DO Ğ A YA D Ö N Ü Ş - A N A T E M A L A R
Ekolojistler, geleneksel siyasî düşüncenin üzerine kurulmuş olduğu en temel varsayımları eleştirmek
tedir. Geleneksel doktrin ve ideolojiler, insan merkezlidir. Ekolojistlere göre bunlar, insanın varlığın
merkezî olduğuna inanmalarıyla trajikomik bir hataya düşüyorlar. David Ehrenfeld (1978), buna
“hümanizmin kibirliliği” adını vermiştir. Örneğin geleneksel düşüncenin dünyayı incelediği katego
riler insanlar ve insan gruplarıdır -birey, sosyal sınıf, cinsiyet, uyruk ve insanlık gibi. Dahası, ebedî
değerleri insan ihtiyaç ve çıkarlarını yansıtan değerlerdir -özgürlük, eşitlik, adâlet ve düzen gibi. Eko
lojistler, sadece insanların ele alınmasının insan türü ve doğal çevresi arasındaki ilişkiye zarar verdiğini
ve onu bozduğunu ileri sürerler. Dünyayı ve üstünde yaşayan türleri koruyup onlara saygı göstermek
yerine insanlar, John Locke’un (bkz. s. 54) ifadesiyle “doğanın hâkimleri ve sahipleri” olmaya çalış
mışlardır. Bu açıdan doğa, “fethedilmeli” ona “karşı savaşılmak” ve “üstünde yükselmelidir.”
Ekolojik düşünce, yeni bir siyaset tarzını temsil eder; “İnsanlık” veya insan ihtiyacından yola
çıkmaz, doğayı insan türü de dâhil yaşayan türler ve doğal çevre arasındaki değerli ama kırılgan iliş
kilerden oluşan bir ağ olarak görür. İnsanoğlu artık merkezî konumda değil, doğanın ayrılmaz bir
parçası olarak görülür. Dolayısıyla insanlar, tevazu, ılımlılık ve nâzikliği hayata geçirmek ve de bilim
ve teknolojinin bütün sorunlarını çözebileceği yanlış hayâli terk etmek zorundadır. Bu vizyona an
lam katmak için ekolojistler, bilim alanında yeni kavramlar bulmaya ve din ile mitoloji alanlarından
eski kavramları yeniden keşfetmeye zorlandılar. Ekolojik düşüncenin temel konuları şunlardır:
►
Ekoloji
►
Bütüncülük
►
Sürdürülebilirlik
►
Çevre ahlâkı
►
Kendini gerçekleştirme
Ekoloji
Bütün Yeşil düşüncelerin ana prensibi ekolojidir. Ekoloji, organizmaların “evde” veya “kendi d o
ğal hayat alanları içinde” incelenmesi anlamına gelir ve biyolojinin ayrı bir dalı olarak geliştirip bit
kiler ile hayvanlar, canlı ve cansız unsurlardan oluşan kendi kendini düzenleyen doğal sistemler
-ekosistemler- tarafından sürdürülür. Ekosisteme basit örnekler tarla, orman, göl ve hatta gölcükler
dir. Örneğin bir gölün zemininde duran çökelti, çeşitli bitki türlerini destekleyen besinler içerir. Bu
bitkiler, oksijen ve gıda sağlar ve böylece gölde yaşayan balık ve haşaratın devamlılığı sağlanır. Bitki
ve hayvanlar öldüğünde bedenleri çürür ve sürekli bir dönüşme süreci olan çökeltiye besinler bıra
kır. Bütün ekosistemler, kendi kendini düzenleyen bir sistem aracılığıyla uyum ve denge durumuna
meyillidir. Yiyecek ve diğer kaynaklar yeniden dönüştürülür ve hayvan, haşarat ve bitkilerin sayısı,
doğal olarak elde edilebilen yiyecek tedariğine göre kendini ayarlar. Ancak bu tür ekosistemler tama
men “kapalı” veya kendi kendini devam ettirme özelliğine sahip değildir; her biri diğer ekosistemlerle
karşılıklı etkileşim içindedir. Bir göl ekosistem oluşturabilir, ancak akarsular aracılığıyla temiz suyla
beslenmeye ve Güneş’ten ısı ve enerji almaya ihtiyacı vardır. Buna karşılık göl, kıyılarında yaşayan
türlere, buna insanlar da dâhil, su ve gıda sağlar. Dolayısıyla doğal dünya karmaşık ekosistem ağların
dan oluşur; bunların en büyüğü “ekosfer” veya “biyosfer” diye de adlandırılan küresel ekosistemdir.
Bilimsel ekolojinin gelişimi, doğal dünya ve içindeki insanların yeri konusundaki fikirlerimizi
radikal biçimde etkiledi. Ekoloji, insanoğlunun doğanın “sahibi” olduğu fikri ile çatışır ve bunun ye
rine şu ana kadar göz ardı edilen hassas bir karşılıklı ilişki ağının insan topluluğunu hatta bütün insan
|