bu süreçte annenin kanındaki biyokimyasal maddeler, uterustaki fiziksel ve kimyasal koşullar da çevresel etkenler olarak çok etkili olur. Yani beyin oluşumu önce fiziksel ve kimyasal daha sonra toplumsal çevrenin zaman zaman belirleyici etkileri altında gerçekleşir.
Bu süreçteki bozukluklar değişik hastalıkların ve bunlara bağlı semptomların (belirtilerin) açığa çıkmasına neden olur. Hastalık belirtileri ve çeşitli davranış bozuklukları bir spektrum (yelpaze) içinde açığa çıkar. Bunun nedeni embryogenezisteki etkileşimin iki yönüne yani bu süreci sağlayan genetik ve çevresel etkilerin karşılıklı etkisine bağlıdır. Patolojik yapılar ve bozuk işlevlere bağlı olarak açığa çıkan belirtiler en hafiften en ağıra doğru bir yelpaze içinde yer alır. Bu yelpazenin bir ucu normal, diğer ucu ölümdür. Temel iki etkenin, yani gen (ler) faktörü ve gen-dışı (çevre) faktölerin özel bir toplamı, hastalığın klinik şiddeti değişkenlik gösterebilen biçimlerini belirler.
I. BEYİN GELİŞİMİ
Beyin gelişiminin hafta ve aylara karşılık düşen değişik aşamaları ağırlıklı olarak peşpeşe ama sıklıkla eşzamanlı olarak ortaya çıkar. Bir yanda hücre sayısı ve hücreler özelleşirken öte yanda belli bir eksen etrafında dizilme, segmentleşme ile kaba mimari açığa çıkar. Önce taslak oluşturulur. Daha sonra bunun üstünde incelikli beyin gelişimi gerçekleşir. Bu gelişim başından sonuna dek birbiriyle etkileşim halindeki gen aileleri (organize edici genler, Homeobox grubu genler gibi) tarafından düzenlenir [Sarnat, 2000].
3-5 hafta İlk aşamalarında insan embriyosu basit bilaminar bir disktir. Fertilizasyondan hemen sonra hızla çoğalan hücreler üç temel tabaka olan endoderm, ektoderm ve mezodermi oluşturur. Ektodermden nöroektoderm gelişir ve ilk birkaç hafta içinde nöral preplak oluşur. Nöral preplak daha sonra notokordun üstündeki ektodermin kalınlaşması ile oluşan nöral plak tarafından ikiye bölünür. Yani nörolojik gelişim, notorkordun oluşumu ile başlar. Çünkü notokorddan salgılanan bazı kimyasal maddeler etraftaki dokuların dönüşümüne ve böylece nöral plak oluşumuna neden olur. Bu ajanların başlıcalarından biri ATIVIN olup mezoderm-nöroektoderm oranını belirler. NOGGIN ise nöroektodermin oluşumunu indükler. [Nöronun temel ayırt edici özelliği, hem salgılama, hem membran eksitabilitesinin birarada olmasıdır. Henüz olgunlaşmamış hücreler, nöropeptit sentezler ve süreci etkiler. Bunun en iyi örneği serebellumda substans P sentezidir. Buna karşın olgunlaşmış hücreler bunu yapamayabilir.] [Bicknese, 1999]
Bu sürecte başlıca etkin olan genler ise organize edici genlerdir. Organize edici genler embryolojik gelişimin temel yönlerini, yani simetri, vücudun kraniyel ve kaudal doğrultuları, dorsal ve ventral kısımlarının oluşumunu belirler. {Bu genler, aynı zamanda ortamdaki farklanmamış hücrelerin nöral hücrelere dönüşmesini sağlar veya sınırlayıcı etkileri ile hücrelerin belli bir yönde özelleşmesini sağlarlar.} Hücrelerin başka hücrelere ve yapılara dönüştüğü ve bu şekilde özgül işlevlerin gerçekleştirildiği, yani hücrelerin kompleks bir yapıya dönüştüğü sürece indüksiyon denir [Sarnat, 1998].
Onsekiz günlükken nöral plak kıvrılmaya başlar ve nöral tüpü oluşturur. Nöral tüpün uzaması ve içe kendi üstüne doğru kapanması süreci başlar. Nöral tüp kapanması (nörülasyon), [Evrard, 1992] beynin arka kısmında başlar ve her iki uca doğru fermuar gibi kapanmaya başlar. Bu süreç nöral tüp kapanınca biter ve gelişmekte olan beynin temeli olur. İlk önce ön ucu kapanır (24 gün) prozensefalon oluşur; daha sonra arka ucu (28 gün) kapanır ve spinal kord oluşur. Nöral tüp kapanmasından sonra merkezi sinir sisteminin temel altbirimlerini ifade eden anatomik işaret noktaları oluşmaya başlar.
Nöral tüp kapanması da pek çok faktörün etkisi altındadır. Majör rolü retinoik asit oynar. Retinoik asit reseptörleri, nörülasyon ve nöral tüp kapanması sırasında vardır. Bu nedenle eksojen retinoik asit veya sodyum valproat (bir anti-epileptik) gibi analogları bu süreci bozabilir. Folat da bir kofaktör olarak nöral tüp kapanmasında rol alır. Bu nedenle folat yetmezlikleri de nöral tüp defektlerine neden olabilir ve hamilelik sırasında kullanımı bu bozuklukların insidensini düşürür. Defektler nöral tüpün herhangi bir yerinde olabilmekle birlikte en sık iki ucun kapanamaması tarzında görülür. Nöral tüp defektleri oldukça sıktır ve 1000’de 1 rastlanır. Erken tanısı mümkündür. Hamilelik döneminde yapılan üçlü testte saptanacak alfa-fetoprotein yüksekliği ile veya yapılan ultrason-intrauterin manyetik rezonans tetkiki ile nöral tüp defektleri önceden tanınabilir. Bu durumda medikal abortus söz konusu olur.
Bu süreçteki bozukluklar:
Posterior nöropordaki defektler:
Spina bifida occulta, myeloşizis, diastometomyeli, “tethered” kord, menengoseldir.
Anterior por kapanma defektleri:
Kranioraşizis, anensefali, arinensefali, alober holoprozensefali, sefalosel, hidromyeli, meningomyelosel ve septo-optik displazi yer alır.
4. haftada embryo, 4 mm uzunluğundadır.
5-10 hafta Segmentasyon [Bicknese, 1999] Nöral tüpün kapanmasından sonra tüpün ön ucunda 3 yerde şişkinleşme ve boğumlanma (primer beyin kesecikleri) başlar. Bunlar, prozensefalon, mezensefalon ve rombensefalondur. Prozensefalon, telensefalon ve diensefalona dönüşür. Serebral korteks, telensefalondan doğar. Mezensefalondan, yine mezensefalon oluşur. Rombensefalondan metensefalon ve myelensefalon doğar. Metensefalondan da serebellum, pons ve bulbus oluşur. Myelensefalondan da spinal kord oluşur. Bu süreçte özellikle arka beyinde segmentasyon belirgindir. Segmentasyon, Hox (homeobox) genlerinin kontrolü altındadır. Bunlar temel segmentleri belirleyerek hüce göçünün hangi sınırlar içinde gerçekleşeceğini belirler. Özellikle 8 rombomer oluşur ve bunların sekizincisi spinal kordu oluşturur.
Bu süreçteki bozukluklar:
Hox genlerindeki mutasyonlar Chiari malformasyonları gibi bozukluklara yol açar. Bunun dışında mezensefalon-metansefalon agenezisi, serebellar agenezi, hipoplazi, korpus kallazomun parsiyel agenezisi, serebellar gelişme bozuklukları (Dandy-Walker sendromu, Joubert sendromu vb.) görülebilir.
2-4 ay Proliferasyon (çoğalma) ve diferensiasyon (farklanma) [Joseph, 1996] Aslında başından beri var olan ama bu aylarda yoğunluğuna kavuşan bir süreçtir. Gelişimin bu aşamasında çözülmesi gereken iki sorun vardır. Bunlardan birincisi uygun oranlarda kortikal hücre tiplerinin oluşturulmasıdır. Bunun için hücrelerin uygun miktarda çoğalması (proliferasyon) ve sonra da uygun erişkin lokalizasyonlarına göçü gerekir. İkinci olarak korteksin yöresel farklılığının (ki işlev farklılığı buna bağlıdır), yani diferensiasyon yaratacak bir mekanizmanın gelişmesidir.
Bir nöronun gelişimi, ayrı ve dizisel bir kontrol süreci içinde tanınır. Bu aşamaların bir kısmı progenitor hücrelerin proliferasyonu, post-mitotik hücrelerin oluşumu, hücre göçü, postmigratuar hücre farklanmasının değişik aşamaları (akson, dendrit oluşum ve sinaptik mekanizmanın kurulması) şeklindedir. 1Apoptoz, hücre çoğalması sürecinde çok önemli bir rol üstlenir. Sinir sisteminde “redundancy”, yani gereğinden fazla hücre ve bağlantı varlığı çok temel bir özelliktir ve bu durum, apoptoz ile ilişkilidir. Programlı hücre ölümü veya apoptoz, gelişen sinir sisteminin temel bir özelliğidir. Programlı hücre ölümünün mekanizmaları iyi anlaşılmamıştır, fakat özgül genler ve büyüme faktörleri ve hedefleri ile ilgili özgül genler tarafından belirlenen bir süreçtir. Fetal sinir sisteminde üretilen hücreler, olgunlukta gerekenin % 30-70 fazlasıdır. Fazlalık hücreler günler-haftalar sebat eder ve sonra ölür. Beyinde ilk-hücre (progenitor) ölümü, akson ölümü, sinaps ölümü ve olgun hücre ölümü görülür. Aslında genetik olarak apoptoz sinir sisteminde her hücrede vardır. Ancak “Nerve growth factor” ve “basic fibroblast growth factor” gibi maddeler apoptozu engeller. Glial hücreler ölmez, astrositlere dönüşür. Apoptoz mekanizmalarının aktivasyonu nörodejeneratif hastalıkların nedeni olarak gösterilmiştir [Sarnat, 1998].
Bu süreçteki bozukluklar:
Proliferasyonla ait bozukluklarda Mikrosefali veya Makrosefali görülür.
Farklanma (diferansiasyon) döneminde “Neural crest” hücreleri nörotropik faktörler altında nöron veya gliaya dönüşür. Nöral krest hücreleri, periferik sinir sistemi ve otonom sinir sistemini oluşturur. Farklanma da hem genetik hem çevresel faktörlerin etkileşiminin sonucudur. Örneğin PAX genleri spesifik hücre tiplerini ( örn serebellar granül hücreleri) belirler. Embryogenezisi belirleyen değişik gen gruplarına ait araştırmalar halen sürmektedir [Sarnat, 2000].
Bu süreçteki bozukluklar:
Farklanma sürecindeki bozukluk neoplastik yönde olursa disembryoplastik nöroepitelyal tümör gibi hastalıklar, non-neoplastik doğrultuda olursa tuberoz skleroz gibi hastalıklar görülür.
2-5 ay Migrasyon (hücre göçü) [Evrard, 1992 ; Bicknese, 1999] Germinal matriks, 7 haftalıkken oluşur. Ventriküler zonda yer alan germinal matriks, tüm nöronların ve gliaların kaynağıdır. Nöroblastlar germinal matriksten dışa doğru radyal glial lifleri takip ederek ilerler. Bu olaya migrasyon denir. Girus ve sulkuslar oluşur. 6 tabakalı korteks oluşur. Gelişimsel bozuklukların çoğu bu dönemde açığa çıkabilir. Beşinci ayda (20 haftalık) temel bazı giruslar oluşur; giruslar glioblast aşamasında tamamlanır. (Bunun anlamı girus oluşumu sırasında beynin genel hacminde değişme olmamasıdır.) Migrasyonu da kolaylaştıran (örneğin glikoproteinler) ve engelleyen etkenler vardır.
Yöresel yapı tanımlandıktan sonra, kortekste önce oluşan en yaşlı nöronlar preplak denen bir yapıyı oluşturur. Daha sonra oluşanlar kortikal plak denen geçici bir yapıyı (yani 2. ve 6. tabakaları) oluşturur. Gelişen kortikal plak, marjinal zon (gelecekteki 1. tabaka) ve subplak (gelecekteki 6. tabakanın derin hücreleri ve beyaz cevher) şeklinde, preplağı ikiye böler. Preplak ve subplak neuronları daha baştan yüksek bir morfolojik olgunluğa sahiptir.
Subplak, sinaptik bağlantılar ve uzun aksonları ile erken olgunlaşmış bir nöronal oluşumdur. Subplak hücreleri, lokal devreleri ve iç bağlantıları oluşturur. Subplak, korteks dışından gelen en erken oluşan afferent bağlantıları alırlar ve aksonları da korteksten subkortikal yapılara giden en erken efferent bağlantıları oluşturur. Subplak bozulursa, korteksin normal innervasyonu ve örgütlenmesi oluşmaz. Bu kompleks ve oldukça olgunlaşmış yapı geçicidir; subplak nöronları korteks olgunlaşmadan önce kaybolur. Tabaka 1’de kalan hücrelerin de çoğu ölür ve olgunluk sırasında neredeyse hücresiz bir alan bırakır. Kortikal plak içinde pek çok hücre, hatta bağlantı kurmuş olanları bile ölebilir. Bu hücre ölümü de ayarlıdır ve belli bir sıra izler. (5. tabaka önce ölür, sonra 4. tabaka vs). Gelişimin sağlıklı yürümesi açısından bu gereklidir.
Kortikal plakda oluşan hücreler sıra ile oluşur ve aynı sırada göç eder. Nöronlar 1.tabakanın sonuna varıncaya kadar göç ederler ve bu noktada en yeni nöronlar radyal migrasyonu sonlandırır ve diferansiye olurlar. Primatlarda 5.tabaka önce oluşur, sonra 4. ve daha sonra sırası ile gerisi gelir.
Sonuç olarak, özetle, kortikal plak, preplakı ikiye ayırır. Önce 1. (marjinal zon) ve 6. tabaka ( subplak) oluşur sonra diğer tabakalar belli bir sıra ile, 5,4,3,2. tabaka şeklinde oluşur.
Her bir nöronun kortikal tabakasının ve işlevinin, o nöronun ne zaman üretildiği ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. Ventriküler hattaki üretim noktası, nöronun son gideceği yeri ve işlevi belirlemektedir. Bu ise üzerinde göç ettiği radyal glia tarafından belirlenir. Korteks geniş ölçüde radyal kolonlarla organizedir. Böylece belli bir kolonun hücreleri ventriküler zonda aynı noktada üretilir ve aynı radyal glia üzerinde yolculuk eder.
Bu süreçteki bozukluklar: [Osborn, 1994; Fenichel, 1997]
Kortikal gelişimin düzenlenişindeki bozukluklar KORTİKAL MİGRASYON DEFEKTLERİne yol açar. Lisensefali, düz beyin demektir ve normal giruslar oluşmaz. Bu beyinde iki hemisfer oluşur ve silvien yarık oluşur ve öyle kalır. Hücre göçü olmaz. Genetikteki son bulgular lisensefalinin genetik temellerini aydınlatmaktadır. Pakigiri, normalden çok büyük giruslarla beyin oluşumudur demektir. Manyetik Rezonans (MR) görüntülemesi ile tanınır ve fokal olarak , sadece bir hemisferde veya jeneralize olabilir. Polimikrogiri, fokal veya jeneralize olabilir. Polimikrogiri, migrasyon başladıktan sonraki korteks gelişimindeki bozukluklara bağlıdır. Kan damarlarının dağılımındaki destrüktif lezyonlar porensefaliye neden olur; ayrıca kritik bir anda bu durum ortaya çıkarsa şizensefaliye de neden olur. Bu olay, ikiz gebeliklerde veya anne hipertansif olduğunda (eklempsi) daha sıktır. İki durum da damarsal sorunlar açısından risk taşır. Vasküler olayın gestasyonel zamanı, lezyonun açığa çıkmasını belirler. Nöronal migrasyondan sonra infarkt oluşumu doku kaybı ve kavitasyona neden olur. Tüm şizensefali olguları sporadik vasküler olaylara ikincil değildir. Ailevi şizensefali olguları vardır ve bu lezyonlar diğer konjenital defektlerin varlığında da oluşur
KORTİKAL MİGRASYON ANOMALİLERİ ve DAVRANIŞ SORUNLARI [Bicknese, 1999] Küçük migrasyon anomalileri ve heterotopiler çeşitli gelişimsel bozukluklarla örneğin epilepsi ve psikiyatrik bozukluklarla ilişkili bulunmuştur. Özellikle bazı dirençli epilepsi nöbetleri, sıklıkla migrasyon anomalileri ve fokal kortikal defektlerle ilişkilidir. İnfantil spazmları olan hastaların çoğunda fokal pakigiri ve mikrogiri alanları vardır. Şizofreni de bu tip bozukluklarla ilişkilidir. Ventrikül ve sulkusların büyümesi şizofrenide bildirilmiştir ama bunların doğumda mevcut olan veya sonradan olan hücre kaybına bağlı olup olmadığı belli değildir. MR incelemeleri şizofreniklerde temporal lobların hipoplastik olduğunu göstermektedir. Son zamanlarda pek çok şizofreni olgusunun parahipokampal girus boyutlarında küçülme saptanmıştır. Bu azalma hücre sayısındaki azlığa bağlı olup gliozis ve hipoksiye bağlı değildir. İlerleyici değildir. Benzer şekilde otistik çocukların MR’lerinde serebellum anormallikleri vardır. Ancak henüz kesinleşmiş bulgu yoktur. Pek çok rötarde çocukta nöronlar küçük gözükür ve daha az sayıda dendritleşme gerçekleşir. Büyüme faktörlerine yanıtta yetersizlik veya eksiklik buna neden oluyor olabilir. Anguler girustaki bazı mikroskopik fokal heterotopiler, disleksinin nedeni olarak yorumlanmıştır.
Glia oluşumu (GLİAGENEZ) [Sarnat, 2000] İnsanlarda pek çok nöronun 2. trimester sırasında oluştuğu bilinmektedir. Glialar bundan sonra da üretilir. Myelinizasyon gibi süreçler 6 aylıkken başlar, 40’lı yaşlara kadar sürer. Astrositler, ventriküler zonda radyal glialardan türeyerek oluşur. Mikroglialar, MSS’ye giren makrofajlardan oluşur. Astrositler, gelişen ve olgun beyinde serebral mikroçevrenin düzenlenmesini sağlar.
6 ay–erişkin Myelinizasyon: Oligodendrisitler hem merkezi sinir sisteminde (MSS) hem periferik sinir sisteminde myelin üretir. Ayrıca “nerve growth factor” salgılayarak aksonların gelişmesini uyaran diğer molekülleri üretir. Myelinizasyon, gecikmiş beyin olgunlaşmasının bir indeksidir. Başlangıçta 1 oligodendrisit hücresi 55 akson, midgestasyondan sonra 5 akson myelinler. Myelinizasyon gen kontrolü altındadır ama hücrelerin olgunlaşması ve diferansiye olması, ayrıca ana lipidlerin de hazır olması gerekir. Myelinleşme santralden periferiye, inferiordan superiora ve posteriordan anteriora doğru olur. Myelinleşme, mediyal longitudinal fasikülüste (MLF), 24 haftalık gestasyonda başlar ve 28. haftada biter. Kortikospinal traktın myelinizasyonu 38. haftada başlar ve 2 yaşına kadar sürer. Postnatal 1. ayda talamus, korona radiyato, internal kapsülün posterior kısmında, 3. ayda optik radyasyoda, 6. ayda internal kapsül ön kısmı ve presantral girusda myelinizasyon gerçekleşir. Daha sonra 8. ayda parietal ve frontal, 12. ayda temporal lob myelinleşir. Korpus kallosumun ise myelinleşmesi daha geç oluşur; 4. ayda başlar ve orta adolesan dönemde biter. En geç prefrontal korteks ipsilateral temporal ve parietal lob bağlantısı myelinleşir ve 32. yaşa kadar sürer [Bicknese, 1999; Osborn, 1994].
Bu süreçteki bozukluklar:
Bu aşamada görülen bozukluklar enzim defektlerine bağlı dismyelinizasyon hastalıklarıdır. Bunlar, lökodistrofiler (akmadde hastalıkları) olarak da tanınır.
Sinaptogenezis en son aşama olup, mental gelişim açısından büyük önem taşıdığı varsayılmakta, sinaptik sayıda artışlar ve fazlalık sinapsların yokolmasının sağlıklı bir sinaptogenez açısından önemli olduğu düşünülmektedir. Bir kez göç oldu mu uygun hedef hücrelerle gerekli bağlantıların kurulması gerekir. Bu ise, büyüme konisi denen ve hedefe kilitlenmiş özel bir akson ucu ile gerçekleşir. Bu yönlenme ve fazla kısımları atma, “nerve growth factor” gibi kimyasal ajanların etkisi altında olur [Sarnat, 2000]. Akson uçlarını bir çeşit moleküler duyum yönlendirir. Bu kimyasal maddeler, yol üstündeki hücreler üstünde vardır veya onlar tarafından salgılanır. Hedefin kendisi de bazı ipucu moleküller bırakıyor olabilir. Genetik veya cerrahi yoldan bu ipuçlarının kaldırılması, aksonların amaçsız büyümesine neden olabilir. Aksonlar bir kez hedeflerine varınca, sorun varacağı özgül noktayı tam olarak bulmasıdır. Yol ve bölge seçiminde yer alan etkenler oldukça özgülken burada deneme-yanılma yöntemi geçerlidir; bir dizi yanlışlığın düzeltilmesi gerekir. Örneğin Yale üniversitesinden Pasko Rakic, önce retina ve lateral genikulat çekirdek arasında bağlantıların, sonra, görsel korteks ve 4. tabaka arasındaki bağlantıların oluştuğunu göstermiştir [Rakic,1988]. Bunun anlamı şudur. Nöronlar yapısal mimarileri gibi işlevsel özelliklerini de geç yaşlara kadar kazanmazlar. Adres seçimi yaparken, nöronlar yanlışlarını düzeltirler. Bu seçim, her bir aksonun bireysel dağılım dizgesine dayanır. Örneğin Hubel ve Wiesel, kısa süreli bir körlüğün bebek kedilerde daha sonra kortikal körlüğe yol açtığını kanıtlamışlardır. Tek gözdeki körlüğün, ilgili oksipital bölgede gelişmemeye yol açtığı saptanmıştır [Hubel ve Wiesel, 1968]. Kullanım, oksipital lobdaki mimariyi belirler. Birarada deşarj yapan hücreler birbirine bağlanır. Bu durum lateral genikülat nukleusta gerçekleşmez, çünkü bu yapı doğumdan önce oluşumunu tanımlamıştır.
Değişik aksonal yol bulma mekanizmaları vardır [Sarnat, 2000]. Örneğin iki hücre arasında bir haberleşme gerçekleşir. Bu durumda 1-2 mm içinde hedef hücre, diğerine moleküler sinyal gönderir. Başka bir seçenek ise hücrenin hareket edeceği zemine yapışması ve o şekilde ilerlemesidir. Kemotaktik etkileşim de söz konusu olabilir. Nöronun aksonu hedefine doğru gelişirken dendritler de filizlenir. Aksogenez, serebral kortekste göç tamamlandıktan sonra, serebellumda ise daha önce başlar. En yoğun 3. trimestrde gerçekleşir. Aksogenezde nörotropik ve nörotransmitterler de rol oynar.
Sinaptogenezis, klinik açıdan izlenebilen bir olgunlaşmaya yol açar. Tüm gelişim yavaş biriken gelişim ve ardından gelen belli bir noktadaki sıçramalarla gerçekleşir [Herschkowitz, 1996]. Örneğin 2-3. ay civarında neonatal reflekslerin kaybolması, spontan ağlamaların azalması ve geçmiş olayların daha iyi hatırlanması; buna karşın 7-10 ayda işleyen belleğin daha gelişmesi, yabancılara karşı korkunun artması ve separasyonu hissetme, sinaptogeneziste görülen sinaptik patlamalarla ilişkili olarak bulunmuştur. Sinaptogenezis, yüksek kortikal işlevlerin gelişmesinde önemli rol oynar.
Bu süreçteki bozukluklar:
Sinaptogenezisteki sorunlara bağlı belirgin klinik bir bozukluk veya hastalık tanımlanmamıştır. Ancak gerek MR gerekse pozitron emisyon tomografisinde (PET) hiç bir patoloji saptanmayan pek çok nörolojik hastalıkta veya gelişimsel bozuklukta sinaptogenezise ait bir bozukluk varsayılabilir. Postnatal toksik, hipoksik , iskemik ve metabolik hasarlar sinaps oluşumunu ve gelişimini bozabilir.
Prenatal hastalıkların anlaşılmasında önemli kavramlardan biri selektif vulnerabilitedir (hasara veya belli bir patolojik etkene yatkınlık). Normal yapı ve işlevin bozulmasına yol açan etkenler normal beyin gelişimini bozar. İlginç olan beyin gelişiminin değişik aşamalarında aynı etkenler farklı sonuçlara yol açabilir. Fetal dönemde kokain entoksikasyonuna uğrayan bebeklerde görülen migrasyonel defektler (dolayısı ile mental rötardasyon ve davranış anormallikleri oluşur), çevresel ajanların beyin gelişiminin yatkın dönemlerinde ne denli etkili olduğunun kanıtıdır.
Pek çok prematüre bebekte, selektif vulnerabilite, serebral felce neden olan mekanizmayı açıklar. Örneğin olgunlaşmamış nöronlar hipoksik hasara görece duyarsızdır ama viral enfeksiyonlara çok duyarlıdır. İntrauterin enfeksiyonlar ilk üç ay içinde çok daha ağır sonuçlara yol açar. Herpes Zoster enfeksiyonu, 21 haftadan önce olursa bebekte ağır nöron kaybı görülür ve ağır gelişimsel gerilik ortaya çıkar. Enfeksiyon, daha sonra oluşursa sinir sisteminin doğrudan invazyonu nadirdir. Benzeri bir sorun ilk trimesterdeki sitomegalovirüs enfeksiyonlarında da görülür ve lisensefali ve diğer migrasyonel defektlere yol açar. Buna karşın olgunlaşmış nöronlar, viral enfeksiyonlara dayanıklıdır ama hipoksik hasardan görece daha az???? etkilenir [Bicknese, 1999].
II. GEÇ YÜRÜYEN ÇOCUĞUN AYIRICI TANISI ve SEREBRAL FELÇ
Yürüme, sinir sistemi (piramidal sistem, ekstrapiramidal sistem, serebellum, duyu yolları), iskelet sistemi (kemik, kas ve eklemler), göz ve iç kulak gibi değişik yapı ve organların işlevi ve katılımı ile gerçekleşir. Çocuklarda başlıca kas hastalıklar ve özellikle kortikospinal yol ve piramidal sistemi tutan nörolojik nedenler geç yürümeye neden olabilir. Daha ağır klinik tablolarda ise motor gelişim daha alt basamaklarda kalır. [Fenichel, 1997]:
1.Normal sınırlar içinde varyasyon (çocuk normal gelişimin alt sınırındadır ve yaşıtlarını sınırda da olsa yakalar)
2.Nöromusküler hastalıklar (myopatiler, myastenik sendromlar, spinal musküler atrofiler, motor nöron hastalıkları, nöropatiler)
3.Spinal kord hastalıkları (myelopatiler)
4.Serebral hastalıklar
i. İlerleyici klinik tablosu olanlar (metabolik, genetik vb kökenli hastalıklar)
ii. Statik klinik tablosu olanlar (serebral felç)
SEREBRAL FELÇ (SF) Motor rötardasyona yol açan başlıca nedenler arasında serebral felç vardır. Çocukluk çağının ciddi sorunlarından biri olup, her 1000 çocuktan ikisini ilgilendirir ve erken tanınarak uygun rehabilitasyona başlanması ve hastanın fonksiyonel sorunlarına bilimsel bir yaklaşımda bulunulması halinde, uzun vadede oldukça olumlu sonuçlar alınır. Serebral felç, öncelikle statik (non-progresif) bir klinik tablodur. Ayırıcı tanıda Lesch- Nyhan, ataksia telanjiektazi, lökodistrofi, organik ve amino asit metabolizma bozuklukları gibi yavaş ilerleyen ve/veya sinsi başlayan hastalıklardan ayırmak gerekir. Ayrıca araya giren enfeksiyon, travma vb. ile görülen geçici kötüleşmelerin görüldüğü ilerleyici olmayan tablolara dikkat etmek gerekir. Bu nedenle tek bir görüşmede serebral felç tanısı konamayabilir ve tanı için bir süre izlemek zorunlu olur. SF’nin ikinci temel özelliği motor güçsüzlük (parezi ya da pleji) olup kas gücünü ve/veya hareket sistemini ilgilendiren bir muayene bulgusu olarak belirlenir. Üçüncü temel özelliği gelişmekte olan bir beyinde açığa çıkmasıdır; yani hastanın yaşı olay olup bittiğinde en fazla 4-5 yaş olmalıdır.
Erken tanı, risk faktörlerini belirleyerek gerekli tedbirleri almakla olanaklı olur. Bu risk faktörleri şu şekilde ayırt edilir [Eicher ve Batshaw, 1983; Nelson, 1989]:
PRENATAL MATERNAL Akut-kronik hastalıklar, ilaç-alkol kullanımı, toksemi, düşük-ölü doğum hikayesi. PERİNATAL Obstetrik komplikasyonlar, prematürelik, düşük doğum kilosu, çoğul gebelik, fetal kalp hızında anormallikler (fetal aritmiler), vajinal çıkışta geliş şekli (örn.makat gelişi), amniyotik kesenin erken ruptürü, plasental erken ayrılma, solunum ve resusitasyon gereği, hipoglisemi NEONATAL Nöbet, sepsis, menenjit, ağır hiperbilirubinemi, hipoksi. POSTNATAL Epilepsi nöbeti, MSS enfeksiyonu, tekrarlayan orta kulak enf, kötü beslenme, büyüme sorunu, toksik nedenler (kurşun vs.), aile içi anlaşmazlıklar ve düşük sosyo-ekonomik ve sosyokültürel düzey.
2Serebral felç sınıflaması ( etiyolojik sınıflama) [Eicher ve Batshaw, 1993]
Prenatal Çeşitli nörogenetik hastalıklar, malformasyonlar, intrauterin enfeksiyonlar (TORCH) başlıca nedenlerdir. Günümüzde SF’nin % 85 prenatal nedenlere bağlı olduğu düşünülmektedir.
Perinatal Serebral hemoraji, doğum komplikasyonlarına bağlı hipoksik-iskemik ensefalopati ve perinatal enfeksiyonlar başlıca nedenlerdir.
Postnatal Herpes simpleks başta olmak üzere MSS enfeksiyonları, kafa travmaları ve serebrovasküler olaylar temel nedenlerdir.
Serebral felç sınıflaması (tutulan hareket sistemine göre) [Nelson, 1989]
spastik /piramidal (tetraplejik, hemiplejik, diplejik) Görülen en ağır tablo spatik tetraplejidir. Spastik tetraplejinin de farklı alt tipleri vardır. Bu başlık altında bacaklarda ağırlıklı, 3 ekstremitede ağırlıklı, bir yanda hemipleji-diğer tarafta hemiparezi veya simetrik gerçek tetrapleji olguları toplanır. Kuadriplejik tip SF’nin en sık nedeni hipoksik-iskemik ensefalopatidir.
Spastik dipleji prematürelerde daha sıktır (tüm prematürelerin %10-33’ü); çünkü germinal matriks kanaması daha fazla olur ve bacağa giden komşu piramidal lifleri tutar. Spastik dipleji olgularının bir bölümü tamamen düzelir ve ileride okul sorunları, akademik başarısızlık görülebilir. Hemiplejik serebral felç sıklıkla konjenitaldir. Olguların 2/3’ü intrauterin, 1/3’ü perinatal beyin hasarına bağlıdır.
rijit/ekstrapiramidal (koreo-atetoz, distonik) Ekstrapiramidal tutuluş sıklıkla hipoksi nedeniyle olur. Ülkemizde kernikterus da nedenler arasındadır. SF’ye ait belirtiler kendini 2 yaşından sonra gösterir. Bu yaştan önce gelişim geriliği ve hipotoni dikkati çekebilir.
ataksik Ataksik tip olguların yaklaşık % 10’unu oluşturur. Serebellar bir lezyona bağlı olarak görülür. Olguların % 41’inde etiyoloji saptanamaz. Klinik açıdan gelişim geriliği dikkati çeker.
Klinikte sıklıkla mikst tip serebral felç olgularıyla karşılaşılır.
Serebral felç ve zeka SF tanısı alan hastaların % 50-75’i mental rötardedir. Mental rötardasyon, hemiplejik SF’de daha seyrektir. Bunların da % 50’si tedavi edilemez gruptadır; % 30’unda epilepsi nöbeti olur. Nöbetler mental rötardelerde sıktır. Kuadripleji varlığı mental rötardasyonun ağırlığını gösterir [Paneth ve Stark, 1983].
Serebral felç ve epilepsi SF'de epilepsi varlığı genel olarak prognoz açısından olumsuz bir bulgu olmasına ve durdurulmadığında gelişimi çok olumsuz etkilemesi, buna karşın tedavi edilir olması nedeniyle üzerinde dikkatle durulması gereken bir sorundur. Epilepsi nöbetleri, hemiplejik ve kuadriplejik tiplerde daha sık görülür [Nelson, 1989].
Tanı yöntemleri Serebral felç tanısında kraniyel MR en iyi yöntemdir. Kalsifikasyonlar söz konusu olduğunda kraniyel BT de yapılması gerekir. PL (ponksiyon lomber) genellikle gerekli olmaz. EEG eğer epilepsi nöbeti varsa yararlıdır. Ayrıca küçük çocuklarda beyin gelişimini değerlendirmek ve izlemek için yapılabilir. EMG fizik tedavi uygulanacağı zaman veya ortopedik girişimlerde ya da ayırıcı tanı amacıyla yapılır.
Serebral felç komplikasyonları [Paneth ve Stark, 1983]
Olguların 2/3’ünde solunum ve beslenme komplikasyonları şeklinde bulber semptomatoloji; kalça lüksasyonu, kontraktür, skolyoz şeklinde de ortopedik komplikasyonlar görülür. Yarısına yakınında
epilepsi ve sekonder mikrosefaliyle karşılaşılır. Bunlar dışında görme kusurları, işitme sorunları, denge, duruş ve yürüme sorunları ve ince motor işlev bozuklukları görülür. Hemen tamamına yakınında duygusal sorunlar ve emosyonel labilite olur. Ayrıca iletişim sorunları, öğrenme sorunları, meslek bulamama ve toplum dışına itilme çok sıktır.
Tedavi Komplikasyonlara yöneliktir. Başlıca tedavi fizyoterapidir. Farmakolojik tedavide lioresal, değişik antiepileptikler ve psikotrop ajanlar kullanılır.
III. GEÇ KONUŞAN ÇOCUĞUN AYIRICI TANISI
Geç konuşmaya başlayan ya da dil sorunu olan çocuklarda aşağıda sözü edilen bozuklukların birkaçı birarada olabilir [Korkmaz, 2000].
-
İşitme kaybı Lisan öğrenmeyi olanaksız kılacak işitsel duyu yitiminin orta ve şiddetli düzeyde, yani 60-70 dB değerinde olması gerekir. Sessiz harflerin algılanması için gerekli yüksek frekanslı seslerin geniş ölçüde bozulmasına neden olan duyma yitimleri tehlikelidir ve gözden kaçabilir. Konuşulan lisanın büyük kısmı sessiz harflerden oluştuğu için yüksek frekanslı seslerin kaybı lisan öğrenmeyi olumsuz yönde şiddetle etkiler, hatta bazı çocuklarda tamamen ortadan kaldırır.
2. Fiziksel nedenler Yarık dudak, yarık damak ve benzeri konuşma organlarına ait anatomik bozukluklar bunlar arasındadır.
3. Depresyon, psikoz gibi psikiyatrik tablolar
4. Psikososyal deprivasyon
Sağır-dilsiz ebeveyn, çocuk istismarı vb. gibi nedenler söz konusudur.
5. Diğer
Evde birden fazla yabancı dil konuşulması, kardeşlerin ikiz olması, erkek çocuk olma, dilin özelliği (örneğin Rusça geç öğrenilir) diğer etkenlerdir.
6. Mental rötardasyon Zeka geriliği, çoğu zaman lisan öğrenme işlemini yavaşlatır ve lisan öğrenme yeteneklerinin zayıflamasına yol açar. Ancak lisan öğrenme yeteneğini tümüyle engellemesi için zihinsel bozukluğun çok şiddetli olması gerekir. Zihinsel işlevleri yeterli olmayan çocuklarda sadece dil yetisinde değil diğer birçok bilişsel yeti alanında bozukluk görülür.
7. NÖROLOJİK
-
Disfoni (ses bozukluğu)
-
Dizartri (artikülasyon bozukluğu)
-
Disfazi (gelişimsel ve edinsel disfazi)
Gelişimsel disfazi, genetik bir temelde beyin gelişimindeki bozukluklara bağlı olarak ortaya çıkar [Bates, 1992]. Gelişimsel disfazide, normal dil gelişimi hem nicelik hem de nitelik açısından değişik bozulmalara uğrar. Gelişimsel disfazinin değişik tipleri dilin kısımlarının tutulma şekline göre ayırt edilir.3 Örneğin telafuz kusurları fonolojik bozukluk olarak tanınır. Klinikte sıkça görülen hem telafuz hem de cümle yapısına ilişkin ifade bozuklukları ise fonolojik-sentaktik bozukluklar olarak isimlendirilir. Küçük çocuklarda anlama bozuklukları, lisanın işlenmesi ve oluşturulmasını değişmez bir tarzda etkilediği için bu tip bozukluklar, her zaman olmasa bile, anlamanın sıklıkla ifadeye göre korunduğu mikst tip bozukluklara yol açar. Buna karşın saf ifade bozukluklarıyla izole bir şekilde karşılaşılır. Gelişimsel disfazi, erkek çocuklarında daha sık görülür. Konuşması geciken bu çocukların 1/3’ü parmak ucuna basarak yürür. Gelişimsel disfazilerde özel bir tanı tekniği yoktur. Tanı, klinik değerlendirme ve testlerle konabilir. Tedavide konuşma terapisi uygulanır [Coombes, 1987] .
Çocukluk çağına ait edinsel disfazi sendromları da erişkin afazi sendromlarına benzer. Nörologları yakından ilgilendiren ve konuşma bozukluğu ile seyreden bazı sendromlar vardır. Bunlardan biri Landau-Kleffner (LKS) sendromudur.
Landau-Kleffner Sendromu {Edinsel Epileptik Afazi} [Beaumanoir, 1992]. Konuşmayı öğrenmiş çocuklarda ani ya da dereceli bir konuşma yitimi görülür. Öncesinde, beraberinde veya sonrasında tedaviye direnç göstermeyen seyrek epilepsi nöbetleri olur. Bazı olgularda hiç bir zaman epilepsi nöbeti görülmez. Ancak konuşma sorunu ile birlikte EEG’de ciddi anormallikler olması tanı için zorunludur. Çocuklarda bazen işitsel agnozi görülür, yani seslerin anlamı kavranmaz. Ayrıca anlama kusuru çok belirgin olabilir ve mutizm görülür. Beraberinde hiperaktivite ve otizm gibi davranış sorunları açığa çıkabilir. Bu sendrom, serebral disfonksiyonun farklı ve kritik dil gelişimi dönemlerinde özel gelişen beyin sistemleri üzerindeki etkisini incelemek için eşsiz bir durum oluşturur.
Tedavide steroid, immunoglobulinler ve antiepileptikler kullanır ama tedaviye yanıt çok değişkenlik gösterir. Aktif epileptik dönem çoğunlukla tam ve kalıcı bir remisyona girmeden önce yıllarca sürebilir. LKS, kısmen ya da tamamen geri dönüşlü olup fokal sendromda diğer iletişimsel, bilişsel ve davranışsal bozukluklar yanısıra sözel dil hiç gelişmeyebilir, gecikebilir, sapabilir veya düzensiz gelişebilir.
Selektif mutizm Normal anlama yeteneğine sahip, ses kayıtları ile dökümante edildiği gibi kendi evi gibi belli bir ortamda konuşan ancak örneğin okul gibi başka ortamlarda suskun olan çocukları ifade eder. Her tür tıbbi ve psikolojik girişime direnç gösteren ve yıllarca sürebilen, selektif mutizmin arkasında sıklıkla disfazi gibi gelişimsel sorunlar, sosyal fobi, anksiyete bozukluğu gibi duygusal sorunlar veya otizm gibi hastalıklar yer alır [Bishop ve Rosensbloom , 1987].
8. OTİZM [Rapin, 1997; Korkmaz, 2000]
Otizm, beynin daha çok genetik bir temelde açığa çıkan ve hayat boyu devam eden gelişimsel bir bozukluğudur. Klinik belirtilerin şiddeti değişkenlik gösterir; bu nedenle otistik yelpaze içinde en ağırdan en hafife kadar değişik şiddette otistik davranış özellikleri görülebilir. Görülme sıklığı klasik otizm için 1000’de 1, hafif otizm için 1000’de 2-4’tür.
Davranışsal belirtiler 3 temel alanda belirlenir ve bunlardan biri dildir. Otistik çocukların tümü küçük yaşlarda disfaziktir. Önceleri hiç konuşmazlar (mutizm) veya kelime dağarcıkları çok sınırlıdır. Bu nedir diye sormaz, işaret etmezler. Ekolali ve ezberlenmiş kalıpları kullanarak, dil yetisindeki bozuklukları telafi etmeye çalışırlar. Genellikle telaffuz kusuru görülmez. Bir kısmı zamanla konuşmaya başlar ama konuşmalarının pragmatik yanı bozuktur. Dilin iletişim kurmayı sağlayan görgü kurallarına uymada çok yetersiz kalırlar. Yani konuşma başlatma, konuşmayı karşılıklı bir tarzda sürdürme, belli bir konuyu sürdürme, imaları ve şakaları anlama gibi dil özelliklerinde zorlanırlar.
Sosyal ilişki, oyun İlk olarak göz temasının yetersizliği, yabancı ve tanıdıklar arasında ayrım yapmama ile tanınırlar. Oyun içeriği gelişmez, sembolik oyun oynamaz ve diğer çocuklarla ilişki kurmaz. Zamanla aile içinde ve yakın çevrelerinde çok sınırlı ilişkiler kurarlar.
Dar ilgi alanı, stereotipi Beceriksizlik, hipotoni, sarsaklık, anormal duysal belirtiler (sese karşı aşırı duyarlılık gibi) ve çeşitli takıntıları olur. Stereotipi olarak bilinen istemsiz hareketleri tipiktir. Bunlar kanat çırpma hareketleri, sağa sola veya öne arkaya doğru amaçsız bir şekilde saatlerce sallanmalar şeklindedir.
Otistiklerde zeka Otistiklerin 2/3’ü mental rötardedir. Ancak bir bölümü belli alanlarda üstün zekalı olabilir. Zihinsel yetileri açısından ham görsel bellekleri daha iyidir. Temel sorunları empati alanındadır. Diğer insanların duygu ve amaçlarına yönelik içgörüleri genel olarak yetersizdir.
Asperger sendromu Otizmin değişik bir formudur. Bu çocuklar zamanında konuşmaya başlayabilir ve bilgiçce konuşma tarzları olabilir. Genellikle zekaları yüksektir.
Otistik regresyon Olguların 1/3’ü ortalama 21 aylıkken bir gerileme sürecine girerler. Gerileme öncesi bu çocuklar ya tamamen normal ya da hafif otistik olabilirler. Video kayıtları ile bu durum doğrulanmıştır.
Prognoz Belirtiler yaşla daha ılımlı hale gelebilir. Ancak tam bir düzelme hemen hiç bir zaman olmaz. Tedavi, eğitimle olur.
OTİZMİN NÖROBİYOLOJİK TEMELLERİ
[Gillberg ve Coleman, 1992; Korkmaz, 2000]
Nörogenetik : Otizmin genetik bir temeli olduğuna işaret eden ilk bulgulardan biri, erkeklerde kızlara oranla 3-4 kez daha sık görülmesi olmuştur. Bu oran farklılığının, zekası iyi durumda olan otistiklerde daha belirgin olduğu dikkati çekmiştir.
Tek yumurta ikizlerinde çift yumurta ikizlerine oranla görülme yüzdesinin belirgin olarak yüksek olması da otizmin genetik bir hastalık olduğu lehine yorumlanmıştır.
Otizme neden olan ya da otistik belirtilerle seyreden pek çok hastalık vardır ve bunlar içinde genetik bozukluklar ilk sırada yer alır. Bunlar arasında başlıca tuberoz skleroz, frajil X, konjenital enfeksiyonlar, beyin malformasyonları, fenilketonüri, Angelman sendromu ve değişik nörogenetik hastalıklar (örn.Cornelia de Lange sendromu) yer alır.
İnsan Genom Projesine göre, otizmden sorumlu en az 5 gen vardır Otizmle ilişkili olduğu sanılan başlıca genler 15. kromozom, 13. kromozom, 6.kromozom ve 7. kromozom üstünde yer almaktadır .
Otistik çocuğu olan ailenin ikinci bir otistik çocuk sahip olma riski, ortalama % 5 olup normal riske kıyasla 100-200 kat artmış bir otizm riskini ifade eder. Otistik bir çocuğun akrabalarında otizm veya benzeri durumlarla karşılaşma olasılığı vardır. Örneğin otistik bir çocuğun ailesinde % 70 oranında gecikmiş dil ve gelişimsel faktörlerin sıklığı dikkati çekmektedir .
Otizmin sadece genetik nedenlere bağlı olmayıp çevresel nedenlerin de etkili olduğu sanılmaktadır çünkü birbirine genetik olarak tıpatıp benzeyen ikizlerde otistik olma olasılığı %70 bile değildir. Genetik açıdan birbirine tıpatıp benzeyen tek yumurta ikizlerinden biri otistik olurken, diğeri normal veya normal sınırlar içinde olmaktadır. Bağışıklık sistemlerindeki bozukluklar da virüsler gibi çevresel etkenlerin etkili olabileceğini düşündürmektedir. Örneğin geçirilen bir ensefalit sonrasında otizmin geliştiği bilinmektedir. Çevresel faktörler içinde intrauterin kan akımı değişiklikleri ve kan biyokimyası, kullanılan ilaçlar (örneğin talidomit), radyasyon vb yer almaktadır. Sonradan oluşan beyin hasarına bağlı olduğu apaçık bilinen otistik tablolar, örneğin hipoksik-iskemik ansefalopati, herpes simpleks ensefaliti, intrauterin rubella enfeksiyonu da genetik-dışı etkenleri düşündürmektedir. Ancak hiç bir hastalık otizmle tutarlı, kesin bir ilişki içinde değildir.
Nöropatoloji: Nöropatolojik araştırmalara göre otizm, beynin pek çok bölgesi ile ilişkilidir. Serebellum (özellikle Purkinje hücreleri), frontal lob, limbik sistem (özellikle amigdala, hippokampus, singulat girus), parietal lob, beyin sapı otizmde anormallikler saptanan başlıca beyin yapılarıdır. Limbik sistemde azalmış (nöron) hücre boyutu ve artmış hücre yoğunluğu bulunmuştur. Limbik sistemde de nöronlarda küçülme, sayıca çok artıp, dendritlerde aşırı dallanma söz konusudur.
Nörogörüntüleme: Özellikle serebellumda vermis bölgesinde atrofi ve hipertrofi saptanmıştır. Buna ek olarak artmış beyin hacmi ( makrosefali), frontal lobda ve korpus kallosumda yapısal lezyonlar gösterilmiştir.
Biyokimya: Otistik çocukların trombositlerinde serotonin (beyinde de bol miktarda bulunan bir nörotransmitter) yüksek bulunmuştur. Ancak çelişkili olarak beyinde serotonin miktarını artıran ilaçlar, otistiklerde yararlı olmaktadır. Bu nedenle otistik çocukların beyninde serotonin fazlalığı söz konusu olmayabilir.
Nörolojik muayene: Nörolojik muayenesi yapılan otistik çocukların çoğunda kaslarda bir gevşeklik olduğu, eklemlerde aşırı bir elastikiyet olduğu hep dikkati çekmiştir. Bu çocuklarda seyrek olmayarak el becerisinde bazı sorunlar olduğu da bilinir. Bu konuda yapılan bir araştırmada değişik nörolojik muayene bozuklukları saptanmıştır. Bunlar arasında kas tonusunda azalma (hipotoni), serebellar sistem bozukluğu (yürüyüş, denge, alternan ve ardışık hareketlere ilişkin bozukluklar), parietal lob işlev bozuklukları (grafestezi, stereognozi, topagnozi) ve dispraksi (beceri sorunları vs) yer alır.
Otizmde EPİLEPSİ ve nörofizyolojik bulgular: Normal popülasyonda epilepsi görülme sıklığı 1000’de 1’dir. Otistik çocuklarda bu nöbetler en sık ilk 3 yaşta ve pubertede olmak üzere 18 yaşına kadar hastaların %25-35’inde görülür. Bu hastalarda ciddi EEG (elektroensefalografi) anomalileri sıktır. Bu bulgular otistik çocukların beyinlerinde biyoelektrik bir bozukluk olduğunu da düşündürmektedir .
Hayvan Deneyleri: Yapılan deneyler, bebek maymunların beyninde amigdala ve hipokampus adlı bölgelerde oluşturulan hasarların, bu hayvanlar üzerinde sosyal temastan kaçınma, sosyal ilişkiyi başlatamama, sosyal ilişkiyi kabul etmeme tarzında belirtilere neden olduğunu göstermiştir. Bu bulgular otizmden sorumlu beyin yapılarının bu bölgelerde olabileceğini düşündürmüştür.
KAYNAKLAR
Allen DA, Rapin I, Wiznitzer M. Communication disorders of preschool children: The physician’s responsibility. Dev Behav Ped 1988; 9:164-170.
Bates E,Thal D, Janowsky JJ. Early language development and its neural correlates. (ed.) Segalowitz SJ, Rapin I. Handbook of Neuropsychology Vol 7. Amsterdam, Elsevier 1992; 69-111.
Beaumanoir A. The Landau-Kleffner Syndrome. (2nd ed.) Roger J, Bureau M, Dravet Ch, Dreifus F, Perret A, Wolf P. Epileptic Syndromes in Infancy, Childhood And Adolescence John Libbey and Company Ltd 1992; 234-243.
Bicknese AR. American Academy of Neurology, Annual Education Program, 1999.
Bishop D, Rosensbloom L. Childhood language disorders; classification and overview. (eds.) Yule W and Rutter M. Language development and disorders. Oxford, Mac Keith Press,1987;16-42.
Coombes K. Speech therapy. (eds.) Yule W, Rutter M. Language development and disorders. Oxford, Mac Keith Press 1987;350-367.
Eicher PE, Batshaw ML. Cerebral palsy in The Child with Developmental Disabilities ed by Batshaw M.The Pediatric Clinics of North America 1993; 40(3):537-553.
Evrard P, Miladi N, Bonnier C, Gressesns P. Normal and abnormal development of the brain. (eds.) Segalowitz SJ, Rapin I. Handbook of Neuropsychology. Vol 6 Amsterdam, Elsevier 1992; 11-45.
Fenichel GM. Clinical Pediatric Neurology, 3rd edition, WB Saunder Company, Philadelphia, 1997.
Gillberg C, Coleman M The Biology of the Autistic Syndromes. London: Mac. Keith Press, 1992
Herschkowitz N, Kagan J, Zilles K. Neurobiological bases of behavioral development in the first year. Neuropediatrics 1997; 28: 296-306.
Hubel DH, Wiesel TN. Receptive fields and functional archietecture in the cat’s visual cortex. J Physiol 1968; 195:215-243.
Joseph R. Neuropsychiatry, neuropsychology, and clinical neuroscience. Baltimore, Williams and Wilkins, 1996.
Korkmaz, B. Pediatrik Davranış Nörolojisi. İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yayınları, 2000.
Ne
Dostları ilə paylaş: |