Çocuk Kalbi



Yüklə 1,14 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə54/83
tarix25.02.2022
ölçüsü1,14 Mb.
#53085
1   ...   50   51   52   53   54   55   56   57   ...   83
Edmondo De Amicis - Çocuk Kalbi

ROMALI KANI
(Aylık Hikaye)
Bu  akşam  Ferruccio’nun  evi  her  zamankinden  daha  sakindi.  Küçük  bir
tuhafiye  dükkanını  işleten  babası  mal  satın  almak  için  Forli’ye  gitmişti.
Karısıyla  küçük  kızları  Luigina  da  onunla  beraber  gitmişlerdi.  Küçüğün  bir
gözü  hastaydı,  onu  doktora  ameliyat  ettireceklerdi.  Şehre  giden  ana  baba
ertesi sabah döneceklerdi. Neredeyse gece yarısı olacaktı. Gündüz ev işlerine
bakmak için gelen kadın güneş batarken gitmişti. Evde yalnız bacakları felçli
büyükanneyle  on  üç  yaşındaki  Ferruccio  kalmışlardı.  Bu,  büyük  yolun
kenarında,  tek  katlı  bir  evdi.  Köye  pek  yakındı,  Forli’den  de  pek  uzak
sayılmazdı.  Yakınlarda  da  yalnız  iki  ay  önce  bir  yangının  yakıp  yıktığı,
üzerinde  hala  lokanta  levhasının  görüldüğü  boş  bir  ev  vardı.  Küçük  evin
arkasında bir selvinin çevrelediği küçük bir bahçe vardı, bu bahçeye de küçük


bir tahta kapı açılıyordu. Hem evin, hem de dükkanın girişi olarak kullanılan
kapı  büyük  sokağa  açılıyordu.  Bütün  çevrede  de  ıssız  kırlar,  ekilmiş  geniş
tarlalar, büyük dut bahçeleri uzanıyordu.
Neredeyse  gece  yarısı  olacaktı,  yağmur  yağıyor,  rüzgar  esiyordu.
Ferruccio’yla  büyükanne  daha  uyumamışlar,  yemek  odasında  oturuyorlardı.
Bu  odayla  küçük  bahçe  arasında  eski  eşyaları  koydukları  küçük  bir  odacık
vardı.  Ferruccio  epey  yol  teptikten  sonra  gece  saat  on  birde  eve  dönmüştü.
Büyükanne  gözünü  kırpmadan,  endişe  içinde  onun  dönüşünü  beklemişti.
Kollu, geniş bir sandalye de oturuyordu. Bütün gününü hatta bazen de bütün
geceyi  burada  geçiriyordu,  çünkü  çektiği  nefes  darlığı,  yatmasına  engel
oluyordu.
Yağmur yağıyordu ve hızla esen rüzgar yağmuru camlara çarpıyordu. Gece
çok  karanlıktı.  Ferruccio  yorgun,  çamur  içinde  dönmüştü.  Ceketi
parçalanmış,  atılan  bir  taş  alnını  yaralamıştı.  Arkadaşlarıyla  birbirlerini  taş
yağmuruna  tutmuşlar,  her  zaman  yaptıkları  gibi  de  sonunda  dövüşmüşlerdi.
Bütün  bunlar  yetmiyormuş  gibi  oyun  oynamış,  bütün  parasını  kaybetmiş,
beresini de bir hendekte unutmuştu.
Odayı  yalnız,  büyükannenin  sandalyesinin  yanına,  masanın  bir  köşesine
yerleştirilen  küçük  bir  yağ  kandili  aydınlatıyordu  ama,  büyükanne  hemen
torununun acıklı halini görmüş, başına gelenlerin çoğunu da tahmin etmişti.
Bu  çocuğu  bütün  kalbiyle  severdi.  Bütün  olanları  öğrenince,  ağlamaya
başladı. Uzun bir sessizlikten sonra da:
– “Ah! Hayır, hayır, sen şu zavallı büyükannene hiç acımıyorsun. Annenin,
babanın  yokluğundan  yararlanıp  beni  böyle  üzdüğüne  göre  sen  çok  kalpsiz
bir  çocuksun.  Bütün  gün  beni  tek  başıma  bıraktın!  Bana  birazcık  olsun
acımadın.  Dikkat  et,  Ferruccio!  Seni  acıklı  bir  sona  ulaştıracak  olan  kötü
yolda  yürüyorsun.  Senin  gibi  davranmaya  başlayan  ve  sonu  fena  biten  pek
çok  kişi  gördüm.  Daha  şimdiden  evden  kaçmaya,  arkadaşlarınla  kavga
etmeye,  paranı  kaybetmeye  başlarsan;  sonra,  yavaş  yavaş  taş  darbelerinden
bıçak  darbelerine,  oyundan  diğer  kötülüklere,  diğer  kötülüklerden  de...
hırsızlığa geçersin,” dedi.
Ferruccio  büyükannesinin  yakınında,  dimdik  oturmuş,  yemek  dolabına
dayanmış,  çenesi  göğsüne  dayalı,  kaşları  çatık,  dövüşün  yarattığı  öfkeden
kıpkırmızı,  duruyordu.  Kestane  rengi  saçları  alnına  düşmüştü,  mavi  gözleri
de hiç kımıldamıyordu.
Büyükanne ağlayarak:
–  “Oyundan  hırsızlığa”  diye  tekrarlıyordu.  “Düşün  Ferrucio.  Bir  zamanlar


memleketimizde  yaşayan  talihsiz  Vito  Mozzoni’yi  düşün,  şimdi  şehirde
serserilik  ediyor.  Daha  yirmi  dört  yaşında  ama,  iki  defa  hapiste  yattı,
annesinin kalp sektesinden ölümüne sebep oldu, annesini yakından tanırdım,
babası  da  ümitsizliğe  kapıldı  ve  İsviçre’ye  kaçtı.  Babasının  bile  selam
vermeye  utandığı  o  talihsiz  halini  düşün.  Hep  kendisinden  daha  adi
arkadaşlarla  geziyor,  kürek  cezasına  çarpılıncaya  kadar  da  böyle  yaşayacak.
Ben  onun  çocukluğunu  bilirim,  o  da  senin  gibi  başladı.  Düşün  ki
davranışlarını değiştirmezsen annenle babanı aynı sona sürükleyeceksin.
Ferruccio  susuyordu.  O  hiç  de  kalpsiz  bir  çocuk  değildi,  kim  demiş.
Haşarılığı aşırı canlılığından ileri geliyordu. Bu konuda babası onu uyarmış,
istese çok iyi kalpli bir çocuk olabileceğini söylemişti. Babası ona güveniyor,
bir  gün  doğru  yola  geçeceğine  inanıyordu.  Yaptıklarından  üzüntü
duymuyordu  ama,  iyi  bir  çocuktu.  Çok  inatçı  olduğundan,  yaptıklarına
pişman  olduğu  zaman  bile,  bağışlanmasını  sağlayacak  o  iyi,  güzel  sözleri;
“Evet,  kabahatliyim,  bir  daha  yapmayacağım,  söz  veriyorum,  beni  affet”,
dememek  için  kendini  zorluyordu.  Bazen  yaptıklarına  öyle  üzülüyordu  ki,
yüreği sızlıyordu ama, gururu buna engel oluyordu.
Onun böyle sustuğunu gören büyükanne:
–  “Ah!  Ferruccio,  bana  pişman  olduğunu  anlatan  tek  kelime  bile
söylemiyorsun! Bak beni ne hale soktun, ölebilirim de. Beni bu kadar üzecek
kadar  kötü  kalpli  olma,  böylesine  yaşlı,  son  günlerini  yaşayan  annenin
annesine  karşı  böyle  davranman  doğru  mu?  Seni  her  zaman  sevmiş  olan
sevgili  büyükannen:  Sen  daha  birkaç  aylık  bir  bebekken  ben  geceler  ve
geceler  boyunca  senin  beşiğini  sallardım,  seni  eğlendirebilmek  için  yemek
bile  yemezdim,  sen  bunları  bilmiyorsun!  Her  zaman:  ‘Bu  çocuk  benim  tek
avuntum olacak!’ derdim. Halbuki şimdi sen beni üzüntünden öldürüyorsun!
Eskiden,  seninle  beraber  dolaştığımız  günlerdeki  gibi  uysal,  iyi  bir  çocuk
olabilmen  için  gerekirse  geri  kalan  şu  son  günlerimi  de  vermeye  hazırım.
Hatırlıyor  musun  o  günleri,  Ferruccio?  Seninle  kırlarda  dolaşırken  ceplerini
ufak  taşlar,  kuru  otlarla  doldururdun,  seni  kollarımda  uyumuş  olarak  eve
getirirdim.  O  zamanlar  zavallı  büyükanneni  severdin.  Felç  gelip  bir  köşeye
oturduğumdan  beri,  ciğerlerime  dolan  hava  gibi  senin  sevgine  ihtiyacım
olduğu  halde  benden  kaçıyorsun.  Biliyorsun  ki  dünyada  senden  başka
kimsem yok, ben yarı ölü, zavallı bir kadınım, ah Tanrım!..”
Büyükannenin  bu  sözleri  Ferruccio’yu  öyle  üzmüş,  kalbini  öyle
yumuşatmıştı  ki  sevinçle  büyükannesine  atılmaya  hazırlanıyordu.  Tam  bu
sırada  bahçeye  açılan  bitişik  odadan  gelen  hafif  bir  gıcırtı,  bir  çıtırtı


duyduğunu  sandı;  ama,  bu  sesi  şiddetle  esen  rüzgar  mı  çıkarmıştı  yoksa  bir
başkası mı anlayamadı.
Kulak kabarttı.
Yağmur daha da artmıştı.
Bitişik odandan gelen gıcırtı tekrarlandı. Büyükanne de bu sesi duydu.
Heyecanlanan büyükanne biraz sonra sordu:
– “N’oluyor?”
Çocuk:
– “Yağmur” diye mırıldandı.
İhtiyar kadıncağız yaşlı gözlerini kurulayarak:
– “Bundan böyle, Ferruccio, iyi bir çocuk olacağına ve zavallı büyükanneni
bir daha ağlatmayacağına söz ver...”
Tekrarlanan hafif bir gıcırtı sözlerini yarıda kesti.
Büyükanne, sarararak:
–  “İyi  ama,  bu  pek  yağmur  sesine  benzemiyor!..  git  bak  bakalım!”  dedi,
sonra hemen ekledi: “Yok, yok burada kal!” ve Ferruccio’nun elini yakaladı.
İkisi  de  nefeslerini  kesip  beklemeye  koyuldular.  Yalnız  su  sesi
duyuluyordu.
Sonra ikisi birden ürperdiler.
İkisi de bitişik odadan gelen birtakım ayak sesleri duydular.
Korkudan nefes nefese olan çocuk:
– “Kim var orada?” diye sordu.
Kimse karşılık vermedi.
Korkudan taş kesilen Ferruccio bir daha sordu:
– “Kim var orada?”
Ama,  bu  sözler  henüz  ağzından  dökülmüştü  ki,  ikisi  de  bir  dehşet  çığlığı
attılar.  Odanın  içine  fırtına  gibi  iki  adam  girmişti;  biri  çocuğu  yakaladı  ve
eliyle ağzını kapadı; öbürü de ihtiyarın boğazını sıktı. Birincisi:
– “Ölmek istemiyorsan sus!” dedi.
İkincisi de:
– “Susun!” dedi ve bıçağını çekti.
Adamların  ikisi  de  yüzlerine  birer  maske  geçirmişlerdi,  yalnız  göz
kısımlarında iki delik vardı.
Bir an yalnız dört kişinin heyecanlı soluğuyla, şakır şakır yağan yağmurun
sesi duyuldu. İhtiyar kadıncağız hırıldıyordu, gözleri yerinden fırlamıştı.
Çocuğu yakalamış olan onun kulağına doğru eğildi ve:


– “Baban parasını nerede saklıyor?” diye sordu.
Çocuk belli belirsiz duyulan bir sesle, korkudan dişleri birbirine çarparak:
– “Orada... dolapta” dedi.
Adam:
– “Gel benimle” dedi.
Çocuğu  boğazından  sıkı  sıkı  tutarak  bitişik  odaya  sürükledi.  Orada,  yerde
soluk bir lamba yanıyordu.
– “Dolap nerede?” diye sordu.
Soluk soluğa olan çocuk dolabı işaret etti.
Çocuğu iyicene kontrolü altında alabilmek için adam onu diz üstü yere itti,
dolabın  önüne  sürükledi  ve  bacaklarıyla  onu  boğazından  yakaladı,  böylece
bağıracak  olursa  çocuğu  hemen  boğazlayabilirdi.  Bıçağını  dişlerinin  arasına
sıkıştırdı, bir eline lambayı aldı öbür eline de ucunda sivri bir demir parçasını,
demir  parçasını  deliğe  soktu,  kilidi  zorladı,  kırdı,  dolabın  kapılarını  açtı,
aceleyle  her  şeye  bir  göz  attı,  ceplerini  doldurdu,  tekrar  dolabı  kapadı,  gitti
kapıyı  açtı,  işini  bitirdikten  sonra  çocuğu  gene  boğazından  yakaladı  ve  onu
öbür  odaya  götürdü.  Öbür  odada  ikinci  adam  hala  yaşlı  kadıncağızı
boğazından  yakalamış  duruyordu.  İhtiyarın  nefesi  kesilmiş,  başı  arkaya
düşmüş, ağzı açılmıştı.
İhtiyarın yanındaki adam alçak sesle:
– “Buldun mu?” diye sordu.
Arkadaşı karşılık verdi:
– “Buldum,” ve ekledi “Git kapıya bak.”
Büyükannenin  boğazını  sıkan  adam  bahçe  kapısına  koştu,  kimse  var  mı
diye baktı ve bitişik odadan, ıslık gibi çıkan bir sesle:
– “Gel!” diye seslendi.
Odadan  bulunan  adam,  daha  Ferruccio’yu  bırakmamıştı,  gözlerini  açmaya
başlayan ihtiyara ve çocuğa bıçağını göstererek:
– “En ufak bir ses duyarsam geri döner, sizi temizlerim!” dedi.
Bir süre gözlerini kırpmadan ikisine de baktı.
Tam  bu  sırada,  yoldan  geçen  kalabalığın  söylediği  uzaktan  gelen  bir  şarkı
duyuldu.
Hırsız  başını  hızla  kapıya  doğru  çevirdi  ve  bu  hızlı  hareketin  sonunda
yüzündeki maske düştü.
İhtiyar bir çığlık attı:
– “Mozzoni!”


Tanınan hırsız:
– “Uğursuz ihtiyar, öleceksin!” diye kükredi.
Bıçağını çekti ve birden bayılan büyükannenin üstüne yürüdü.
Katil bıçağını uzattı.
Ama,  ani  bir  hareketle,  ümitsiz  bir  çığlık  atarak  Ferruccio  büyükannesinin
üstüne  atıldı  ve  onu  kendi  vücuduyla  sardı.  Katil  masaya  çarparak  kaçtı  ve
sönen lambayı devirdi.
Çocuk  yavaş  yavaş  büyükannesinin  üstünden  çekildi,  dizlerinin  üstüne
düştü, başı büyükannenin göğsüne dayalı, kolları onun beline sarılı bir halde
böyle kaldı.
Aradan biraz zaman geçti. Etraf zifiri karanlıktı. Köylülerin şarkısı gittikçe
kırlara  doğru  uzaklaşıyordu.  İhtiyar  yavaş  yavaş  kendine  geliyordu.  Dişleri
çarparak, soluk gibi çıkan inceci bir sesle:
– “Ferruccio!” diye seslendi.
Çocuk:
– “Büyükanne” diye karşılık verdi.
İhtiyar  kadıncağız  konuşabilmek  için  çaba  harcadı;  ama  korkudan  dili
tutulmuştu.
Bir süre hiç konuşamadı, tir tir titriyordu. Sonra:
– “Gittiler mi?” diye sorabildi.
– “Evet”
Heyecanın kestiği, cansız bir sesle, ihtiyar:
– “Beni öldürmediler” diye mırıldandı.
Ferruccio boğuk bir sesle:
–  “Hayır...  hayattasınız”  dedi.  “Yaşıyorsunuz,  sevgili  büyükanne.  Yalnız
parayı aldılar. Zaten babam... Paranın büyük bir kısmını yanına almıştı.”
Büyükanne derin bir soluk aldı.
Ferruccio, diz üstü, büyükannesini belinden tutarak:
–  “Büyükanne,  sevgili  büyükanneciğim...  Beni  seviyor  sunuz,  değil  mi?”
dedi.
Büyükanne ellerini torununun başına koyarak, karşılık verdi:
–  “Ah!  Ferruccio!  Zavallı  çocuğum  benim!  Kim  bilir  ne  kadar
korkmuşsundur!  Ah  tanrım!  Sen  bize  acı!  Lambayı  yakıver...  Hayır,  hayır,
karanlıkta oturalım, daha hala korkuyorum.”
Çoc uk:
–  “Büyükanne”  diye  sözüne  devam  etti.  “Şimdiye  dek  ben  sizi  hep


üzdüm...”
–  “Hayır,  Ferruccio,  hayır,  böyle  şeyler  söyleme.  Artık  ben  bunları
düşünmüyorum bile, her şeyi unuttum, seni öyle çok seviyorum ki!”
Ferruccio, sesi titreyerek, zorlukla devam etti:
– “Şimdiye dek hep sizi üzdüm... Ama, sizi daima sevdim. Beni bağışlıyor
musunuz? Beni bağışlayın, büyükanne”
–  “Evet,  çocuğum,  evet,  seni  bağışlıyorum,  seni  bütün  kalbimle
bağışlıyorum.  Seni  nasıl  bağışlamam.  Ayağa  kalk,  çocuğum.  Artık  seni  hiç
azarlamayacağım.  Sen  iyi  bir  çocuksun,  çok  iyi  bir  çocuksun!  Lambayı
yakalım. Biraz cesaretimizi toplayalım. Kalk Ferruccio.”
Çocuk, sesi gittikçe daha da zayıflayarak:
–  “Teşekkür  ederim,  büyükanne”  dedi.  “Şimdi  artık...  mutluyum.  Beni
hatırlayacaksınız, büyükanne... değil mi? Beni her zaman hatırlayacaksınız...
Ferruccio’nuzu...”
Büyükanne  şaşkın,  endişeli,  ellerini  torununun  omzuna  koyup,  yüzüne
bakmak istermiş gibi başını eğerek:
– “Benim sevgili Ferruccio’m!” diye haykırdı.
Zayıf bir soluk gibi çıkan cansız bir sesle çocuk bir kere daha:
–  “Beni  unutmayın”  diye  mırıldandı.  “Annemi,  babamı,  Luigina’yı  benim
tarafımdan öpün... Elveda, büyükanne...”
İhtiyar  kadıncağız  çocuğun  dizleri  üstüne  düşen  başını  titreyen  elleriyle
yoklayarak;
–  “Tanrı  aşkına,  neyin  var,  n’oluyor!”  diye  haykırdı.  Sonra,  boğazında
düğümlenen boğuk bir sesle: “Ferruccio! Ferruccio! Ferruccio! Benim sevgili
çocuğum! Bir tanem! Meleğim benim, bana yardım edin” diye bağırdı.
Ama, Ferruccio artık karşılık vermiyordu. Küçük kahraman, anneannesinin
kurtarıcısı, sırtından aldığı derin bir bıçak darbesiyle güzel, korkusuz ruhunu
Tanrıya yollamıştı.



Yüklə 1,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   50   51   52   53   54   55   56   57   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin