Ay m, çok alçak olduğuna dikkat etti. Ay, ışığım nereden alıyordu ? Tabiî ki güneşten. -Peki, güneşi
aydınlatan neydi? Kendi ateşi. Ve güneş her gün yanıyor, yanmaya devaın ediyordu. Güneş ve zaman.
Güneş ve zaman bera-yanıyordu. Yanma. Nehir yavaş yavaş sürüklüyordu, Yanma.
Güneş ve
yeryüzündeki her saat. Hepsi birleşip tek bir düşünce halini alıyordu. Uzun zaman karada ve kısa zaman
nehirde yüzdükten sonra bir daha yamnama-sı gerektiğine karar verebiliyordu.
Güneş her gün yanıyordu. Zamanı da beraberinde yakıyordu. Dünya ekseni etrafında dönüyor, yıllan ve
yıllarla beraber insanları yakıyordu. Bu bakımdan, şeyleri itfaiyecilerle birlikte yakacak olursa, güneş de
zamanı yakacaktı; bu da demekti ki, her şey yanmaya mahkûmdur.
Onlardan biri yanmaya durdurmalıydı, Güneş yanmak zorundaydı. Bunun için yanmayı durdurmak
Mon-tag'a düşüyordu. Tasarruf yapmak da şarttı. Birisinin tasarruf yapması gerekliydi. Kitapların,
kayıtların, şu veya bu şekilde saklanması lâzımdı.
Topuklarının nehrin yatağına dokunduğunu hissete ti. Nehir onu kıyıya sürüklemişti,
. Simsiyah, büyük kütleye baktı. Tepeler, ormanlar, çimenler kendisini bekliyor gibiydi.
Nehrin güven verici suyundan ayrılmak istemiyordu. Mekanik köpeği karada bulabilirdi.
Ağaçlar birden
helikopterlerin pervanelerinden çakan üzgârla samla bilirdi..
— 131 —
Fakat etrafta sadece Sonbahar rüzgârı vardı. O da nehir gibi yalnız di. Mekanik köpek neden
koşmamıştı ? Neden anama karaya doğru sürüklenmişti
Montag, bütün gücünü kulaklarına vererek dinledi.
Etrafta derin bir sessizlik vardı hüküm sürüyordu.
Millie, diye düşündü. Bütün ülke burada. Dinle!
Hiç bir şey, hiç bir şey yok. Öylesine sessiz, ki, Millie,
acaba sen nasıl karşılardın? Sus, diye hayk:rır miydin? Ah, Millie, Millie. Montag, birden çok üzgün
olduğunu fark etti.
Millie, burada değildi. Mekanik caaıavar burada değildi. Uzaklardan gelen kuru ot kokusu Montag'ı
kıyıya doğru çekti. Çok küçükken ziyaret ettiği bir çiftliği hatırladı.
Orada kuzular otluyor, domuzlar başı
boş dolaşıyor, güneş her tarafı kavuruyor, horozlar alabüdik-lerine ötüyorlardı. Dağların yamaçları
rengârenk çiçeklerle süslüydü.
Şimdi, kuru ot kokusu, sakin bir çiftliğin samanlığında, gürültülü kara yolundan uzakta uyumak arzusunu
doğuruyordu. Bir çiftliğin yüksek ısamanhğma tırmanacak ve bütün geceyi hayvanların,
böceklerin,
rüzgarın sesini dinleyerek geçirecekti.
Bütün geceyi tahayyül edip durdu. Ayak seslerini duyacak, başım kaldırıp bakacak, kimıseyi
göremeyince tekrar başını samanların üstüne koyup yatacaktı. Sonra çiftük evimin ışıklarının döndüğünü
görecek »karanlık penceresinin önünde saçlarını Ören genç kadını düşünecekti.
Kadını görmek sor olacaktı,
fakat yüzü, geçmişte kalan kızın yüzünü andıracaktı. Havayı, suyu tanıyan,
karahindibanın nasıl bir çiçek olduğunu bilen bu kızı çok arayor, özlemini çekiyordu.
Dostları ilə paylaş: