01 tutunamayanlar



Yüklə 1,87 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə27/43
tarix02.01.2022
ölçüsü1,87 Mb.
#37691
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   43
oc49fuz-atay-tutunamayanlar

Don Kişot’u da almalıyız. Çok iyi niyetli bir ihtiyardır. Aklın

macerası önemli Olric. Ben de okumadığım kitaplardan en

iyi anlayan insanım bu dünyada.

Biraz  da  kâğıt  almak  istemez  misiniz  efendimiz?  Kâğıt

mı?  Ne  kâğıdı?  Kâğıt,  efendimiz  yazmak  için.  Ne  yazmak

için?  Benim  büyük  ve  mustarip  bir  ruhum  yok  ki  Olric.

Ben on ikinci dereceden resmî bir Türk vatandaşıyım. Töre-

lerime  bağlıyım.  Yazamam  ben.  Ben  fakir  bir  Turgut’um.

Turgutların  en  önemsizi.  Şimdiye  kadar  yaptırdığım  bütün

tahliller normal çıktı; böyle bir şeye rastlanmadı. Ben, düz

bir çizgi üzerinde sürüp giden yaşantımın, bazı beklenme-

dik  olaylar  -bunlara  olay  demek  de  fazla  iyimserlik  olur-

nedeniyle küçük titreşimler göstermesi üzerine, aslında çok

zayıf  olan  bağlarımı  kopararak  -buna  koparmak  dersem

fazla  kötümserlik  olur-  süresi  ve  sonu  belirsiz  bir  atılışa,

benden  başka  kimsenin  farkına  varmayacağı  bir  kavgaya

sürüklenmeye  karar  vermek  için  elindeki  imkânlarla  dü-

şünmeye çalışan bir macera heveslisi, bir karınca, bir ne bi-

leyim, böyle şartlar altında herkesin aptallık sayacağı bir te-

şebbüsün basit bir noktasıyım. Beni ilerde kimse tarihe sor-

mayacak.  Belki  bir  soran  bulunur,  efendimiz.  Belki  günün

birinde kendini, gene sizin gibi önemsiz sayan biri, çağınızı

merak eder, bütün belgeleri karıştırır. Bugünden kalan her

şeyi  araştırmaya  kalkışır.  Sayısız  belge  inceler,  bugünün

özellikleri  hakkında  sayısız  bilgi  edinir.  Gene  de  sonunda,

bakarsınız, bir eksiklik duygusu kalır içinde, size benzediği

için.  Sizin  gibi,  yani  kendi  gibi  birinin  ne  düşünmüş  ne

duymuş olduğunu, nasıl bir insan olarak yaşadığını merak

eder  bakarsınız.  Saçma!  Benim  gibi  bir  adamsa  bu  sayın

araştırmacı, benim gibi bir adamın arkasından belge gibi bir

soğukluk  bırakmayacağını  da  bilir;  böyle  bir  davranıştan

hırs  duyacağını  bilir.  Bunu  çok  konuştuk,  artık  bırakalım

Olric.  Bu  sayın  incelemeciye  sıra  gelinceye  kadar  eleştiri

581



kargaları cesedimi didik didik mi etsin istiyorsun? Bu bel-

geye ondan başka önem verecek biri çıkmayacaktır ki efen-

dimiz.  Ne  bugün,  ne  yarın,  ne  de  bu  adam  sizi  buluncaya

kadar  kimse  sizi  rahatsız  etmeyecektir.  Herkes  kendi  başı-

nın  çaresine  baksın  Olric.  Size  de  yardım  eden  olmadı  mı

efendimiz?  Aynı  şey  değil  Olric.  Ben  kendim  bulup  çıkar-

dım  bir  sürü  karmaşıklığın  içinden  onları  Olric.  Bu  adam

da öyle yapacak efendimiz. Yalnız, bu karmaşıklığın içinde

sizden de bir şey bulunmalı. Ben de öyle karışık yazarım ki

hiçbir kelimesini anlamaz. Beni, olduğumun tam tersi ola-

rak  değerlendirir.  Ben  de  içimden  ne  kadar  sevinirim.  Ne

anlamsız  bir  araştırma.  Ben  böyle  adamları  sevmem  Olric.

Sizin  gibi  bir  adam  efendimiz.  Ben,  benim  gibi  olanlardan

hiç hoşlanmamışımdır. Ne sıkıcı bir karşılaşma olurdu. Bu

kadar şiddetle karşı koymanızdan, bu düşüncenin size çok

yabancı  gelmediği  kanısındayım  efendimiz.  Öztürkçe  ko-

nuşan bir Olric: seni gülünç buluyorum. Yeter artık: bu ko-

nuşmayı  çok  uzattık.  Kitapçı  farkedecek.  Masanın  üstüne

bir Gorki daha koyun efendimiz: ağzı kapanır. Adamın ağ-

zını açtığı yok Olric. Kâğıt da alın biraz: kitapçı sevinir. Ye-

ni  bir  yazar  doğuyor,  diye  mi?  Beni  kandıramazsın  Olric:

gülünç  olurum  sonra.  Biraz  önce  gülünç  olmayı  göze  alan

ve  bu  nedenle  rahmetli  Don  Kişot’u  örnek  veren  siz  değil

miydiniz? Kitaplar senin terbiyeni bozuyor Olric.

Buradan bir an önce çıkmalıyız. Ayrıca, bütün kitap kurt-

larımızı  burada  dökmeyelim.  Çok  para  harcamayalım  bir-

den. Sevgili ailemizden gizli biriktirdiğimiz paralarımızı da

çabuk  bitirmeyelim.  Bir  organımızı  kaybetmiş  gibi  oluruz.

Henüz  yerini  nasıl  dolduracağımızı  bilemediğimiz  bir  or-

gan,  bu  para  denen  şey.  Bu  parayı  kimse  bilmediği  halde,

gene de bankadan çekerken heyecanlandım Olric. Oysa bu

çok gizli bir hesabımızdı. Küçük hesaplar, diyeceksin belki.



582


Henüz  o  kadar  cesur  değilim  belki.  Seni  de  nasıl  gizledim

uzun  süre.  Başlamak  için  böyle  gizli  hesaplara  ihtiyacım

vardı. Kitapları, camlı tezgâhın üstüne yığdı. Kitapçı da, ki-

tapçılarda bulunmayan bir içgüdüyle, belki bu adamla fazla

konuşmamak gerektiğini sezmişti. Adam kitapların parasını

hesapladıktan  sonra,  Turgut,  bir  paket  de  kâğıt  istedi.  Bir

kelime  söylemek  yok  Olric.  Peki  efendimiz.  Kitapları  sar-

dırmadı. Kitapçıyla birlikte onları arabaya taşıdılar, arka ka-

nepenin üstüne yığdılar.

Turgut adama, bir açıklama yapmış olmak için, uzun bir

yolculuğa çıktığını, bu yolculuğun ne kadar süreceğini bil-

mediği için, yolda okumak üzere bu kitapları aldığını söyle-

di. Bir inceleme yapması gerekiyordu. Bütün ülkeyi dolaşa-

caktı.  Adamı  konuşturmamak  için,  bu  incelemenin  antro-

pomorfolojik  olduğunu  söyledi.  Anadolu’nun  sosyomorfo-

lojik değil de antropomorfolojik bir incelemeye konu olma-

sını üniversitede bazı arkadaşları eleştirmişlerdi; fakat Tur-

gut,  haklı  olduğu  kanısındaydı.  Kitapçı  da  böyle  kültürlü

bir insanla görüşüp ona kitap sattığı için sevindiğini söyle-

di.  Turgut  gibi,  bu  kasabaya  gelip  kazı  yapan  birçok  genç

tanımıştı.  Turgut  şimdilik,  yerüstündeki  bulgularla  yetine-

ceğini, olmazsa, yeraltına da ineceğini açıkladı. Kitapçı da,

kazı yapacaksa, muhakkak bu kasabaya uğramasını tavsiye

etti.  Almanlar  bile  en  çok  burasını  beğeniyorlardı.  Turgut

giderken  adama  el  salladı:  allahaısmarladık  Bizim  Kitapçı.

Kasabayı hızla geride bıraktı.

Güneş  yükselmişti.  Yağmur  tabiata  bir  dirilik  getirmişti:

otlar,  üstlerindeki  yağmur  sularını  silkeleyerek  gövdelerini

dikleştiriyorlar, güneşe doğru uzanıyorlardı. Tabiatın sürek-

liliğini bozan asfalt yol üzerinde suların pırıltısı yavaş yavaş

kayboluyordu. Tabiatın bitip tükenmek bilmeyen hareketi-

ni  görmek  için  tembel  gözlere  ihtiyaç  var,  diye  düşündü.



583


Arabayı yavaşlattı. Deniz kaybolmuştu; yolun altında, ince

bir su kıvrılarak akıyor, ilerde, ağaçların arasında kaybolu-

yordu.  Eski  yoldan  kalmış  bir  kilometre  taşının  yanından

ayrılan bir yolun başında, bir tabelanın üstünde bir köy adı

vardı. Bu toprak yola saptı ve yolun yanından yavaşça tarla-

lara  inerek  suyun  ağaçlar  arasında  kaybolduğu  yere  geldi.

Durdu,  arabadan  çıktı,  portatif  iskemlesini  çıkardı.  Arka

kanepeden  Don  Kişot’u  aldı,  iskemleye  oturdu,  sırtını  ara-

baya dayadı; okumaya başladı.

Kısa  bir  süre  okuduktan  sonra,  gözkapaklarının  ağırlaş-

maya  başladığını  hissetti.  Alışkanlıktan  olacak,  kötü  alış-

kanlıktan. Meslekte de yeniyim: acemilikten olacak. Ayağa

kalktı; suyun yanına geldi, başını ıslattı; ıslak ellerini boy-

nunda dolaştırdı. Mendilini ıslattı, başına koydu. Henüz ra-

hatlama  isteğinden  kurtaramadım  kendimi.  Çabuk  teslim

oluyorum  medeniyete.  Ağaçların  arasında  dolaştı.  Bodur

bir ağacın iki kalın dalının arasını beğendi; otomobilden bir

minder  aldı,  bir  sıçrayışta  ağaca  çıktı.  Çevikliğimi  gördün

mü  Olric?  Filozoflar  atlet  olsaydı,  ya  da  atletler  filozof...

durumun  fazla  değişeceğini  sanmıyorum.  Ben  de  efendi-

miz. Yazık. Tarzan’ın bize anlatacak ne kadar şeyi birikmiş-

tir.  Kim  bilir?  Tarzan  gibi  çok  yazar  var,  efendimiz.  Eşsiz

maceralarını sürükleyici bir biçimde yazmışlar. Bu kitapları

bile, midesi sağlam olmayan insanlar okuyor Olric. Tarzan

ne  derdi  bunları  okusaydı?  Sıkılırdı  herhalde  efendimiz.

Doğru:  aydınlardan  başka  hiçbir  kalabalık  kendi  hakkında

yazılan  eserleri  okuyacak  sabrı  gösteremez.  Aman  bizi  de

ne güzel anlatmış, ne kadar da böyleyiz, demezler herhalde.

Derler efendimiz derler. Demesinler o halde Olric. İnsanları

artık olmaları gerektiği gibi düşünmek istiyorum. İnsanlar,

artık  aydınlara  verdikleri  umumi  vekâletnameyi  geri  alsın-

lar istiyorum. Bütün bunlar çok söylendi efendimiz. Bütün

bunlar  artık  yapılsın  istiyorum.  Bu  insanlardan  biri,  şimdi

584



yanınızda olsaydı canınız çok sıkılırdı, sanıyorum. Onlar da

artık sıkılsınlar kendilerinden: böyle olsun istiyorum. Ara-

mızdaki  duvarları  yıksınlar  istiyorum.  Duvarları  yıkmayı

akıl ederlerse sıkıcı olmamayı da becerirler Olric. Yapamaz-

lar,  efendimiz.  Alice’in  dünyasında  kahramanlar  bir  konu-

nun  içinden  çıkamayınca,  hemen  başka  bir  konuya  geçer-

ler. Biz de öyle yapalım Olric. Ben de insanları ve özellikle

işin içinden çıkamayan insanları seviyorum Olric. İnsanlar-

la görüşmek istiyorum: acaba kabul günleri ne zaman, bili-

yor musun? Sizden çekinecekler efendimiz. Olsun. Ben bir

kutu şeker yaptırırım giderken. Zor, oyunu bozar. Üstümü-

ze başımıza çekidüzen veririz. Sabahtan beri kimseyle çatış-

madık  Olric.  İyi  bir  işaret  bu.  Onlara  anlayacakları  bir  bi-

çimde sesleniriz. Çeşitli hileler buluruz derdimizi anlatmak

için.  Bir  şey  söylerken  başka  bir  şey  demek  isteriz.  En  ol-

madık şeyin içinden çıkarız. Ne bileyim, mesela, limon şe-

kerlerinin  içine  küçük  mâniler  yazarız;  derdimizi  anlatırız

usul usul. Vatandaşın hem ağzı tatlansın, hem beyni sulan-

sın:  öğrenmek  istersen  iyiyle  fenayı,  seyreyle  bir  kenardan

yalan dünyayı. Olmadı. Alışacağız. Zamanla. Arıyorsan ah-

laktaki manayı, muhakkak okumalısın İsa’yı. Buna da san-

sür  izin  vermez:  yabancı  din  propagandası.  Bu  yüzden

adamcağızı  beyaz  perdede  göremiyoruz.  Buldum:  iki  tane

düzen  vardır,  birini  ortadan  kaldır.  Geleceğinizi  tehlikeye

atıyorsunuz,  efendimiz.  Sabırlı  olmalıyız.  Kimseye  zararlı

olmayan bir mâni bulacağız sonunda. Dolaştım yedi düvel

dört  iklim,  bulamadım  bir  tane  daha  Selim.  Henüz  dolaş-

madınız efendimiz. Anlaşıldı: incitmek istemiyorsan efendi-

ni, tuzlayıp tenekeye bas kendini. Sırtını ağaca dayadı, oku-

maya devam etti.

Acıkıncaya  kadar  okudu.  Yemek  vakti  gelmiş  Olric.  Bir

kasabaya ulaşalım da “Bizim Lokanta”da karnımızı doyura-

lım. Artık her şey bizim.

585



Yemekten sonra kasabanın sokaklarında yürüdü, vitrinle-

re baktı. Kaymakamı da ziyaret ederdik ama henüz şöhreti-

mizi duymamıştır; gereken hüsnü kabulü göstermez belki.

Ölü Canlar’daki Çiçikov gibi hissediyorum kendimi. Hükü-

met  konağıyla  Adliye  binasının  arasındaki  gökyüzü  parça-

sında  önemli  bir  yer  tutan  şu  beyaz  buluta  benzetiyorum

kendimi Olric: esen rüzgâra göre biçim değiştiriyorum. Ha-

fif,  beyaz  ve  yuvarlak  bir  Turgut’um  ben.  Pamuk  gibiyim:

köşelerimi kaybediyorum yavaş yavaş. Bak: Adliye de, kar-

şısında  dura  dura  zamanla  Hükümet  konağına  benzemiş.

Ceza hakimi de kaymakama, ya da belediye başkanına ben-

ziyordur muhakkak. Birbirlerine can sıkıntısı yüzünden kö-

tülük etmeye çalışırlar; benzemediklerinden değil. Belediye

başkanı  iyice  ayırır  kaymakamdan  kendini:  biz  onun  gibi

mekteplileri çok gördük, der. Bizim gibi basit insanların zor

anlayacağı soyut kavramlar üzerinde tartışırlar önce, Olric.

Tahsisat, derler. Nasıl bir şeydir bu tahsisat; bilinmez. Kim-

se  bu  güne  kadar  yüzünü  görmemiştir  tahsisatın.  Tahsisat

yüzü görmüyoruz, derler. Bu sözden biliyorum bir yüzü ol-

ması gerektiğini. Aslında çok yüzsüzdür bu tahsisat. O ka-

dar yazılır, çizilir: tahsisat istenir. Bana mısın demez. Uzun

süre  gelmez.  Tahsisat  yok  derler.  Sonra,  tahsisat  geldi  der-

ler. Gene kimse görmez tahsisatı. Bir de bakarsınız tahsisat

bitmiş,  işler  bitmeden.  Tahsisat  olsaydı  diye  dövünürler.

Tahsisat  olmadan  nasıl  icraat  olur?  İşte  bir  soyut  kavram

daha. İcraat. Mesela, içindeki bulanık suda, kırmızı olduk-

larını tahmin ettiğim balıkların yüzdüğü şu havuz bir icra-

attır.  Hükümet  meydanında  görülen  beyaz  boyalı,  buzlu-

camlı fenerler icraattır. Tahsisat, verilir; icraat, yapılır. Ayrı

ayrı fiillerdir bunlar. Yazıyı merkeze gönderen memura so-

ruyoruz: tahsisat nedir? Hayretle yüzümüze bakıyor: Anka-

ra’dan  gelir,  diyor.  İstediğimiz  cevabı  alamadan  üzülerek

ayrılıyoruz.  Hükümet  Konağı  eski  bir  bina  Olric.  Çünkü

586



kapısı ortada. Bayındırlık Müdürlüğü gibi yeni bir bina ol-

saydı  kapısı  yandan  olurdu.  En  yeni  binalardaysa  kapının

nerede olduğu belli değildir Olric. Henüz kasabalara böyle

yenilikler girmiyor. İnsan ruhunu sıkan simetriden kurtul-

mak için yalnız, kapı yana alınıyor. Şimdilik tahsisat bu ka-

dar. Bu yan kapılara da güvenilmez. Vatandaşa onları da ka-

parlar.  Vatandaş  hangi  kapıdan  mı  girer  Olric?  İlk  bakışta

zor  anlarsın  onu  sen.  Vatandaş  olmadan  o  kapıyı  bulmak

güçtür. Meydandaki banklardan birine oturdu. Sırtımızı bir

banka dayadık, yüzümüzü güneşe verdik, eshabı mesalihin

memurların  karşısında  ter  döktüğü  bir  günün  bu  saatinde

dalga geçiyoruz. Biz de geçtik o yollardan Olric. Kefaretimi-

zi  ödedik.  Şimdi  düşünüyorum  da...  diye  başlayan  sözler

vardır ya: işte ondan. İnsan gerçekten anlayamıyor; anlata-

biliyor  ancak.  Cebinden  kitabını  çıkardı.  Küçük  bir  tarih

düşürülmesini rica ediyorum sayın belediye başkanı. Meali

ilişiktir: 19.. yılında, Turgut Özben, hükümet meydanında-

ki  bu  bankta,  Don  Kişot’u  okumuştur.  Küçük  madeni  bir

plaka olsun: sarıdan. Okumaya daldı.

Biraz  okuduktan  sonra  kalktı,  meydanın  çevresindeki

kahvelerden birine doğru yürüdü. İçeri girdi. Kahvede hoş

bir serinlik vardı. Karanlık ve dinlendirici bir serinlik. Orta

şekerli bir kahve. Beye bir orta yap. Kelime tasarrufu. Gün-

de yedi bin altı yüz on iki şekerli kahve sözü biriktiriyorlar.

Kahve fincanını beğendi. Taş gibi kulpsuz bir şey. Keloğla-

na benziyor. Radyo, bilgi programlarını veriyor. Ocakçı ve

garson dikkatle dinliyorlar. Bir üçgenin kaç köşesi olduğu-

nu öğreniyorlar. Programdaki çocuk incecik sesiyle; büyük

hayretler  içinde  öğreniyor  matematiği.  Kart  sesli  bir  adam

da ona öğretirmiş gibi yapıyor. Tekrarlatıyor. Arada müzik.

Eğitimsel. Çocuk, kelimeleri uzatarak, yayarak konuşuyor.

Adam da öyle. Dinleyenler bir güzel içlerine sindirsinler di-

ye  kelimeleri  hamur  gibi  yoğurup  açıyorlar:  demeeek  bir

587



üçgeniiiin  üç  köşesiiii...  Kocaman  adamlar,  bir  çocuğun,

büyümüş  de  küçülmüş  bir  çocuğun,  kendilerine  ders  ver-

diğini  düşünmeden,  eğilmişler  radyonun  üstüne:  üçgeni

dinliyorlar. Matematik piyesi oynuyorlar Olric. Babası, öğ-

renci olan oğluna, arada bir aferin, diyor. Ocakçı, kendi bil-

miş gibi sevinçli: gülümsüyor. Bat dünya bat. Böyle giderse

her mahallede bir Dostoyevski çıkacak Olric. Dünya borsa-

larında  Dostoyevski  hisseleri  düşecek.  Her  hafta  bir  Kara-

mazov,  yeraltınız  kadar  yeraltı.  Ne  diyelim?  Ne  dersin  Se-

lim? Bizim anlamadığımız birşeyler dönüyor. Herkes mari-

fetini  ortaya  döküyor.  Yabancı  ülkelerde  öğrendikleri  en

son numaraları yapıyorlar. Paralel doğrular neden kesişmi-

yormuş bakalım? Bunu da ben yanıtlayayım babacığım. Pe-

ki  Serap  sen  söyle.  Paraleeel  doğrulaaar...  Peki  uzatmalar

da mı pedagojik? Şimdi hep birlikte tekrarlayalım çocuklar.

Matematik korosu. Paralel doğrular koral senfonisi. Geçen

dersimizde görmüş olduğunuz... İşte matematik de sonun-

da sevimli bir insan oldu çıktı. Yüzyılların asık suratlı ihti-

yarı  çoluk  çocuğun  maskarası  oldu.  Bilimin  de  romantik

bir  yanı  kalmadı  Olric.  Neydi  bizim  zamanımızda...  şimdi

elektronik beyin diye bir amca var: insan onun yanında in-

san  olduğundan  utanıyor.  Herkes  onu  çok  seviyor;  mate-

matik emekliye ayrıldı. Bir hafiye gibi izliyor bu elektronik

beyin  insanı  Olric.  Sen  bundan  yirmi  dört  yıl  önce,  karşı-

dan  karşıya  geçerken  sağına  bakmışsın  da  soluna  bakma-

mışsın, diyor. Ceza vereceksin: sökül paraları. İki yıl önce

de  buzdolabının  ikinci  taksitini  vereyim  mi,  vermeyeyim

mi diye evinde yirmi dört dakika düşünmüşsün. Artık her

şeyi peşin ödeyerek alacaksın. Kim bilir Olric: belki bizim

de şimdi düşündüklerimizi değerlendirmektedir. Sakın su-

ratını asayım deme: şıp diye resmini çekiverir. Bütün yurda

dağıtırlar.  Biz  biraz  azgelişmişiz  de  henüz  bu  amcanın  ni-

metlerinden  bütünüyle  yararlanamıyoruz.  Sayın  vatandaş-

588



larım! Bütün kurtlarınızı hemen dökün; yoksa kurt sayımı

başlayacak pek yakında.

Saat üçe geliyor Olric. Güneş daha yüksekteyken çıkalım

yola. Garsonu rahatsız etmemek için parayı, fincan tabağı-

nın yanına yavaşça bıraktı. Kapıyı sessizce açarak çıktı: kül-

türleri bozulmasın. Allah derslerinizde zihin açıklığı versin,

sayın ocakçı ve sayın garson. Meydanın kenarındaki araba-

sına bindi. Parke yollarda, sarsılarak, karışık trafik işaretle-

rine uymaya çalışarak ilerlemeye başladı. Kasabanın dışına

çıkınca  birden  durdu.  Bu  acelemiz  nedir  Olric?  İnsanlar-

dan, bütün insanlardan kaçıyor muyuz yoksa? Onların içi-

ne  çıkmaktan  korkuyor  muyuz?  Üstüme  doğru  gelip,  de-

mek sensin diye parmaklarını sallamalarından mı korkuyo-

rum? Direksiyona yaslanarak bir süre düşünceye daldı. Da-

ha  on  saat  bile  olmadı.  Bu  kadar  erken  kuşkuya  kapılma-

malıyım.  Yanından  bir  araba  hızla  geçti:  Samim’in  arabası.

Acaba beni gördü mü? Kendine kızdı: elbette görür. Yolun

ortasında  durulur  mu  böyle?  Hükümet  meydanında  gör-

mez  de  burada  görür.  Kim  durur  hükümet  meydanında?

Buraya kadar izimi sürdüler. Yok canım. Görseydi dururdu.

Aptalın  biridir:  belki  beş  yüz  metre  sonra  kavramıştır.  Bu

araba da zamanla dert olacak başımıza Olric. Yazık. Olduk-

ça para ederdi sanıyorum. Bir an önce kurtulalım şu kasa-

badan. Uğursuz geldi. Bozuk yolda yavaş yavaş ilerlediler.

Yol,  kasabadan  çıkınca  ikiye  ayrılıyordu.  Solda,  kasaba-

nın içindeki gibi, bozuk bir yol vardı. Turgut, bu yolun ba-

şında durdu, arabadan indi. Yolun kenarındaki yazıyı oku-

du. Eskiden şehir bu yolun üzerindeymiş: altı yüzyıl önce.

Bakalım nereye götürecek bu yol bizi? Sola saptı. Dönerek

giden bir yol; arazi de, şoför diliyle, tatlı bir meyille yükse-

liyordu. Eskiler daha akıllıymış: gidip o çukura gömmemiş-

ler kendilerini. Bir düzlük merakıdır gidiyor. Bu kadar ara-

ba varken yokuştan korkuyoruz gene. Aman evlerimiz düz-

589



lükte olsun. Olsun, olsun da su bassın. Sel götürsün. Tepe-

nin üstüne çıktılar. Harabelerin arasında bir iki köy evi gö-

rünüyordu. Sokaklar boştu. Otomobilin gürültüsüne bir iki

kadın  pencerelerden  başlarını  çıkardılar.  Bir  süre  arabaya

baktılar;  sonra  oynayan  çocuklarını  çağırdılar.  Otomobili

incelemek isteyen çocuklar isteksiz adımlarla toprak duvar-

lı  bahçelerine  girdiler.  Turgut  arabasını  evlerin  uzağında,

bütün ovayı gören bir yerde durdurdu. Bu manzarayı bıra-

kıp aşağı inmişler. Gittikçe eskici oluyoruz Olric. Ne yapa-

lım efendimiz. Yeniliklere yetişemiyoruz. Doğru. Nefes ne-

fese kalıyoruz. Erkeklik bizde kalsın. Olup bitenleri de izle-

miyoruz.  Eskiye  bağlılığımız  bir  şey  bildiğimizden  değil.

Eskisi bundan kötü olamaz ya, diyoruz. Tam da bilmiyoruz

yeniyi. Onlar utansınlar Olric. Biz gene işin kolayına kaça-

lım. İşimiz pek de kolay değil, efendimiz. Kimseyi kandıra-

madıktan sonra neye yarar Olric? Daha denemedik efendi-

miz. Evet, bu millet... Burada yaşayanlar, altı yüzyıl önceki-

lerden  altı  yüzyıl  geride  Olric.  Altı  yüzyıl  önce  gelseydik

herhalde böyle karşılanmazdık. Peki Olric, hemen yanların-

da duran harabelerden, evin, duvarın nasıl yapılacağını gör-

müyorlar mı? Okumak için uygun bir yer burası. Rahatsız

etmezler.  Ne  zaman  okumaya  başlayacaksınız  efendimiz?

Neyi  Olric?  Biliyorsunuz  efendimiz.  Arabadan  çıktı,  bagajı

açtı telaşla. Nasıl bekleyebildim bu kadar saat? Kutuyu açtı:

içinde ciltli iki defter duruyordu, orta kalınlıkta. Ayrıca bir

iki kâğıt. Defterlerden, üsttekini aldı. Eski bir duvardan ka-

lan taş yığınına sırtını dayayarak yavaşça yere oturdu. Siyah

kapağı açtı: Selim’in yazısı. İlk satırlarda düzgün gidiyordu

yazı.  Sayfanın  altına  doğru  dağınıklaşmış.  Sayfanın  sol  üst

köşesinde bir tarih. Selim’in sağ olduğu bir dönemin tarihi.

Günlük tutmuş, o kadar yıl sonra. Bana yardımcı ol Selim.

590




Yüklə 1,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin