Kadir ÖZDEL
DÜNDEN BUGÜNE BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI TERAPİLER: TEORİ VE UYGULAMA
Turkiye Klinikleri J Psychiatry-Special Topics 2015;8(2)
12
bu kavramların adlarını açıklamasını ve ilgili örnekleri
içerir.
Yukarıda söz edilenlerden de anlaşılacağı gibi dav-
ranışçı okulun özellikle de ilk dönemdeki temel özelliği,
odak noktasının gözlenebilen davranışlar olmasıdır ve
davranışı gerçekleştiren organizma edilgendir. Bu ku-
rama göre düşünceler, üzerinde çalışılması gerekmeyen
zihinsel yan ürünlerdir.
5
En katı haliyle davranışçı yak-
laşımda sadece nesnel ölçülebilir parametrelere bakılır.
Buna bakarken düşünce bir tür sessiz konuşma olarak
kabul edilir. Duyguların öznel yaşantısı değil ölçülebilir
fizyolojik tepkiler esas alınır. Böylelikle çevrede olup bi-
tenler bizim tepkilerimizi belirler ve dolayısıyla değişim
yine kişinin çevrede bir değişiklik yapmasıyla mümkün
olmaktadır. Bu anlayışın bazı unsurları, “uyarıcı” tanı-
mını ilk kez yapan ve insanı dışsal uyarıcılara bağımlı bir
makine; insan ruhunu da makinenin içindeki hayalet
olarak tanımlayan Descartes’ın felsefesinde bulunabilir.
Ancak daha rafine bir düşünmeyle bu görüşün kayna-
ğını 17. yüzyıl filozoflarından olan ve akıl çağının gerçek
kurucusu olarak kabul edilen John Locke’un (1632-1704)
insan zihninin boş bir levha olduğu (tabula rasa) ve de-
neyimlerle şekillendiğini öne süren felsefesinde bulmak
mümkündür. Nitekim Watson’un “Bana bir düzine sağ-
lıklı bebek verin, kendi özel davranışçı yöntemlerimle
onları yetiştirerek, başka bir şeye gereksinim duymaksı-
zın onları kesinlikle doktor, avukat, sanatçı, esnaf hatta
dilenci veya hırsız yapabilirim” sözleri bu anlayışın id-
dialı bir ifadesidir.
6
Bugün meslekler anlam1nda bize ol-
dukça yak1n gelebilecek bu görüş 20. yüzyılın başlarında
çok kabul görmüyordu (belli ırkların, belli ailelerin belli
bazı şeyleri yapabileceğine inanılıyordu). Ancak bu gö-
rüşün kişinin mizaç, karakter ve zekâ gibi niteliklerini
tamamen açıklamaktan uzak olduğu ve psikopatolojilere
kusursuz bir şekilde uygulanamayacağı açıktır.
Klinik durumların tamamını açıklayamamış olsa da
davranışçı okulun çok büyük bir avantajı bilimsel düşün-
ceye sadık olmasıdır. Böylelikle yalnıza psikoloji alanında
değil bilimin tüm alanlarındaki yeni araştırmaları bütün-
leştirerek değişme ve gelişme şansına sahip olmuştur.
BİLİŞSEL KURAM
Bilişsel kuramın gelişimini incelerken kolaylıkla karış-
tırılabilen iki kavram arasındaki ince ayrımdan bahset-
mekte yarar vardır. Bugün klinikte kullandığımız ve A.
T. Beck’le özdeşleşen Bilişsel Terapi ile psikoloji bili-
minin 70’li yıllardan itibaren git gide en önemli ça-
lışma konularından biri haline gelen bilişsel psikoloji
birbirleriyle yakından ilişkili olmakla birlikte farklı kav-
ramlardır. Bu kısımda öncelikle bilişsel kuramların or-
taya çıkışıyla ilgili deneysel ve felsefi arka plandan son-
raki kısımda ise tüm ana akım bilişsel davranışçı terapi
uygulamalarının birbiriyle ilişkili biçimde klinik uygu-
lamasından bahsedeceğiz.
Henüz öğrenmeyle ilgili davranışçı okul Kıta Av-
rupası’nı etkisine almadan önce İsviçreli bir psikolog
olan Jean Piaget (1896-1980) genetik epistemoloji ve bi-
lişsel gelişim alanında çığır açıcı çalışmalar yapmıştır.
7
Piaget, çocukta düşünce ve dil gelişiminin bir süreklilik
içinde değil de, belli evrelerden geçerek oluştuğunu ve
bu durumun birey çevre ilişkilerinde etkin bir şekilde
yapılandığını ortaya koymuştur. Bireylerin bu öğrenme
sürecini 1) duyusal motor dönem (0-2 yaş); 2) işlem ön-
cesi dönem (2-5/6 yaş); 3) somut işlemler dönemi (6/7-
11/12 yaşlar); ve 4) soyut/formel işlemler dönemi (11/12
ve sonrası) olarak isimlendirmiştir. Ayrıca Piaget, birey-
lerin öğrenme sürecinin çocukluktan itibaren genelle-
meler, soyutlamalar ve kurallar oluşturarak bir takım
zihinsel çerçeveler yoluyla ilerlediğinden hareketle öğ-
renmede şema kavramını ortaya atmıştır.
8
Buna göre
çocuk dış dünyayı algılarken kendine özgü bir anlam-
landırma ve şekillendirme biçimi oluşturur. Buna şema
denir. Şema yeni gelen bilginin yerleştirileceği bir çer-
çevedir, örgütlenmiş davranış ve düşünce kalıplarıdır ve
en temel zihinsel yapıdır. Şemalar, karşı karşıya gelinen
içsel ve dışsal durumları anlama, çözme ve onlarla baş
etme yolları ya da kalıpları olarak da düşünülebilir. Ay-
rıca öğrenme süreci temelde bir adaptasyon süreci olarak
işler. Birey mevcut bilişsel çerçevesiyle/kalıbıyla açıkla-
yamadığı bir uyaranla karşılaşır; buna dengesizlik (dise-
quilibrium) denir bu durumda öncelikle karşılaşılan
durum/uyaran mevcut şemaya uydurulur (asimilasyon)
ki eğer mevcut şema bunun için yeterli ise kişi için hızlı
bir yanıt şansı sağlayacaktır. Eğer yeterli değilse bu iş-
levsiz bir durum olacaktır. Alternatif olarak birey şemayı
duruma uyumlu hale getirecektir (akomodasyon) ve
dengeye (equilibrium) ulaşılacaktır.
9
Şekil 1’de bununla
ilgili bir örnek verilmiştir.
Davranışçı öğrenme ilkeleri ve bu ilkelere dayanan
davranışçı terapi 1960’lı yılların sonuna kadar alanda
daha önceleri ön planda olan psikanalitik terapilere karşı
git gide popülaritesini arttırmıştır. Ancak o dönemde de
insan öğrenmesinin ve genel
olarak psikopatolojinin
önemli bir kısmının davranışçı öğrenme ilkeleriyle açık-
lanamaması itirazlara neden olmuştur. Bununla birlikte
bilgisayar teknolojisi ve yapay zekâ ile ilgili yeni yeni
başlayan çalışmalarla “insan zihninin kendisine gelen
bilgileri bir şekilde işlediği ve bunda düşüncelerin rolü
Kadir ÖZDEL
DÜNDEN BUGÜNE BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI TERAPİLER: TEORİ VE UYGULAMA
Turkiye Klinikleri J Psychiatry-Special Topics 2015;8(2)
13
olabileceği” düşüncesi kabul görmeye başlamıştır. Bu
noktada bilişsel kuramın temel vurgusunun insan dav-
ranışlarında uyaran ve davranış arasında belirleyici et-
kiye sahip bir takım zihinsel yapı
ve süreçlerin
(bilişler/bilişsel süreçler) varlığı olduğunu hatırlamakta
yarar vardır. Psikolojide
bilişsel devrim olarak nitelen-
diren sürecin başlamasında Noam Chomsky’nin Skin-
ner’in “Verbal Behavior” kitabına
eleştiri olarak
yayımladığı makalenin ayrı bir yeri vardır. Bu makalede
Chomsky dil gelişimi sürecinin yalnızca davranışçı uya-
rıcı-yanıt teorileriyle açıklanamayacağını belirtmiştir.
10
Aslında 40’lı yılların sonlarına doğru
Davranış Bi-
limleri laboratuarlarında davranışçılığın yaygın kavram
ve kabulleriyle açıklanamayan sonuçlar bildirilmeye baş-
lamıştır.
5
Tolman (1948) yayımladığı araştırmasında
daha sonra
gizli öğrenme (latent learning) kavramını or-
taya atacağı sonuçlara ulaşmıştır. Deneyin birinci aşa-
masında bir grup deney faresi bir labirente bırakılıp
labirentin çıkışına bir yiyecek konularak koşullanırken
diğer bir grubun herhangi bir koşullanma amaçlanmak-
sızın labirentin içinde dolaşmasına izin verilmiştir. Ko-
şullanan fareler her denemede daha hızlı
biçimde
yiyeceğe ulaşmayı öğrenmişlerdir. Deneyin ikinci kıs-
mında labirentin çıkışına yiyecek konulduğunda iki grup
farenin de yiyeceğe aynı hızda ulaştığı gözlenmiştir.
Oysa davranışçı kurama göre rastgele dolaşan bu ikinci
grup fareye pekiştireç verilmediği için bir şey öğrenme-
meleri beklenir. Bunun anlamı farelerin rastgele dola-
şırken de bir yandan labirentin yapısıyla ilgili bir tür
bilişsel haritayı zihinlerinde oluşturuyor olabilecekleri-
dir: Yani koşullanmamalarına
rağmen bir şey öğren-
mektedirler.
5,11
Bilişsel psikolojinin kuramsal olarak var olma süre-
cinde
Kişisel Yapı Psikoloji’si kuramını ortaya koyan Ge-
orge Kelly (1905-1967) birçok yazar tarafından bir
dönüm noktası olarak kabul edilir. Kişisel yapı psikolo-
jisine göre insan dünyayı kendine özgü bir lens üzerin-
den gören saf bir bilim adamıdır. Bu lens eşsiz olarak
organize olan yapısal bir sistemdir ve birey bunu (ge-
lişecek) olayları öngörmede kullanılır. Ancak birey
“saf” bir bilim adamı olduğundan bazen bu sistemi, gün-
cel duruma uygulanamayacak kendine özgü yaşantıla-
rıyla çarpıtılmış dünyayı devam ettirmek için kullanır.
Süreğen bir şekilde olayları karakterize etmede başarısız
olma ve kişinin sosyal dünyasındaki değişime göre sis-
temi güncelleyememesi psikopatolojinin altında yatan
faktör olarak kabul edilir.
12
Bilişlerin insan davranışını
açıklamada uyaranla davranış arasındaki rolünü anla-
Dostları ilə paylaş: