Sağlık Bakanlığı Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi



Yüklə 0,52 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə3/6
tarix16.02.2017
ölçüsü0,52 Mb.
#8534
1   2   3   4   5   6


ilişkiye girer. Ortaya çıkan heterodimerik kompleks, özgül DNA dizilerine bağlanır. Bu özgül 

dizilere  D  vitamini  yanıt  elementleri  (VDYE)  denir.  VDYE’ler  ile  kurulan  bu  ilişki  gen 

transkripsiyonunu  değiştirir.  Barsakta  kalsiyum  bağlayıcı  protein  sentezlenir,  kemikte 

osteokalsin, osteopontin ve alkalen fosfataz üretilir.  



 

21

1,25(OH)2D’nin  hedef  dokular  üzerinde  nükleer  reseptörler  aracılığı  ile  olmayan  etkileri  de 



vardır:  Kalsiyumun  hücre  dışından  hücre  içine  taşınmasını  arttırır,  hücre  içi  kalsiyum 

havuzlarından kalsiyumu mobilize eder, fosfotidilinozitol metabolizmasını uyarır (8,11). 

 

D Vitamini Üretimini Etkileyen Faktörler



 

 

Yağda  eriyen  bir  vitamin  olan  D  vitamini  ihtiyacımızın  çok  az  miktarı  doğal  gıdalardan 



karşılanırken,  çok  büyük  bir  kısmı  ise  vücudumuzun  en  büyük  organı  olan  ciltte  mor  ötesi 

ışınlarının  etkisiyle  7DHC’un  fotoizomerizasyonu  ile  başlayan  ve  gelişen  süreç  sonucu 

karşılanmaktadır.  25(OH)D  vitamininin  serumdaki  seviyesi  mor  ötesi  ışınlar  ile  artar,  ancak 

endokrin sistem tarafından sıkıca kontrol edilen 1,25(OH)2 D vitamini ise mor ötesi ışınlardan 

etkilenmemektedir (11, 80). 

 

Mor ötesi ışınların cilde ulaşan miktarını veya ciltteki 7DHC miktarını etkileyen faktörler, aynı 



zamanda  ciltte  D  vitamin  yapımını  da  etkilemiş  olur.  Bu  engeller  dış  veya  kişisel  etkenler 

olarak iki grupta toplanabilir. Dış etkenler olarak; enlem, deniz seviyesi, mevsim, günün saati 

(11.00-15.00 arası en etkili saatlerdir), atmosferdeki ozon miktarı, bulutlar, aerosoler ve albedo 

(yüzeyden ışınların yansıması) olarak sıralanabilir. Kişisel faktörlerden ise; cilt tipi, yaş, giyim, 

ciltte güneş koruyucuların kullanımı gibi nedenler sayılabilir (2, 82,83). 

 

Güneş  Zirve  Açısı  (GZA,  Solar  Zenith  Angle-SZA):  Güneş  ışınlarının  yer  yüzeyine  geliş 



açısıdır  ki  dünyanın  güneş  ve  kendi  etrafında  dönmesine  bağlı  olarak  güneş  ışınları  ile  yer 

yüzünün  pozisyon  değiştirmesi  sonucu  oluşmaktadır.  Güneş  gökte  en  yüksek  noktada 

olduğunda GZA en düşük açı olup, güneş ışınları en kısa yoldan yeryüzüne ulaşarak, tüm ışın 

enerjisi küçük bir alana düşmektedir. Ancak güneş batış veya doğuş pozisyonunda olduğunda 

ışınlar  daha  uzun  yoldan  geçerek  mor  ötesi  ışınların  enerjisi  yeryüzünde  daha  geniş  bir  alana 

yayılmaktadır.  Dar  GZA’sı  yazın,  öğlen  vakti  ve  ekvatora  yakın  enlemde  bulunurken,  geniş 

GZA  ise  kışın,  erken  öğleden  evvel,  geç  öğleden  sonra  ve  yüksek  enlemlerde  bulunmaktadır. 

(11,83).


 

Enlem  ile  mevsimsel  değişiklikler:  D  vitamini  kuzey  yarımkürede  yaz  sonu  en  yüksek 

seviyelerde  bulunurken,  kış  sonu  en  düşük  seviyelerde  bulunmaktadır.  Ancak  ekvatora 

yaklaştıkça  daha  fazla  mor  ötesi  ışınları  yeryüzüne  ulaşmakta  ve  yıl  içinde  daha  fazla  D 

vitamin sentezlenmektedir (83). 

 


 

22

Atmosferin özellikleri: Bunlardan ozon tabakası en önemlisi olup, UVB dalgalarının en önemli 



emicisidir.  Tropikal  bölgelerde  minimum  seviyede  bulunurken,  kutuplarda  maksimum 

miktarlarda bulunmaktadır. Ayrıca, ozon tabakası maksimum miktarda ilkbaharda bulunurken, 

sonbaharda en düşük seviyede bulunmaktadır. Atmosferdeki dinamikler, ozon tabakasının gün 

içinde %10-20’ye varan oranlarda değişimine neden olmaktadır (83). 

 

Bulutlardaki  katmanlar  ve  bulut  yüksekliği:  Büyük  oranda  ışınların  geçişini  etkilemektedir. 



Havadaki aerosoller de önemli bir faktör teşkil etmektedir. Nitekim Avrupada endüstri devrimi 

döneminde raşitizmin %80-90 gibi oranlarda görülmesinin en önemli nedenidir (83,84). 

 

Melanin:  Cildimizde  bulunan  melanin  güneşe  karşı  ilk  koruyucumuzdur.  Melanin  doğal  bir 



filtre  olup  özellikle  D3  vitamini  sentezlettiren  290-315nm  dalga  boyundaki  ultraviyole 

ışınlarını  absorbe  eder  ve  pro  D3  vitamini  ile  güneş  ışığı  için  yarışmaya  girer.  Ciltte  melanin 

miktarı artıkça aynı doz ışınlama ile daha az miktarda previtamin D üretilmektedir.  

 

Yaşlanma: Yaşlanmada epidermiste 7-DHC konsantrasyonu azaldığı için vitamin D3 oluşumu 



azalmaktadır (85,86). 

 

Güneş  gören  cilt  alanı:  Giysiler,  UV  ışınları  ile  cilt  arasında  önemli  bir  bariyer  teşkil 



etmektedir.  Özellikle  Arap  ülkelerinde  yapılan  yayınlarda,  güneşin  bol  olmasına  karşın, 

geleneksel  giysilerin  güneşten  yeterince  yararlanmayı  engelleyerek  D  vitamini  eksikliğine 

neden olduğu bildirilmektedir (87). 

 

Güneş koruyucular: UVB ve son zamanlarda UVA (321–400nm) ışınlarını absorbe etmek için 



üretilen  bu  ürünler  aynı  zamanda  cildin  D  vitamin  yapımını  engellemektedir.  Mor  ötesi 

ışınlarının  D  vitamin  sentezi  özelliğinden  yararlanmak  istiyorsak,  kısa  süreli  olarak  ve  güneş 

koruyucusuz  güneş  ışınlarına  maruz  kalınmalı  ancak  sonrasında  güneş  koruyucu  sürülmelidir 

(75, 83, 88).  

 

Obezite:  Morbid  obez  kişilerde  serum  D  vitamini  düzeyi  düşük  bulunmuştur.  Bunun  sebebi 



olarak  yağda  eriyen  bir  vitamin  olan  D  vitamininin  yağlı  dokuda  birikmesi  gösterilmektedir. 

Şişman yetişkinlerde karın yağlarında 4-400ng/gr D vitamin olduğu bildirilmektedir (89,90). 

 

 


 

23

D vitamini Đhtiyaçları: 



 

Yağda eriyen bir vitamin olan D vitamini, çok az miktarda doğal gıdalarda bulunurken ( yağlı 

balık,  balık  karaciğeri,  yumurta  sarısı  gibi),  vücut  ihtiyacının  büyük  kısmı  ciltte  morötesi 

ışınlarının  etkisi  ile  7-DHC’den  sentezlenerek  karşılanmaktadır.  Bu  nedenle  yıl  içinde  D 

vitamin  üretiminin  en  uygun  olduğu  aylarda,  düzenli  ve  bilinçli  bir  şekilde  güneş  ışılarına 

maruz  kalmak  (  eller  ve  yüzün  haftada  2  saat  etkili  güneş  ışığına  maruz  kalması  çoğunlukla 

yeterlidir)  her  yaş  için  D  vitamini  eksikliğinden  korunmada  en  etkili  yoldur.  Ancak  değişik 

nedenlerle güneş ışınlarından yarar sağlanamadığında diyet ile destek yapılmalıdır.(11, 91, 92, 

93). 

 

Amerika Birleşik Devletleri’nde yenidoğan, çocuklar ve 50 yaşına kadar olan yetişkinlere 200 



ĐÜ/gün, 51- 70 yaş arasına 400 ĐÜ/gün ve 70 yaş üzeri olan yetişkinlere 600 ĐÜ/gün D vitamini 

önerilmektedir (11,94). Kanada Osteoporoz Cemiyeti ise 50 yaş üzeri kadın ve erkeklerde 800 

ĐÜ/gün D vitamin desteği öneriyor (95). 

 

Yukarıda  önerilen  dozlar  genelde  kemik  sağlığını  ve  çocukları  raşitizmden  koruması  için 



önerilen  dozlardır.  D  vitamininin  kemik  sağlığı  dışında  etkiler  göstermesi  ve  uzun  vadeli 

hastalıklardan  koruması  için  günlük  optimal  D  vitamin  ihtiyacının  ne  olduğu  tartışılan  bir 

konudur.  Günlük  verilecek  D  vitamin  miktarı  en  az  yan  etki  gösteren  değer  olarak  kabul 

edilmekte  olup,  toksititeyi  gösterecek  kanıtlar  da  yeterli  değildir.  Günlük  D  vitamini  ihtiyacı 

200 ĐÜ ile 4000 ĐÜ gibi geniş bir yelpaze içinde önerilmektedir (96).  

 

Gebelikte ve laktasyonda, optimal D vitamin ihtiyaçları bilinmemekle birlikte bugün önerilen 



200-400IU/gün olan referans değerlerinden daha yüksek olduğu görülmektedir. Gebeliğin son 

trimesterinde  1000  ĐÜ/gün  D  vitamini  desteği  alan  ve  almayan  gebeler  arasında,  almayan 

gebelerden  doğan  bebeklerde  intrauterin  büyüme  geriliği  daha  fazla  olduğu,  bebekler  bir 

yaşında  görüldüğünde,  daha  az  kilo  aldıkları  ve  büyüme  hızının  daha  düşük  olduğunu 

bildirilmektedir  (97).  Hollis  BW  ve  Wagner  CL.    Emziren  annelere  2000  ve  4000ĐÜ/gün  D 

vitamini verilmesi ile anne sütü alan bebeklerin D vitamin ihtiyaçlarının karşılanacağını ve süt 

çocuklarının D vitamin değerlerinin olumlu etkilendiğini bildirmektedirler (98). 

 


 

24

D vitamin eksikliğinin değerlendirmesinde klinik bulgular  yanında biyokimyasal parametreler 



de kullanılmaktadır. Bugün D vitaminin serum değerini belirlemek için biyokimyasal olarak iki 

test  bulunmaktadır:  1,25(OH)2D  vitamin  ve  25(OH)D  vitamini.  Serum  25(OH)D  vitamin 

değerleri  en  uygun  laboratuar  test  olarak  kabul  edilmekte  olup,  aylar  öncesinden  eksiklik 

durumunu göstermektedir (1). Bu ölçüm ile diyetle alınan veya güneş ışınların etkisi ile oluşan 

D vitamin kısımları ayırt edilememektedir. Serum 25(OH)D vitamin seviyesi mor ötesi ışınlar 

ile  artarken  endokrin  sistem  tarafından  sıkıca  kontrol  edilen  1,25(OH)2D  vitamin  değerleri 

etkilenmemektedir (79). 

 

Serum  25-(OH)  D  vitamini  düzeyinin;  <20  ng/ml  olması  eksiklik,  20-32  ng/ml  olması 



yetersizlik,  32-100  ng/ml  arasında  olması  normal  olarak  kabul  edilmektedir  (79).  Ancak  bazı 

otörler son zamanlarda yapılan yayınlarda bu değerleri  <20 ng/ml eksiklik, 21-29 ng/ml arası 

yetersizlik, >30ng/ml normal olarak kabul etmektedir (99). 

 

Tablo 2. Serum 25(OH)D Vitamin Değerlerinin Yorumu (93) 



      25(OH)D Vitamini 

              (ng/ml) 

 

      25(OH)D Vitamini 



           (nmol/L) 

Yorum 


 <20 

<50 

Eksiklik 

20-32 

50-80 


Yetersizlik 

32-100 


80-250 

Yeterlilik 

54-90 

135-225 


Güneşli  ortamda  bulunan 

kişilerdeki değerler 

>100 

>250 


Fazlalık 

>150 


>325 

Zehirlenme 

 

 

D  vitamini  ihtiyacı  ve  optimal  serum  25(OH)D  değerlerinin  ne  olması  gerektiği  bugün  cevap 



arayan sorulardır. Değişik nedenlerden dolayı güneş ışınlarından yararlanılmadığında, diyet ile 

destek  yapılmalıdır.  Güneş  ışınlarıyla  gerçekleşen  D  vitamin  yapımı,  birçok  faktörden 

etkilendiğinden her toplum ve kişi için farklı değerlerde oral D vitamin desteğine ihtiyaç vardır. 

 

 



 

 

25

D Vitamini – Hormonun Fonksiyonları 



 

 

a) Kalsiyum metabolizması ile ilgili fonksiyonları 



 

 

D vitamini, kalsiyum değerlerini normal sınırlarda tutmak için bağırsak, kemik ve böbreklerde 



üç farklı mekanizma ile etki eder: 

 

a1)



  Barsaklarda  1,25(OH)2  D  vitamininin  net  etkisi;  ince  barsak  lümeninden  dolaşıma 

kalsiyum ve fosfor transportunu uyarmaktır. 

 

a2

) 1,25(OH)2 D vitamininin kemik rezorpsiyonunu arttırıcı etkisi PTH ile sinerjistiktir. Matür 



osteoklastlarda  ne  PTH  ne  de  1,25(OH)2  D  vitamini  reseptörü  bulunur.  Hem  PTH  hem  de 

1,25(OH)2 D vitamini osteoblastlar veya stromal fibroblastlar üzerindeki spesifik reseptörlerine 

bağlanarak  osteoblast  hücresinin  yüzeyinde  RANK  (reseptör  activator  nucleus  factor-  Κb) 

ligandının  üretimini  uyarır.  RANK  ligandı  immatür  osteoklastların  üzerinde  bulunan  RANK 

reseptörüne  bağlanarak  immatür  osteoklast  prekürsörlerinin  matür  osteoklastlara  değişimini 

uyarır. 


 

a3) 


1,25(OH)2 D vitamininin renal kalsiyum ve fosfor tutulumundaki rolü halen belli değildir 

(8,11). 


 

b)  Kalsiyum metabolizması dışı fonksiyonları 

 

1980’li yılların başına kadar D vitamininin yalnızca kalsiyum, fosfor ve kemik mineralizasyonu 



ile  ilgili  araştırmaları  yürütülmekte  iken  son  20-25  yılda  yapılan  çalışmalarda  kemik 

metabolizması  dışında  da  fonksiyonları  olduğu  görülmüştür.  Bugün  D  vitamininin  optimal 

sağlık  için  gerekli  olduğu  bilinen  bir  gerçek  olup,  birçok  hastalığın  gelişmesini  engellemekte 

veya bulguların hafiflemesine neden olduğu bildirilmektedir. Bunlardan otoimmun hastalıklar, 

inflamatuar barsak hastalığı, romatoid artrit, multipl skleroz, diyabet, birçok kanser çeşidi, kalp 

hastalıkları,  osteoporoz,  enfeksiyöz  hastalıklar  gibi  birçok  hastalıkta  etkili  olduğu  yapılan 

çalışmalarla bildirilmektedir (1,3,5,79).  

 

Enterosit,  osteoblast  ve  distal  renal  tubulusların  hücre  nukleusları  dışında  birçok  dokuda 



1,25(OH)2  D  vitaminin  lokal  olarak  yapımının  olduğu  ve  bu  dokularda  VDR  reseptörlerinin 

 

26

gösterilmesi  en  önemli  buluşlardan  birisidir  (100).  Tablo  1’de  D  vitaminin  hedef  olabileceği 



dokular görülmektedir. 

 

 



Tablo 3. 1,25(OH) D vitaminin hedef hücreleri (100) 

 

           Kanıtlanmış 



             Varsayılan 

Enterosit(bağırsak) 



Adacık hücreleri, pankreas 

132 


Osteoblast 

Mide, endokrin hücreleri 

Distal renal tubulus 



Hipofiz hücreleri 

Paratiroid hücreler 



Over hücreleri 

Ciltteki keratinositler 



Plasenta 

Promiyelosit, Monosit 



Beyin (hipotalamus) 

Lenfosit 



Epididimis 

Kolon enterositleri 



Gelişimdeki miyoblast 

Shell gland 



Aortik endotelyal hücreler 

10 


Tavuk korioalantoid membranı 

Cilt fibroblastları 

 

 

b1) Diyabet: 



 

D vitamini reseptörleri (VDR), aktif T ve B lenfositlerinde, aktif makrofajlar, dentritik hücreler 

gibi  özellikle  antijen  sunan  hücreler  başta  olmak  üzere  bütün  immun  sistem  hücrelerinde  ve 

yanı  sıra  pankreatik  beta  hücrelerinde  tanımlanmıştır  (6,7).  Beta  hücrelerinde  D  vitaminine 

bağlı  kalsiyum  bağlayıcı  protein  olan  kalbindin  de  bulunur.  Kalbindin  ekspresyonunun  beta 

hücrelerini sitokine bağlı hücre ölümünden koruduğu gösterilmiştir (101).  

 

Yapılan  hayvan  çalışmalarında  yaşamın  erken  evrelerinde  1,25(OH)2D  vitamini  desteği 



alınırsa  tip  1  diyabet  gelişiminin  önlendiği  gösterilmiştir  (100,102).  1,25(OH)2D  vitaminin 

farmakolojik dozlarda uzun süreli kullanımının obez olmayan  farelerde hem insülitisi hem de 

diyabeti  azalttığı  tespit  edilmiştir.  1,25(OH)2D  vitamini  ile  tedavi  edilenlerde  insülitis 

sıklığının  %80’den  %50’ye,  diyabet  sıklığının  ise  %56’dan  %8’e  indiği  bildirilmiştir 

(102,103). 

 


 

27

Hypponen ve ark, bir  yaşından itibaren 2000  ĐÜ/gün  D vitamini desteği almış olanlarda tip  1 



diyabet  gelişme  riskinin  %80  azaldığını  tespit  etmişlerdir  (104).  Fuller  ve  ark,  D  vitamini 

desteği  almayan  çocuklarda,  D  vitamini  desteği  almış  olanlara  göre  15  yaşına  geldiğinde 

diyabet gelişme riskini 3 kat fazla bulmuştur (105). 

Hayvan  modellerinde  1,25(OH)2D  vitamini  eksikliğinin  pankreatik  insülin  sentez  ve 

sekresyonunu etkilediği gösterilmiştir (106). 

Süt  ve  süt  ürünlerinde  bulunan  kalsiyum  ve  D  vitamininin,  vücut  ağırlığı  ve  insülin  direnci 

üzerine  yaralı  etkileri  vardır  (107).  Pittas  A.  ve  ark,  20  yıl  takip  edilen  83,779  yetişkin 

kadından 4843’de diyabet olgusunun geliştiğini saptamışlar. Daha yüksek değerlerde D vitamin 

ve  Ca  alan  yetişkinler,  daha  düşük  değerlerde  D  vitamin  ve  Ca  alanlara  göre,  tip  2  diyabet 

gelişme  riskinin  %13  oranında  daha  az  olduğu  bildirilmektedirler.  Burada  D  vitamini  hangi 

mekanizma  ile  diyabet  riskini  artırdığı  açık  değildir.  Ancak  burada  pankreas  beta  hücrelerin 

bozukluğu ile D vitamin arasında ilişki olabileceği belirtilmektedir (108). 

 

Tip  2  diyabet  gelişiminde  VDR  polimorfizminin  rol  oynayabileceği  öne  sürülmüştür. 



Bangladeş’te  yapılan  bir  çalışmada,  VDR  Tag1  polimorfizmi  insülin  salınımı  ile  ilişkili 

bulunmuştur  (109).  Amerikalı  beyazlarda  ise,  VDR  Apa1  polimorfizmi  insülin  direnci  ve 

glukoz intoleransında suçlanmıştır (110). 

 

b2) Kanser: 



 

Laboratuar, deneysel ve epidemiyolojik çalışmalar D vitamininin en sık meme, prostat, kolon, 

deri ve pankreas kanseri olmak üzere yirmiye yakın kanser tipinden koruyucu etkisi olduğunu 

göstermektedir (111). 

 

b3) Enfeksiyon hastalıkları: 



 

 Tüberküloz  enfeksiyonu  olan  hastalarda  D  vitamin  değerlerinin  tespit  edilemeyecek  kadar 

düşük  olduğu  ve  D  vitamin  eksikliğinin  tüberküloz  enfeksiyonu  için  bir  risk  oluşturduğu 

bildirilmektedir (112,113). 

 

Bunun yanında viral gribal enfeksiyon sıklığının D vitamin serum değerleri ile ilişkili olduğu, 



daha düşük serum değerlerinde viral gribal enfeksiyonların artığı bildirilmektedir (114). 

 


 

28

Çocuklukta  pnömoni  tanısı  alan  hastalarda  %80  oranında  D  vitamini  eksikliği  olduğu 



bildirilirken,  raşitik  çocuklarda  raşitik  olmayanlara  göre  13  kat  daha  fazla  pnömoni  gelişme 

riski olduğu görülmüştür (115,116). 

 

b4) Beyin gelişimi: 



 

Eyles  ve  ark,  annelerinde  şiddetli  D  vitamin  eksikliği  olan  yavru  farelerin  beyinlerinde  kalıcı 

hasar  geliştiğini  saptamışlardır  (117).  D  vitamin  eksikliği  durumunda  korteks  anomalileri, 

lateral ventriküllerin genişlemesi ve beyinde daha fazla hücre proliferasyonu gözlenmiştir. 

 

Yetersiz  D  vitamini  desteği  gören  erkek  çocuklarda  ileri  yaşlarda  şizofreni  görülme  riskinin 



arttığı bildirilmektedir. Yazın doğan hastalarda şizofreninin daha sık olduğu bunun da annenin 

güneş  görmemesinden  kaynaklandığı  bildirilmektedir.  Ayrıca  temmuz-ağustos  aylarında 

doğanlarda öğrenme güçlüğünün daha fazla olduğu görülmüştür (118,119). 

 

b5) Kalp hastalıkları: 



 

Yapılan  çalışmalar  gebe  deney  hayvanlarında  D  vitamininin  iskelet,  kardiyovasküler  ve 

nörolojik  gelişim  üzerine  önemini  göstermektedir.  Kardiyovasküler  etkilerinden  vasküler 

muskuler  kontraksiyon  fonksiyonlarını  arttırdığı  ve  histolojik  olarak  ventrikül  kas  hücreleri 

arasındaki boşluğu arttırdığı görülmüştür (119,120). 

 

D  vitamini  değerleri  daha  yüksek  olan  hastalarda  daha  az  kardiyovasküler  hastalıklara  bağlı 



mortalite  görüldüğü  bildirilmektedir.  Kuzey  ülkelerinde  daha  yüksek  oranda  kalp  hastalıkları 

görüldüğü ve özellikle kalp krizinin kış aylarında %53 daha fazla geliştiği bildirilmektedir. Bu 

bulgular güneş ışınlarıyla D vitamin yapımına etkisinin olduğunu düşündürmektedir (121,122). 

 

b6) Transplantasyon: 



 

Transplantasyon  sonrası  doku  kabulünde  D  vitamininin  önemli  yeri  olduğu  bildirilmektedir. 

Özellikle kalp, karaciğer, böbrek, pankreas, akciğer ve barsak transplantasyonunda önemli yeri 

olduğu  ve  deney  farelerinde  yeni  dokunun  yaşamasını  %10–30  oranında  arttırdığı 

bildirilmektedir (123). 

 


 

29

b7) Kronik böbrek hastalığı: 



 

Önemli  buluşlardan  biri,  VDR’nin  paratiroid  bezlerinde  bulunmasıdır.1,25(OH)2D  vitamini 

PTH üzerine inhibitör etki gösterir. Bu da PTH ile 1,25(OH)2D vitamini arasındaki negatif geri 

denetim  mekanizmasının  varlığına  delildir.  Kronik  böbrek  hastalarında  D  vitamin  yapımı 

yetersiz  olduğundan  hiperparatiroidi  gelişmektedir.  Burada  paratiroid  bezin  hücre 

proliferasyonu  VDR  aracılığıyla  meydana  gelir.  Diyaliz  hastalarında  gelişen  renal 

osteodistrofinin  D  vitamini  ve  analogları  ile  tedavisinin  paratiroidlerde  bulunan  VDR  ile 

mümkün olduğu anlaşılmıştır (8,124). 

 

b8) Psöriazis: 



 

1,25(OH)2D  vitamini  keratinositlerin  ve  fibroblastların  proliferasyonunu  inhibe  eder. 

Keratinositlerin terminal diferansiyasyonunu uyarır. D vitamininin bu özelliği deri hücrelerinin 

kontrolsüz  çoğalması  ile  karakterize  olan  psöriaziste  kullanım  alanını  doğurmuştur.  Kalsitriol 

analoğu  olan  “  calsipotriol  ”  psöriazis  tedavisinde  kullanılmak  üzere  FDA  tarafından  onay 

almıştır (11). 

 

b9) Raşitizm, osteoporoz ve osteomalazi: 



 

D  vitamini  eksikliğinin  klinik  bulguları  çocuklarda  raşitizm  olarak  adlandırılırken, 

yetişkinlerde ise osteomalazi olarak karşımıza çıkmaktadır (11). Đskelet kaslarında 1,25(OH)2D 

vitamin için reseptörler bulunmaktadır. D vitamin eksikliğinde hastalar çoğu zaman kemik ve 

kaslarda  ağrıdan  şikayet  etmektedir.  Bu  hastalar  çoğu  zaman  fibromiyalji  ve  nonspesifik 

kollajen  vasküler  hastalıklar  gibi  yanlış  tanı  almaktadırlar.  Fibromiyalji  şikayetleri  olan 

hastaların %40-60 oranında D vitamini eksikliği veya osteomalazi mevcuttur (125). 

 

b10) Đmmun fonksiyonları ve otoimmun hastalıklar 



 

D  vitamininin  bilinen  klasik  fonksiyonu,  kalsiyum  homeostazını  ve  bunun  sonucu  olarak  da 

kemik  formasyonunu  sağlamaktır.  Ancak  daha  az  bilinen  bir  fonksiyonu  ise  immun  sistem 

üzerine  etkisidir.  Periferal  kan  mononükleer  hücrelerinde  D  vitamin  reseptörlerinin  (VDR) 

tespitiyle, immun sistem regülasyonunda D vitamininin rolü olduğu bulunmuştur (126,127). 

 


 

30

Lenfositlerin önemli miktarda VDR içerdiği ilk defa Manolages ve ark. tarafınca gösterilmiştir 



(128).  T  hepler  hücreler  tüm  antijen  spesifik  immün  cevapta  merkezi  bir  role  sahiptir  ve  2 

subtipi  mevcuttur  (Th1  ve  Th2)(132).  Th1  hücreler  hücresel  bağışık  yanıtta  esastır,  tümör  ve 

intrasellüler patojenlere karşı (örneğin; virüsler) yanıtta rol alırlar. Bu hücreler Đnterferon-gama 

(INF-γ),  Đnterlökin-2  (IL-2)  ve  Tümör  nekroze  edici  faktör-alfa  (TNF-α)  sekrete  ederler. 

Otoimmun  hastalıklarda  Th1  hücreleri  vücudun  kendi  proteinlerine  karşı  yönelirler.  Multipl 

skleroz, tip1 DM ve inflamatuar barsak hastalıkları Th1hücreleri aracılığı ile oluşmaktadır. Th2 

hücreleri ise antikor aracılıklı bağışık yanıtta rol alırlar, Đnterlökin-4 (IL-4)  ve Đnterlökin-5 (IL-

5)  sekrete  ederler.  Ekstrasellüler  patojenlere  (bakteri  ve  parazitle)  konak  yanıtında  Th2 


Yüklə 0,52 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin