partiküllerin atmosferimizin üst tabakalarındaki
atomlarla çarpışmalarından kaynaklanıyor.
Tesla'nın konferansından beş yıl sonra,
Fransız fizikçi Henri Becquerel uranyum
tarafından yayılan gizemli ışınları keşfedecekti.
Marie ve Pierre Curie de uranyum atomları ve
sürekli patlama halinde olan radyum üzerine
yaptıkları
çalışmalarla
onun
keşfini
doğrulayacaklardı. Tesla, yanlış bir şekilde,
kozmik ışınların basitçe radyum, toryum ve
uranyumun
radyoaktivitelerinden
kaynaklandığını düşünmüştü. Ama, "kozmik
ışın" yani yüksek enerjili subatomik partiküller
(atomaltı parçacıkları), bombardımanının diğer
maddeleri radyoaktif bir hale getirebileceği
konusundaki fikri, daha sonraları Irene Curie
ve kocası Frederic Joliot'un da 1934 yılında
ortaya koyacakları üzere, tamamıyla doğruydu.
Tesla'nın yaşadığı zamanlarda kozmik
ışınlar hakkındaki bu teori kabul edilemez
görüldüyse de, bu alandaki çalışmalarıyla
ünlenecek iki bilim insanı Tesla'dan ilham
aldıklarını belirteceklerdi. Dr. Robert A.
Millikan'ın kozmik ışınları yeniden keşfetmesi
için otuz yıl daha geçmesi gerekecekti.
Bunların ışık gibi titreşimden kaynaklandığını
yani yüklü parçacıklar değil fotonlar olduğunu
düşünüyordu. Bu, 1940'larda iki Nobel ödüllü
bilim insanı arasında, Millikan ile kozmik
ışınların, Tesla gibi, maddenin yüksek hızlı
parçacıklarından oluştuğunu düşünen ve bunu
ispatladığını iddia eden Arthur H. Compton
arasında bir söz düellosunun başlamasına
neden olacaktı.
Her ikisi de Victoria döneminin bilim
insanlarının kendilerine bıraktığı mirasa saygı
duyuyordu. Fakat bilimin gidişatı kozmik
ışınların her ikisinin de düşündüğünden çok
daha karmaşık ve çeşitli olduğunu ortaya
koyacaktı.
Tesla'nın Columbia College'da 1891 yılında
yaptığı gösteride izleyicilerini büyülediği karbon
lambası
aynı
zamanda
elektron
mikroskobunun da çekirdeğini oluşturuyordu.
Yüksek gerilime sahip, telin aktif olan bir
noktasından düzgün doğrular şeklinde yayılan
elektrikli parçacıklar üretiyordu. Bu parçacıklar
kürenin
çeperlerinde,
kaynaklandıkları
mikroskobik
bölgenin
modelini
oluşturan
fosforlu imgeler oluşturuyordu.
Karbon lambasının ürettiği etkilerden biri de
rezonanstı. Rezonans ilkesini açıklarken Tesla
sık sık şarap bardağı ve salıncak analojilerine
başvururdu. Bir şarap bardağının keman sesi
nedeniyle
kırılmasına,
kemanın
havada
yarattığı titreşimlerin bardağın titreşimleri ile
aynı frekansta olması neden oluyordu.
Örneğin salıncakta sallanmakta olan yüz
kiloluk bir adam ve onu ancak yarım kiloluk bir
güçle itmeye çalışan yirmi beş kiloluk bir çocuk
düşünün. Bununla birlikte çocuk salıncağa her
seferinde yarım kiloluk bir güç katabilmeyi
başarabildiği takdirde, en sonunda sallanan
adamın fırlayıp gitmesini önlemek için durmak
zorunda kalacaktır.
"İlke şaşmaz" diyordu Tesla, "tek yapılması
gereken doğru zamanda küçük bir miktarda
güç
ilave
etmeyi
sürdürmekte
başarılı
olabilmek."
Bu nedenle Tesla'nın karbon lambasının
atom parçalayıcısının öncüsü olduğu da
düşünülebilir. Havası kısmen alınmış bir
kürenin
içerisine
katı
karbonudrum
yerleştirerek, içeride kalan hava moleküllerinin
yüklenmesini ve böylece de telden kürenin
çeperlerine doğru hızla yayılmalarını, daha
sonra da tele geri dönmelerini sağlıyordu;
sonuçta karbon kürecikleri telde atomik tozlar
haline dönüşüyor ve salınmakta olan hava
molekülleri ile birleştiklerinde bu daha da büyük
bir kırılmaya yol açıyordu.
"Frekans gerektiği kadar artırılabilse, camın
mükemmel olmayan elastikiyeti nedeniyle
ortaya çıkan kayıp da sözünü etmeye
değmeyecek
seviyelere
çekilebilecektir..."
diyordu.
1939
yılında
California
Berkeley
Üniversitesi profesörlerinden Ernest Orlando
Lawrence siklotron icadı ile Nobel ödülüne
layık görülecekti. Açıklama şöyleydi: "1929
yılında Orlando Lawrence... bir Alman fizikçi
tarafından yazılmış olan ve vakumlu bir tüpteki
potasyum atomlarına bir yerine iki elektrostatik
itme verildiğinde verilen voltaj uyarınca
yükleneceklerinin
iki
katı
enerji
ile
yüklendiklerini anlatan yazısını okumuştu.
Lawrence şöyle düşünmüştü: İtme iki katına
çıkartılabildiğine göre, üç, ya da daha fazlasına
da çıkartılamaz mı? Sorun parçacıklara her
seferinde, salıncağı sallayan çocuğun yaptığı
gibi momentum fazlasıyla yükselene kadar,
biraz daha güçlü bir itme vermekte idi."
Lawrence, mumdan ve camdan oluşan bir
partikül hareketlendirme makinesi yaptı. Diske
benzeyen yapısı ile vakumlu hücrecik sadece
beş santimetre genişliğindeydi. İçinde yarım
kek kutularına benzeyen ve D tabakaları
denilen, iki elektrot bulunuyordu. Vakumlu
hücreciğin dışında ise bir elektro mıknatıs
vardı. Elektriklenen parçacıklar ya da protonlar
çok yüksek hızlara erişene değin manyetik bir
saha içerisinde dönüyorlar, daha sonra da dar
bir akıntı halinde atomik kurşunlar gibi
hücreciğin dışına fırlatılıyorlardı. Lawrence'ın
ürettiği ilk modele siklotron adı verilmişti çünkü
protonları bir çember halinde döndürüyordu.
Lawrence kısa bir süre içerisinde protonları 1.2
milyon elektron voltluk bir enerji ile ateşleyen
daha büyük bir modelini de üretecekti.
Tesla'nın aslında karbonun atomik yapısını
parçalaması pek söz konusu değil. Kendisi
dahi içeride kalan gazların karbon teli şiddetli
bir şekilde etkilediğini ve akkor haline ya da
katının
plastiğe
yakın
bir
evresine
dönüştürdüğünü düşünüyordu.
Lawrence,
Tesla'nın
moleküler
bombardıman lambasından habersiz olabilirdi.
Fakat şuna hiç şüphe yok ki Washington'daki
Carnegie Enstitüsü'nde Gregory Breit ve ekibi
tarafından
1929 yılında yapılan atom parçalayıcı
üretme çalışmalarından haberi vardı çünkü bu
grup gerekli enerjiyi sağlamak için 5 milyon
voltluk Tesla bobini kullanıyordu. Bu tip bir
ekipman olmadan atomu parçalamak asla
mümkün olamazdı.
Tesla'nın karbon lambasının, ya da
moleküler
bombardıman
lambasının
açıklamaları beş ayrı bilim topluluğunun
kayıtlarında bulunabilir. Ne yazık ki hiçbir
topluluk 1890'ların başlarında Atom Çağı'nın bu
öncü modelinin nasıl kullanılabileceği hakkında
bir fikir sahibi değildi.
Frederik ve Irene Juliot-Curie, Henri
Becquerel, Robert A. Millikan, Arthur H.
Compton ve Lawrence; hepsi de Nobel ödülü
aldılar. Victor F. Hess 1936 yılında kozmik
radyasyonu keşfettiği için Nobel ödülüne layık
görüldü. Bilim çevrelerinde adı geçen tüm bilim
insanlarının
çalıştığı
alanlarda
Tesla'nın
öncülük ettiği en azından hatırlansa, adalet hiç
olmazsa bir nebze yerini bulmuş olacaktı.
Çağdaşlarının çoğu -belki de hepsi-
Tesla'nın çalışmalarını tam olarak anlamakta
güçlük çekiyordu ama Tesla en azından
birkaçının görüş alanlarını genişletebilmeyi
başarmıştı.
Ve
bugün
olduğu
gibi,
o
zamanlarda da onu ilk defa keşfedenler geçici
bir çılgınlığa kapılıyorlardı. "Başarılı bir
öğretmen olmakla kalmıyordu" diyor daha
sonraları radyoya yaptığı eklemelerle ünlenen
Edwin
H.
Armstrong,
"aynı
zamanda
diğerlerinin aşılması güç sorunlar olarak
gördüklerini, o geçici olarak görebilecek bir
hayal gücüne sahipti ve bu güç de büyük bir
ilham kaynağı oluyordu. Onun düşündüğü
hedeflerden
bazıları
şu
an
bile
hayal
dünyasının bir parçası olarak kalmıştır."
İngiliz bilim insanı J. A. Fleming, Tesla'ya
şöyle yazmıştı: "Büyük başarınız nedeniyle
sizi bütün kalbimle kutlamak isterim... Bundan
böyle hiç kimse sizin birinci sınıf bir büyücü
olduğunuzdan:
Alevli
Kılıcın
Hakimi
olduğunuzdan şüphe etmeyecektir."
Bu dönemde ardı ardına ürünler veren
Tesla'nın verimliliğine ulaşmak mümkün değildi.
Çalıştığı bir düzine alanda, baktığı her yerde bir
şeyler
buluyordu
(ama
her
zaman
araştırmalarının kalbindeki elektrik ile, bu
gizemli nesne ile ilgili). Ona göre belirli fizik
yasalarını hiçe sayan transandantal güçlerin
akımı söz konusu idi, modern teoride olduğu
gibi, belirli partikül yasalarına uyan ayrı
parçacıklar ya da dalgalar değil.
Bununla birlikte, elektronun kendisi ancak
1897 yılında İngiliz fizikçi Joseph J. Thomson
tarafından keşfedilecek olmasına karşın, beş
yıl boyunca çalışmalarını modern elektroniğin
yolunu
çizecek
bir
doğrultuda
yoğunlaştıracaktı.
1831 yılında, Faraday mekanik enerjinin
elektrik
akımına
dönüştürülebileceğini
göstermişti. Daha sonra, Tesla'nın doğum
yılında İngiliz Lort Kelvin, Amerikalı Sırp'a
mekanik yollardan üretilebilenden daha yüksek
seviyelerde
yüksek-
frekanslı
akım
üretilebilecek
yeni
bir
kaynak
bulma
çalışmalarında ilham kaynağı olacak bir keşifte
bulunacaktı.
Bir
kondansatörün
yükü
boşalırken
elektriğin bir levhadan bir diğerine su gibi
aktığına inanılırdı. Kelvin bu sürecin daha
karmaşık olduğunu ortaya koymuştu. Yani
elektriğin bir levhadan diğerine daha sonra da
gerisin geri hücum ettiğini bulmuştu. Bu,
elektrik yükü tamamıyla boşalana değin
sürüyordu ve saniyede yüz milyonlarca defaya
ulaşan yüksek bir frekansta dalgalanıyordu.
Tesla Budapeşte'de döngüsel manyetik
alanı kafasında canlandırdığında, evreni, geniş
bir oktav yelpazesinde yayılan bir alternatif
akım senfonisi olarak hayal etmişti. Saniyede
60 devirli, düşük oktavlardaki bir notaydı. Daha
yüksek
oktavlardan
birinde,
saniyede
milyarlara ulaşan devir sayısı görülebilen ışık
demekti. Düşük frekanslı alternatif akım ve ışık
dalgalan arasındaki geniş sahadaki elektrik
titreşimlerini keşfetmesinin kozmik senfoniyi
anlamasını kolaylaştıracağını düşünüyordu.
James Clerk Maxwell'in 1873 yılında
gerçekleştirdiği çalışma, görülebilen ışığın
altında ve üstünde geniş bir elektromanyetik
titreşim sahası -daha kısa ve daha uzun dalga
boylarındaki
titreşimler-
olduğunu
ortaya
koyuyordu. Bu teori ışık ya da ısıdan daha
uzun dalgalar üzerine çalışan ve ilk insan
yapısı elektromanyetik radyasyonu Bonn'da,
1888 yılında üreten Alman profesör Heinrich
Hertz
tarafından
test
edilecekti.
Hertz
indüksiyon bobini ile yaptığı deneylerle bir
manyetik sahanın varlığını ispat etmişti. Aynı
anda İngiltere'de Sir Oliver Lodge telefon
devrelerindeki
küçük
elektrik
dalgalarını
hesaplamaya çalışıyordu.
Hertz'in ekipmanı yetersizdi ve bobini hem
kullanışsız hem de tehlikeliydi.
Tesla ise daha farklı ve üstün bir şeyle
ortaya çıkmak üzereydi: Saniyede 33 bin
devire (33 bin Hz.) kadar frekanslar üretebilen
bir dizi yüksek frekans alternatörü. Bu tip bir
makine aslında uzak gelecekte sürekli radyo
dalgaları
iletişiminin
geliştirilmesinde
kullanılacak alternatörlerin öncüsüydü ama
Tesla'nın kendi amaçlan için hala yetersizdi.
Bu nedenle, Tesla bobini olarak anılacak hava
özlü transformatörü yapmaya başlayacaktı. Bu
transformatör, görece düşük voltajlı yüksek
akımı, yüksek frekanslı, yüksek voltajlı düşük
akıma dönüştürecekti.
Bugün her türlü radyo ve televizyon setinde
şu veya bu şekilde yüksek voltaj kullanılıyor.
Yüksek voltaj üretmekte kullanılan bu aygıt
kısa
sürede
tüm
üniversitelerin
bilim
laboratuvarlarında araştırma donanımı olarak
kullanılmaya başlayacaktı. Bu aygıt, orijinal
Hertz devresinin zayıf, şiddeti çok düşük
titreşimlerini
dönüştürebiliyor
ve
istenilen
büyüklükte devre elde edilmesini sağlıyordu.
Bu çalışma ile Tesla, Marconi'nin ilk deneyleri
için birkaç yıl önceden zemin oluşturmuş
oluyordu.
Bu yüksek voltajlı cihazın tam anlamıyla
havadan yalıtılması gerekiyordu, bunun için de
yağ kullanılıyordu. Daha sonraki tüm yüksek
gerilimli ve ticari amaçlı ekipmanlarda da bu
yöntem
kullanılacaktı.
Tesla
bobinlerdeki
direnci azaltmak için her biri ayrıca yalıtılmış
tellerden
oluşan
şerit
halinde
iletkenler
kullanacaktı.
Genellikle
araştırmalarından
başını kaldırıp buluşlarının patentini alacak
zaman bulamadığı için bu da kamuya mal olan
bilgiler arasına karışacaktı. Daha sonraları bu
buluşu Litzendraht "(şerit tel") teriminden
kısaltılmış "litz tel" adı altında piyasaya
sürülecekti.
Daha sonra yüksek frekanslı akımlarda
ihtiyaç duyduğu özellikleri karşılayacak yeni bir
dinamo geliştirecekti (bu sıkıştırılmış hava. ya
da buhar ile çalıştırılabilen valfsiz, tek silindirli
bir motordu). Ulaştığı hızda etkileyici bir şekilde
sabit kalabiliyordu, bu sayede Tesla bu motoru
60 devirli çokfazlı sistemine adapte ederek,
eşzamanlı motorlar kullanarak ve dişlilerini
uygun şekilde küçülterek dünyanın alternatif
akım kullanılan herhangi bir yerinde zamanı
belirtmesi amacıyla kullanılabileceğini düşündü.
Bu, modern elektrikli saatin öncüsü olacaktı.
Keşiften keşfe dur durak bilmeden koşan Tesla
bu icadı için de patent almayacaktı.
Bununla da kalmayacak, yüz binlerce
voltluk yüksek frekanslı elektrik kullandığı
tehlikeli deneylerinden edindiği tecrübe ile
dünya için çok önemli olan bir şeyi daha
keşfedecekti. 1890 yılında, yüksek frekanslı
akımların insan bedeni üzerinde sağaltıcı bir
değeri olduğunu duyuracaktı. Bu işlem diatermi
adı ile anılmaya başlanacaktı. Bu keşif ile
birlikte, Avrupa ve Amerika'da bundan öykünen
pek çok ilk örneğin türeyeceği, çok geniş bir
tıbbi teknoloji sahası doğacaktı.
Radyo
Westinghouse'daki danışmanlık görevinin
ardından, kendini telsiz-radyo çalışmalarına
adayan Tesla yorgun düşmüş, kısmi hafıza
kaybı problemi yaşamaya başlamıştı. "İlaç
verilmiş" gibi uykuda geçen dönem sona
erdiğinde çocukluğunun ilk günleri dışında
geçmişiyle ilgili hiçbir şey hatırlayamadığını
fark etti. Doktorların dikkate almaması üzerine
sorunu kendi zekasıyla çözmeye karar verdi.
Geceler boyunca çocukluğu hakkındaki
anıları üzerinde yoğunlaşıyor, yavaş yavaş
hayatını büyüteç altına almaya çabalıyordu. Bu
açığa
çıkarma
işlemi
sırasında
annesi
hatıralarında her zaman temel figür olarak
beliriyordu. Onun yanına gitmek için karşı
koyulmaz bir istek duymaya başlamıştı.
"Bu arzu o denli karşı konulmaz bir hale
gelmişti ki tüm işlerimi bırakıp özlemimi
gidermekte
buldum
çözümü.
Ama
laboratuvardan uzaklaşmak bana çok güç
geliyordu ve geçmiş hayatımın tüm hatıralarını
geri çağırmayı başarana kadar birkaç ay
geçmişti."
1891 yılı başlarında, Avrupa'da bir dizi
seminer teklifini kabul etmekte zorlandığı
sıralarda, bir gece bir hayal gördü. Bu hayalde
Paris'teki Hotel De La Paix'deydi ve annesinin
ölmek üzere olduğunu haber veren bir not
alıyordu.
Tesla'nın yaşadığı bu kısmi hafıza kaybı
dönemi ile ilgili ilginç bir olay da araştırmaları
sırasında temas ettiği her şeyin canlanmaya ve
hızla
ileri
atılmaya
başlamasıydı.
"Deneylerimdeki en önemsiz noktaları dahi en
küçük ayrıntısına dek hatırlayabiliyordum.
Hatta
sayfalarca
yazı
ve
formüller
çıkartabiliyordum bu ayrıntılardan."
Annesinin
sağlığı
konusunda
endişelenmesinin boşuna olmadığı ortaya çıktı:
Gospiç'ten annesinin sağlığının gerçekten de
kötüye gittiğini belirten mektuplar gelmeye
başlamıştı. Bu arada da dünyanın dört bir
yanından
davetler,
ödüller
ve
ziyarette
bulunması veya konferans vermesi için
mektuplar alıyordu. En sonunda Paris ve
Londra'dan
gelen
teklifleri,
sonrasında
doğrudan evine gitmeyi tasarlayarak kabul
etti.
Londra'daki
Elektrik
Mühendisleri
Kurumu'nda verdiği konferans bilim dünyası
için büyük bir olay olarak kabul edilecek ve
İngilizler
onun
Londra'da
kalmasını
isteyecektiler.
"Sir James Dewar, Kraliyet Topluluğuna bir
konferans vermem konusunda ısrar ediyordu.
Kararlı bir insan olmama karşın bu büyük
İskoçyalının ısrarları karşısında kolayca boyun
eğmiştim. Beni bir iskemleye sürüklemiş,
önüme bir bardak koymuş ve içini yanardöner
renklerin tümünü içeren ve nektar tadında
kahverengi bir içecekle doldurmuştu."
Dewar, onu hayrete düşürecek şekilde
şunları söylemişti: "İşte şimdi Faraday'in
iskemlesinde oturuyorsun ve onun içtiği içkiyi
yudumluyorsun." Bu şerefe ondan başka hiç
kimsenin nail olmadığı konusunda ısrar etmiş
ve bu şekilde tartışmadan üstün çıkan taraf
olmuştu.
Fransızlar
bir
gün
daha
bekleyebilirlerdi.
Bilim dünyasının üst tabakasının hazır
bulunduğu, İngiltere Kraliyet Topluluğu önünde
verdiği seminer genç mucide daha da fazla
övgü yağmasına yol açtı. O zamanlar Kraliyet
Topluluğu'nun başkanı olan seçkin fizikçi Lort
Rayleigh, temel keşifleri gün ışığına çıkarma
yeteneğinden dolayı genç mucidi kendi çalışma
yöntemini
gözden
geçirmesi
konusunda
sıkıştırmaya başlayacaktı.
Tesla'ya gelecekte tek bir araştırma konusu
üzerinde yoğunlaşmasını tavsiye ediyordu. Bu,
tüm cevapları bir kerede bulmak isteyen bir
bilim insanı için sıra dışı bir fikirdi.
Tesla'nın çalışmalarını hayranlıkla izlediği
Sir William Crookes da, seminerden sonra
oteline yolladığı mesajla, kendi bedenini garip
elektrik efektlerinde kullanmasının büyük bir
ilham kaynağı olduğunu belirtiyordu.
"Sevgili Tesla" diye yazıyordu notta, "Siz
tam anlamıyla bir peygambersiniz. Yeni
bobinimi henüz bitirdim ancak sizin bana
verdiğiniz küçük model kadar iyi işlemediğini
gördüm. Korkarım ki fazla büyük oldu... Bir
kutbundan
tuttuğumda
bedenime
yayılan
fosfor, küçük olanın sağladığının yanında
sönük kalıyor... "
Gözlemci Crookes mucidin bitkinliğini fark
etmişti, onu fiziksel ve sinirsel bir çöküntünün
eşiğinde olduğu konusunda uyarmaktaydı.
"Umarım en kısa zamanda yurdunuzun
dağlarında alırsınız soluğu" diye yazıyordu.
"Çok fazla çalışıyorsunuz ve eğer kendinize
özen
göstermezseniz
çökeceksiniz.
Bu
mektuba cevap verme ya da bir kişiyi daha
görme zahmetine katlanmayınız ve ilk trenle
yola çıkınız."
Sir William haklıydı ama tavsiyesinin yerine
getirilmesi Tesla için imkansızdı. Genç mucit
hemen
Yüksek
Potansiyel
ve
Yüksek
Frekanstaki
Alternatif
Akımlar
Üzerine
Deneyler konulu semineri düzenlemek üzere
Paris'e doğru yola çıktı ve orada da duyarlı
elektronik tüpleri ile gösteriler düzenleyecekti.
Bu defa izleyicileri Societe Internationale des
Electriciens ve Societe Française de Physique
üyeleriydi.
Aynı ay içerisinde, Şubat 1892'de, Sir
William Crookes, Tesla'nın sezilerini doğruladı.
Elektromanyetik
dalgaların
uzayda
telsiz
iletişimi için kullanılabileceğini varsayan bir
makale yayınladı.
Son konferansını da kendisini ezen bir
bitkinlik içinde tamamlayan Tesla kendisini
ivedilikle Hotel de la Paix'deki odasına
atacaktı. Bir haberci annesinin ölmek üzere
olduğunu bildiren bir telgraf mesajını kendisine
ilettiğinde
baş
aşağı
yere
çakılacaktı
neredeyse.
Hızla
istasyona
gitti
ve
Hırvatistan'a doğru yola çıkmakta olan bir trene
atladı. Yolculuğun sonunda bir fayton buldu ve
ölüm döşeğindeki annesinin yanına tam
zamanında vardı. Yıkılmak üzereydi ki istirahat
etmesi için evine yakın bir binaya götürüldü.
"Orada çaresizlik içinde yatarken" diye
anlatır güncesinde, "eğer annem öldüğünde
ben onun yanında olamasaydım bana mutlaka
bir
işaret
gönderirdi
diye
düşündüm...
Londra'da yeni dostum Sir William Crookes ile
birlikte bir arkadaş grubunda spiritüalizm
üzerine tartışırken de bu düşüncelerin etkisi
altındaydım... İleriyi görebilmenin son kerte
mümkün olduğunu düşünüyordum çünkü
annem bu dehaya ve özellikle de üstün sezgi
gücüne sahip bir kadındı."
Tüm gece boyunca zihni beklentiler
içerisinde kıvrandı ancak sabah erken saatlere
kadar hiçbir gelişme olmadı. Hafif düşleri ya da
"kendinden geçmeleri" sırasında "meleklere
benzeyen bulutlar" görmüştü. "Onlardan bir
tanesi bana sevgi dolu gözlerle bakıyor ve
yavaş yavaş annemin görünümünü almaya
başlıyordu. Bu görüntü yavaşça odanın içinden
kaydı gitti ve kayboldu. Tam o anda
anlatılamayacak kadar hoş ve birçok sesin
oluşturduğu bir şarkı ile uyandım. Tam bu anda
artık emindim, bunu herhangi bir sözcükle
açıklamak imkansız ama annemin öldüğü bana
malum olmuştu. Ve bu doğruydu... "
Bu görünürde transandantal izlenimlerinin
dışsal nedenlerini bulmak onun için önemliydi
çünkü hala insanların "etten makineler"
olduğunu iddia eden teorisine inanmaktaydı.
Aşağıdaki
"açıklama"
onun
güncesinden
alınmıştır:
"Kendimi toparladıktan sonra uzun süre bu
garip olayın dışsal nedenlerini araştırdım ve
neyse ki sonuçsuz çabalarımın üzerinden
aylar geçtikten sonra buna ulaşabildim. Ünlü bir
ressamın bir mevsimi tasvir etmek için havada
süzülen bir bulutu ve bunun üzerinde de
melekleri resmettiğini keşfettim ve bu beni
derinden etkiledi. Bu benim rüyamdaki ile
aynıydı, tek fark annemin benzerinin burada
olmamasıydı. Müzik, yakınlardaki bir kilisenin
korosunun Paskalya yortusu için söylediği eski
bir ayin sarkışıydı; bu da her şeyi bilimsel bir
gerçeklikle açıklıyordu.
"Bunlar uzun zaman önce oldu ve ben
kesinlikle hiçbir temele oturmayan psişik ve
spiritüel fenomenler hakkındaki düşüncelerimi
değiştirmek için en ufak bir neden bulamadım.
Tüm bunlara inanmak entelektüel gelişimin bir
parçası. Dinsel dogmalar artık kabul görmüyor.
Ama her birey bir çeşit üstün bir güç inancına
bağlanıyor.
Hepimizin
hareketlerimizi
yönetecek
ve
doygunluğa
ulaşmamızı
sağlayacak bir ideali olmalı, ancak bu ideal
maddesel bir şey değildir; maddeselliği
aşmamızı sağladığı müddetçe bu, inanç, sanat
ya da bilim olabilir. İnsanlığın huzurlu bir
şekilde varlığını idame ettirebilmesi için ortak
bir kavramın egemenliğini sürdürmesi esastır.
"Ruhbilimcilerin
ya
da
spiritüalistlerin
iddialarını destekleyecek herhangi bir delil
bulmakta başarısız olurken, sadece bireysel
eylemlerin gözlemlenmesi ile değil, aynı
zamanda -daha da sağlam bir kesinlikle-
genellemeler yolu ile, hayatın otomatizma
okluğunu gönül rahatlığı ile kabul edebileceğimi
ispatladım."
Ne
zaman
arkadaşlarından,
ya
da
akrabalarından biri bir başkası tarafından
incitilse, o bunu bir "kozmik" acı olarak
nitelendiriyordu.
Bu,
tepkilerinin
benzer
olmasına neden olacak bir şekilde insan
bedenlerinin benzer bir yapıda olmasından,
aynı
dışsal
etkilere
açık
olmasından
kaynaklanıyordu. "Çok gelişmiş bütünsel bir
mekanizmaya sahip, çok duyarlı, dikkatli ve
çevrenin değişen şartlarına uygun tepkiler
veren bir varlığa" diyordu, "güçlü bir mekanik
duyu bağışlanmıştır ve bu duyu onun doğrudan
algılanabilmesi
çok
güç
olan
tehlikeleri
savuşturabilmesini sağlamaktadır. Ve o kişi
denetim organları aşırı derecede bozuk olan
diğerleri ile karşı karşıya kaldığında, bu duyu
kendisini ortaya koyar ve o da "kozmik" acıyı
hisseder... "
Aslında mucidin yazılarında bu teorilerinden
hiçbir zaman tam anlamıyla tatmin olamadığı
açıkça görülüyor.
Bu Tesla'nın hayatındaki tek önsezi örneği
değildi. Ama o bunlara her zaman mekanik bir
açıklama getirmeye, sezgiyle dışsal olaylar
arasında bağlantı kurmaya çalışıyordu. Kız
kardeşi Angelina da ölümcül bir hastalıktan
mustarip iken Tesla New York'tan, kız
kardeşine işlerin iyi gitmediğini düşündüğünü
anlatan bir telgraf çekmişti. (Rüyasında
Angelina'nın yükselip kaybolduğunu görmüştü.)
Tesla'nın kuzeni Sava Kosanoviç de Tesla'nın
bu geleceği görebilme gücüne birçok kez şahit
olduğunu ama onun bu olaylar üzerinde
durmak istemediğini anlatır. "O duyarlı bir
insandı, bir şeylerin yolunda gitmediğini
hissederdi ama bunun mistik bir yanı yok."
"Herkesin
dış
etkilere
tepki
veren
otomatonlar (robotsu insanlar) gibi olduğunu
söylerdi" diye anlatıyor. "Ama onda sahip
olduğu önseziyi olanaklı kılan dışsal faktörlerin
kaynağından asla söz etmezdi."
Kosanoviç'e, 1890'lı yıllarda Manhattan'da
bir parti verdikten sonra başından geçenleri
anlatmıştı. Konuklardan bazıları Philedelphia'ya
giden trene binmek için hazırlık yapıyordu.
Tesla kapıldığı "kuvvetli bir dürtü"nün etkisiyle
konuklarının treni kaçırmalarını sağlamıştı. Ve
tren kaza yapacak, yolculardan pek çoğu ağır
bir şekilde yaralanacaktı.
Ona göre, annesi ölüm döşeğindeyken
yanına
zamanında
gidebilmesi
tuhaf
bulunabilecek
özellikleri
sayesinde
gerçekleşmişti. Başının, aslında diken gibi ve
kapkara olan sağ yanındaki saçların arasında
bir tutam ak belirmişti. Oysa yalnızca birkaç ay
sonra eski haline dönecekti hepsi.
Annesinin ölümünü takip eden birkaç hafta
boyunca kendisi de hasta yatmıştı. En
sonunda ayağa kalkabildiğinde, akraba ziyareti
için Belgrat'a gitti. Dünya çapında kazandığı ün
sayesinde hoş karşılandı; buradan da Zagreb'e
ve Budapeşte'ye geçti.
Daha çocukken Tesla, yağmur ile yıldırım
arasındaki
ilişkiye
hayran
kalmıştı.
Anavatanının dağlarında seyahat ederken de,
bir bilim insanı olarak onu derinden etkileyen bir
deneyim yaşayacaktı.
"Yaklaşan bir fırtınadan korunacak bir yer
arayışındaydım" diye anlatıyor sonradan. "Kara
bulutlar gökyüzünde asılı kalmışlardı ama
nedense yağmur düşmek bilmiyordu; neden
sonra birdenbire bir şimşek çaktı ve sağanak
boşaldı. Bu gözlem beni düşünmeye sevk etti.
Bu iki fenomenin, neden etkileşim içinde ve
birbirleri ile yakından bağlantılı oldukları açıktı.
Düşüncelerim beni şu sonuca götürdü:
Yağmurun düşmesini hızlandıran bir sebep
olarak elektrik enerjisisin çevresel etkisi o denli
büyük değildi. Yıldırımın işlevi daha çok
hassas bir tetiğinki gibiydi.
"Bunun arkasında muazzam bir başarı
gizleniyordu. Gereken özelliklerde elektrik
fırtınaları
üretebildiğimiz
takdirde,
tüm
gezegenin ve üzerindeki iklimin şartlan
dönüştürülebilirdi. Güneş okyanuslardaki suyu
yükseltiyor ve rüzgar bunu mükemmel bir
denge kurulacak şekilde uzak bölgelere
taşıyordu. Bunu istediğimiz yer ve zamana
göre
düzenleyebilecek
yeteneğe
sahip
olduğumuz takdirde, bu muhteşem hayat verici
şartları kontrol edebilirdik. Kurak çölleri
sulayabilir, göller ve nehirler yaratabilir, sınırsız
miktarlarda devinim enerjisi elde edebilirdik."
Yıldırımları kontrol etmek, ona göre güneşin
gücünden yararlanmanın en uygun yoluydu.
"İşin tamamlanması doğadakilerin yapısına
uygun elektrik enerjisi yaratmaya bağlı"
şeklinde düşünüyordu. "Bu olanaksızmış gibi
görünüyordu ama ben denemeye kararlıydım.
31 Ağustos 1892'de The Electrical Engineer
seçkin
elektrikçi
Mr.
Nikola
Tesla'nın
Hamburg'dan, Augusta Victoria adlı buharlı bir
gemi ile döndüğünü duyurdu. Annesinin
vefatına ve kendisinin rahatsızlığına yer
verdikten sonra şöyle denilmişti: "Tesla'nın
çalışmaları
öteki
Avrupalı
elektrik
mühendislerinin araştırma ve incelemeleri gibi,
elektrik tarihindeki yerini aldı; kendisine
gösterilen saygı tüm Amerikalıların, böyle bir
insanın anavatanı olarak kendi ülkelerini seçtiği
için gururlandığını gösteriyor."
Bilim
tarihine,
1893
sonbaharında
Philedelphia Franklin Enstitüsü'nde ve St.
Louis National Electric Light Association'da
radyo yayınlarının ilkeleri üzerine verdiği
konferanslarla yeni bir ivme kazandıracaktı.
Bunun ilk kez Marconi tarafından 1895'de
başarıldığı iddia edilse de, kamuoyu önünde
gerçekleştirilen ilk radyo iletişim gösterisini
Tesla, St. Louis'de düzenleyecekti.
St.
Louis'deki
seminerde
Tesla'nın
asistanlığını o zamanlar yirmi sekiz yaşında
olan H. P. Broughton yapıyordu. Oğlu William
G. Broughton ilerde, tarihi amatör radyo
istasyonu W21R'yi işletecekti ve radyonun
1976 yılında yapılan anma programında
babasının kendisine anlattığı kişisel anılardan
yola çıkarak, Tesla'nın St. Louis'deki tarihi
gösterisine atıfta bulunacaktı.
"Seksen üç yıl önce, St. Louis'de, Ulusal
Elektrik Işığı Birliği yüksek voltaj, yüksek
frekans üzerine düzenlenen bir seminere
sponsorluk yapmıştı" diyordu genç Broughton.
"Kürsüde iki ayrı grup ekipmanın kullanıldığı bir
gösteri düzenleniyordu.
"Verici grubunda, sahnenin bir yanında,
kutup tipi, yüksek voltaj, yağ doldurulmuş
dağıtım
transformatörü,
Leyden
kavanozlarından
(Leyden
jar:
Elektrik
depolamak için kullanılan, ince kalay folyo ile
içten ve dıştan sarılmış, içinde metal bir çubuk
bulunan cam kavanozdan oluşan bir aygıt.
Hollanda Leiden'de icat edildiği için bu adı
almıştır. Ç.N.) duplike bir kondansatöre, bir
elektrik kutusuna, bobine ve tavana doğru
yükselen bir tele bağlanmıştı.
"Sahnenin diğer yanındaki alıcı grubunda
da benzer şekilde tavandan sarkan bir tel,
Leyden
kavanozlarından
duplike
bir
kondansatör ve bobin vardı ama elektrik
kutusunun yerini voltaj uygulandığında çağdaş
floresan lambalar gibi ışıldayan Geissler tüpü
almıştı. Alıcı ve verici arasında ise bağlantı
sağlayan herhangi bir tel yoktu.
"Verici grubundaki transformatör çift ağızlı
açık bir şalterden gelen elektrik enerjisinden
besleniyordu.
Şalter
kapandığında
transformatör vızıldamaya, inlemeye başlıyor,
Leyden
kavanozlarının
levhalarının
kenarlarında haleler beliriyor, elektrik kutusu
gürültülü bir yük boşalması ile çatırdıyor ve
vericinin anten telinden görünmeyen bir
elektromanyetik saha enerjisi uzaya yayılmaya
başlıyordu.
"Aynı anda, alıcı grubunda, alıcı anten
telinin topladığı radyo frekansları ile Geissler
tüpü ışıldamaya başlıyordu.
"Böylece
telsiz
doğmuş
oldu.
Beş
kilowattlık bir vericiden bir telsiz mesajı
gönderilmiş ve bu mesaj dokuz metre ötedeki
Geissler tüp alıcısı tarafından alınmıştı...
"Bu seminer gösterisini icat eden, yöneten
ve açıklayan kişi, dünyaca ünlü dahi Nikola
Tesla idi."
St. Louis'deki gösteri, Tesla'nın tabiatıyla
tercih edeceği "dünya çapında bir mesaj"
içermemesine karşın çağdaş radyonun tüm
temel prensiplerini içeriyordu: 1. Bir anten; 2.
Bir hat bağlantısı; 3. İndüktör ve kapasiteyi
içeren bir anten-hat bağlantısı; 4. Ayarlanabilir
kapasite ve indüktör (ayarlama için) 5. Birbirleri
ile rezonans içinde olan alıcı ve verici setleri;
ve 6. Elektronik tüp detektörleri. İlk yayınlarda,
sürekli dalgaların alıcıya ses verebilmesi için
titreşimli bağlantılar kullanılmıştı. Birkaç yıl
içinde elektrik kutusu vericilerinin sinyallerini
algılamak üzere kristal dedektörler ortaya
çıkacaktı. Bu, Edwin H. Armstrong, radyoyu
amplifikatörlü -gücü artırılmış- ses çağına
sokana ve rejeneratif ya da geri besleme
devrelerini icat edene dek ticari radyonun
öncüsü olarak kabul edilecekti. Armstrong
daha sonra tüm modern radyo ve radar
alıcılarının
temeli
olan
Superheterodyne
Beatnote (değişik frekanslar üretebilmek için,
gelen radyo sinyallerini vericinin kendisindeki
sinyallerle
birleştirebilen
bir
alet.
Ç.N.)
devresini
ortaya
çıkaracaktı.
Columbia
Üniversitesi'nde lisans okurken Prof. Michael
Pupin'in öğrencisi olan
Armstrong, Tesla'nın seminerlerinden ilham
almıştı. Ama sonradan, Pupin'den etkilendiği
için midir bilinmez, uzun süre radyo patent
hakları için Tesla ile amansız bir savaşa giren
Marconi'nin tarafını tutacaktı.
Radyo'nun dünyaya kazandırılmasında,
Tesla'nın yanı sıra, büyük emeği geçen bir
diğer bilim insanı da Sir Oliver Lodge idi. 1894
yılında telgraf sinyallerinin telsiz bir şekilde,
Hetzyan dalgaları ile 150 metre uzağa
gönderilebildiğini göstermişti.
İki yıl sonra genç Marchese Guglielmo
Marconi, Lodge'unki ile aynı yapıda bir telsiz
seti ile Londra'da boy gösterecekti. Doğal
olarak yarışta başı çekenler arasında pek
esamisi
okunmadı.
Ancak
Bologna'da
Tesla'nın 1893 yılı derslerinde geniş bir şekilde
söz ettiği ve birçok dile çevrilen kitabında
tanıttığı hat bağlantısı ve anteni kullanarak
baştan savma birkaç deney gerçekleştirecekti.
Ocak ayında Tesla, Westinghouse'dan bir
telefon aldı. Şirket, Columbian Exposition
adıyla da anılan, Chicago Dünya Fuarı'nın
enerji ve aydınlatma ekipmanını kurma işini
almıştı. Tüm şebekede Tesla'nın alay konusu
edilen
ve
yerden
yere
vurulan AC'si
kullanılacaktı.
Bu haber hem iyiydi, hem de kötü. İyiydi
çünkü uluslararası büyük bir olayı bir vitrin
olarak kullanabileceklerdi; kötüydü çünkü bu
dünyada onun için en önemli şey olan işini
bırakması
anlamına
geliyordu.
Radyo
araştırmaları tam da en önemli ve heyecanlı
safhası ndaydı.
"Fuar ne zaman açılıyor?" diye sordu büyük
bir korkuyla.
"1 Mayıs'ta. Yapacaklarımız için hayli kısıtlı
bir vaktimiz var."
"Pekala, Bay Westinghouse" diye yanıtladı
mucit.
Sevgili bobinlerine sırt çevirerek büyük şov
için çalışmaya yollandı. Bilim camiasını hayrete
düşürecek ve halkı büyüleyecek fikirler daha
yolda zihnine akın etmeye başlamıştı. Bu teklifi
geri çevirmesi de pek mümkün değildi zaten.
Birleşik Devletler böyle bir gösterinin
düzenlenmesini hem istiyordu, hem de buna
ihtiyacı vardı. Başkan Grover Cleveland,
Beyaz Saray için ikinci kez seçildikten kısa bir
süre sonra ülke batık bankaların, işsizliğin ve
iflasların çamuruna saplanmıştı. 1893 paniği
yoksul ile zengine aynı sertlikte indirmişti
şamarını. İnsanları, pek yakında ekmek
kuyruklarında
beklemeye
başlayacakları
endişesinden
uzaklaştıracak
bir
şeyler
gerekiyordu.
Columbian Exposition (Kolombiya Sergisi)
aynı zamanda Amerika'nın keşfedilişinin -bir yıl
gecikmeli olmakla beraber-400. yılı için bir
kutlama işlevi de görecekti. Başkan Cleveland
diğer Avrupa soyluları ile birlikte İspanya ve
Portekiz kraliyet ailesini de davet etmişti. Aynı
zamanda Geleceğin Şehri'ni ışığa boğacak,
fıskiyeleri ve makineleri çalıştıracak, bayrakları
ve flamaları gönderlere çekecek ve böylece
muhteşem gösterinin başladığını duyuracak
elektriği
serbest
bırakan
altın
anahtarı
çevirmeyi de kabul etmişti. Doğrusu bu ana
şalteri indirmek de cesaret isteyen bir işti.
Beyaz
Saray
elektriğe
1891
yılında
kavuşmuştu
ama
başkanın
elektrik
düğmelerine dokunmasına hiç izin verilmemişti.
İhtiyatlı davranılarak bu görev odacılara
verilmişti; ne de olsa toplum Edison tarafından
olası
büyük
tehlikelere
karşı
sürekli
uyarılmaktaydı.
Fuar günü geldiğinde, şehir nefes kesici bir
görünümdeydi. Başkan Cleveland'ın fildişi ve
altından yapılma şaltere dokunuşuyla Işık
Kulesi muhteşem bir parıltıyla ışıldadı. Işıklar
uzayıp gitmeye devam ettikçe aşığadaki
insanlardan çığlıklar yükseliyordu. Artık her
yerden geleceğin nabız atışı, alternatif akımın
sesi işitiliyordu. Aydınlatma anlaşmasında
General Electric'e nal toplatan Westinghouse
bu kesin zaferin tadını çıkarıyordu.
Mayıs ile ekim ayları arasında yirmi beş
milyon Amerikalı, bilim, endüstri, sanat ve
mimarinin en son harikalarını görmek için
Chicago'yu ziyaret etti. Bu o zamanki nüfusun
üçte birine eşitti.
Ziyaretçiler ünlü Nikola Tesla yönetimindeki
sergi salonlarına hücum ediyorlardı. Yine
beyaz boyunbağı ve kostümüne bürünmüş,
yüksek frekans donanımı arasında, birbiri
ardına elektrikli mucizeler yaratan bir sihirbaza
benziyordu. Karanlık bir köşede floresan tüpleri
ve
lambalarının
aydınlattığı
bir
masa
duruyordu. Uzun tüplerden birisinin üzerinde
Tesla'nın büyük bir maharetle dökme cam
kullanarak harf harf işlediği "Elektrikçiler, Hoş
geldiniz" yazısı ışıldıyordu. Diğer ışıklar
Helmholtz, Faraday, Maxwell, Henry, Franklin
gibi büyük bilim insanlarını onurlandırıyordu. Ve
tabii bilim dünyasından insanların adlarının
yanına, Yugoslavya'nın yaşayan en büyük
şairinin adını da koymayı unutmamıştı: Zmaj
Jovan.
Alternatif akımın nasıl işlediğini sergileyen
gösterilerinin topladığı ilgi her gün giderek
artıyordu. Kadife kaplı bir masanın üzerinde
küçük metalik nesneler - bakır toplar, metal
yumurtalar- vardı ve bunlar aralarındaki uzaklık
sabit
kalmak
üzere
yüksek
hızlarda
dönüyorlardı.
Bir osilatöre bağlanmış ilk senkronize
elektrikli saati ve dağıtıcı deşarj bobinini
sergiliyordu. İzleyiciler kullanılan teknolojiden
pek bir şey anlamıyorlardı ama dikkat
kesiliyorlardı.
Ve
kendisini
alev
topuna
çevirdiğinde insanlar korku ve merak içinde
haykırıyorlardı.
Tesla'nın arkadaşı olan bir grup kadın New
York'tan
şirketin
konuğu
olarak
fuara
getirilmişlerdi. Tesla'ya kur yapıyorlar, dönme
dolaba biniyorlar ve Bayan Potter Palmer'ın
(Chicagolu Bayan Astor -Nancy "Langhorne"
ASTOR,
Vikontes
(1879-1964);
İngiltere
parlamentosunun ilk kadın üyesi. Ç.N.) yeni
elektrikli fırını, fanı ve hatta elektrikli bulaşık
yıkama makinesi ile donatılmış -kadınların
özgürlüğünü müjdeleyen- model mutfağın
bulunduğu
Kadınlar
Binası'nı
ziyaret
ediyorlardı.
Fakat
muhtemelen
kendilerini,
yeğeni
İspanya Kralı Alfonso'yu temsil eden Prenses
Eulalia'nın toplum içinde küstahça (!) sigara
içtiğini
gördüklerinde
daha
özgür
hissedeceklerdi. Bu arada ilk fermuarı ve
Edison'un "sesleri kulaklara olduğu kadar
görüntüleri
de
gözlere
kavuşturan"
Kinetoskop'unu (ilk hareketli film kamerasını)
görmüşlerdi; aynı zamanda Manhattan'da
verilen bir konserin telefondan duyulan cılız
sesini de dinlemişlerdi.
Kalabalığın arasına karışan gazetecilerden
biri Tesla'nın sergisini izlemiş ve gazetesine
şöyle bir yazı göndermişti:
"Bay Tesla'nın, elleri ile 200 bin volttan fazla
akımlarda, saniyede milyonlarca kez titreyen
ve insanın gözlerini kamaştıran ışıklara
dönüşen elektrik aldığı görülüyor... Kimsenin
tekrarlamaya gönüllü olamadığı bu etkileyici
test bittikten sonra Bay Tesla'nın bedeninde ve
giysilerinde ışıltılar bir süre varlığını devam
ettiriyor. Aslında, elektrostatik yük taşıyan
moleküllerin harekete geçirilmesi ile alevler
ortaya
çıkıyor
ve
indüksiyon
bobininin
uçlarından taşan ve hiç bir şeyi yakmayan bu
güçlü, beyaz, uçuk alevler gösteriyi cennet
çayırlarında
gerçekleşen
bir
mucizeye
dönüştürüyor."
Mucidin bir gün kendisini tamamıyla bu
zararsız
alevlerle
kaplamayı
planladığı
yazılıyordu. Bu tip akımların kuzey kutbunda
çıplak bir insanı ısıtabileceğim ve tedavi edici
etkilerinin de uygulama olanakları içinde yer
aldığını iddia ediyordu.
Daha sonraları şunları söyleyecekti: "(Tıbbi
diatermi) konusundaki ilk yayınlarım sel gibi
yayılmış, çeşitli ülkelerde çok sayıda uzman
bu konuda deneyler yapmaya başlamışlardı.
Ünlü bir Fransız hekim, Dr. d'Arsonval de aynı
keşifte bulunduğunu söyleyecek ve tartışmalar
eskisine nazaran daha da fazla alevlenecekti.
Yurttaşlarını onurlandırmaya fazlasıyla meraklı
olan Fransızlar benim önceki yayınlarımı hiçe
sayıp kendisini Akademi üyesi ilan etmişlerdi.
Tezlerimi savunmak için Paris'e gittim ve Dr.
d'Arsonval ile görüştüm. Bana gösterdiği
hayranlık
elimi
kolumu
bağladığı
için
maksadımdan vazgeçtim. Davranışları da
kesinlikle ispatlıyordu ki açıklamalarım ona yol
göstermişti ve gösterilerinde de tamamıyla
benim aletlerimi kullanmıştı... "
Tesla, yüksek frekanslı alternatif akım
bombardımanının dokularda yarattığı ısının,
kireçlenme gibi birçok rahatsızlığı iyileştirdiğini
bulan ilk kişi olarak (1891 yılında) tarihe
geçtiyse
de,
yöntemin
adı
"D'Arsonval
Tedavisi" olarak geçecekti tıp literatürüne.
Radyasyonun tıbbi tedavilerde kullanılması
hızla yaygınlaştı ve -başlarda diatermi,
şimdilerde ise hipertermia adı ile anılan- bu
tedavi X ışınlarının, mikro dalgaların ve radyo
dalgalarının
kullanılması
ile
kanserin
tedavisinde de uygulanmaya başlandı. Kemik
ve doku tedavilerinde de bu yönteme
başvurulacaktı.
Tesla hayatı boyunca -kendi deyimi ile-
"soğuk alev"in hem zihni rahatlatan hem de
cildi tazeleyen terapötik bir değeri olduğuna
inandı. Gerçekte düşük güçlü terapötik bir
aygıtın sağladığı deşarjın ya da koronanın
adalelerdeki
hareketliliği
artırdığı,
kan
dolaşımını hızlandırdığı ve aynı zamanda
düşük yoğunlukta solunduğunda hafif bir
uyarıcı etki yaratan ozon gazı salgıladığı
gözlemlenebiliyor.
Doktor
Maurice
Stahl
"psikosomatik bir etkinin olduğuna ve salt
mekanik bir etkinin ötesinde bir şeylerin ortaya
çıktığına" inandığını söylüyor.
Mucit elektrikli anestezinin de mümkün
olduğunu düşünüyordu. Dersleri anlamada
güçlük çeken öğrencileri etkilemesi için
sınıfların altından yüksek voltaj kablolarının
geçirilmesini
de
önerecekti.
New
York
sahnesinde oyuncuların sahneye çıkmadan
önce duygularını kamçılamak için yüksek
gerilimli soyunma odaları hazırlayacaktı.
Columbian Exposition'da, aynı zamanda
özel tasarımlı yüksek frekans bobinleri
kullanılarak demir kalıpların ısıtılması ve
kurşun ile kalayın eritilmesi tekniğini de
açıklamıştı. Bu yıllar sonra çok büyük bir ticari
önem kazanacaktı.
New York'taki laboratuvannı gönülsüzce
terk etmişti ama Chicago'daki fuar da onun için
çok keyifli bir deneyim olmuştu. Aynı durum
George Westinghouse için de geçerliydi.
Westinghouse, Makine Salonu'nda AC sistemi
ile
çalışan
çeşitli
ticari
motorların
ve
aydınlatma-enerji üretimi amaçlı özel çift fazlı
jeneratörlerin
sergilenmesi
ile
meşguldü.
Sistemin uygulanabilirlik sahasının genişliğini
açıklayabilmek için dönel bir konvertörün
çokfazlı bir AC'yi bir lokomotif motorunu
çalıştırabilecek
şekilde
nasıl
DC'ye
dönüştürüldüğünü gösteriyordu.
Belki de Tesla hayatının en büyük gününü
mekanik ve elektrikli osilatörlerini 25 Ağustos'ta
Elektrik Kongresi'nde sergilediğinde yaşamıştı.
Tanınmış bir editör ve elektrik mühendisi olan
Thomas
Commerfold
Martin
artık
bilim
insanlarının
alternatif
akım
üzerine
yürütecekleri
araştırmalarını
eksiksiz
bir
donanımla sürdürebileceklerini yazmıştı. Aynı
zamanda, böyle bir ekipmanın "armonik ve
senkronize telgraf sahasında ve "açılan geniş
alandaki olanaklarda" kullanılabileceğini de
sözlerine eklemişti.
Ünlü Alman fizikçi, Hermann Helmholtz,
Elektrik Kongresi'ne Alman İmparatorluğu'nun
resmi delegesi olarak katılmış ve kongrenin
başkanlığına seçilmişti. Tesla'nın yurttaşı
Michael
Pupin
de
kongreye
katılanlar
arasındaydı ve sonradan şunları yazacaktı:
"...ve bu konuda tartışan insanlar elektrik
biliminin emekleme evresini aştığını ve elektrikli
aletlerin bilim dışı yöntemlere uygun olmadığını
gösterdiler." Bu sözleri ile Edison'un, alternatif
akımın güvenle kullanılamayacağı görüşünü
reddetmiş oluyordu.
Tesla New York'a kazandığı zaferlerle
bahtiyar döndü. Kazandığı büyük şöhret
sayesinde eskiden muhatap olduğu genel
suçlamaların önünü daha rahat bir şekilde
alabilecekti.
Ticari
taleplerden
kurtulmayı
istiyordu ama radyo ve diğer konularda
yürüttüğü çalışmaları finanse edebilmek için
bunlara boyun eğmek zorunda kalacaktı.
|