ON ALTINCI BÖLÜM
Saat gece on biri gösterdiğinde Albert hâlâ dönmemişti. Franz otel görevlisine Dük Bracciano’nun
evinde olacağını söyleyerek dışarı çıktı.
Dük Bracciano Roma’daki en güzel evlerden birinde yaşamaktaydı. Karısıyla birlikte verdikleri
partiler günlerce konuşulurdu. Dük, Franz’ı görür görmez Albert’in nerede olduğunu sordu. Franz, o
akşam karnaval için mumlarını aldıktan sonra ayrıldıklarını ve Albert’in Macello Sokağı’nda gözden
kaybolduğunu söyledi.
“Nereye gittiğini biliyor musunuz?
“Tam olarak değil, ama sanırım biriyle buluşacaktı.”
“Tanrım!” dedi Dük. “Roma’yı sizin kadar tanıyan birinin arkadaşını bu saatte yalnız bırakmaması
gerekirdi.”
Dük’ün gerçekten endişelendiğini gören Franz bir an ürperdi.
“Otel görevlisine burada olduğumu haber verdim. Albert gelir gelmez bana bildirecekler.”
“Bir dakika. Sanırım hizmetkârlarımdan biri sizi arıyor.”
Dük yanılmamıştı. Franz’ı gören bir görevli onun yanına geldi.
“Ekselansları,” dedi, “Londres Oteli’nden bir görevli, Vikont de Morcerf’ten bir mektup getiren bir
adamın otelde sizi beklediğini söyledi.”
“Vikont’tan bir mektup mu? Görevli nerede?”
“Sizi bulmak için salona girdiğimi görünce çıktı efendim.”
Franz hemen giyinip yola çıktı. Otele vardığında Albert’in mektubunu getiren adamı gördü. Mektubu
alıp odasına çıktı. Zarfı açar açmaz Albert’in yazısını tanıdı. Ancak mektupta yazılanları anlamak için
birkaç kez okuması gerekti. Mektupta şunlar yazılıydı:
Sevgili Franz,
Bu mektubu alır almaz cüzdanımdan kredi mektuplarımı alıp kendininkiyle birlikte bankaya giderek dört bin liret al. Bu
parayı bana acil olarak ulaştırman şart. Bundan fazlasını yazamayacağım. Sana güveniyorum.
Sevgiler,
Albert de Morcerf
Bu satırların altında başka birinin elyazısıyla
şunlar yazılmıştı:
Saat altıya kadar dört bin liret elimizde olmazsa, arkadaşınız Albert’i bir daha göremezsiniz.
Luigi Vampa
Bu imza her şeyi açıklıyordu. Albert ünlü hırsız çetesinin eline düşmüştü. Franz’ın kaybedecek vakti
yoktu. Hemen çekmeceden Albert’in kredi mektuplarını çıkarttı. Altı bin liretlik kredisi vardı ama Albert
üç binini harcamıştı bile. Franz ise Floransa’da yaşadığı ve Roma’ya yalnızca birkaç günlüğüne geldiği
için kredi mektuplarını yanına almamıştı. Franz bir an ne yapacağını bilemedi. Sonra aklına Monte Cristo
Kontu geldi.
Kont’u, daha önceki gelişinde görmediği bir odada otururken buldu.
“Dostum,” dedi Kont, “sizi bu saatte hangi rüzgâr attı buraya?”
“Çok ciddi bir konuyu görüşmek için geldim Kontum. Yalnız mıyız?”
Kont kapıyı kapatıp geldikten sonra; “Evet, yalnızız,” dedi.
Franz Kont’a Albert’in mektubunu gösterdi. Mektubu okuyan Kont, Franz’a parasının olup olmadığını
sordu.
“Sadece bin liret eksiğim var,” dedi Franz.
Kont içi altınla dolu bir çekmeceyi açarak şöyle dedi:
“Doğru yere geldiniz dostum. Sorun yalnızca para değil. Vampa denen bu adamı tanırım; bana
borçludur. Belki bir gün size bu hikâyeyi anlatırım, ama şimdi sırası değil. Benimle birlikte Vampa’yı
görmeye gelir misiniz?”
“Elbette,” dedi Franz.
“İyi o halde. Roma’nın dışında küçük bir araba gezintisi yapacağız. Size mektubu getiren adam
nerede?”
“Dışarıda bekliyor.”
Kont mektubu getiren adama, kendi hizmetkârlarından biriymişçesine yukarı gelmesini emretti. Beş
saniye sonra adam Kont’un odasındaydı.
“Ah, Peppino, sensin demek,” dedi Kont.
Peppino endişeyle Franz’a baktı.
“Ekselanslarının önünde konuşabilirsin Peppino, kendisi dostumdur.”
“İyi, o halde bana soracağınız her şeyi yanıtlamaya hazırım efendim.”
“Tek bir sorum var. Vampa, Vikont Albert’i nereye götürdü?”
“St. Sebastian’daki mezarlığa efendim.”
Kont zile basıp hizmetkârlarından birini çağırdı:
“Hemen arabayı hazırlayın,” dedi, “bir de silahlarımı çıkartın.”
Kısa bir süre sonra araba kapının önüne geldi. Kont saatine baktı. “Saat on iki buçuk olmuş,” dedi.
“Epey vaktimiz var, ama dostumuz pek rahat olmasa gerek. Onun için acele edelim.”
Franz ile Kont arabaya bindiler, Peppino da arabacının yanına oturdu. Mezarlığa yaklaştıklarında
Peppino arabanın kapısını açarak Kont’a çok yaklaştıklarını ve artık yürüyebileceklerini söyledi.
“Güzel,” dedi Kont, “bize yolu göster o halde.”
Mezarlığın girişindeki geçite geldiklerinde karanlığın içinde bir ses işittiler:
“Kim var orada?”
Aynı anda da üzerlerinde karanlığı delen bir ışık parladı.
“Bir dost!” dedi Peppino ve adama doğru giderek kulağına bir şeyler fısıldadı. Adam tıpkı
Peppino’nun yaptığı gibi Kont’u selamlayarak geçmelerine izin verdi.
Mezarlara geldiklerinde ortalık aydınlanmaya başladı. Kont Franz’ın omzunu tutarak, “Dostum, bir
hırsız çetesinin kampında olmak nasıl bir duygu?” dedi.
“Çok heyecan verici!” diye karşılık verdi Franz.
“Peppino!” dedi Kont, “ışığı söndür!”
Peppino kendisine söyleneni yaptı. Sessizce ilerlemeye başladılar. Kont sanki karanlıkta
görebiliyormuşçasına Franz’a yol gösteriyordu. Lambalarla aydınlatılmış açıklığın ortasında bir adam
oturmuş kitap okuyordu. Çetenin elebaşı Luigi Vampa’ydı bu. Çevresinde de çetenin diğer üyeleri,
yanlarında silahlarıyla uzanmışlardı. Kont yanındakilere sessiz olmaları için işaret verdikten sonra
sesizce Vampa’ya doğru ilerledi.
“Kim o?” diye seslendi Kont’un gölgesini gören nöbetçi.
Bu sesi duyan Vampa hemen belindeki silahına davrandı; diğerleri de hemen ayağa fırladılar.
“Vampa,” dedi Kont sakin bir sesle, “görüyorum ki konuklarını çok hoş bir törenle karşılıyorsun.”
“Silahlarınızı indirin!” dedi Vampa. Sonra Kont’a döndü: “Özür dilerim Kontum, ama sizi
beklemiyordum doğrusu, o yüzden tanıyamadım,” dedi.
“Gördüğüm kadarıyla belleğin de epey zayıflamış. İnsanların yüzünü unutmakla kalmıyor, onlara
verdiğin sözleri de unutuyorsun,” dedi Kont.
“Sözümü unutmak mı?” dedi Vampa suçlu bir sesle.
“Arkadaşlarıma dokunmayacağına söz vermemiş miydin?”
“Sözümü tutmadım mı efendim?”
“Bu akşam dostum Vikont de Morcerf’i kaçırarak buraya getirdin,” dedi Kont ve cebinden Albert’in
mektubunu çıkartarak Vampa’ya gösterdi.
“Neden kimse beni bu durumdan haberdar etmedi?” dedi Vampa adamlarına dönerek. “Neden bu soylu
adam karşısında sözümü tutmayarak mahçup olmama izin verdiniz? Tanrım! Ekselansları, adamlarımdan
birinin durumu bildiğini fark edecek olsam gözümü kırpmadan onu vururdum, inanın!”
“İşte,” dedi Kont, Franz’a seslenerek, “size bir hata olduğunu söylemiştim.”
Franz açıklığa çıktı.
“Kont’u duydunuz ekselansları,” dedi Vampa, “büyük bir hata oldu.”
“Peki ama Albert nerede?” dedi Franz.
“Orada,” dedi Vampa nöbetçinin beklediği yeri gösterek.
Albert’in yanına gittiklerinde onu uyurken buldular. Kont gülümseyerek, “Birkaç saat sonra vurulacak
bir adam için hiç fena değil!” dedi.
“Evet,” dedi Vampa, “bu adamın sizin dostunuz olduğuna hiç kuşku yok!”
Sonra Albert’in yanına gidip omzuna dokunarak onu uyandırdı.
“Ah, siz misiniz şef?” dedi Albert gözlerini ovuşturarak. Sonra saatine baktı “İyi ama daha saat bir
buçuk, neden beni uyandırıyorsunuz ki?” dedi.
“Özgür olduğunuzu söylemek için ekselansları,” dedi Vampa. “Geri çeviremeyeceğim bir bey gelip sizi
bırakmamı istedi.”
Albert, Franz ile Kont’un gelmiş olduğunu gördü.
“Franz mı?” dedi şaşırarak.
“Hayır efendim, Monte Cristo Kontu.”
Albert Kont’a yaklaşıp: “Size olan borçlarım kabarıyor Kontum. Önce arabanız şimdi de bu…”
diyerek Kont’a elini uzattı. Kont elini uzatırken bir an titredi.
Vampa şaşkınlık içinde bu manzarayı seyretmekteydi. Tutsak ettiği kimseler genellikle karşısında
korkudan titrerlerdi, oysa Albert denen bu adamın kılı bile kıpırdamamıştı. Franz’a gelince, o da
arkadaşının, ölüm tehididi altındayken bile gururunu elden bırakmayışı karşısında büyülenmekten kendini
alamamıştı.
Ertesi sabah Albert’in ilk işi Kont’u ziyaret etmek oldu. Franz Kont’tan çok etkilenmişti, ama bu tuhaf
adam hakkında bazı kuşkuları vardı; o yüzden Albert’i yalnız bırakmamıştı. Kont’un hizmetkârı iki genci
salona davet etti. Biraz sonra Kont da geldi.
Albert Kont’a yaklaşarak; “Dün gece söylemeğe çalıştığım şeyi yinelememe izin verin Kontum,” dedi.
“Benim için yaptıklarınızı, özellikle de yaşamımı size borçlu olduğumu asla unutmayacağım. Benim ya da
dostlarımın, sizin için yapabileceğimiz bir şey varsa lütfen çekinmeyin. İspanyol asıllı olan babamın
Fransa ile İspanya’da çok yüksek mevkilerde tanıdıkları bulunmaktadır. Sizin için elimizden geleni
yapmaktan zevk duyacağız.”
“Aslında,” dedi Kont, “sizden bir ricam olacak. Yıllardır Paris’e gitmeyi istiyorum, ancak orada hiçbir
tanıdığım olmadığından henüz bunu gerçekleştiremedim. Paris’e geldiğimde beni kibar çevreye tanıtacak
olursanız bana büyük bir iyilik yapmış olacaksınız, sevgili Bay Morcerf.” Albert’in adını söylerken, Kont
tuhaf bir biçimde gülümsedi.
“Zevkle Kontum,” diye karşılık verdi Albert. “Bu konuda bana ve dostlarıma kesinlikle
güvenebilirsiniz. Ne zaman geleceğinizi söyleyin yeter.”
“Siz ne zaman döneceksiniz?”
“En geç üç hafta içinde Paris’te olmayı düşünüyorum.”
“O halde,” dedi Kont, “benim de işlerim bitince, yani üç ay sonra, 21 Mayıs sabahı saat on buçukta sizi
arasam uygun olur mu?”
“Harika!” dedi Albert. “Kahvaltı hazır olacak.”
“Nerede oturuyorsunuz?”
“Helder Sokağı yirmi yedi numarada.”
“Çok iyi,” dedi Kont adresi cebinden çıkardığı defterine yazarak. “Helder sokağı, yirmi yedi numara,
21 Mayıs saat on buçuk.”
“Gitmeden önce sizi bir daha görecek miyim?
“Sanırım şimdilik vedalaşmamız gerekiyor. Bu akşam işim gereği Napoli’ye gitmek zorundayım. Ya siz
Baron,” dedi Kont, Franz’a dönerek, “siz de Roma’dan ayrılıyor musunuz?”
“Evet, Venedik’e gideceğim,” dedi Franz. “İtalya’da bir iki yıl daha kalmayı düşünüyorum.”
“Yani Paris’te görüşemeyecek miyiz?”
“Ne yazık ki öyle görünüyor Kontum.”
“O halde beyler, sizlere iyi yolculuklar dilerim,” dedi Kont, iki gencin elini sıkarak. Franz, Kont’un
eline ilk kez dokunuyordu. İçinin ürperdiğini hissetti; Kont’un eli bir cesedinki kadar soğuktu.
Albert ile Franz Kont’tan ayrılıp kendi odalarına döndüler.
“Neyin var senin?” dedi Albert. “Çok endişeli görünüyorsun.”
“Kont bence çok garip bir adam,” dedi Franz. “Paris’teki buluşmanız da beni çok rahatsız ediyor
doğrusu.”
“Ah Franz, çıldırmış olmalısın!” dedi Albert.
“Sen ne dersen de, ama ben böyle düşünüyorum işte,” dedi Franz.
|