“Kimseyle beraber olmam gerektiğini söylemedim.” “Evet söyledin,
birinin onu unuttuğunu
sanacağını söyledin.”
“Efendim?”
“Bruno!” dedi kız tehditkâr bir sesle.
“Delirdin mi? “ diye sordu, bunu tamamen uydurduğunu düşünmesini sağlamaya çalışıyordu, ama
büyükannesi gibi doğal bir oyuncu olmadığından pek inandırıcı değildi. Gretel başını sallayıp
parmağını ona doğrulttu:
“Ne dedin Bruno?” diye ısrar etti. “Beraber olman gereken biri olduğunu söyledin, kimdi o?
Söyle bana. Burada beraber oynayacak kimse yok, değil mi?”
Bruno, içinde bulunduğu ikilemi düşündü. Bir taraftan ablası ile çok can alıcı ortak bir noktaları
vardı: Yetişkin değillerdi. Ona hiç sorma zahmetinde bulunmamış olsa bile, Out-With’de en az
kendisi kadar yalnızlık çekme ihtimali vardı. Ne de olsa Berlin’de Hilda, Isobel ve Louise’le
oynayabiliyordu. Can sıkıcı kızlar olabilirlerdi ama onun arkadaşıydılar. Burada cansız bebek
koleksiyonu dışında kimsesi yoktu. Grelel’in gerçekten ne kadar çılgın olduğunu kim bilebilirdi?
Belki de bebeklerin onunla konuştuğunu düşünüyordu.
Ama öle yandan reddedilemez bir gerçek vardı: Shmuel onun arkadaşıydı, Gretel’in değil ve onu
paylaşmak istemiyordu. Bunun için yapacak tek bir şey vardı, o da yalan söylemek.
“Yeni bir arkadaşım var,” diye başladı. “Her gün görmeye gittiğim yeni bir arkadaş. Şimdi beni
bekliyor. Ama kimseye söyleyemezsin.”
“Neden?”
“Çünkü
o hayali bir arkadaş,” dedi Bruno, tıpkı İsviçre’deki babası ile ilgili hikâyede sıkışıp
kalınca Teğmen Kotler gibi utangaç görünmek için elinden gelem yaparak. “Her gün beraber
oynuyoruz.”
Gretel, ağzını açıp ona baktı, sonra kahkahayla gülmeye başladı. “Hayali bir arkadaş!..” diye
çığlık attı. “Hayali arkadaş için biraz büyük değil misin?”
Bruno, hikâyesini daha inandırıcı kılmak için utanmış gibi görünmeye çalıştı. Yatağında kıvrandı.
Ablasının gözlerinin içine bakmadı ve bu kesinlikle işe yaradı. O kadar da kötü bir aktör olmadığını
düşündü bir an. Yüzünü kızartabilmeyi diledi; ama bunu yapmak zordu. Bu nedenle yıllardan beri
başına gelen utanç verici şeyleri düşündü ve bunun işe yarayıp yaramayacağım merak etti.
Banyo kapısını kilitlemeyi
unuttuğu günü düşündü, büyükannesi içeri girip onu çıplak görmüştü.
Sınıfta elini kaldırıp öğretmene anne dediği ve herkesin ona güldüğü günü hatırladı. Bir grup kızın
önünde bisikleti ile özel bir numara yapmaya çalışırken düşüp dizini çizdiği ve ağladığı günü
hatırladı.
Onlardan bir tanesi işe yaradı ve yüzü kızarmaya başladı.
“Kendine bir bak,” dedi Gretel, bunu onaylayarak, “kıpkırmızı oldun.”
“Çünkü sana söylemek islemiyordum,” dedi Bruno.
“Hayali bir arkadaş; cidden Bruno, sen umutsuz bir vakasın.” Bruno gülümsedi;
çünkü iki şey
biliyordu: Birincisi yalanı işe yaramıştı. İkincisi, eğer bir umutsuz vaka varsa bu, Gretel’di, kendisi
değil.
“Beni yalnız bırak,” dedi. “Kitabımı okumak istiyorum.”
“Neden uzanıp gözlerini kapatmıyor ve hayali arkadaşının sana okumasına izin vermiyorsun?”
dedi Gretel. Kendisinden çok memnundu, çünkü kardeşi üstünde bir koz elde etmişti. Aceleyle
harcamaya hiç niyeti yoktu. “Seni zahmetten kurtarır.”
“Belki bütün bebeklerini pencereden alması için göndermeliyim,” dedi.
“Bunu yaparsan başın derde girer,” dedi Gretel ve onun ciddi olduğunun farkındaydı. “Söyle bana
Bruno, sen ve bu hayali arkadaşın beraber ne yapıyorsunuz da onu bu kadar özel kılıyor?”
Bruno bunu düşündü. Aslında Shmuel hakkında biraz
konuşmak istediğini fark etti, belki de
ablasıyla onun varlığı hakkında gerçeği söylemeden konuşmanın bir yoluydu.
“Her şey hakkında konuşuyoruz,” dedi. “Ona Berlin’
deki evimizden, sokaktaki diğer bütün
evlerden, meyve ve sebze tezgâhlarından, kafelerden, itilip kakılmak istemiyorsan cumartesileri şehir
merkezine gitmemek gerektiğinden ve hayattaki en iyi üç arkadaşım Kari, Daniel ve Martin’den söz
ediyorum.”
“Ne kadar ilginç,” dedi Gretel alaylı bir şekilde, Yakın zaman önce doğum günü olmuştu ve on üç
yaşına girmişti. Alaycılığın, kültür ve deneyimin en üst noktası olduğunu sanıyordu. “O sana ne
anlatıyor?”
“Ailesini, üst katında yaşadıkları saatçi dükkânını, burada tanıdığı insanları,
eskiden beraber
oynadığı ama veda etmeden ortadan kayboldukları için artık oynayamadığı çocukları anlatıyor.”
“Çok neşeli biri gibi,” dedi Gretel. “Keşke benim hayali arkadaşım olsaydı.”
“Ve dün bana büyükbabasının günlerdir görünmediğini, nerede olduğunu kimsenin bilmediğini, ne
zaman onu sorsa babasının ağlamaya başlayıp kendisine sanki öldürecekmiş gibi sımsıkı sarıldığını
anlattı.”
Bruno, sözünü bitirdi ve sesinin ne kadar alçaldığını fark elli. Bunlar, Shmuel’in ona anlattığı
şeylerdi; ama nedense bunların arkadaşını ne kadar üzmüş olduğunu, ilk duyduğunda anlayamamıştı.
Şimdi bunları yüksek sesle tekrarlayınca, araştırma gibi saçma sapan şeylerden konuşmak yerine,
arkadaşını neşelendirmeye çalışmadığı için kendini berbat hissetti.
Bunun için yarın özür
dileyeceğim, dedi kendi kendine.
“Eğer babam hayali bir arkadaşla konuştuğunu bilse başın derde girerdi,” dedi Gretel. “Bence
buna son vermelisin.”
“Neden,” diye sordu Bruno.
“Çünkü sağlıklı değil,” dedi. “Deliliğin ilk belirtileri.” Bruno başını salladı. “Vazgeçebileceğimi
sanmıyorum,” dedi çok uzun bir duraklamadan sonra. “Bunu yapmak istediğimi sanmıyorum.”
“Bir
şey fark etmez,” dedi Gretel, ona her saniye daha da iyi davranıyordu. “Yerinde olsam
kendime saklardım.”
“Şey,” dedi Bruno üzgün görünmeye çalışarak. “Kimseye söylemezsin, değil mi?”
Başını hayır anlamında salladı. “Kendi hayali arkadaşım dışında hiç kimseye söylemem.”
Bruno içini çekli. “Senin de bir tane var mı?” diye sordu, onu tel örgünün başka bir yerinde kendi
yaşında bir kızla konuştuğunu ve saatlerce küçümseyici davrandığını hayal ederek.
Gretel, “Hayır,” diyerek güldü. “On üç yaşındayım, tanrı aşkına! Sen yapabiliyorsun diye ben de
çocuk gibi davranamam.”
Bunu söyledikten sonra odadan ayrıldı. Bruno, koridorun karşısında bebekleri ile konuştuğunu;
arkasını döner dönmez başlarını bu kadar belaya soktukları için onları azarladığını;
tekrar
düzenlemekten başka çaresi olmadığını ve tüm zamanını onlarla uğraşmaya harcayacağını mı
sandıklarını söylediğini duyabiliyordu.
“Bazı insanlar!” dedi, işe koyulmadan önce yüksek sesle.
Bruno, kitabına dönmeye çalıştı ama ilgisini kaybetmişti. Bunun yerine dışarıdaki yağmuru seyretti
ve Shmuel, her neredeyse, onu düşünüyor mu, sohbetlerini özlüyor mu, diye merak etti.