BAKIŞ
Bakış çok önemlidir. Her şey bakışla başlar. Bakış insanın tüm azalarını harekete geçirir.
K.Kerim bakış’ın önemine ve bakışın insanda yapacağı tesir ve etkiye dikkat çekerek, bakmakla, kalplerine gerçek sanatkârın varlığını idrak ettirsinler diye:
أَفَلاَ يَنْظُرُونَ إِلَى الإِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ وَإِلَى السَّمَاءِ كَيْفَ رُفِعَتْ وَإِلَى الْجِبَالِ كَيْفَ نُصِبَتْ وَإِلَى الأَرْضِ كَيْفَ سُطِحَتْ
(İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına, bakmazlar mı? Göğe bakmıyorlar mı nasıl yükseltilmiş? Dağların nasıl dikildiğine, bakmazlar mı? Yeryüzünün nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı? (88/Ğâşiye,17-20)
C.Hak; müşriklerin bakışlarına işaretle وَإِنْ يَكَادُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِأَبْصَارِهِمْ “neredeyse seni gözleriyle devirivereceklerdi” (68/Kalem, 51)
Bakış düşünceyi, düşünce fiiliyatı meydana getirir. C. Hak hain ve hasetle bakış konusunda
يَعْلَمُ خَائِنَةَ الأَعْيُنِ وَمَا تُخْفِي الصُّدُورُ Allah, gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir. (40/Mümin,ğafir,19) buyurmaktadır. Bu konuda bazı hadislere de bakacak olursak Efendimiz SAV.
إِنَّ النَّظْرَةَ سَهْمٌ مِنْ سِهَامِ إِبْلِيسَ مَسْمُومٌ، مَنْ تَرَكَهَا من مَخَافَتِي أَبْدَلْتُهُ إِيمَانًا يَجِدُ حَلاوَتَهُ فِي قَلْبِهِ
"Harama bakış şeytanın oklarından zehirli bir oktur. Kim benden korktuğu için bundan sakınırsa, ona öyle bir iman bahşederim kî, o imanın tadını tâ kalbinin derinliklerinde hisseder." (Münzirî, et-Tergib ve't-Terhîb, III, 63; İbn-i Kesir,3/282) buyurmaktadır.
اَلْعَيْناَنِ تَزْنِياَنِ وَزِناَهُماَ النَّظَرُ، وَالشَّفَتاَنِ تَزْنِياَنِ وَزِناَهُماَ التَّقْبِيلُ، وَالْيَداَنِ تَزْنِياَنِ وَزِناَهُماَ اللَّمْسُ، وَالرِّجْلاَنِ تَزْنِياَنِ وَزِناَهُماَ الْـمَشْيُ، "Gözler zinâ eder, onların zinâsı bakmaktır. Dudaklar zinâ eder, onların zinâsı öpmektir. Eller zinâ eder, onların zinâsı dokunmaktır. Ayaklar zinâ eder, onların zinâsı (o işe) yürümektir. (Buhârî; hadis no: 6612. Müslim; hadis no: 2657). Okun atılan yerde bıraktığı tahribatı, haram bakış da kalpte bırakır.
Efendimiz SAV.:
ثَلاثة لا تَرَى أَعْيُنُهُمُ النَّارَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَيْنٌ بَكَتْ مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ ، وَعَيْنٌ حَرَسَتْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ ، وَعَيْنٌ غَضَّتْ عَنْ مَحَارِمِ اللَّهِ “Üç göz var ki, ateş görmez, 1-Nöbet tutan asker (veya Allah için sabahlayanın) gözü 2-Allah için ağlayan göz, 3-Harama bakmayan göz” buyurmuştur. (Taberani)
Göz istemeyerek bir harama takılırsa hemen nur suresi 24 te yukarıda geçen يَغُضُّوا مِنْ أَبْصَارِهِمْ “Gözlerini (harama) bakmaktan sakınsınlar” ayeti hatırlanmalıdır. Fitneye sebep olmayacak durumda bir defa bakmaya müsaade edilmiştir. Bunun yanında tüm azalar kendi fonksiyonlarından sorumlu olduğunu şu ayet açık bir şekilde ortaya koyar.
وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولَئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْئُولاً Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur. (17/İsrâ,36)
Yine Peygamber efendimiz Ali b. Ebî Tâlib RA’a şöyle buyurmuştur:
يَا عَلِيُّ! لَا تُتْبِعِ النَّظْرَةَ النَّظْرَةَ؛ فَإِنَّ لَكَ الْأُولَى، وَلَيْسَتْ لَكَ الْآخِرَةُ. "Ey Ali! Bir bakışın peşinden tekrar bakma (birinci bakışına ikinci bakışını ekleme)! Çünkü birinci bakış, senin hakkındır (kasıtlı olmadığı için birinci bakışında sana bir şey yoktur.) İkinci bakış ise, aleyhindedir senin hakkın değildir (kendi isteğinle olduğu için ikinci bakışında sana günah vardır.)" (Ahmed, Ebu Dâvud, Tirmizî)
Ayrıca, kadınların örtünmesiyle ilgili emrin yani hicab âyetinin inmesinden sonra, âmâ sahâbî İbni Ümmü Mektum'un yanlarına gelivermesi sebebiyle Peygamber Efendimiz ile muhterem eşlerinden Ümmü Seleme ve Meymûne arasında geçen bir konuşmayı bize haber vermektedir. Efendimiz onlara İbni Ümmi Mektûm geldi diye örtünmelerini emretmiştir. Onlar, gelen kişinin âmâ olduğunu, bu sebeple de kendilerini görme ihtimalinin bulunmadığını söylemişler, bunun üzerine Efendimiz, harama bakma yasağının sadece erkeklere ait olmadığını kadınların da aynı şekilde nâmahreme bakmamaları gerektiğini bildirmek üzere "Siz ikiniz de mi âmâsınız, onu görmüyor musunuz?" buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Libâs 34; Tirmizî, Edeb 29) Nitekim Nûr sûresinin 31. âyetinde "Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar!" buyurulmaktadır. Binaenaleyh harama gözlerini yummak hem müslüman erkeklerin hem de müslüman hanımların görevidir.
Efendimiz'in bu ikazı, peygamber hanımlarının özel konumlarının gereği olarak değerlendirilmiştir. Binaenaleyh müslüman kadınların, âmâ bir erkek geldi diye örtünmeleri gerekli görülmemiştir. Hatta Ebû Dâvûd'un belirttiği gibi (bk. Libâs 34) Resûlullah SAV. Kocası ölen ve evi de Medine'nin dışında olduğu için yalnız kalması uygun bulunmayan Fâtıma Binti Kays'a, İbni Ümmi Mektûm'un evinde iddet beklemesini emretmiş ve "O âmâ bir insandır onun yanında elbiseni çıkarabilirsin" buyurmuştur. Bu da gösteriyor ki, âmâ bir erkeğin yanında dahi örtünmek sadece Hz. Peygamber'in hanımlarına has bir görevdir.
Efendim iz’in iki hanımına yaptığı bu örtünme tavsiyesi, onların âmâ da olsa erkeklere bakmamalarını tembih anlamında da yorumlanabilir. Aslında şehvet duyulmaması halinde müslüman kadınların, müslüman erkeklere göbek ile diz kapakları arası hariç bakmaları mubahtır. Ancak şehvet söz konusu olacaksa bakamazlar. Bunun tayin ve tesbiti zor olduğu için ortaya çıkması muhtemel kötülükleri önlemek bakımından ihtiyatlı davranılması tavsiye edilmiştir.
Kur’anda Büyük bir sınavdan geçen Yusuf AS anlatılırken, kadının şehvetle bakmasının sonucu anlatılmaktadır. وَلَقَدْ هَمَّتْ بِهِ وَهَمَّ بِهَا لَوْلاَ أَنْ رَأَى بُرْهَانَ رَبِّهِ “Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin işaret ve ikazını görmeseydi o da kadına meyletmişti.” (12/Yûsuf,24)
Kadının bir dudak bir göz hareketi inancı zayıf olan kalbinde şehvet hastalığı olan bazı erkekleri yoldan çıkartabilir. Nitekim Ahzab suresindeki;
يَا نِسَاءَ النَّبِيِّ لَسْتُنَّ كَأَحَدٍ مِنَ النِّسَاءِ إِنِ اتَّقَيْتُنَّ فَلاَ تَخْضَعْنَ بِالْقَوْلِ فَيَطْمَعَ الَّذِي فِي قَلْبِهِ مَرَضٌ وَقُلْنَ قَوْلاً مَعْرُوفًا
Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah'tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güzel söz söyleyin. (33/Ahzâb32) ayet-i kerimesi buna işaret etmektedir.
Yukarıda geçen Nur suresi 31 ayete dönecek olursak; وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ “Irz ve namuslarını korusunlar”, Cümlesi tüm korunmayı anlatmaktadır. Yani, kocaları için olan mahrem ve zinet yerlerini başkalarına göstermesinler, Irzlarına şüphe dahi getirmesinler, bakışlarıyla, konuşma ve davranışlarıyla erkeklerin şehvetlerini kamçılayıcı hareketlerden kaçınsınlar, İffetsiz erkeklerin kendilerini rahatsız etmelerine müsaade etmesinler demektir.
Haram yerlerini açmanın çirkinliği Hz. Âdem AS’ın geçerdiği sınavda da kendini gösterir. Allahın yasak kıldığı meyveden yediklerinde üzerlerindeki cennet elbiseleri gitmiş, çırılçıplak kalmışlardı. Utançtan çatlayacak gibiydiler.
فَأَكَلاَ مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْآتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِ “Nihayet (Ademle Havva) ondan(yasak ağaçtan) yediler. Bunun üzerine kendilerine ayıp yerleri göründü. Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar”. (20/Tâhâ, 121)
Hz. Ademle Havaya yenmesi yasak olan meyveden yedikleri anda haram yerlerinin açılması ise bizlerde şu örneği veriyor: Allah’ın haram kıldığı işlerin yapıldığı takdirde insanın hem dünyada, hem âhiret de rezil rüsvay olacağı gösteriliyor. Diğer bir Ayettede
يَا بَنِي آدَمَ لاَ يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَا أَخْرَجَ أَبَوَيْكُمْ مِنَ الْجَنَّةِ يَنْزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْآتِهِمَا
“Ey Âdem oğulları! Şeytan, ana-babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın.” (7/El-A’raf,27) buyurulan ayette cennetten mahrum olmanın sebebi açıklanırken örtünmenin önemine işaret edilmektedir.
ÖRTÜNMENİN ŞEKLİ
Ayetlerde erkek ve kadının örtünmesini emrederken, örtünme için belli bir şekil ve model önerilmemiştir. Bu sebeple de kadınların ancak çarşaf ve peçe ile dışarı çıkabileceği, yabancı erkeklerin yanında ağız ve burnunu örtmesi, hatta bir gözünü kapatması gerektiğini söylemek isabetli olmaz.
Dikkat edilirse konuyla ilgili Kur’an âyetleri, kadın ve erkeğin fitneye ve şüpheye sebep olmayacak, karşı cinsin arzusunu kışkırtmayacak, ağır başlılığını koruyacak tarz ve biçimde örtünmesini istemektedir. Erkeklerin şalvar, kadınların etekleri yerlerde sürünen uzun etek ve pardösüler giymesi dinin gereği olarak değil de kişisel tercih ve zevk olarak görülmelidir.
Elbisenin makbul olabilmesi için birkaç şartı vardır, onlara riâyet etmek gerekir:
1-Elbisenin vücudu gösterecek tarzda ince olmayacak,
2-Nazar-ı dikkati çekecek kadar süslü ve renkli olmayacak,
3-Vücudun hatlarını gösterecek şekilde dar olmayacaktır. Peygamberimiz bu gibi elbise giyenler hakkında كَاسِيَةٍ في الدُّنْيَا عَارِيَةٍ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَرُبَّ Dünyâda nice giyinik kadınlar vardır ki âhiretde çıplakdırlar." buyurdu.” (Tecrid-i Sarih, No:95) buyururlar. Maalesef günümüzde bu tip giyinenlere sık rastlanmaktadır. Rasulullah SAV. erkekleri kendine meylettiren ve gereği gibi örtünmeyen kadınlar için:
صِنْفَان مِنْ أَهْلِ النَّارِ لَمْ أَرَهُمَا: قَوْمٌ مَعَهُمْ سِيَاطٌ كَأَذْنَابِ الْبَقَرِ يَضْرِبُونَ بِهَا النَّاسَ. وَنِسَاءٌ كَاسِيَاتٌ عَارِيَاتٌ مُمِيلَاتٌ
مَائِلَاتٌ،رُؤُوسُهُنَّ كَأَسْنِمَةِ الْبُخْتِ الْمَائِلَةِ لَا يَدْخُلْنَ الْجَنَّةَ وَلَا يَجِدْنَ رِيحَهَا، وَإِنَّ رِيحَهَا لَيُوجَدُمِنْ مَسِيرَةِ كَذَا وَكَذَا
“Cehennemliklerden iki sınıf vardır ki, ben onları dünyada görmedim: Birincisi ellerindeki sığır kuyruğu gibi kırbaçlarla halkı kırbaçlayan kimselerdir. İkincisi giyinmiş çıplak, kalçasını oynatarak, kırıtarak, salınarak yürüyen, başları deve hörgücü gibi kadınlardır. Bunlar cennete giremezler, onun kokusunu da alamazlar. Hâlbuki onun kokusu çok uzun mesafelerden alınır” (Müslim, Libas,125; R.Salihin Terc.3/199 No:1664, Şerh de 1637.)
Bir memlekette manto giymek adet ise, dar olmamak şartıyla onu giymekte beis yoktur. Çünkü İslam dini, ne erkek ne kadın için belli ve mu'ayyen bir kıyafet getirmemiştir. Her memleketin kendisine has bir giyişi vardır. Hatta buranın çarşafı, Suriye, Irak ve Hicaz'da giyilen çarşafa benzemiyor. İlla şu veya bu kıyafet lazımdır demek doğru değildir.
Bir Müslüman’ın görevi bozulan muvazeneyi düzene koymak için çaba sarfetmektir. Haram yerlerini açıp gezen, bu konuda hiç kaygı ve tasası olmayan insanlara o konuda hidayet bulmaları için dua etmek, onlarla mümkünse yakın olup, iyi örnek olmak gerekir.
Sonuç olarak: İslam kadının saygınlığını gölgeleyecek her şey yasaklanmıştır. Aynı zamanda onun anne oluşu saygınlığını bir kat daha artırır.
Kadın her zaman için gerek nazari ve fiilî olarak taarruza maruz kalabilecek durumda olduğu için Allah onu korumak için örtünmesini emretmiştir. Kadın açıldığı sürece kalbi bozuk olan erkeklerin eğlencesi ve ilgi odağı haline gelir. Kadın ne kadar açılırsa o nispette yüzünden ilahi nur gider. Bir kısım aşırı münferit görüşler dışında, çıplaklık her dönemde toplumsal vicdan ve sağduyu tarafından arsızlık ve hayâsızlık olarak görülmüştür.
İPEKLİ ELBİSE VE KUMAŞ KULLANIMI
Kur’an’da, ölçülü hareket etmek, aşırılığa, lüks ve gösterişe kaçmamak tavsiye edilmiş, Hz. Peygamber de hayatı boyunca daima ölçüyü korumuştur. İslâm’ın giyim ve kuşama, kural olarak zorunlu haller dışında müdahale etmediğini, kişilerin zevk ve tercihlerine önem verdiğini Ancak sınırlı sayıda kısıtlamalar yaptığını görürüz. Bunlardan birisi ipeğin kullanımı konusudur.
Peygamberimiz altın ve gümüşte olduğu gibi ipeğin kullanımında da, kadınlara toleranslı davranmış, erkekler için bazı sınırlamalar getirmiştir. İnsanın altın, gümüş, inci, ipek gibi kıymetli maden ve eşyaya düşkünlüğü sebebiyledir ki, Kur’an’da cennet hayatının tasvirinde bu şeyler sıklıkla kullanılır. Bak: (18/Kehf,31; 22/Hac,23; 35/Fâtır,33; 44/Duhân,53; 76/İnsân,12- 31).
Kur’an’ın lüks ve israfı, gösteriş ve böbürlenmeyi yasaklayan genel hükümleri dışında doğrudan ipeğin kullanımıyla ilgili bir ifadesi yoktur. Hadislerde ise ipekle ilgili erkeklere mahsus bazı kayıt ve yasaklamalar getirilmiştir.
1. مَنْ لَبِسَ الحَرِيرُ في الدُّنْيَا لَمْ يَلْبَسْهُ في الآخرةِ “İpeği dünyada giyen âhirette giyemeyecektir” (Buhâr,Libâs,25)
2. حُرِّمَ لِبَاسُ الحَرِيرِ والذَّهَبِ على ذُكُورٍ أُمَّتِي وأُحِلُّ لِإنَاثِهِمْ “İpek ve altın ümmetimin kadınlarına helâl, erkeklerine haramkılındı.”(Buhârî, “Libâs”, 30).
Yine Sahabeden Berâ b. Âzib şöyle demiştir: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize yedi şeyi emretti, yedi şeyi de yasakladı. Bize şunları emretti: Hastayı ziyaret etmek, cenazeye katılmak, aksırana “yerhamükellah” demek, yeminini bozmayıp yemin üzere devam etmek, zulme uğrayana yardım etmek, dâvet edenin dâvetine katılmak, selâmı yaygınlaştırmak. Resûlullah bize şunları da yasakladı: Altın yüzükler veya yüzük takmak, gümüş kaptan su içmek, ipek minder kullanmak, ipekten yapılmış elbise giymek, ince ipek giymek, kalın ipek giymek, hâlis ipek kumaştan elbise giymek.(Buhârî, Cenâiz 2, Müslim, Libâs 3.)
3. Hz. Ömer, satılmakta olan bir ipek elbise görmüş ve Hz. Peygamber’e “Yâ Resûlellah! Şu elbiseyi satın alsan da, hem sana gelen heyetleri kabul sırasında, hem de cuma günleri giysen!” demişti. Resûl-i Ekrem, “Bunu ancak nasipsizler giyer” buyurmuştur. Hz. Peygamber, bu olaydan bir müddet sonra Ömer’e ipek bir elbise göndermiş, Ömer, “İpek elbise konusunda o söylediklerinden sonra bana ipek elbise mi gönderiyorsun” diyerek şaşkınlığını ifade edince Resûlullah, “Ben bunu sana satasın ya da birine veresin diye gönderdim” buyurmuştur (Buhârî, “Libâs”, 25, 30).
4. Bir rivayette Efendimiz’in, Züheyr ve Abdurrahman’a yakalandıkları cilt hastalığı sebebiyle ipek elbise giyme hususunda ruhsat verdiği haber verilir (Buhârî, “Libâs”, 29).
İslâm âlimlerinin çoğunluğu ve Hanefî mezhebinin üç büyük imamı (Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Muhammed) erkeklerin, savaş durumu dışında ipek giymesinin câiz olmadığı görüşündedir. Yine bu üç imama göre, ipeğin atkısı veya örgüsü ipek değilse, giyilmesinde bir beis yoktur.
Şâfiî âlimlerinden İmam Nevevî: “İpek, istebrak, (İpekten mâmul, sırma ile işlenmiş kumaş) dîbâc (Atlas) ve kassî giymek erkeklere haramdır, Fakat bir deri hastalığı sebebiyle giyilebilir, bu yasağın sırf ipekli kumaşlar için geçerli olduğunu, ipeği daha fazla olmamak kaydıyla ipek karışımı kumaşların giyilebileceğini Kadınların ipek giymesinin ise mubah olduğunu kaydeder”. (Nevevî, Şerhu Sahîhi Müslim, XIV, 32-33, 38).
Fıkıh âlimlerinin çoğunluğu; ipek kumaştan yapılmış yorgan, döşek, minder, halı, kilim gibi eşyanın kullanımının da erkekler açısından giyinme hükmünde olduğundan câiz olmadığı görüşündedir. Ebû Hanîfe ile bazı Mâlikîfakihleri ise yasağın sadece giyime mahsus olduğu giyim dışı kullanımının câiz olduğu görüşündedir. Azınlıkta olsa da bazı âlimler ipekli kumaş giymenin hem kadınlara hem erkeklere haram veya ikisine de helâl olduğunu, söylemektedirler.
Yine âlimlerin çoğunluğuna göre; İpekli eşyanın alınıp satılması ve hediye edilmesinin câizdir.
SÜSLENME VE ESTETİK MÜDAHALELER
Kur’an’da Yüce yaratıcı, iyi ve güzel şeylerin helâl, kötü ve çirkin şeylerin ise haram kılındığı ifade edilmiştir.(5/Mâide,4-5; 7/A‘râf,31) Hz. Peygamber de, güzel giyinme hakkında bir soruya “Allah güzeldir, güzelliği sever.” (Müslim, Îmân, 147) buyurarak cevap vermiş, kendisi de şahsi hayatında daima temiz ve düzenli olmuştur. Buna karşılık, Kur’an’da kadınların yabancı erkeklere ziynetlerini ve güzelliklerini göstermeleri kınanmıştır.(24/Nûr,31), süslenme ve güzelliğin yabancılara karşı cinsel çekicilik ve uyarı aracı olarak kullanılması yasaklanmıştır.
Hz. Peygamber de kadınları ev içinde kocalarına karşı güzel olmaya, süslenmeye teşvik etmiş, fakat süslenmede ve ziynet eşyası kullanımında aşırılığa, lüks ve israfa kaçmayı yasaklamıştır.
İnsanın fıtrat ve doğuştan taşıdığı tabiî güzellik ve yapıyı çeşitli duygularla her türlü estetik ve tıbbî müdahale ile değiştirmesini yasak kılmakla, temelde insanların beden ve ruh sağlığını, ortak tabii ve ahlâkî değerlerini korumayı amaçlar.
Allah insanları en güzel şekilde, dengeli, âhenkli bir surette yaratmakla kalmamış, insanlara mâkul ve mutedil ölçüler içerisinde süslenmelerine, güzelliklerini korumalarına, güzel görünmelerine de izin vermiş, hatta bunu teşvik etmiştir. Kur’an’daki “Ey Âdemoğulları, her mescide gidişinizde ziynetlerinizi takınız, yiyin için fakat israf etmeyin...” hitabı(7/A‘râf,31), Hz. Peygamber’in de “Allah güzeldir, güzelliği sever” buyurması bu anlamdadır. Buna karşılık, insanın yaratılıştan gelen özellik ve şeklini değiştirmeyi, fıtratı bozmayı müdahaleleri yasaklamış, yaratılışı değiştirmenin şeytanın emrine uyma olacağı bildirilmiştir. (4/Nisâ 119)
TOKALAŞMA VE KUCAKLAŞMA
Dostluk ve sevgi tezahürü olan el sıkışma, el öpme kucuklaşma gibi davranışlar hakkında Kur’an ve Sünnet’te açık bir hüküm yoktur. Ancak dinin sosyal bütünleşmeyi destekleyen kural ve tavsiyeleriyle ilgilidir.
Bir Kısım fıkıhçılar muhtemel sapmaları, aşırılık ve yanlışlıkları önleme düşüncesinden hareketle erkeklerin ve kadınların birbirleriyle kucaklaşmasını hoş karşılamamış, mekruh görmüşlerdir. Fakat Hanefî fakihlerin çoğunluğu ile diğer bir kısım fakihler ise, bunda bir sakınca olmadığını, Hz. Peygamber’in Hayber’in fethi günü Habeşistan’dan dönen amcazâdesi Ca‘fer b. Ebû Tâlib’i büyük bir sevinçle karşılamış ve onu kucaklamıştığını örnek gösterirler.
Bu konuya içinde yaşanılan toplumda mevcut örf, âdet ve gelenekler açısından bakmak gerekirse, Mesela Bazı Batı ülkelerinde iki erkeğin, kucaklaşıp öpüşmelerinin, onların eşcinsel olduğu anlamına gelebileceği, aynı davranışın Türkiye’de de aynı mânaya gelmesini gerektirmeyeceği için, kucaklaşmanın hükmünü Avrupa’daki anlamına göre değil, Türkiye’deki mânasına göre belirlemek gerekir. (Diyanet İlmihali, C.2; S. 484)
KADINLA MUSAFAHA (TOKALAŞMA)
Hanefî mezhebine göre, yabancı bir kadının eline ve yüzüne belli şartlarla bakabildiği halde, dokunması câiz değildir. Buna göre, kadınla musafaha (tokalaşma), kadın genç ve şehvet duyabilecek yaşta ise ittifakla haramdır. Bu konudaki rivayetlerin hemen hemen hepsi ve sahih olanları Rasûllüllah Efendimizin kadınlarla tokalaşmadığını söyler. Aişe validemiz: "Vallahi Allah Rasûllünün eli aslâ bir kadının eline değmedi. O kadınlarla sözle biatlaştı" demiştir. (Kurtbî XVNI(71)
Bunu Haram görenler sett-i zeraî (zazara giden yolları tıkama) kuralından hareket etmişlerdir.
Bu yasaklama zinaya giden yollardan biri olma ihtimali olduğundandır. (Gündemdeki tartışmalı Dini konular Prof.Dr. Nihat DALGIN, s.347, İst.2009)
Ancak, kadın ve erkeğin tokalaşmasını yasaklayan bir âyet ve hadis yoktur. Bununla birlikte, Rasulullah’ın kadınlardan biat alırken onlarla tokalaşmamış olması, o toplumda kadınlarla tokalaşma âdetinin mevcut olmadığındandır.
Hanefiler, kendisinden şehvet duyulmayacak derecede yaşlı kadınlarla ve çocuklarla musafahalaşmakta mahzur olmadığını söylerler. Delil olarakta Hz. Ebûbekir'in, sütannesinin bulunduğu kabilelere gittiğinde koca karılarla musafahalaştığı ve Abdullah b. Zübeyr'in hasta bakıcı olarak bir kocakarı tuttuğu, ona ayağını ovdurup başını kaşıttığı haberlerini zikrederler. (Mevsılî, el-ihtiyar,5/157; Nihat A.G.E, s.347)
Konu mevcut şartları ve toplumsal ilişkileri ve değişimi de göz ardı etmeyen bir yaklaşımla ele alınıp değerlendirildiği vakit, kadın ve erkeğin el sıkışmasının gelenek ve görgü kuralları açısından ve dinî hüküm açısından ayrı ayrı ele alınması gerekli olur.
Bir şeyin vesilesi, kendisi hükmündedir. Yani harama götüren şey de haramdır. Şöyle ki; İslâm dini zinayı kesin olarak yasaklamış, zinaya götürücü yolları da mümkün olduğu ölçüde kapatmaya çalışmıştır. Nitekim kadın ve erkeğin tokalaşmayla gerçekleştirdikleri yakın teması zinaya götürücü bir sebep ve bu konuda ilk adım olarak görenler kadın ile erkeğin tokalaşmasının haram olduğu hükmüne varmışlardır.
Bu tokalaşmanın zinaya götürmesini zayıf bir ihtimal olarak görenler ise ihtimalin derecesine göre tokalaşmanın tenzîhen veya tahrîmen mekruh olduğunu hatta mübah olduğunu söylemek mümkün olur. (Diyanet İlmihali, C.2; S. 485) İhtiyaten terk etmek daha evladır.
KADININ SESİ:
Allah Kur'ân-ı Kerîm'inde, وَلاَ يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِنْ زِينَتِهِنَّ “Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye, ayaklarını yere vurmasınlar.” (24/Nûr31) Bu ayetten hareketle bir kısım alimler, “Ayaklarının sesini duyurmaları haram olursa, kendi sesleri öncelikle haram olur” demişlerdir.”
Ayrıca Peygamberimiz (s.a.s.); İmam namazda yanılırsa onu, erkekler "subhanellâh" diyerek, kadınlar da el çırparak uyarır, buyurur. (Buhârî, Nesâî, İmamet) Hac sırasında okunan "telbiye" duâsını erkeklerin yüksek sesle okuması sünnet iken, kadınların seslerini yükseltmeleri yasaklanmıştır. Bunlar da kadının sesinin avret olduğunu gösterir. (İbn Âbidîn 1/406) demişlerdir.
Ancak Hanefîlerin bir kısmı ve diğer mezhebler kadının sesinin avret olmadığını söylemişler Bunlar da konuyu şöyle açıklarlar:
Kadının ayağını yere vururken çıkardığı ses değil, bu davranışıyla dikkatleri üzerine çekmesi ve fitneye sebep olması haramdır. Ancak, ihtiyaçları için kadınların evden çıkmalarına Hz. Peygamber izin vermiştir. Dışarıya çıkan, ihtiyacını ancak konuşarak giderebilecektir.
Peygamberimizin hanımlarına sık sık fetvâ sorarlardı. Kur'ân-ı Kerîm bunu yasaklamamış,
وَإِذَا سَأَلْتُمُوهُنَّ مَتَاعًا فَاسْأَلُوهُنَّ مِنْ وَرَاءِ حِجَابٍ ذَلِكُمْ أَطْهَرُ لِقُلُوبِكُمْ وَقُلُوبِهِنَّ “Peygamber'in hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır.” (33/Ahzâb,53) Demek ki kadının sesi avret değildir.
Sahabe döneminde kadınların sık sık mescide geldikleri ve erkeklere soru sordukları çok rastlanan bir olaydır.
Kadınların örtünmesiyle ilgili dinî emirlerin yanı sıra,وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ “Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar” (24/ Nûr 30-31) ayetiyle bir kadına kocası dışındaki erkeklerin şehvetle bakmasının da haram olduğu sabittir.
Burada söz konusu edilen kısıtlama ile erkek ve kadınların bir arada yaşaması, birbirlerini görmeleri ve seslerini duymaları değil, kadın-erkek ilişkilerinde fitne, tahrik ve ölçüsüzlük önlenmek istenmektedir. Yoksa Hz. Peygamber’in ve sahâbî- lerin genç ve yaşlı hanımlarla konuştuğuna dair pek çok örnek vardır. (Bk. Buhârî, “Nikah”, 6, Müslim, “Birr”, 53) Kadınların ticaret, eğitim, seyahat, sosyal ve beşerî ilişkiler gibi normal ve sıradan ihtiyaçlar için erkeklerle sesli konuşmalarının veya örtünmesi gerekli yerlerini örtmeleri şartıyla birbirlerini görmelerinin câiz olduğu açıktır. Ancak kadın ve erkeğin sosyal hayattaki yakınlık ve ilişkisi gayri meşrû beraberlikler, kötü arzu ve planlar için bir başlangıç teşkil edecek bir boyut kazandığı zaman bu davranış kendi özü itibariyle değil, yol açacağı kötülükler sebebiyle yasaklanmış olmaktadır. (Diyanet 2 ciltlik İslam İlmihali)
Netice Olarak; Aslında başta insan olmak üzere hiçbir varlığın sesi mutlak olarak haram ve günah sınıfına sokulmaz. Çünkü yaratılışında bir haramlık mevcut değildir. Bunun içindir ki, hiçbir âyet ve hadis kadının sesini haram kılıcı bir hüküm bildirmez.
Kadının sesi nâmeli, yani güfteli olursa, ya da fitneye sebep olacağından korkulursa haram olur. Çünkü Allah kadınların seslerini kadınsı biçimde inceltmelerini yasaklamıştır.
“يَا نِسَاءَ النَّبِيِّ لَسْتُنَّ كَأَحَدٍ مِنَ النِّسَاءِ إِنِ اتَّقَيْتُنَّ فَلاَ تَخْضَعْنَ بِالْقَوْلِ فَيَطْمَعَ الَّذِي فِي قَلْبِهِ مَرَضٌ وَقُلْنَ قَوْلاً مَعْرُوفًا
“Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah'tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güzel söz söyleyin.” (33/Ahzâb,32)
Kadınlar, çekici yönlerini, bu arada sesini, fitneye sebep olmak ve tahrik etmek için kullanırsa, yani konuşmasını kırıla döküle ve kadınsı biçimde yaparsa, ya da nameli sözlerle, sesini daha da etkileyici hale getirirse, sesi avret olduğundan değil de, fitneye sebep olacağından haram olur.
SAÇLA İLGİLİ TASARRUFLAR
SAÇ EKTİRME VE PERUK TAKMA
Sahih hadis kitaplarının hepsi, Hz. Peygamber’in dökülen saçın yerine saç eklemeyi ve ekletmeyi yasakladığını rivayet ederler. Nitekim Buhârî ve Müslim’in rivayetine göre, ansardan saçı dökülen bir câriyeye takma saç bağlanmasını menetmiştir.(Buhârî, “Libâs”)
Aynı şekilde, ensardan bir kadın oğlunun dökülen saçlarının yerine saç ekletmsini de yasaklamış, hatta Allah lanet etsin buyurmuştur.(Müslim, “Libâs”, 115)
Hadislerde geçen lânetin, kuvvetli bir yasaklama üslûbu olduğunu belirten İslâm Hukukçuları da, erkek veya kadının ister hastalık ve saç dökülmesi sebebiyle, isterse güzellik kastıyla saçına saç eklemesini, başına başkasının saçını (peruk) takmasını câiz görmemişlerdir. Çünkü bunda hem tabii ve fıtrî şekli değiştirme hem de karşısındaki insanlara genç ve farklı görünerek onları yanıltma vardır. Bir kısım âlimler ise: Saç haricinde ipek, iplik, yün vb.den yapılan peruk’u takmayı da câiz görürler. Ancak dinen necis sayılan kıl ve tüylerden yapılan peruğun kullanılmasının ise câiz olmadığı belirtilmiştir.
Sonuç olarak: kullanılan malzeme ne olursa olsun, bir erkeğin veya kadının başına saçtan veya görünüş olarak saça benzeyen bir maddeden peruk takmasının Hz. Peygamber tarafından hoş karşılanmadığı; ancak, saçı dökülen kimsenin tedavi ile bunu önlemesinin veya yeniden saç bitmesini sağlamasının câiz görüldüğü söylenebilir.
İslâm öncesi dönemde kadınlar, kocalarının ölümü ve savaş gibi durumlarda bir musibet ifadesi olarak saçlarını kazıtırlardı. İslâm bu âdeti yasaklamış, Hz. Peygamber de kadınların saçlarını kısaltabileceklerini fakat tıraş edip kazıtmalarının doğru olmadığını belirtmiştir.
SAÇTA AĞARAN KILLARI YOLMA, Hz. Peygamber bu konuda “Ak saçlarınızı yolmayın, saç ve sakalını müslüman olarak ağartan kimse için o saç ve sakal kıyamet gününde nur olacaktır” buyurmuşlardır (Ebû Dâvûd, “Tereccül”, 17). Bu sebeple de İslâm bilginleri, bir kimsenin saçındaki ağaran kılları yolmasını genelde mekruh saymışlar,
SAÇ BOYAMA: Hz. Peygamber saçları bembeyaz olmuş bir sahâbîyi görünce, “Şu beyaz saçların rengini bir şey ile (boyayıp) değiştiriniz. Fakat siyaha boyamaktan kaçınınız” buyurmuştur (Müslim, Libâs, 79) Konuyla ilgili hadisleri değerlendiren İslâm bilginleri saçın kına ve siyah dışındaki renklerle boyanmasını, kural olarak câiz görmekle birlikte, bakan kişilerin yanlış anlamasına ve aldanmasına yol açacağı için saçların siyahla boyanmasının cevazında tereddütlü davranmışlardır.
Müslüman olarak saçlarını ağarttığının göstergesi kişi için mahşerde bir iftihar belgesidir. Peygamberimiz SAV. لَا تَنْتِفُوا الشَّيْبَ ، فَإِنَّهُ نُورُ الْمُسْلِمِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ “Beyaz saçları kopatmayın, kıyamet günü Müslüman için bir nur olacaktır.” (Müslim, R. Salihîn Terc.3/206 No: 1678) buyururlar.
Kadınların saçlarını siyaha boyatması ise umumiyetle câiz görülür.
KAŞ ALMA - KIL YOLMA: Yüz, güzelliğin aynası ve odak noktasıdır. Yaratılışın güzelliği de onda tezahür eder. Allah her şeyi olduğu gibi yüzü de cemalinin bir tecellisi olarak âhenkli, dengeli ve mükemmel yaratmıştır.
Gerek bu anlayış, gerekse Hz. Peygamber’den rivayet edilen bazı hadisler sebebiyle, yüzdeki kılları yolmanın, kaşları inceltme ve kirpikleri uzatmanın şer‘î hükmü İslâm âlimlerini bir hayli meşgul etmiştir. Hz. Peygamber bir hadisinde
لعنَ اللَّه الْواشِماتِ والمُستَوشمات والمُتَنَمِّصات،والمُتَفلِّجات لِلحُسْن،المُغَيِّراتِ خَلْقِ اللَّه،فَقَالَتْ لَهُ امْرأَةٌ في ذلكَ
"Döğme yapan, yaptıran, yüzünün tüylerini yolan, güzel görünsün diye dişlerini seyrekleştiren, Allah'ın yarattığını bozan kadınlara Allah lânet etsin" (Buhârî “Libâs” 84) Bu yasağın hangi nevi fiilleri kapsadığı İslâm hukukçuları arasında tartışma konusu olmuştur.
Çoğunluğa göre kadının, kocası için ve onun izniyle yüzünde biten kılları alması, makyaj yapması, hatta kaşını düzeltmesi/inceltmesi câiz olup hadisteki yasak, kadının dışarı çıkmak için yüz kıllarını yolması ve kaş aldırması ile ilgilidir. Mâlikîler de dahil bir grup âlim ise, bunu yaratılışı değiştirme olarak değerlendirdiğinden her ne surette olursa olsun câiz görmemekte veya mekruh görmektedir. Hadiste yasaklanan kıl koparma, yüzde sonradan biten ve yüzü çirkinleştiren yüz kılları değildir. Bunarın kopartılması caizdir.
KADININ SAÇ KESTİRMESİ:
Kadının saçını kısaltması câiz, traş etmesi ise mazeret yoksa haram görülmüştür. Peygamberimiz kadının saçlarını traş etmesini yasaklamıştır. Ancak, Hacda ihramdan çıkılırken erkeklerin saçlarını traş etmeleri istenirken, kadınların saçlarını, dörtte birini keserek kısaltmalarını emretmiştir. (Ebû Dâvûd, menâsik 7 8; Nesâî, zînet 4; Tirmizî, hac 75) Rasulullah SAV kadının erkeğe, erkeğinde kadına benzemesini yasaklamıştır. Kadın erkeklere benzemek için saçlarını, erkek saçına benzeyecek ölçüde kısaltırsa haram olur.
لَعَنَ اللهُ المُتَشَبهِينَ مِنَ الرّجالِ بالنّسَاءِ، وَالمُتشبِهاتِ مِن النّسَاءِ بالرّجَالْ "Allah kadına benzeyen (kadınlaşan) erkeğe ve erkeğe benzeyen (erkekleşen) kadına lânet etmiştir" (Buhari)
Kadın saçlarını. kocasının emriyle de kesse günahkâr olur. Çünkü; Hak'ka isyanda mahlûka itaat yoktur. (Bu konuda yazılı geniş bilgi için bk. el-Fetâva'l-Bezzâziyye Vl/379;Hindiyye V/358)
Örtü altında toplamak muhafaza etmek sıkıntı oluyorsa veya bakımını yapamıyorsa, başkalarına göstermemek kaydıyla kısaltmak caizdir.
VÜCUTTA KALICI İZ BIRAKAN TASARRUFLAR
Peygamberimiz (sav) لَعَنَ اللَّهُ الْوَاشِمَةَ وَالْمُسْتَوْشِمَةَ “dövme (veşm) yapan ve yaptırana Allah lanet etsin” buyurmuştur. (Buhârî, “Libâs”, 85-87;) İslâm alimleri de bunu, Allah’ın yarattığı şekil ve surette kalıcı değişiklik meydana getirdiği için câiz görmemişlerdir. Hatta başta Şâfiîler olmak üzere bir grup âlim, dövme yapılan yerde biriken kanın necis olduğunu, dövmeyi yok etmenin vâcip olduğunu ilâve ederler. (Diyanet 2 ciltlik İslam İlmihali)
Eğer bir kimse önceden döğme yaptırmış, sonra bunun caiz olmadığını öğrenmişse, "bu döğme, haç gibi batıl bir din sembolü veya ahlaka aykırı çirkin bir şekil olmadıkça" onu kazıtması, yok ettirmek için eziyete girmesi gerekmez. Döğme deri altına renk veren bir madde yerleştirilerek yapıldığı için deri üstüne suyun temasına engel olmaz. Bu sebeple abdest ve gusle mani değildir. (H.Karaman, Helal,Haram, 1981, İst)
Dişlerin güzellik için törpülenerek seyrekleştirilmesi de (teflîc) hadiste yasaklanmıştır. (Buhârî, “Libâs”, 86Müslim, “Libâs”, 119). Bu sebeple İslâm âlimleri tedavi kastı dışında sırf güzellik için dişlerin seyrekleştirilmesini Allah’ın yaratışını değiştirme olarak tanımlayıp câiz görmezler. Fıkıhçılar, dişlerin gümüşle, hatta altınla bağlanmasını dolgu veya kaplanmasını caiz görürler. Kızların kulaklarının küpe için delinmesi de, câiz görülmüştür.
Peygamberimiz (s.a.v.) güzellik için dişlerini seyrekleştirenleri lânetlemiştir. Burada geçen "güzellik için" kaydı, bir ihtiyaç sebebiyle yapılan ameliyeleri istisnâ etmektedir.
ESTETİK AMELİYAT
Hz. Peygamber döneminde Urfece adlı sahâbînin savaşta burnu kopmuş, yerine gümüşten sunî bir burun yaptırmıştı. Ancak bu gümüş burnun koku yapması üzerine Hz. Peygamber bu sahâbînin altından burun yaptırmasına müsaade etti (Tirmizî, “Libâs”, 31). Burada Allah’ın yarattığı şekli değiştirme değil ihtiyacın bulunması ve tedavi amacı söz konusudur.
Bu konuda Fıkıhçıların şu kanaate vardığı görülmektedir. Vücut üzerinde yapılacak tasarruflarda tedavi kastı, ihtiyaç veya zaruretin bulunması esastır.
Nitekim doğuştan fazla bir uzvu, meselâ parmağı, dişi kestirmeyi, yaratıldığı hal ve şekli (hilkat) değiştirme değil, bir zararın izâlesi olarak değerlendirdiklerinden câiz görürler. Bir kimsenin kendini toplum içerisinde aşağılık kompleksine iten, mânen eziyet görmesine ve aşağılanmasına yol açan fazlalıkların ve şekil bozukluklarının, yanıkların, şaşılığın ve bunun gibi şeylerin giderilmesi tedavi mahiyetinde olup câizdir. (Diyanet 2 ciltlik İslam İlmihali)
İslâm insanların yaratılıştan mevcut özellik ve güzelliklerini belirli hale getiren süsü, boyamayı, takınma ve giyinmeyi-bazı kayıtlarla- mübah kılmıştır. Ancak fıtratı, yaratılıştan verilmiş özellik ve şekilleri değiştirmeyi yasaklamış, bunları şeytanî saymıştır; çünkü şeytan şöyle demişti: وَلَآمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللهِ "Şüphesiz onlara emredeceğim de Allah'ın yaratışını değiştirecekler" (4/Nisâ:119) Büyük paralar sarfıyla burun, çene, göğüsler gibi uzuvların şeklini değiştirmekten ibaret olan estetik ameliyâtın da yukarıda geçen âyetin şümûlüne girdiği anlaşılmaktadır. Ancak insanı aşağılık kompleksine iten, toplum içinde mânen işkence çekmesine sebep olan bir anormallik veya fazlalık olursa bunun izâlesi tedâvi mahiyetindedir. (H.Karaman, Helal,Haram, 1981, İst)
ALTIN VE GÜMÜŞ KULLANIMI
Kadınların yaratılışı gereği süslenmeye olan ihtiyaç ve eğilimlerinin fazla olması sebebiyle onlara bu konuda daha toleranslı davranılmış, israf ve gösterişe kaçmamaları, gayri meşrû tarz ve zeminde cinsî tahrik aracı yapmamaları kaydıyla, onların altın ve gümüşü ziynet eşyası olarak kullanabileceği, ipek elbise giyebileceği belirtilmiştir. Bu üç maddenin erkekler tarafından ziynet amacıyla kullanılması ise kural olarak yasaklanmıştır. Yalnız, Altın ve gümüşün ev eşyası olarak kullanılmasındaki yasak cinsiyet ayırımı yapmadan herkesi kapsar.
Altın ve Gümüş Kullanımıyla İlgili Hadisler
1.“Altın ve ipek ümmetimin erkeklerine haram, kadınlarına helâldir” (Ebû Dâvûd, Hâtem, Tirmizî, Libâs )
2. “İpek ve dibac (dallı, çiçekli kalınca ipek kumaş) giymeyin; “Altın ve gümüş kaplardan bir şey içmeyiniz, bunlardan yapılan tabaklarda bir şey yemeyiniz. Çünkü bu tabaklar (sıhâf) dünyada müşrikler için, âhirette ise sizin içindir.” (Müslim, Libâs,2; Buhari, tecrid-i Sarih No: 1859)
3. Buhârî’nin rivayetine göre, Rasûlullah altından bir yüzük takıyordu. İnsanların da altın yüzük edindiklerini görünce altın yüzüğü atmış ve bunu artık hiç takmayacağını söylemişti. İnsanlar da bunun üzerine yüzüklerini çıkartmışlardır. (Buhârî, “Libâs”, 46).
Âlimler, altın ve gümüş kaplardan yemek yemenin ve bir şey içmenin haram olduğunda görüş birliğindedir. Zâhirî mezhebinin kurucusu Dâvud b. Ali’nin, buna muhalefet ettiği bilinmektedir.
Ancak, son dönem âlimlerinden Şevkânî yasağın sadece yeme içmede kullanılan kaplara ait olduğunu, diğer kullanımların buna kıyas edilemeyeceği görüşündedir.
Teberrüken şu hadisi-i şerifi de zikredelim.
“Kapını kilitle ve Allahın ismini an, Şeytan böyle bir kapıyı açamaz. Yatarken çıranı söndür, Allahın ismini an. Kabının üzerini ört, isterse üzerine koyacağın bir çubuk olsun ihmal etme ve Allahın ismini an ... (Buhari Bed’ül-hak: 15,Eşribe)
ALTIN YÜZÜK: Yukarıda anılan ilgili hadislerden hareketle Fıkıhçıların çoğu altın yüzük kullanmanın erkeklere haram olduğu görüşündedirler. Sayıları az da olsa, erkeklerin altın yüzük kullanmasının mubah olduğu görüşünde olan âlimler de vardır. Bunlar hadislerde geçen yasağı belli illet ve gayeye bağlamakta, ayrıca bazı sahâbîlerin altın yüzük kullandığına ve buna Hz. Peygamber’in de izin verdiği görüşünde olduklarına ilişkin rivayetleri de (bk. Nesâî, “Zînet”, 46) vardır.
NİŞAN YÜZÜĞÜ: Gerek hadislerde gerekse âlimlerin sözlerinde geçen yüzük (hâtem) kelimesi daha ziyade kaşlı ve biraz da kabaca olan bir yüzüğü anlatmaktadır. Nişan yüzüğü olarak adlandırılan halkanın hükmü konusunda Merhum Kâmil Miras: “Yüzüğün yapılış ve kullanış tarzında örfün büyük etkisi vardır. Eski zamanlarda kullanılan kaba yüzükler gitgide zarifleşmiş ve bugün artık, nişan halkaları istisna edilirse, erkekler yüzük takmayı neredeyse terk etmişler ve hatta yüzük takmak ayıp sayılır olmuştur. Bu itibarla altın nişan halkası kullanmak mubahtır.
İmam Muhammed övünme ve böbürlenme kastı olmaksızın altın ve gümüş kapları süs eşyası olarak kullanmanın câiz olduğunu ve bunun “Allah yarattığı nimetin eserini üzerinizde görmekten hoşlarır” (Tirmizî, Edeb 54). hadisine istinaden nimeti gösterme anlamına geleceğini söylemiştir. Nişan yüzüğü de övünmek için değil, teberrüken ve hatıra olarak takıldığına göre örften kaynaklanan bir zaruret bulunduğu için şekilde mubah olması gerekir.
Altının kullanılmasının haramlık sebebi, israf ve övünme vesilesi yapılmasıdır. Halbuki günümüzde bir halkanın ekonomik değeri israf sayılacak bir durumda değildir” (Kâmil Miras, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, IV, 288-289).
Öte yandan altın ve ipeğin âlem (nişan ve rozet) olarak kullanılmasının başta Hanefîler olmak üzere bir kısım fakihlerce câiz görüldüğünü de burada hatırlamak gerekir.
ALTIN SÜSLEME: Hanefî ekolünde, mescidi süslemek, ona saygı gösterme anlamında değerlendirildiği için, mescidlerin altın suyu, ahşap vb. şeylerle tezyin edilmesinde bir sakınca görülmemiş; fakat paranın bu türşeyler için değil, fakirler yararına harcanması daha faziletli görülmüştür. Nitekim, Mescid-i Harâm’a nakledilen malları gördüğünde Ömer b. Abdülazîz, “Miskinler ve fakirler direklerden daha muhtaç” diyerek, o malların fakirler için sarfedilmesinin Mescid-i Harâm için sarfedilmesinden daha faziletli olduğuna dikkat çekmiştir.
SAÇ SAKAL VE BIYIK:
Resûlullah’ın, “Bıyığınızı kısaltınız, sakalınızı uzatınız” (Buhârî, “Libâs”, 64), Mecûsîler’e muhalefet ediniz” (Müslim, Tahâret, 16), “Müşriklere muhalefet ediniz, sakalları çoğaltınız, bıyıkları kesiniz” (Müslim, “Tahâret”, 16), “Bıyığından almayan bizden değildir”gibi hadisleri (bk. Buhârî, “Libâs”, 63-65; Tirmizî, “Edeb”, 6) Kisra'nın Peygamber (s.a.)'e gönderdiği iki elçinin ikisi de sakallarını kesmiş, bıyıklarını ise uzatmışlardı. Rasulullah (s.a.) huzuruna gelen bu adamların yüzlerine bakmak istemedi ve onlara "Yazıklar olsun, size bunu kim emretti?" diye çıkıştı. Onlar da "Bize bunu Rabbimiz (Kisra) emretti." dediler. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu; "Fakat Rabbim bana sakalımı uzatmamı ve bıyığımı kısaltmamı emretti."(İbni Cerir et-Taberi)
Bu ve benzeri hadisleri, Özetle ifade etmek gerekirse fakihlerin çoğunluğu sakalı tıraş etmenin haram olduğu görüşündedir. Şâfiîler’den Gazzâlî, Râfiî, Nevevî, Mâlikîler’den Kadî İyâz gibi âlimler ise sakalı tıraş etmenin haram değil mekruh olduğunu söylemiştir.
Kardavîninde içinde bulunduğu Bazı muâsır âlimler bunun bir âdet meselesi olduğunu düşünerek mübah olduğunu söylemişlerdir. (Hayrettin KARAMAN, Hayatımızdaki İslam 2)
Bıyığa gelince, hadislerde bıyıkların kısaltılması, kırpılması veya tıraş edilmesi emirleri vardır. Sahâbeden bıyığını kısaltanlar da, tıraş edenler de mevcuttur. Âlimler, bıyığın üst dudağın kırmızısı gözükecek şekilde alttan alınmasını tavsiye ederler.
Hz. Peygamber’in genelde saçlarını omuzlarına dökülecek şekilde bıraktığı, bazan da saçını kısalttığı veya kazıttığı bilinmektedir. Ancak bazı muasır âlimler, sakal ve bıyık konusundaki sünneti, Hz. Peygamber’in diğer giyim kuşam şekli gibi tabii ve örfî sünnet olarak tanımlamakta ve bunun bir âdet meselesi olduğunu, dinî bir karakter taşımadığını belirtmektedirler.
Sonuç Olarak: Saç, sakal ve bıyık konusunda sahih hadis kitaplarında yer alan bu hadislerden fıkıhçıların ürettiği yorumları anlamak neredeyse imkânsızdır. Hz. Peygamber’in bir sünnetinin terkinin niçin mekruh değil de haram olarak nitelendirilsin. Öncelikle ifade etmek gerekirse, dinde haram ancak açık ve katî delille sabit olur. İslâm âlimlerinin “haram” kelimesini çoğu zaman “sakıncalı”, “doğru değil”, “mekruh”gibi anlamlarda da kullanırlar. Böyle olunca, fıkıhçıların lafzî yorum kurallarına dayanarak sakalı tıraş etmeye veya bıyığı uzatmaya “haram” demelerini ihtiyatla karşılamak, hadislerde geçen ifadeleri bir davranışın teşvik edilmesi veya önlenmesi yönünde güçlü vurgular olarak anlamak gerekir.
Öte yandan, İslâm’ın şekil ve suretten ziyade mâna ve muhtevaya önem verir. Bu itibarla, sakal ve bıyığı da, risâletin gereği dinî bir sünnet ve alâmet olarak vâcip-haram çizgisine oturtmak yerine, örfî ve kültürel bir unsur olarak değerlendirmek ve bu konuda daha müsamahalı düşünmek gerekir.
Hz. Peygamber’in sünneti olduğu için sakal bırakan kişiye saygı göstermek ve bu hareketinin övgü ve sevaba lâyık bir davranış olduğunu kabullenmek ne kadar gerekli ise, bu konuda farklı düşünen, daha esnek ve hoşgörülü davranan kimselere de saygılı olmak o kadar elzemdir. Aksi takdirde, şekil üzerindeki tartışmalar, müslümanların dinin özü ve içeriği, temel ilke ve gayeleri üzerinde yoğunlaşmasını önleyen, dikkatlerini dağıtan ve bir bakıma hedef saptırması yapan bir özellik taşımış olacaktır. (Diyanet 2 ciltlik İslam İlmihali)
KOLONYA VE ALKOLLÜ MADDE KULLANIMI
Kolonya, günümüzde güzel koku ve temizlik gibi amaçlarla yaygın bir kullanımı olan alkol ihtiva eden bir madde olup genelde patates, kamış, mısır gibi maliyeti düşük ham maddelerden veya diğer sentetik yollarla üretilmekte ve içerisindeki alkol oranı ayarlanabilmektedir.
İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre, ne maksatla olursa olsun sarhoş edici, içerisinde alkol bulunan kolonyanın ve benzeri maddelerin içkilmesinin haram olduğu açıktır.
Kolonyanın temizlik ve güzel koku gibi değişik amaçlarla kullanılmasının ise farklı görüşler vardır. Bu ihtilafın kaynağı ise, sarhoş edici içkilerin bizzat kendilerinin necis olup olmadığı tartışmasıdır. Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf’un anlayışlarına göre kolonyanın; içilmeleri haramdır, diğer maksatlarla kullanılması haram değildir. elbiseye veya namaz yerine dökülmeleri halinde namazın sıhhatine mani değildir.
Muhammed Hamdi Yazır: “üzerine şarap, şampanya ve konyak dökülmüş olanlar herhalde yıkamadıkça namaz kılamazlar. Lâkin üzüm şarabından değil de ispirto, bira vesâir müskirat elbiseye veya bedene sürülmesi de namaza mâni olur denemez. (Hak Dini Kur’an Dili, I, 762-763) ifadesini kullanır. Şâfiîlere göre kolonyanın içilmesi ve kullanılması haramdır.
RESİM VE HEYKEL
Sûret: Şekil, biçim, görünüş ve resim anlamınadır. Timsâl kelimesi de Sûret ile eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Sûret: iki kısımdır. Birincisi gölgeli sûretler, heykel gibi, ikincisi ise resmedilen, çizimlenen şeylerdir. Kur’anda; وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ “Sizi yarattık, sonra tasvir ettik” (7/A‘râf,11) âyetine getirilen yorumlardan birisi “Önce ruhlarınızı yarattık sonra bedenlerinizi şekillendirdik” tarzındadır. Bazı hadislerde de sûret kelimesi, insanın dış görünüşü ve şekli anlamında kullanılmıştır. (bk. İbn Mâce, Rü’yâ, 2; Müsned, II, 118) Sûret tabirinin, ruh sahibi veya ruhsuz bütün şeyleri içine aldığı, timsalin ise yalnızca ruh sahibi şeylere mahsus olduğu da ifade edilmektedir.
Tsâvîr kelimesi genelde “resim” ve “heykel” anlamına da gelmektedir. Allah’ın, bir ismi de (musavvir) “biçim veren” (59/Haşr, 59/24) dir. Bu kelime “yaratıcı” mânasındadır.
Resim yasağının sünnetle sabit olduğunu belirterek birkaç örnek verelim.
a) Hz. Âişe’nin naklettiğine göre Hz. Peygamber, evinde üzerinde salîb (Îsâ’nın çarmıha geriliş sahnesini tasvir eden resim) bulunan her şeyi kırmıştır (Buhârî, “Libâs”, 90).
b) “Kıyamet gününde en şiddetli azaba mâruz kalacak olanlar musavvirlerdir” (Buhârî, Libâs, 89)
c) “Bu sûretleri yapanlara kıyamet gününde ‘Yarattıklarınıza can verin’denilerek azap edilecektir” (Buhârî, “Libâs”, 89).
d) “(Rahmat melekleri), içerisinde sûret bulunan eve girmezler; kumaş üzerindeki desen ve nakış müstesna” (Buhârî, “Libâs”, 92).
e) Hz. Âişe’nin, üzerinde tasvirler bulunan bir perdesi vardı ve bunu odasının bir tarafına çekmişti. Hz. Peygamber bunu görünce, Hz. Âişe’ye “Şu perdeyi karşımdan kaldır; üzerindeki tasvirler namazda iken hep bana görünüp duruyor” demiştir (Buhârî,“Libâs”93)
Hz. Peygamber’in söz konusu tasvirler yüzünden namazı yeniden kıldığına dair bir kayıt bulunmadığı için evde sûret bulunmasının yalnızca mekruh olduğu, namazın sıhhatine bir zarar vermediği söylenmiştir. Bu hadisten ilk bakışta anlaşılan husus, üzerinde resim bulunan perdenin sırf namazdaki huşûu bozduğu için hoş karşılanmadığıdır.
f) Hz. Âişe’nin bebek ve kanatlı at şekillerinde oyuncaklarının bulunduğu, Hz. Peygamber’in bunları gördüğü ve tebessümle karşıladığı rivayet edilir (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 62).
Bu ve benzeri hadislerin hülasası olarak fıkıh âlimlerinin görüşleri şöyle özetlenebilir.
İslâm’da sûretin yasaklanmasının gerekçesi olarak, Hâşâ Allah’a benzemeye çalışma hususu gösterilmiştir. Câhiliye Araplarıputları kendi elleriyle tasvir edip tapıyorlardı. Bu itibarla, resim ve timsal hakkında vârit olan yasaklamanın ana sebebinin, bunlara tapınma endişesi olduğudur.
Hz. Peygamber, Araplar yeniden eski alışkanlıklarına döner endişesiyle, bu alışkanlıkları hatırlatan resimleri ve sûretleri de yasaklamıştır. Nitekim benzer bir uygulamada, şarap yasağından sonra Arap lar’ın içerisine şarap koydukları dübbâ ve nakîr gibi özel isimlerle anılan şarap kaplarının kullanılmasını da yasaklamıştı. Bu metotla Araplar’a eski alışkanlıklarını hatırlatacak şeyleri de sedd-i zerîa kabilinden olmak üzere yasaklamıştır. Resim ve timsal yasağının da bu çerçevede değerlendirilmesi mümkündür.
Sonuç olarak söylemek gerekirse, bilginler ağaç, dağ, taş gibi manzara resimlerinin çizilmesinin ve kullanılmasının, aynı şekilde insan bedenini tam olarak yansıtmayan sûretin mubah olduğunu ifade etmişlerdir. Üzerinde canlı resmi bulunan kumaşların, yaygı, sofra bezi gibi amaçlarla kullanılabileceği, artık günümüzde resim yapmanın ve resimli eşya kullanmanın, tevhid inancına aykırı bir sonuca götürme durumu veya endişesi olmadığı sürece, ilk dönemler hakkındaki yasağın kapsamına girmediğini ve haram olmadığını gösterir.
İlk bakışta dikkati çekmeyecek derecede küçük olan resimlerin bulundurulmasında ve kullanılmasında da bir sakınca yoktur.
MÜZİK
Dostları ilə paylaş: |