Hıristiyan Dem okrasi
Müdahaleci siyasalar, 1945 sonrası Kıta Avrupası’mn çeşitli bölgelerinde ortaya çıkan Hıristiyan
demokratik partiler tarafından da benimsenmiştir. Bu partilerden en önemlileri, o dönemde Doğu
Almanya’daki Hıristiyan Demokratik Birliği (C D U ) ve İtalya’daki Hıristiyan Demokratik Partidir
(D C ). İkinci Dünya Savaşı sonrasında kıtadaki muhafazakârlar otoriter görüşlerini terk etmişler
dir. Bu yeni muhafazakârlık biçimi siyasî demokrasiyi benimsemiş ve Katolikliğin sosyal gelenekle
rinden etkilenmiştir. Protestanlık, bireysel çaba marifetiyle kurtuluşu vurguladığından, sosyal teo
risini genellikle bireyciliği (bkz. s. 4 5 ) onayladığı ve çalışkanlığı, rekabeti ve kişisel
sorumluluğu
çok önemsediği görülür. Örneğin Alman sosyolog Max W eber (1 8 6 4 -1 9 2 0 ), Protestan ahlâkım
“kapitalizmin ruhu’ na bağlamıştır. Bunun aksine Katolik sosyal teori,
geleneksel olarak bireyden
ziyade sosyal gruba odaklanır ve rekabetten çok denge veya organik uyuma vurgu yapar. 19. Yüzyıl
boyunca ve 20. Yüzyıl’ın başlarında papanın otokrasiyi vurgulamasına rağmen Almanya’daki Zent
rum (Merkez Parti) gibi Katolik partiler anayasal yönetim, siyasî demokrasi ve sosyal reformu des
teklemişlerdir. 1945’ten sonra Katolik sosyal teori, yeni kurulmuş Hıristiyan demokratik partileri,
bir tür demokratik korporatizm (bkz. s. 2 2 5 ) uygulama yönünde cesaretlendirmiştir. Bu anlayış,
“sosyal ortaklık” fikri çerçevesinde birbirine bağlanmış kilise, sendikalar ve işveren gruplan gibi
aracı kurumların önemini ısrarla vurgular. Ulus üzerine yapılan geleneksel vurgunun aksine Hı
ristiyan demokrasi özellikle Almanya’da, kararların bütün olarak bir grup tarafından değil de
ilgili
tüm bireylerce veya en küçük birimler tarafından alınmasını öngören Katolik ilkeyi (
subsidiarity)
desteklemişlerdir. Bu ilkeye yönelik olumlu tutum, Hıristiyan demokratların,
özellikle federalizm
biçim inde hem adem-i merkeziyet anlayışını hem de İngiliz muhafazakârlarının aksine Avrupalı
laşmayı veya Avrupa bütünleşmesini belirgin bir şekilde desteklemelerinin önünü açmıştır.
Hıristiyan demokratik partilerin Keynezci refah siyasalarını uygulamaya koyma arzuları,
Adam Smith (bkz. s. 6 5 ) ve David Ricardo’nun katı piyasa ilkelerinden çok Friedrich List (1789-
1846) gibi iktisatçıların esnek ve pragmatik fikirlerinden doğar. List, örneğin sert dış rekabete karşı
küçük sanayileri korumak adına yönetimin müdahale etmesi gereğini kabul etme çerçevesinde,
siyasetin ve siyasî iktidarın İktisadî önemini vurgulamıştır. Bu anlayış, tüm Kıta Avrupası’nda ge
niş ölçüde etkili olan “sosyal piyasa ekonomisi” fikrinin desteklenmesine yol açmıştır. Sosyal piya
sa, piyasa ilkeleri tarafından inşa edilen ve büyük ölçüde yönetimin denetiminden âzade olmak
la beraber etkili kamu hizmetleri ve kapsayıcı bir refah sistemiyle ayakta tutulan
sosyal bütünlük
bağlamında işleyen bir ekonomidir. Sonuçta piyasanın kendisi bizatihi bir amaç değil,
daha geniş
birtakım sosyal hedeflere ulaşmak için yaratılması gereken refahın aracıdır. Bu türden bir düşünce,
Kıta Avrupası’nın çoğunda ve bir dereceye kadar da A B’de benimsenen özel bir kapitalizm m o
delini ortaya çıkarmıştır. Bu anlayış bazen Anglo-Amerikan ya da “teşebbüs kapitalizm inin zıddı
olarak Ren-Alp kapitalizmi veya “sosyal kapitalizm” olarak da dile getirilir. Anglo-Amerikan tarzı
kapitalizmi piyasa ekonomisinin serbest işleyişine dayanırken, bunun aksine Ren-Alp kapitalizmi
ortaklık ve işbirliğini vurgular. 1970’lerden bu yana sosyal piyasa düşüncesi, genelde Kıta Avrupası