Propaganda ve İletişim Araçları
İdeal anlamda masumiyet içermesi gereken propaganda kavramı, kullanım amacı ve kullananların
niyeti bakımından şimdiye kadar kötü bir ün yapmış ve sosyal bir anlam ifade etmekten ziyade siyasi bir
çizgide yol almıştır. Öyle ki bu kavram, onu kulananların elinde bir sosyal yaklaşım vasıtası olmaktan çok,
sosyal felaketlerin menşesi olmakta ve bir beyin yıkama yöntemi şeklinde kullanılmaktadır.(Bahar, 2009:
120)
Propaganda amacını gerçekleştirmek için yani insanın duygu, düşünce ve davranışlarını etkilemek
veya değiştirmek maksadıyla birtakım iletiler, simgeler kullanmaktadır. Bu unsurları yaymak için de çeşitli
kanallara ihtiyaç duyar. Farklı niyetlerle hazırlanan propaganda mesajlarını hedefe ileten bu kanallar
haberleşme araçları olarak adlandırılmaktadır. Haberleşme araçları mesaj dağıtım yöntemlerine göre dört
kategoriye ayrılmıştır. Bunlar; yüz yüze haberleşme; mitingler, gruplar, sosyal faaliyetler ve kişisel temaslar
yüz yüze haberleşme ortamlarındandır. Göze hitap eden haberleşme araçları; çizgi filmler, resim veya
slaytlar, broşür, gazete, afiş, bildiri, kitap, dergi, risale gibi basılı araçlar, tuhafiye, biblo ya da üzerine mesaj
basılabilen herhangi bir parça eşya gibi basılı ürünlerdir. Kulağa hitap eden haberleşme araçları; en yaygın
olanı radyodur. Hem göze hem kulağa hitap eden haberleşme araçları; en başta gelenler; televizyon, sinema
ve internettir. (Şimşek, 2005: 136-137) “Toplumsal zihin kontrolü maksadıyla, görsel ve işitsel iletişim
- 1093 -
araçları; yazılı ve basılı materyaller gibi pek çok araç-gereç kullanılmaktadır. Bunlar vasıtasıyla toplumun
kafasına işlenen pek çok motifle, düşüncelere istenilen doğrultuda yön verilmektedir.” (Sayın, 2007: 53)
Bilinçaltı Mesaj
“20. Yüzyılın ikinci yarısında uygulanan başka bir medya stratejisi de mesajları bilinçaltına
yerleştirmektir. İletişim yoluyla bilinçaltına mesaj aşılamanın birçok yöntemi vardır. Elektronik medyanın
başvurduğu tekniklerden bazıları duyu eşiği altı ses, geçmişe gizleme, tachististopic flaşlar, imaj
eşleştirmeleridir. Yazılı basınsa en çok gömülü mesajları, imaj eşleştirmelerini ve sembolizmi
kullanır.”(Keith, 2006: 52)
Psikolojik Savaş
Daha önce de belirtildiği gibi insan beyni sürekli olarak kontrol altındadır. Kontrol altına alınmadığı
dönem yoktur. Beyin dışardan ve içerden gelen stimuluslara ve algılara çok açıktır. Dışarıdan gelen algılarla
beyni kontrol etmek mümkündür. Zaten toplumsal beyin kontrolü her zaman var olmuştur. En dikkat çeken
örneği Hitler’dir. Hitabet sanatını ve diğer teknikleri çok iyi kullanarak insanların zihinlerini kontrol
etmiştir. Ayrıca bugün psikiyatrların ve psikologların da yaptığı budur. Yani insanların beynini kontrol
etmek. (Sayın, 2007: 53,69)
Bireyin ve toplumun duygu ve davranışlarını inceleyen psikoloji, elde ettiği bilimsel verilerinden
hareketle hedef olarak seçilen yahut düşman gibi görülen kişi ve kitlelere karşı da kullanılmaktadır. Bu
faaliyetlerde, psikolojik savaş kavramı içindeki propaganda, yıldırma, inandırma gibi metodlar
uygulanmaktadır. (Bahar, 2009: 23) Psikolojik savaş, çeşitli zihin kontrolü yöntemlerini içine alan geniş bir
kavramdır. Psikolojik savaş, insanların beyninde ve toplumun psikoloji üzerinde sürdürülen savaştır, hedefi
‘gerçek olmayan’ birtakım yanlış bilgi ve olayları “propaganda, zihin kontrolü, medyanın kontrolü, toplu
telkin ve beyin yıkama ile ‘gerçekmiş gibi’ göstermektir. Böylece düşmanın ve karşıt güçlerin beyninde ve
psikolojik tabanında da savaşın kazanılması hedeflenmektedir.” (Sayın, 2007: 81)
Psikolojik savaşın birinci aşaması, düşmanını ve kendini iyi tanımaktır. İkinci aşama, baskı ve ikna
tekniklerini kullanarak karşı tarafta psikolojik çöküntüye yol açmaktır. “Psikolojik savaşın saldırı ve
savunma silahı; propaganda, eğitim ve provakasyondur.” Cephesi ise; söz, yazı, resim, broşür ve radyo,
televizyon, bilgisayar gibi iletişim araçları aracılığıyla yayılan bilgilerdir. Bu savaş yönteminin amacı,
insanları ikna etmek ve onlarda düşünce, duygu ve davranış değişikliği yaratmaktır. Yöntemi ise beyin
yıkamadır. (Simşek, 2005: 126)
Psikolojik Travma
İstihbarat örgütleri işkence yöntemlerini kullanmak ve bunları zihin kontrol projelerinde
uygulamaya koymak konusunda sakınmamaktadırlar. Çünkü bazı zihin kontrolü projelerindeki psikolojik
travma metotları gerçekte farklı işkence tekniklerinden ibarettir. İşkence gören insanlarda geri dönüşümsüz
psikolojik, fizyolojik ve nöroanatomik etkiler meydana gelir. (…) Örneğin travma sonrası stres bozukluğu,
hem savaşan askerlerde hem de işkenceye maruz kalan insanlarda görülmektedir. (…) Esasen işkence, savaş
durumundan çok daha ağır strese neden olmaktadır. “Stres insanlarda HPA ekseni denen bölgelerin
aktivasyonu aracılığıyla aşırı CRF, ACTH ve kortizol salınmasına” yol açmaktadır. “Bu etki ise beyinde pek
çok geri dönüşsüz nöron ölümüne, apoptozise neden olur. Bellek, üç boyutlu algı, düşünebilme yeteneği
körelir.” Ayrıca işkence gören insanların kronik depresyon, hafıza kaybı, paranoya, psikoz vb. gibi tüm
psikiyatrik bozukluklara girme olasılığı artar. “CRF zaten aşırı salgılandığında depresyon yaratan bir
hormondur. İşkencenin tipine göre geri dönüşsüz kardiyovasküler, üriner sistemle ilgili, biyokimyasal ve
nörolojik bozukluklar gelişir.”(Sayın, 2007: 197) Alışılmadık, uzun süreli çevresel stres veya yaşam
durumları, kişiliğin normal fonksiyonlarını aksatabilir. Bu tür güçlüklere maruz kalan kişiler değişik bir
kişilik ya da sahte kimlik benimseyerek yeni durumlara uyum geliştirebilirler.(Keith, 2006: 147)
1932 yılında, “CİA’in öncüsü Amerikan OSS istihbarat ağının kurucularından Alman psikolog Kurt
Lewin”, bireyleri ve toplulukları yeniden programlamak amacıyla travma tekniğinin kullanılmasını ilk
savunan kişilerdendir. Lewin’in bu kuramı, yani özneyi sonraki yeniden programlamaya hazırlamak
maksadıyla işkence ve travma yoluyla yapısını bozmak, “20.yüzyılın dünya zihin kontrolü ve kültürel
programlaması yöntem bilimidir. (…) Korku, öfke ya da heyecan gibi duyguların, kasten ya da kasti
olmayan biçimde uyarılmasıyla beyin işlevleri yeterince zarar gördüğünde, kişilere çeşitli inançlar
dayatılabilir. Bu türden olayların neden olduğu sonuçlardan en yaygın olanları, geçici yargı bozukluğu ve
yüksek derecede etkiye açık olma halidir. Bunun çeşitli grup tezahürleri bazen ‘sürü dürtüsü’ başlığı altında
tasnif edilir; endişenin arttığı ve dolayısıyla birey ve kitlenin etkiye açık hale geldiği savaş zamanlarında,
ciddi salgınlarda ve benzeri tehlike dönemlerinde en görkemli halleriyle görülür.”(Keith, 2006: 40-41)
Tecrit ve İşkence
- 1094 -
Tecrit ile beyin yıkama yöntemi arasında oldukça sıkı bir bağlantı bulunmaktadır. Gerçekte tecrit,
beyin yıkama metodunu baz alan faaliyetten başka bir şey değildir. Tecrit, işkencenin farklı yöntemlerle
uygulanması şeklidir. Tıpkı işkencelerde olduğu gibi tecridin de esas amacı insanın kişiliğini yok etmektir.
Tecrit ile duyumsal uyaranların sınırlandırılması bireyde duygusal bir yıkıma neden olur. Tecridin diğer bir
maksadı da şahsın sosyal çevreyle olan bağlantılarının tamamen yok edilerek bireyin mutlak
yalnızlaştırılmasıdır. Tecritteki birey kimseyle konuşamaz, duygu ve düşüncelerini sesli olarak kimseyle
paylaşamaz, sesleri olduğu gibi duyması ve algılamasına izin verilmez. Bu şekilde toplumsal tüm ilişkileri
koparılmış kişi, yalnızlaştırılarak kendisiyle hesaplaşmaya zorlanmakta böylece iradesi zayıflatılan birey
teslim alınmaya çalışılmaktadır. Tecritte kişinin davranışları kontrol edilerek politik kişiliğinin yok edilmesi
hedeflenmektedir.(Koşan, 2000: 17,23)
“Tek kişilik ya da küçük gruplar olarak tecritte kalan kişilerde, birçok durumda patalojik
rahatsızlıkların saptandığını ve tecritte kalan kişilerin Dr. Sluga’nın ‘Uzun Zaman Tutsakları’ adlı
araştırmasında da izah ettiği gibi, oldukça ciddi Seperations-Syndrom’dan acı çektikleri tespit edilmiştir. Bu
olayların birkaçında, vegetative sinir sistemi rahatsızlıklarında olduğu gibi, şiddetli entellektüel ve duygusal
rahatsızlıklar ortaya çıkmaktadır. Oluşan rahatsızlıklar deneysel durumlarda sensorik deprivasyon
aracılığıyla yaratılan etkileri hatırlatmaktadır.”(Koşan, 2000: 136)
Uzun süreli Duyusal Yoksunluk (Sensory Deprivation) sonucunda halüsinasyonların ve birtakım
ilaçlarla erişilen durumların meydana geldiği bildirilmiştir.(Sayın, 2007: 161) Ses geçirmez bir odaya konarak
fiziki çevresiyle bağlantısı kesilen bir insan, belli müddet sonra canlı ya da cansız hayaller görmeye
başlar.(Brown, 2007: 205) Yapılan deneylerle “mutlak bir sessizliğin, insanı olmayan şeyleri görür ve işitir
hale getirdiği” ortaya koyulmuştur.(Brown, 2007: 194)
Alman devleti, 1971 yılında Hamburg Üniversitesi Kliniği’nde bulunan bir araştırma bölümünde,
deprivasyon deneyleri başlatmıştır. Deneyler, kameralarla çevrelenmiş, ses geçirmez, karartılmış ve
manyetik alana karşı izole edilmiş bir tecrit odasında gerçekleştirilmiştir. Deneğin nefes alışları, nabız atışı,
kalp atışları, sürekli olarak kaydedilmekte aynı zamanda konuşmaları ve davranışları dinleyiciler ve
kameralarla tarafından gözetlenmektedir. Sonuçlar son olarak bilgisayarda değerlendirilir. “Deney için iki
türlü temel koşul vardır: 1.Duyumsal deprivasyon: Duyumsal uyarılar mümkün olduğunca azaltılmakta,
denek sesin olmadığı bir yarı karanlık odada bulunmaktadır. Bu şekilde böylesi bir ortamda uzun süre kalan
kişinin duyumları süreç içerisinde özelliklerini yitirmektedir.” “2.Algılanabilen deprivasyon: Duyumsal
uyaranların ölçüsü, hiçbir bilgi verilmeksizin, normal düzeyde tutulmaktadır. Denek cam bir gözlükle, ışığı
az olan, sürekli tanımlanamayan gürültünün olduğu bir odada tutulmaktadır. Deneylerin bu aşaması,
kişinin algılama yeteneklerinin yitirilmesini hedeflemektedir.” Deney müddetince uygulanan tecridin denek
üzerindeki etkileri; depresyon, halüsinasyon, aşırı duyarlılık, korku hali, baş ağrısı, yüksek tansiyon ve yine
farklı şekillerde ortaya çıkan fiziki rahatsızlıklar olarak tespit edilmiştir.(Koşan, 2000,: 18,39)
Kanada’da CİA tarafından uygulanan zihin kontrol programlarından biri 1951’de, McGill
Üniversitesi’nden Dr. Donald O. Hebb’in sürdürdüğü ‘Bireylerdeki Davranış Değişiklikleri Üzerine
Deneysel Çalışmalar’dır. Üniversite öğrencileriyle yapılan deneyde, sorgulama esnasında oluşan depresyon
ve tecrit incelenmiştir. Uzun bir tecridin ardından, deneklerin çoğu, uyanıklığı uykudan ayırt edemez bir
duruma gelmiştir.(Keith, 2006: 100) Birkaç deneğin ise alışılmadık görsel ve işitsel halüsinasyonlar gördüğü
kaydedilmiştir. Hebb’in araştırmasından elde edilen verilerle göre “tecrit edilmiş bireylere propaganda
uygulaması, davranışlarda ciddi derecede değişikliklere yok açabilmektedir. Ek olarak, Hebb bu tarz şartlar
altında kişisel başetme yetisinde ciddi düşüşler gerçekleşirken, halüsinasyon ve şüpheci algılama
oranlarında kayda değer artışlar meydana geldiğini de ortaya koymuştur.(Victorian, 2007: 65)
Kuzey İrlanda bölgesinde sürdürülen his iptali uygulamaları ise bir paket program şeklindedir ve
kendi içinde bir bütünlüğü vardır. Gece yarısı ansızın uyandırılarak dövülme, bulunulan yer ve zamanın
belirsizleştirilmesi, yalan ve küfüre maruz kalınması, ‘çözülme işleminin’ parçalarıdır. Dehşete düşürme ve
küçük düşürme eylemleriyle tüm psikolojik savunma mekanizmalarının devreden çıkarılması
amaçlanmaktadır. “Şahsın çırılçıplak resimlerinin çekilmesi, kaçarken idrarını çıkarmaya zorlama, tuvalete
gitmeye izin verilmemesi, değişik sadizm uygulamaları ve cinsel tacizin her çeşidi sözkonusu
olabilmektedir. (…) Bu arada düşük kalorili ya da kalorisiz yiyecekler verme, terleterek aşırı su kaybına yol
açma, yüksek ısıya ve geceleri dondurucu soğuğa maruz bırakma, uykusuz bırakma ve dokunma hissini yok
etme gibi kimi işkencelerle vücudun psikolojik fonksiyonları düzensizleştirmektedir.” Tüm bu işkenceler,
beyin yıkama veya derin sorgulama olarak adlandırılabilecek akademik bir olgudur. Uygulamaların
maksadı, şahısta geçici psikoz ya da çıldırma hali meydana getirmektir. Ama ne yazık ki geçici olması
istenen bu rahatsızlıkların çok kalıcı sonuçlar doğurabilmektedir.(Victorian, 2007: 73)
Hipnoz
- 1095 -
Hipnoz çok eski bir sanattır. İlk defa Hristiyanlık ortaya çıkmadan önce büyücülük, din ve tıp bir
aradayken kullanılmıştır.(Bahar, 2009: 215) I. Dünya savaşı’nda hipnoz casusluk amaçlı olarak kullanılmaya
başlanmıştır. 1920’lerde Colgate Üniversitesi Psikoloji Bölüm Başkanı Dr. George Estabrooks, hipnoz ve
insanların iradelerinin kontrolü üzerinde çalışmıştır. Estabrooks’un ilk keşiflerinden biri de çoklu kişiliğe
sahip bireylerin tedavisinde kullanılan hipnozun, bireye birden çok kişilik kazandırmak maksadıyla
kullanılabileceğidir.(Keith, 2006: 82) Daha önce farklı bilinç hallerine vakıf olmayan kişilerde tanınmadık bir
bilinç hali meydana gerirerek bilincin kontrolünü zayıflatmak ve bilinç dışının ortaya çıkmasını sağlamak
mümkündür. Böylece hiçbir iz bırakmadan hatta kişinin kendisinin bile farkında olmayacağı bir şekilde
ondan bilgi almak olasıdır.(Sayın, 2007: 72)
Beyin kontrolü; hipnoz, düşünceyi durdurma ve düşünceyi yönlendirme gibi belli yöntemleri ve
teknikleri içerir. Bu yöntem ve teknikler, kişilerin nasıl düşünmesi, hissetmesi ve davranması gerektiğini
belirler. Bu uygulama etik temele dayandığı takdirde tehlikeli değildir. Fakat bir liderin, istediklerini elde
etmek amacıyla bu yöntemleri kullanarak kişileri kendine bağımlı köleler yaratması durumu çok
tehlikelidir. Zihin kontrol yöntemleriyle bireyin gerçek benliği, davranışları, düşünceleri, hisleri baskı altına
alınır ve yeni bir kişilik oluşturulur. Zihin kontrolü yöntemlerini tanımayan onlardan haberdar olmayan bir
kişinin bu yöntemlerle başa çıkma şansı pek yoktur.(Yörükoğlu, 2012: 113
Hipnoz gerçekte zannedildiğinden daha tehlikeli bir yöntemdir. Her ne kadar bilimsel kitaplarda,
hipnozla insana iradesinin dışında bir eylem yaptırılamayacağı iddia edilse de son zamanlarda bunun doğru
olmadığına yönelik birtakım düşünceler mevcuttur. Yani bir insanın hipnozla isteklerinin dışında bir eyleme
yöneltilebileceği, örneğin cinayet işletmek gibi, iddia edilmektedir. Hipnozda birey normal bilinciyle
hatırlamadığı ve kontrolünü bir başkasının eline aldığı farklı ve telkine açık bir bilinç haline girmektedir.
Özellikle hipnoz öncesinde veya sonrasında verilebilecek birtakım kimyasal maddeler hipnozun etkisinin
artmasını sağlayabilmektedir. Hipnoz altındaki kişi öyle yönlendirilebilir ki, kişi kendisini bir kahraman
olarak görebilir ve istenen eylemleri harfi harfine yerine getirebilir, özellikle ilaçlandığında.(Sayın, 2007:
153,159)
CIA’in uyuşturucu ilaçlarla yaptığı deneyler ABD hükümetinin yürüttüğü çok gizli zihin kontrol
projesinin sadece bir bölümüdür. Bu deneyler binlerce şahıs üzerinde yıllar boyu sürdürülmüştür. “Bu
araştırmalar; hipnoz tekniği, narkotik-hipnoz, elektronik olarak beynin uyarılması, ultrasonik mikrodalgalar,
alçak ses frekanslarıyla davranışların etkilenmesi ve davranış değişikliği terapisidir.”(Şimşek, 2005: 57)
Bir kişi kendi kendini telkin yoluyla uzun bir uyku süreci yaşamakla, olumsuz koşulların baskıcı
durumlarını azaltabilmekte hatta bu şartların üstesinden bile gelebilmektedir. CİA, bir kişinin hipnoz
karşısındaki direnişini azaltmak amacıyla ilaçların nasıl kullanılması gerektiğine yönelik bir araştırma
yapmıştır. Bu maksatla kullanılan ilaçlar genellikle tansiyon düşürücü ve sakinleştirici ilaçlardır. Tansiyon
düşürücü ilaçlar kişide bir rahatlama sağlar, rahatlamanın ise telkini arttırdığı düşünülmektedir. Teşkilat
kendi faaliyet alanını yalnızca LSD ve benzeri ilaçların kullanımıyla sınırlamamıştır. A.M.Weitzenhoffer
‘Hipnotizma: Telkinde Objektif Çalışma’ adlı çalışmasında “Kişinin telkin olabilme kabiliyetine sahip olması
şartıyla birlikte, çeşitli ağrı kesici ilaçların dozları kişileri daha yatkın yapıyor.” şeklinde yazmaktadır.
L.R.Wolberg ise “sodyum ametal”in giderek artan dozlarda kullanımıyla önemli sonuçlarını elde etmiştir.
Kişinin kendi içinde bir çaresizlik duygusu oluşturmasına neden olarak operatöre karşı düzensiz olarak
bağlılık duygusunu arttırmıştır.(Victorian, 2007: 166)
Bu beyin yıkama yöntemleri rejime muhalif insanlar üzerinde uygulandığı gibi rejim yanlısı olan
insanların rejim ile tam bir uyum içerisinde tıpkı birer robot gibi çalıştırılabilmesi amacıyla da bu
uygulanmaktadır. Gönüllü hipnoz gibi çeşitli seanslar yoluyla bilinç dışına girilen savunmasız kişi rejimin
tam bir robotu olabilmektedir. Tüm düşünce kalıpları rejimin istediği insan tipini ortaya çıkartmak
yönündedir. Dolayısıyla bireyin gerektiği zaman bir terörist ya da bir sabotajcı gibi eğitilmesine imkan
vermektedir.(Şimşek, 2005: 17)
Kimyasal Maddeler
Pek çok ülkede uyuşturucu ticareti o ülkenin polisi ve istihbarat örgütünün işbirliğiyle yapılmıştır.
İnsanların uyuşturucu bağımlısı haline gelmesi, gençler arasında yaygınlaşması bazen ‘Derin Devlet’erin
gizli projeleri arasındadır.(Sayın, 2007: 202) ABD ve Türkiye de dahil pek çok ülkede birtakım
nörokimyasallar kullanmak suretiyle zihin kontrolü ve beyin yıkama operasyonları yapılmaktadır.(Sayın,
2007: 26) Bazı tarikat evlerinde kalan kişilerin halüsinasyonlar görmeye başladığı bilinmektedir. Uzmanlar
bu halüsinasyonları psikoza, farklı bilinç hallerine veya psikoaktif halüsinojen maddelerin kullanımına
bağlamaktadır. Uzmanlar, tarikat evlerinde hezeyan ve halüsinasyona neden olan kimyasal maddelerin
kullanılmakta olduğunu düşünmektedirler. (Sayın, 2007: 29)
- 1096 -
Gerek kimyasal ajanlar gerekse başka vasıtalarla amaçlanan şey, insanın normal algı düzeyini
değiştirip ona ‘farklı bilinç halleri’ yaşatmak ve kişi bu durumdayken yapılan telkinlerle onu bilinçdışı
eylemlere yönlendirebilmektir. “Farklı bilinç halleri” gerçekte insanların uzak olmadığı bir durumdur.
“Rüya görme hali, hipnotik bilinç hali, ekstazi (esrime) meditasyon ve yoga ile varılan bilinç halleri,
anestetik maddelerle varılan bilinç halleri(pentotal, fenobarbital, halotan), duyusal yoksunlukla ulaşılan
bilinç halleri, halüsinojenlerle varılan bilinç halleri (LSD-25, meskalin, PCP, MDMA vb) ve keşfedilmemiş
tüm bilinç hallerini kapsayan çok geniş bir terimdir.” Farklı bilinç hallerinde kişiler telkine açık hale gelirler,
illüzyonlar görürler. Bunların gerçek olduğuna, kendilerinin seçilmiş olduğuna, bu dünyada bir görevlerinin
olduğuna varıncaya kadar pek çok şeye inandırılabilirlerse, normal bilinç durumunda yapamayacakları
birçok şey onlara bu durumdayken yaptırılabilir. (Sayın, 2007: 67,68,71)
Bireyler kült, cemaat ya da tarikatlarda bulunmakla bazı parapsikolojik ve doğa ötesi özelliklere
kavuştuklarını savunurlar. Örneğin uzaylılarla temas etmek, mistik birtakım bağlantılar kurmak tarzında
mistik psikoz yaşayan da çoktur. Bireylerin pek çoğu gerçekte paylaşılmış, kontrollü bir psikozu
yaşamaktadırlar. Bireyler; toplu intihar etmek, kayıtsız şartsız o kült, cemaat ya da tarikat için çalışmak,
malını oraya bağışlamak, gerektiğinde cinayet işlemek gibi birer robot misali guruların, şeyhlerin veya
liderlerin emrettiklerini yaparlar. Bireyler tam bir itaat, kendini teslim etme, telkin ve bundan mutluluk
duyma hali içindedirler. Bu etkiler bilim eğitimi almış insanlarda dahi oluşturulabilmektedir. Yukarıdaki
koşulları bir sosyal kapalı sistemin tüm bireyleri üzerinde yalnızca yazılı veya sözel ideoloji ile oluşturmak
mümkün değildir. “Beyin yıkama, telkin mutlaka etkilidir. Ancak bazı bilinmeyen sosyal zihin kontrol
mekanizmaları da olmalıdır.” (Sayın, 2007: 101-102)
Örneğin bu kimyasal zihin kontrolü operasyonlarında mistik birtakım deneyimler yaşadıklarını
iddia eden kişilerin temelde hissettikleri duyumlar aşağıdaki gibi sıralanabilir:
“Zaman algısının degismesi (LSD, THC, İbogain vb. veya psikoz), Güçlü bir mistik deneyim (LSD,
Psilosibin, Meskalin vb. veya mistik psikoz), Melekler ve Allah, veya Saidi Kürd-i veya Seyh ile konuşmak
(LSD, psilosibin vb. veya psikoz), Cisimlerin boyutlarında degişiklik (LSD veya diger halüsinojenler veya
psikoz), Ses duymak (temporal bölgede etkisi güçlü halüsinojenler veya psikoz, sizofreniform reaksiyon,
psikozda ve sizofrenide en sık görülen ses duymadır.), Ortamın aydınlanması, farklı ışıkların
görülmesi, yazıların veya duvardaki resimlerin canlanması (LSD veya psilosibin, PCP veya psikoz),
Kendini cok yetkin hissetmek, gorevi oldugunu ve Tanrı tarafından bir görevle görevlendirildigini
düşünmek (yüksek doz metamfetamin, LSD, DOM, Psilosibin, Meskalin vb.veya psikoz), Kendini ermiş
hissetmek (LSD, ibogain vb. veya psikoz)Gecmişe gitmek, gecmişteki olguları veya olayları hatırlamak
(LSD, ibogain, THC, bu etki pek psikozda görülmez).” (Sayın, 2007: 95)
Sentezlendiği tahmin edilen 2000’e yakın halüsinojen ve binlerce draje ilaç vardır.(Sayın, 2007: 75)
“Derin Devletler Gizli Projeler Kirli Gerçekler” adlı kitabın yazarı Doç. Dr. Ümit Sayın insan bilincini
etkileyen bu kimyasalların bazılarından bu çalışmada bahsetmiştir. Aşağıda eserde adı geçen birtakım
kimyasallar ve etkileri verilmiştir:
“Esrar (THC), sodium pentotal gibi bir çok madde bireysel zihin kontrolü amacıyla kullanılmıştır.
Dostları ilə paylaş: |