la muerte diye bağırıyorlar, ölüm üzerine yazmak bu yüzden elimden
gelmiyor., ben yaşamı seviyorum Doktor Pereira, tek başıma ölüm
yazısı kaleme almayı, ölümden söz etmeyi asla beceremezdim,
gerçekten tek kelime yazamazdım. Temelde sizi anlıyorum, dediğini
iddia ediyor Pereira, ben de yapamıyorum artık.
Gece olmuştu ve mumlar ha if bir ışık yayıyorlardı. Sizin için tüm
bunları neden yaptığımı bilmiyorum
Monteiro Rossi, dedi Pereira. Belki
iyi bir insan olduğunuz için, diye yanıtladı Monteiro Rossi. Fazla basit
bu, dedi Pereira, dünya dert aranmayan iyi insanlarla dolu. Oyleyse
bilmiyorum, dedi Monteiro Rossi, gerçekten bilmiyorum. Ben de
bilmiyorum, sorun da bu zaten, dedi Pereira, son günlerde fazlasıyla
soru soruyorum kendime, belki sorulardan vazgeçersem daha iyi
olacak. Kiraz ve likör getirdi. Monteiro Rossi bardağını ağzına kadar
doldurdu. Pereira sadece bir kiraz, biraz da meyve suyu aldı, rejimini
bozmaktan çekiniyordu.
Nasıl olduğunu anlatın bana, diye sordu Pereira, bugüne kadar
Alentejo’da ne yaptınız? Bütün yöreyi baştan başa katettik, diye
yanıtladı Monteiro Rossi. Güvenli yerlerde mola verdik, mayanın bol
olduğu yerlerde. Kusura bakmayın, diye sözünü kesti Pereira, kuzeniniz
bu iş için pek uygun birine benzemiyor bana sorarsanız, sadece bir kere
gördüm, bana biraz saf, hatta budala biri gibi geldi, ayrıca Portekizce
bile bilmiyor. Evet, dedi Monteiro Rossi, ama sivil yaşamda matbaacıdır,
belge hazırlamasını bilir, sahte pasaport düzenlemekte üstüne yoktur.
Kendininkini düzenleyebilseydi keşke, elinde Arjantin pasaportu vardı,
on kilometreden sahte olduğu anlaşılıyordu. O pasaportu kendisi
yapmamıştı, diye karşı çıktı Monteiro Rossi,
Ispanya’da vermişlerdi.
Sonuç nedir peki, diye sordu Pereira. Eh işte, diye yanıtladı Monteiro
Rossi, Portalegre’de güvenilir bir basımevi bulduk ve kuzenim işe
koyuldu, kusursuz bir iş çıkardık, kuzenim çok sayıda pasaport
hazırladı, önemli bir kısmını dağıttık, ötekileri sakladım, çünkü işi
zamanında bitiremedik. Monteiro Rossi koltuğun üzerine bıraktığı
çantayı aldı ve içine elini daldırdı. Işte bana kalanlar burada, dedi. Bir
tomar pasaportu masanın üzerine koydu, yirmi tane kadar vardı.
Delisiniz siz sevgili Monteiro Rossi, sanki karamelaymış gibi
geziniyorsunuz bunlarla, sizi bu belgelerle yakalarlarsa yakanızı
kurtaramazsınız.
Pereira pasaportları alıp bunları ben saklayacağım, dedi. Bir
çekmeceye koymak niyetindeydi önce bunları, ama orasının pek güvenli
bir yer olmadığını düşündü sonradan. O zaman hole gitti ve hemen
karısının portresinin arkasına, yanlamasına, kitaplığa bıraktı. Kusura
bakma, dedi portreye, ama kimse buraya gelip bakmaz, evin en güvenli
yeri. Sonra salona dönüp, geç oldu, dedi, yatsak daha iyi olur belki.
Marta’ya ulaşmalıyım, dedi Monteiro Rossi, kaygı içindedir kuşkusuz,
olan bitenleri bilmiyor, belki beni de tutukladıklarını düşünüyordur.
Bakın, Monteiro Rossi, yarın ben bizzat telefon edeceğim Marta’ya, ama
sokaktaki bir kulübeden arayacağım, bu akşamlık sabırlı olmanız ve
yatıp uyumanız gerekiyor, telefon numarasını şu kâğıt parçasına yazın.
Size iki numara bırakıyorum, dedi Monteiro Rossi, birine cevap
vermezse, ötekinde kesin bulursunuz, eğer telefona çıkan kendisi
değilse, Lise Delauney’i isteyin, şimdi adını değiştirdi. Biliyorum, dedi
Pereira, geçenlerde gördüm onu, çiroz gibi olmuş, tanınmayacak hale
gelmiş, böylesi bir yaşam yaramıyor kıza Monteiro Rossi, sağlığını
mahvediyor, haydi şimdi iyi geceler.
Pereira mumları söndürdü ve neden bu işe bulaştığını sordu
kendi kendine. Neden Monteiro Rossi’yi evinde barındırdığını, neden
Marta’ya telefon edip şifreli iletiler bırakmayı kabul ettiğini, neden
kendisini ilgilendirmeyen şeylere burnunu soktuğunu merak etti. Marta
çok zayı ladığı ve sıskalıktan kürekkemikleri tavuğunki gibi çıkıntı
yaptığı için mi? Monteiro Rossi’nin sığmacağı ana babası olmadığı için
mi? Parede’ye gitmiş olduğu ve orada Doktor Cardoso kendisine
birleşik ruhlar kuramından söz açmış olduğu için mi? Pereira
bilemiyordu, bugün bile bu soruya yanıt verecek durumda değil.
Yatmayı yeğledi, çünkü ertesi gün erken kalkıp gününü iyi bir biçimde
düzenlemek istiyordu, ama yatmadan önce bir an holde karısının
portresine bir göz attı. Ama onunla konuşmadı. Pereira, sadece eliyle
hoşçakal anlamında sevgi dolu bir hareket yapmakla yetindi, diye iddia
ediyor Pereira.
23
Ağustosun o son günü saat sekizde kalktığını iddia ediyor
Pereira. Gece birkaç kez uyanmış ve yağmurun karşı kışladaki
palmiyeleri dövdüğünü işitmişti. Düş görüp görmediğini anımsamıyor,
bölük pörçük bir düşle kesişen kesik kesik bir uyku çekmişti, ama
düşün ne olduğunu anımsamıyor. Monteiro Rossi, salondaki divanda
uyuyordu, sırtındaki pijama kendisine öylesine büyük geliyordu ki
üzerinde çarşaf gibi duruyordu. Uşürmüş gibi, iyice büzülmüş uyuyordu
Monteiro Rossi. Pereira onun üstünü bir pikeyle örttü, örterken
uyandırmamaya özen gösterdi. Gürültü yapmamak için dairede dikkatle
ilerledi, kendine bir kahve yaptı ve köşedeki dükkândan alışveriş
yapmaya gitti. Dört kutu sardalye, bir düzine yumurta, domates, kavun,
ekmek, sadece fırında ısıtılması yeterli olan altı tane hazır morina
balığı köftesi satın aldı. Sonra çengele asılı duran kırmızıbiber
serpilerek tütsülenmiş ufak bir jambon parçası gördü, onu da aldı.
Yemek dolabınızı doldurmaya karar verdiniz galiba Doktor Pereira, diye
yorum yaptı bakkal. Evet, öyle, diye yanıtladı Pereira, ev işlerime bakan
kadın eylül ortasından önce dönmeyecek, Setubal’de kız kardeşinin
yarnında, bir düzen kurmam gerekiyor, her sabah alışveriş yapamam
ya. Evinize çekidüzen verecek sağlam biri gerekiyorsa, size birini
önerebilirim, dedi bakkal, biraz daha yukarıda, Graça’da oturuyor, küçük
bir çocuğu var, kocası da evi terk edip gitti, güvenilir biridir. Hayır,
teşekkürler, diye yanıtladı Pereira, teşekkür ederim Bay Francisco, ama
böylesi daha iyi, yoksa Piedade bu işe bozulabilir, temizlikçi kadınlar
arasında büyük kıskançlık vardır, kendini boşlanmış hissedebilir, belki
kışa düşünebiliriz, ama şimdilik Piedade’nin dönüşünü beklemekte
yarar var.
Pereira eve dönüp aldıklarını buzdolabına yerleştirdi.
Monteiro Rossi uyuyordu, Pereira bir pusula yazdı: ‘Jambonlu yumurta
ya da morina balığı köftesi var dolapta, morinayı tavada ısıtın, biraz yağ
koymak gerekiyor, yoksa lapa gibi olur, a iyet olsun, rahat olun,
akşamüstü döneceğim, Marta’yla konuşacağım, görüşmek üzere,
Pereira.’
Evden çıkıp yazı işlerine yollandı. Vardığında, Celeste’i kapıcı
dairesinde hararetle takvime bakarken buldu. Merhaba Celeste, dedi
Pereira, ne haber? Telefon hiç çalmadı, postadan da bir şey çıkmadı,
diye yanıtladı Celeste. Pereira rahatladı, kimsenin aramaması daha
iyiydi. Yazı işlerine çıkıp telefonu işten çekti, sonra Camilo Castelo
Branco’nun yaşamöyküsünü matbaa için hazırladı. Saat ona doğru
gazete merkezini aradı. Telefonu Bayan Filipa’nın tatlı sesi yanıtladı.
Ben Doktor Pereira, dedi Pereira, müdürle konuşmayı rica ediyorum.
Filipa telefonu bağladı ve müdürün sesi duyuldu: Alo, ben Doktor
Pereira, dedi Pereira, sadece ses vermek istemiştim müdür bey. Iyi
ettiniz, dedi müdür, çünkü sizi dün aradım, ama yazı işlerinde
değildiniz. Dün pek iyi hissetmiyordum kendimi, diye yalan söyledi
Pereira, evde kaldım, kalbim pek iyi değildi. Anlıyorum Doktor Pereira,
dedi müdür, ama önümüzdeki kültür sayfaları için neler
düşündüğünüzü öğrenmek isterim. Camilo Castelo Branco’nun bir
öyküsünü yayınlayacağım, diye yanıtladı Pereira, sizin önerdiğiniz gibi
müdür bey, ondokuzuncu yüzyıldan Portekizli bir yazarın iyi olacağını
düşünüyorum, siz ne dersiniz? Çok güzel, diye yanıtladı müdür, ama
Dostları ilə paylaş: |