dikkatle seçerek, “buraya geldikten kısa bir süre sonra meşe ağacında salıncak yaptığımı ve düşüp
dizimi yaraladığımı hatırlıyor musun?”
“Evet,”
dedi Maria, “yine acımıyor, değil mi?” “Hayır, konu bu değil,” dedi Bruno.
“Yaralandığımda Pavel evdeki tek yetişkindi ve beni buraya getirip yaramı temizledi, yıkadı ve
üstüne yeşil bir sıvı sürdü. Biraz yaktı, ama sanırım iyi geldi. Sonra da sardı.”
“Eğer biri yaralanırsa herkesin yapacağı şey bu,” dedi Maria.
“Biliyorum,” diye devam etti çocuk, “ama bana, aslında garson olmadığını söyledi.”
Maria’nın yüzü bir an dondu, bir süre bir şey söylemedi. Bunun yerine başka tarafa baktı, başını
sallamadan önce dudaklarını yaladı, “Anlıyorum,” dedi. “Peki ne olduğunu söyledi?”
“Bir doktor olduğunu söyledi,” dedi Bruno. “Bu bana pek doğru gelmedi. O bir doktor değil, değil
mi?”
“Evet,” dedi Maria başını sallayarak, “evet, o bir doktor değil, garson.”
“Biliyordum,” dedi Bruno, kendinden emin olduğunu hissederek.
“Öyleyse bana neden yalan söyledi? Bu çok anlamsız.” “Pavel artık doktor değil Bruno,” dedi Maria
usulca.
“Ama başka bir hayatta öyleydi. Buraya gelmeden önceki hayatında.”
Bruno, kaşlarını çattı ve bunu düşündü. “Ben anlamıyorum,” dedi.
“Pek azımız anlıyor,” dedi Maria.
“Ama eğer eskiden doktorsa artık neden değil?” Maria içini çekip kimsenin gelmediğinden emin
olmak için pencereden dışarı baktı, sonra sandalyeyi işaret etti. Bruno ile birlikte oturdular.
“Hayatı hakkında Pavel’in bana anlattıklarını sana söylersem,” dedi, “kimseye tekrarlamamalısın,
anlıyor musun? Yoksa hepimizin başı büyük belaya girer.” “Kimseye söylemem,” dedi Bruno. Sır
duymaya bayılırdı ve neredeyse hiç ağzından kaçırmazdı, tabii tamamen
gerekli olduğu durumlar
hariç. Ve öyle olunca da yapabileceği bir şey yoktu.
“Tamam,” dedi Maria. “Bütün bildiğim şu...”
Bruno, her gün Shmuel ile buluştuğu yere varmakta gecikmişti. Yeni arkadaşı her zamanki gibi
bağdaş kurmuş, onu bekliyordu.
“Geciktiğim için özür dilerim,” dedi, tel örgüden ekmek ve peynirin birazını uzatarak. Geri
kalanını yolda gelirken acıktığını hissedip yemişti.
“Maria ile konuşuyordum.”
“Maria kim?” diye sordu Shmuel, başını kaldırmadan, aç kurtlar gibi yiyeceklere saldırarak.
“Bizim hizmetçimiz,” diye açıkladı Bruno. “Babam hak ettiğinden fazla para aldığını söylese de
çok iyi biridir. Neyse, bana Pavel’den söz ediyordu, sebzeleri soyup
yemekte bize garsonluk yapan
adamdan... Sanırım tel örgünün ötesinde, senin tarafında yaşıyor.”
Shmuel, bir an başını kaldırıp ona baktı ve yemeğe ara verdi. “Benim tarafımda mı?” diye sordu.
“Evet, onu tanıyor musun? Çok yaşlı, beyaz bir ceketi var ve garsonluk yaparken giyiyor.
Herhalde onu görmüşsündür.”
“Hayır,” dedi Shmuel, başını sallayarak. “Onu tanımıyorum.”
“Fakat tanıman gerekir,” dedi Bruno alıngan bir şekilde, sanki Shmuel bilerek zorluk çıkarıyormuş
gibi. “Bazı yetişkinler kadar uzun boylu değil, gri saçları var ve biraz topallıyor.”
“Tel örgünün bu tarafında kaç kişinin yaşadığının farkında olduğunu sanmıyorum,” dedi Shmuel.
“Burada binlerce kişiyiz.”
“Fakat onun adı Pavel,” diye ısrar etti Bruno. “Salıncağımdan düştüğümde, mikrop kapmayayım
diye yarayı temizledi ve bacağımı sardı. Sana ondan bahsetmek islememin nedeni onun da
Polonya’dan gelmiş olması. Senin gibi...”
“Burada çoğumuz Polonya’danız,” dedi Shmuel. “Elbette bazıları başka yerlerden, mesela
Çekoslovakya’dan ve...”
“Evet, ama bu yüzden yine de onu tanıyabileceğini düşündüm. Buraya gelmeden önce yaşadığı
şehirde doktormuş; ama artık doktor olmasına izin vermiyorlarmış, yaralandığımda
dizimi
temizlediğini baba öğrenseymiş başı büyük derde girermiş.”
“Askerler genelde insanların iyileşmelerinden hoşlanmazlar,” dedi Shmuel son lokmayı yutarken.
“Genelde tam tersi olur.”
Shmuel’in ne demek istediğini pek anlamasa da Bruno başını salladı ve gözlerini havaya kaldırdı.
Bir süre sonra tellerin ardından ona baktı ve aklını kurcalayan başka bir soruyu sordu;
“Büyüdüğünde ne olmak istediğini biliyor musun?” “Evet,” dedi Shmuel. “Bir hayvanat
bahçesinde çalışmak istiyorum.”
“Hayvanat bahçesi mi?” diye sordu Bruno “Hayvanları severim,” dedi Shmuel usulca.
“Ben asker olacağım!” dedi Bruno kararlı bir sesle. “Baba gibi.”
“Ben asker olmak istemem,” dedi Shmuel.
“Teğmen Koder gibi biri demek istemedim,” dedi Bruno çabucak. “Etrafta sanki oranın
sahibiymiş gibi dolaşan, ablanla gülüşüp annenle fısıldaşan biri değil. Bence o hiç iyi bir asker değil.
Ben baba gibi biri diyorum. İyi askerlerden biri.”
“İyi asker diye bir şey yok,” dedi Shmuel.
“Elbette var,” dedi Bruno.
“Kim?”
“Şey, mesela baba,” dedi Bruno. “O yüzden bu kadar etkileyici bir üniforması
var ve o yüzden
insanlar ona Kumandan deyip ne söylerse yapıyorlar. Çok iyi bir asker olduğundan Fury, onun için iyi
şeyler düşünüyor.”
“İyi asker diye bir şey yoktur,” diye tekrarladı Shmuel.
“Baba dışında,” diye tekrarladı Bruno, Shmuel’in ısrar etmeyeceğini umuyordu; çünkü onunla
tartışmak islemiyordu. Ne de olsa buradaki, Out-With’deki tek arkadaşıydı. Ama baba da babasıydı
ve Bruno birinin onun hakkında kötü bir şey söylemesini doğru bulmuyordu.
İki çocuk da birkaç dakika çok sessiz kaldılar, ikisi de sonradan pişman olacağı bir şey söylemek
islemiyordu.
“Buranın nasıl bir yer olduğu hakkında hiçbir fikrin yok,” dedi Shmuel sonunda alçak bir sesle.
Öyle ki sesi, Bruno’ya zor ulaştı.
“Ablan yok, değil mi?”
diye sordu Bruno çabucak, duymamış gibi yaparak, çünkü bu şekilde
cevap vermek zorunda kalmıyordu.
“Hayır,” dedi Shmuel başını sallayarak.
“Şanslısın,” dedi Bruno. “Gretel, sadece on iki yaşında ama her şeyi bildiğini sanıyor. O
gerçekten umutsuz vaka. Penceresinden dışarıya bakıyor. Teğmen Kotler’in geldiğini görünce
aşağıya, girişe koşuyor ve sanki baştan beri oradaymış gibi davranıyor.
Geçen gün onu böyle
yaparken yakaladım. Teğmen içeri girdiğinde sıçradı ve şöyle dedi: ‘
Teğmen Kotler, burada
Dostları ilə paylaş: