O‘zbekiston respublikasi oliy ta’lim, fan va innovatsiyalar vazirligi huzuridagi bilim va malakalarni baholash agentligi



Yüklə 185,06 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə6/11
tarix22.12.2023
ölçüsü185,06 Kb.
#189602
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11
Cefr Turktili B2 @turktili online

 
 
 
 
 
 



 
 
 
 
 
 
2: OKUMA-ANLAMA 
Okuma-anlama bölümü 
ÜÇ 
bölümü içermektedir 
BÖLÜM 1:
Soru 1-10 
BÖLÜM 2: 
Soru 11-20 
BÖLÜM 3: 
Soru 21-30 
Her bir soruya 
BİR
puan belirlenir. 
Bu bölüm için 
BİR
saat ayrılmıştır. 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 



BÖLÜM 1 
 1-10 sorular aşağıdaki parçaya göre cevaplandırılacak. 
Hasılı, Kerbela Kerbela olalı zannederim ki böyle gürültülü matem görmemiştir. Bağırmaktan 
sesim kısıldığı zaman, günlerce büyük adam gibi, açlık grevi yaptım. 
Dadımın acısını aylarca sonra bana, Hüseyin isminde bir süvari neferi unutturdu. Hüseyin, talim 
esnasında attan düşerek sakat kalmış bir askerdi. Babam, onu emir neferi olarak eve almıştı. Hüseyin, 
delişmen bir adamdı. Beni çabucak sevmişti. Ben de umulmaz ve affedilmez bir vefasızlıkla onun 
sevgisine mukabele edivermiştim. Gerçi Fatma ile olduğu gibi beraber yatmıyorduk. Fakat sabahleyin 
horozlarla beraber gözlerimi açtığım dakikada soluğu onun odasında alır, ata biner gibi göğsüne 
oturarak parmağımla gözkapaklarını açardım. 
Fatma’nın bahçesine, kırlarına bedel; Hüseyin, beni kışlaya asker içine alıştırmıştı. Bu uzun 
bıyıklı kocaman adamın oyun icat etmekteki maharetini ben, başka kimsede görmedim. Asıl güzeli, 
bunların çoğunun kazalı, heyecanlı şeyler olmasıydı. Mesela beni lastik top gibi havaya fırlatıp tutar, 
yahut kalpağının üstüne oturtup ayaklarımdan tutarak sıçratır, fırıl fırıl çevirirdi. Saçlarım karışmış, 
gözlerim dönmüş tıkana tıkana haykırmaktan duyduğum zevki ondan sonra hiçbir şeyde bulamadım. 
Bazen kaza da olmaz değildi. Fakat Hüseyin’le aramızda sıkı bir mukavele vardı. Oyunda canım 
yanarsa ağlamayacak, onu kimseye şikâyet etmeyecektim. Bu, benim doğruluğumdan ziyade; onun bir 
daha benimle oynamamasından korktuğum için büyük bir adam gibi sır saklamaya alışmış olmamdandır. 
Çocukluğumda bana hoyrat derlerdi. Galiba hakları da vardı. Kiminle oynarsam canını yakar bağırtırdım. 
Bu huy, herhalde Hüseyin’le oynadığım oyunlardan kalma bir şey olacak. 
Nasıl ki, kendi canım yandığı zaman da pek ahü zara kapılmadan felaketi güler yüzle 
karşılayışım bana onun yadigârıdır. 
Hüseyin, bazen de kışlada Anadolulu neferlere saz çaldırır, beni yine testi gibi tepesinin üstüne 
yerleştirip garip oyunlar oynardı. Bir zamanlar da onunla at hırsızlığına alışmıştık. Babam evde 
olmadığı zaman Hüseyin, ahırdan atı çalar, beni kucağına oturtarak saatlerce kırlarda dolaştırırdı. 
Fakat eğlencemiz uzun sürmedi. Pek günahına girmeyeyim amma, galiba aşçı kadın tarafından babama 
gammazlandık ve zavallı Hüseyin, ondan iki tokat yedikten sonra bir daha ata yanaşmaya cesaret 
edemedi. 
Halis muhabbet; kavgasız, gürültüsüz olmaz, derler. Biz de Hüseyin’le günde en aşağı beş nöbet 
kavga ederdik. Bir tuhaf surat asma tarzım vardı. Odanın bir köşesinde yere çömelir, yüzümü duvara 
çevirirdim. Hüseyin üç, beş dakika beni bu halde bıraktıktan sonra halime acıyarak birdenbire belim-
den kavrar, bağırta bağırta havaya kaldırırdı.
Hüseyin’le arkadaşlığımız iki sene sürdü. Fakat o zamanın seneleri şimdikilere benzemezdi. O 
kadar uzun, o kadar uzundu ki... 
Benim babam Nizamettin isminde bir süvari binbaşısıydı. Annemle evlendiği sene Diyarbakır’a 
göndermişler, gidiş o gidiş. Artık bir daha İslanbul’a dönmemiş. Diyarbakır’dan Musul’a, Musul’dan 
Hanıkın’a, oradan Bağdat’a, Kerbela’ya geçmiş... Bir yerde üst üste bir sene kalmamış. 
 
... Annemi bana benzetirler. Hele babamla evlendiği seneden kalma bir fotoğrafı vardır ki benim 
modelim gibidir. Fakat zavallı kadın, sıhhatçe hiç bana benzememiş. Çok zayıfmış. Bitip tükenmez 
yolculuklara, dağların sert havasına, çöllerin ateşine dayanacak bir vücutta değilmiş. Sonra, galiba bir 



hastalığı da varmış. Fakat zavallının bütün evlilik hayatı bu hastalığı saklamaya çalışmakla geçmiş... 
Ne yapsın, babamı çok seviyormuş. Kendisini zorla ayırırlar diye korkuyormuş... 
- Seni hiç olmazsa bir mevsim için, iki ay için annene göndereyim. O biçare de ihtiyar... Seni, 
kim bilir, ne kadar göreceği gelmiştir, dermiş. Fakat annem: 
- Şartımızda bu var mıydı? İstanbul’a beraber dönmeyecek miydik? diye adeta çıkışırmış... 
Hastalığı için de: 
- Benim hiçbir şeyim yok... Biraz yorgunluk... İki gün evvel hava biraz değişti de ondan oldum, 
geçer, gibi şeyler söylermiş...
Sonra, İstanbul’u göreceği geldiğini babamdan saklarmış. Fakat mümkün mü? Daha uykuya 
dalalı iki dakika olmadan uyandırır ve Kalender’deki yalımızda, civarındaki koruda veyahut Boğaz’m 
sularında geçmiş bir uzun rüyayı anlatırmış. Birkaç uyku dakikasına bu kadar uzun rüyaları sığdırmak 
için insanın o yerleri herhalde çok, çok göreceği gelmiş olması lazım gelmez mi? 
Büyükannem serasker kapısına, mabeyincilerin konaklarına giderek ağlayıp sızlıyormuş, fakat bu 
yalvarmalar bir türlü netice vermiyormuş. 
Nihayet annemin hastalığı artınca babam hiç olmazsa onu İstanbul’a götürmek için bir ay için 
istemiş ve cevap beklemeden yola çıkmış. Mahfeler içinde çölü geçişimiz bugünkü gibi hatırımdadır. 
Beyrut’ta denize kavuşmak, annemi biraz canlandırır gibi olmuştu. Misafir olduğumuz evde beni 
yatağına oturtarak saçlarımı tarıyor, ellerimin kirli, düğmelerimin kopuk olmasına aldırmadan başını 
göğsüme kapayarak ağlıyordu. 
Bir gün büsbütün ayağa da kalktı; sandığından yeni elbiseler çıkararak süslendi. Akşamüstü 
babamı karşılamak için aşağı indik. Babam, bende biraz vahşi tabiatlı, sert bir asker hatırası bı-
rakmıştır. Fakat annemi ayakta görünce sevinçle konuştuğunu, yeni yürüyen bir çocuk gibi onu 
bileklerinden tutarak ağladığını hiç unutamam... 
Bu, bizim bir arada geçirdiğimiz son gün oldu. Annemi ertesi gün açık bir sandığın kenarında, 
başı bir çamaşır bohçasının üstüne düşmüş, dudaklarında bir kan lekesiyle ölü bulmuşlar! 
Altı yaşında bir çocuğun epeyce şeylere aklı ermesi lazım gelir. Fakat ben, nedense hiçbir şey 
sezememiştim. Bulunduğumuz ev kalabalıktı. Birçok günler büyük bir bahçede çocuklarla 
boğuştuğumu; Hüseyin’le beraber sokaklarda, deniz kenarlarında, cami avlusu gibi kubbeli yerlerde 
dolaştığımı biliyorum. 
Annemi yabancı bir toprakta bıraktıktan sonra, İstanbul’a dönmek babamın içine sinmemiş... 
Galiba biraz da büyükannem ve teyzelerimle karşılaşmaktan çekinmiş...

Yüklə 185,06 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin