01 tutunamayanlar


Üçüncü Bölüm 439



Yüklə 1,87 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə23/43
tarix02.01.2022
ölçüsü1,87 Mb.
#37691
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   43
oc49fuz-atay-tutunamayanlar

438


Üçüncü Bölüm

439


14

Şantiyede  çalışıyordu.  Masanın  üstündeki  planlara  eğilmiş

inceliyordu.  Cetveli  almak  için  uzandı;  kapının  açıldığını

duydu,  başını  kaldırıp  baktı.  Bir  kadın  duruyordu  kapıda:

genç bir kadın. Cetveli elinden düşürdü. Olduğu yerde kal-

dı:  masanın  üstüne  eğilmiş.  Konuşamıyordu,  sadece  bakı-

yordu:  rüyada  gibi.  Kımıldarsa  hayal  kaybolacaktı.  Sanki

görmeden  bakıyordu,  dalgın.  Eliyle  belirsiz  bir  hareket

yaptı. Genç kadın bu hareketten cesaretlenerek bir iki adım

attı  Turgut’a  doğru.  Durdu,  bekledi.  Kapının  önündeydi,

bir resim gibi duruyordu. Soluk benizli, iri gözlü bir kadın.

Hafifçe hareket etti; yoksa Turgut’a mı öyle geldi? Evet ha-

reket  ediyordu:  canlıydı.  Turgut  o  zaman,  doğrulmayı  akıl

etti, genç kadına, oturması için yer gösterdi. Evet, oturdu:

hareket  ediyor.  Dudaklarını  oynattı:  belki  de  konuşmaya

çalışacak. Küçük, yuvarlak ağzının içinde kekeleyerek: “Si-

zi  aramıştım,”  dedi.  Turgut  masaya  dayandı:  “Biliyorum.”

Orta  boylu,  zayıf.  Çekingen:  bir  söz  söylense  kalkıp  gide-

cekmiş  gibi.  Turgut  konuşmaktan  korktu.  Uzun  sessizlik.

441



Genç  kadın,  ellerini  oynatarak,  ellerinden  aldığı  cesaretle

sessizliği  bozdu:  “Yazıhanenize  gelmiştim.  Bilmem  ki...”

Durdu.  Konuşurken  gözleri  küçülüyor,  yüzünün  çizgileri

aşağı doğru sarkıyor. Sinirli. Kemikli, uzun parmakları çan-

tasıyla  oynuyor.  Birden  bütün  cesaretini  topladı:  “Biliyor-

sunuz  belki...”  Biliyorum,  hayır  bilmiyorum.  Her  şeyi

unuttum.  Şimdi  doğdum:  biraz  önce.  Siz  gelmeden  doğ-

mak  üzereydim.  İşte  gene  konuşuyor:  “Selim  sizden  bah-

setmişti. Belki size de...” Yoruldu: elleri iki yana sarktı. Ko-

nuşmayı sevmediği belli. İnsanın yüzüne baktığı zaman ce-

sur. Siz konuşun, belki bana söyletirsiniz, diyor. Turgut, ne

söylediğini farketmeden konuştu: “Hayır. Sizden bahsetme-

di  bana.  Ancak  bıraktığınız  yazıyı  aldığım  zaman  öğren-

dim.  Bir  daha  gelmeyeceksiniz  sanmıştım.  Biraz  şaşırdım

onun için. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Tanımadığım, baş-

ka bir dünyadan biri gibisiniz. Sizinle nasıl konuşulur bile-

miyorum.”  Sonra  utanarak  ekledi:  “Özür  dilerim,  adınızı

da bilmiyorum.” “Günseli... Günseli Ediz.” Turgut, birşey-

ler  için  özür  dilemek  istiyordu.  Neden  özür  dilemek?  Bil-

miyordu.  “Özür  dilerim.  Son  zamanlarda  nasıl  yaşadığın-

dan  bahsetmez  olmuştu.  Ayrıca,  dostlarını  birbirine  tanış-

tırmaktan hoşlanmazdı. Biliyorsunuz. Arkadaşlarını da ye-

ni  tanıyorum.”  Sustu.  Öldükten  sonra,  demek  istemişti.

“Yeni öğreniyorum kimlerle arkadaş olduğunu. Son zaman-

larda ne yaptığını da kimse bilmiyor.” Genç kadının yüzü-

ne  baktı,  birşeyler  söylemesini  bekleyerek.  Artık  her  şeyi

unuttum. Her şeyi yeni baştan sizden öğrenmek istiyorum.

Belki,  sadece  sizi  dinlemeyi  öğrenmiş  olabilirim  bu  arada.

Büyük  kazanç.  Günseli,  telaşla  konuştu:  “Evet,  biliyorum.

Benimle de çok kısa bir süre... fakat sık sık görüşüyorduk.

Buhranlı, kısa bir devre. Nasıl anlatsam? Karanlık, ümitsiz,

gergin bir, yaşantı...”

Biraz  ağladı.  Sonra,  kesik  kesik  cümlelerle  anlattı;  dağı-

442



nık, düzensiz bir şekilde. Turgut hiç konuşmadan onu din-

ledi: sözünü kesmeden, hiçbir şey sormadan. Genç kadının

aklı  o  kadar  karışık  görünüyordu  ki  küçük  bir  dokunuşla

parçalanacak  ve  bir  daha  dengesini  bulamayacaktı  sanki.

Turgut,  heyecan  ve  korkudan  kımıldamaya  cesaret  edemi-

yordu. En küçük bir hareket büyüyü bozabilirdi. Genç ka-

dın,  gözlerini  yere  dikerek,  titrek,  zayıf  bir  sesle  konuşu-

yordu.


Selim’i,  ölümünden  bir  yıl  kadar  önce  tanımıştı.  Günse-

li’nin çalıştığı daireden bir memur arkadaşı, bir pazar gezin-

tisine  çağırmıştı  genç  kadını.  Selim’i  ilk  defa  bu  eğlentide

görmüştü. İlgilenmişti onunla. Selim, asık suratlı ve sıkıntı-

lıydı. Önce kimseyle konuşmuyordu. Zorla getirilmiş gibiy-

di. Gerçekten de zorla getirilmişti. Memur arkadaşı, Selim’e

takılıyor,  onu  mağarasından  zorla  çıkardığını  söylüyordu.

“İnsanların arasına karış biraz,” diyordu.

“Onun, bu insanlar ve bu çeşit gezintilerle ilgilenmediği-

ni,  oyunlara  katılmakta  güçlük  çektiğini  ve  bu  uyuşmazlı-

ğından ıstırap duyduğunu anlamak için bu sözleri işitmeye

ihtiyaç  yoktu.  Sıkıntısını  artık  gizleyemiyordu.  Kendi  de

bilmeden  bir  kurtarıcı  arıyordu.  Sıkılganlığının  geçmesi

için ona yardım etmek istedim. Onun gibi, suratımı asarak

yanına yaklaştım, konuşmaya başladım. ‘Benim gibi bu eğ-

lentiye  yanlışlıkla  gelmediğinize  göre,  beni  anlayacağınızı

sanmıyorum,’  dedi.  Yere  bakarak  konuşuyordu.  Yüzüme

bakmaya cesareti yoktu. Birden, başını kaldırarak: ‘Yıllardır,

bir genç kız yanıma yaklaştığı zaman, ona söyleyeceğim acı

ve alaylı sözler hakkında o kadar hayal kurdum ki siz bü-

tün bunların ağırlığına dayanamazsınız,’ dedi. ‘Ben de söy-

lediklerimden  hemen  pişmanlık  duyarım.  En  iyisi  hiç  ko-

nuşmamak.  Bakın,  burada  canlı  ve  neşeli  bir  sürü  genç

adam var. Onlar sizi daha iyi eğlendirebilir.’ Ben, gene sura-

tımı asarak, onunla konuşmak istediğimi söyledim. Teselli-

443



ye  muhtaç  üzüntülü  genç  adam  rolünü  beğenmiyormuş.

‘Ben  sizi  bu  durumda  görmüyorum,’  dedim.  ‘Herkes  kadar

canlı  olduğunuzu  sanıyorum.’  ‘Kadınlar  insanda....’  dedi.

Durdu.  ‘Bernard  Shaw’u  okudunuz  mu?’  Bir  süre  otların

arasında  yürüdük  konuşmadan.  Durdu,  ilk  defa  gözlerime

bakarak: ‘Ben, böyle bir karşılaşma için çok daha iyi birşey-

ler yapabileceğimi sanıyordum,’ dedi. ‘Kendimi hayal kırık-

lığına  uğrattım.’  Sonra,  sorularına  başladı:  hangi  gazeteyi

izliyordum?  hangi  kitapları  okuyordum?  hangilerini  beğe-

niyordum?  ailem  serbest  yaşayışımı  uygun  buluyor  muy-

du?  bu  gezintiye  neden  gelmiştim?  ilgilendiğim  bir  erkek

yok  muydu  gelenler  arasında?  ileri  düşünceli  olduğumu

göstermek  için  mi  çalışıyordum?  Durmadan  soru  yağdırı-

yordu.  Bu  sorulardan  incinmemeliydim:  beni  daha  önce

uyarmıştı. Sorularını birden kesti ve: ‘Sanıyorum yeter dere-

cede gücendirdim sizi,’ dedi. ‘Artık eğlentinin sonuna kadar

yüzüme  bakmazsınız.’  Gitmek  üzereydi:  ‘Suratımı,  genç

kızların hoşuna gitmek için asmadığımı anlamışsınızdır ar-

tık.’  Yüzüne  bakıyordum.  ‘Daha  ne  bekliyorsunuz?’  dedi.

Gülerek:  ‘Belki  tam  böyle  olmanızı  bekliyordum,’  dedim.

Oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibi yüzünü buruştur-

du:  ‘Anlaşıldı,’  dedi.  ‘Kendinize  eğlence  arıyorsunuz.  Buy-

run  o  halde.’  Elimden  tuttu  ve  koşarak  top  oynayanların

yanına götürdü beni. Çocuk gibi eğlendi akşama kadar. Dö-

nüşte yanıma oturdu. Kucağımdaki çiçeklere bakarak, onla-

rı hangi kitapların arasında kurutacağımı sordu. ‘Aman be-

nim sevdiğim kitaplar olmasın.’ Gülüyor, fıkralar anlatıyor,

şarkılara  katılıyordu.  Kolumu  tuttu;  güneşte  yanan  derisi-

nin  üstüne  bir  saman  çöpüyle  adını  yazdı.  Arkadaşlardan

utanarak elini ittim. Mahzunlaştı. Kötü bir şey yapmadığını

göstermek  için  gülümsedim.  Yüzü  değişti  birdenbire.

“Türkçe tango sever misin?’ dedi. ‘Beni ne sanıyorsun?’ de-

dim.  Suratını  astı:  ‘Sonum  geldi,’  dedi.  ‘Artık  kadınlar  da

444



espri yapabiliyor.’ Yol boyunca Türkçe tangolar söyledi ba-

na, sözlerini değiştirerek.

O günden sonra bir ay hiç aramadı beni. Her gün heye-

can  içinde  daireye  telefon  etmesini  bekliyordum.  Beni

unuttuğunu  düşünüyordum.  Sonra,  bir  gün  aradı.  Ürkek

bir sesle konuşuyor, beni aramasının doğru olup olmadığı-

nı soruyordu. Kızarak, şimdiye kadar neden hiç aramadığı-

nı  sordum.  Şaşırmış  olacak;  bir  an  sustu:  ‘Yani,  aramamı

mı  bekliyordun?’  dedi.  ‘Bunu  hiç  düşünmemiştim.’  Gül-

düm:  ‘Çok  düşüncesizsin,’  dedim.  ‘Diyecektim  ki...  şey,

Günseli...  hemen  buluşabilir  miyiz?’  Onu  daha  fazla  üz-

mek istemedim.”

Turgut,  Günseli’nin  sustuğunu  görünce  telaşlandı.  “Ne

olur,  hep  anlatın,”  diye  yalvardı.  “Ne  olur  hiç  susmayın.

Buradan sıkıldınızsa başka yere gidelim. Siz yolda da anla-

tın. Her şeyi anlatın. Ne durumda olduğumu bir bilseniz...”

Durdu, gülerek: “Selim ne derdi şimdi?” diye sordu. Günse-

li, iri gözlerini açtı, çocuksu bir gururla: “Ne durumda ol-

duğunuzu bilseydim, hamiyetten gözümün yaşını tutamaz-

dım,  değil  mi?”  “Gördünüz  mü,  benden  saklayacak  hiçbir

şeyiniz olmamalı.” “Doğru. Hem o kadar yalnızım ki.” Bir-

likte yemeğe çıktılar.

Turgut  çocuk  gibi  seviniyordu  içinden.  Demek  seni  de

sonunda  yakaladık  suçüstü.  Bayağılık  etme  Turgut.  Haklı-

sın Selim. Kendimi kaybettim bir an için; aslıma döndüm.

Peki  peki.  Sevinçten  şaşkına  döndüm.  Yakalandın  ama  Se-

lim, itiraf et. Seni yaramaz seni, ben görürüm anneni. Her

şeyi  anlattın  mı  ona  Selim?  Çocuk  şiirlerini  filan?  Ben  de

Günseli’ye  ait  her  şeyi  öğrenmeliyim  Selim.  Buna  hakkım

olmalı. Ne istersen sor, budala. Yanında yürüyor işte. “Onu

çok mu sık görüyordunuz?” Çok sık görüyormuş. Mahzun-

laştı.  Bunun  için  benden  kaçıyordun  Selim.  Oysa,  herkes

anlatmak için birini arar. Sen ne biçim Selim’din? Ne olur-

445



du her şeyi öğrenseydim? Ellerin terliyor muydu gene? Da-

lıp  gittiğin  oluyor  muydu?  Dinlemekle  olmuyor.  Yanında

olmalıydım.  Anlatmakla  oluyor  mu?  Birlikte  yaşamak  ge-

rekti. Birlikte yaşamak gerekti. Üçümüz kırlara doğru açıl-

saydık.  Benden  utandığın  anda  başımı  çevirirdim.  Yokmu-

şum gibi davranırdım. Daha önce aşk konusunda bana söy-

lediklerini hiç hatırlatmazdım. Deli misin? Neden korktun?

Nasıl  yanıldın?  Evlenmekten  korkuyordun  herhalde.  Öyle

ya, otobüste gidiyorduk ayakta. Kadınlar sürünüp geçiyor-

du. Bir gün evlenirsem ne düşünürsün Turgut? diye sordu-

ğun  zaman  anlamalıydım.  Kadınları  artık  rahatça  seyrede-

meyeceğinden  korkuyordun.  Onları,  sana  sürünüp  geçer-

lerken  bir  daha  hayal  edemeyeceğinden  korkuyordun.

Açıkça  söyleseydin  bana.  Anlamadım  işte.  Seni  bir  masal

kahramanı yapmıştık. Dokunulmazlığın vardı sanki. Sen de

kimseye  dokunamazdın  sanki.  Tabaklara  dokunmaya  kor-

kuyor; ürkek bir yaratık. Hemen hiç yemek yemiyor. Biraz

içki içince cesareti arttı, hikâyesine devam ediyor.

“İlk  buluştuğumuz  gün  hemen  şiirler  okudu  bana  Nâ-

zım’dan.  Böylece  elimi  tutmaya  cesaret  etti.”  Kadınlar  ge-

çerken dönüp bakmayan bir masal kahramanıydı. Bu masa-

lı yürütecek miyiz Olric? Evet efendimiz. Dünyada bir tane

kahraman  bulunmalı.  Tek  başına  yaşayanlara  cesaret  ver-

mek  için.  Hep  böyle  yaşadı  dersek  sevinirler.  Yalan  olmaz

mı? Nasıl olur? Doğru. “Birşeyler içmek için bir yere girdik.

Babasından  bahsetti  orada.  Babasının  yüreğine  verdiği  sı-

kıntıyı  anlattı.  Annesine  hep  söylenirmiş  babası.  Kulakları

bu homurdanmalarla doluydu. Bir gün aynaya bakmış: yeni

bıyık bırakmaya başladığı sıralarda. Babasını görür gibi ol-

muş  aynada:  babasının  gençlik  resimlerini.  Korkmuş.  “Ba-

bama  benzeyeceğim  sonunda,’  diye  sızlandı.”  Necati  ona

hayrandı. Erkekler, dönüp dakikalarca bakar kadınların ar-

kasından.  Seni  bir  kere  olsun  yakalayamadım,  diyordu.

446



“Arkadaşlarıma danışmalıyım,’ diyordu. ‘Bütün ilişkilerimi-

zi tartışırız biz.’” “Bizlere değil herhalde. Kültürlü arkadaş-

larına olacak. Burhan’a danışmış olacak.” “Burhan’ı ben de

tanıdım. Yolda tanıştırdı, utanarak.” “Kimden utandı? Bur-

han’dan  mı,  sizden  mi?  Kendinden  mi?”  “Neden  utandığı

belli değildi.” Yaşamaktan utanıyordu herhalde. Hayata kar-

şı ayıp oluyordu. On yüz bin şeyi birden yaşamak istiyordu.

Hangisine sarılsa başkasına ayıp oluyordu. Kaç parça olabi-

lirdi? Neden bu utançları bir yana itip yaşamaya çalışmadı?

Gözlerini yerden kaldırmayı denemedi? Hiçbir zaman pas-

tanede-muhallebicide-kızla-buluşup-gözlerinin-içine-baka-

rak-ona-hayatını-anlatan-erkeklerden-biri olmayacağına ye-

min  etmişti.  Sahte  olmaktansa  yaşamamak  iyidir  Turgut.

Hepimiz  ihanet  ettik  ona.  “İkinci  gün  kavga  etti  benimle,

artık gitmem gerekiyor dediğim zaman. Teyzem bende kalı-

yordu. Hava kararmıştı. ‘Bir daha hiç gelme istersen,’ dedi.”

Çok  az  vaktim  kalmıştı  Turgut.  Anlamıyordu.  Çok  bekle-

miştim. Hayatımın, başı ve sonu belliydi; hiç olmazsa orta-

sını kaçırmamalıydım. Oyalanacak durumum yoktu. Ezber-

lemiş olduğum bütün şiirleri okumalıydım, bütün kavgala-

rımı çıkarmalıydım, bütün kuruntularımı ortaya dökmeliy-

dim.  Belki  seni  bir  erkek  anlayabilirdi  Selim.  Nasıl  olur?

hepimiz,  birbirimizin  gözünü  oyuyorduk.  Bir  kadın  karşı

koyamazdı:  artık  bana  karşı  konulmasını  istemiyordum.

Doludizgin gitmek istiyordum.

“Beni  çok  uzun  bir  süre  denedi.  Sonsuz  yoklamalardan

geçirdi beni. Her sözünden sonra, belli etmemeye çalışarak

yüzümü  inceledi,  tepkilerimi  anlamaya  çalıştı.”  Bana  da

barlara dadandığını anlatıyordu aynı devrede. Burhan’la bir-

likte gidiyorlarmış. Bu teyze, onu çok sinirlendirmiş olmalı.

İnanmamıştır  gerçekliğine.  Kadınların  oyunları  hakkında

hikâyelerle  doluydu  kafası.  Üniversiteye  gittiğimiz  günler-

de, bir kadınla iki gün süren bir macerasını anlatmıştı. Ka-

447



dınlar,  benimle  ancak  ciddi  bir  ilişkiyi  düşünebiliyorlar.

Hemen  benimle  evlenmeyi  geçiriyorlar  akıllarından.  Daha

az  ciddi  bir  görünüşüm  olsaydı.  Turgut,  Kazanova’nın  bir

resmi var mı yanında? Sen de hemen şiirler okuma kızlara

Selim.  Geleceğim  çok  parlak,  belki...  Ondan  değil  canım.

Sende doğuştan koca tipi var. Biliyorum; ne yapsam? Evlen

canım. Turgutçuğum, aslında ne kadar öyle değilim bir bil-

sen. Kızlara da öğret bunu. “Yazmak istiyordu.” Doğruldu.

Yazmak  mı?  Nasıl?  “Nasıl?”  “Yazmak  işte.  Evde  olmuyor-

muş.  Kahveye  gidip,  bir  kenarda  birşeyler  karalıyormuş.

Herkesin rahatça yaptığı işlerde, karşısına anlamsız güçlük-

ler çıkıyordu. Bir arkadaşıyla birlikte ev tutmak istemiş. Kı-

yamet  kopmuş  evde.  Bunları  anlatırken,  göz  ucuyla  beni

süzüyordu. Korkuyordu.” Kucaktan kucağa. Yalnız kalmak-

tan  da  kalmamaktan  da  korkuyordu.  “Bir  hafta  Burhan’da

kaldı.  Beni  hiç  aramadı.  Durmadan  içmişler.  Sabahlara  ka-

dar.  İnat  yüzünden  bıyığını  kesmiş:  özeniyorsun  demişler

de.  Sonunda  hastalandı.  Gururla:  ‘İçkiyi  bıraktım;  gene  de

bir  hafta  sarhoş  dolaştım,’  diyordu.  Kimse  bu  kadar  uzun

süre sarhoş gezmemiştir.’” Anneler... anneler. Senin kaderin

hep annelerle karşılaşmakmış demek Selim. Ben kadın isti-

yordum  Turgut.  Kazanova’nın  resmini  getirdin  mi?  Estetik

ameliyatı  olacağım.  Peki,  anlat  bana;  bu  meseleleri  neden

bu  kadar  büyütüyorsun  gözünde?  Beni  sevmiyorlardı  Tur-

gut. Serseri arkadaşlarım varmış. Babam, yıllarca zengin bir

gelinin hayaliyle yaşadı. Şimdi annem de bir bar kızıyla ev-

lenmemden korkuyor. Bana güvenmiyorlar. Evde kalmış bir

kızmışım gibi uğraşıyorlar benimle. “Misafir geldiği zaman

odasına kaçıyormuş. Evlenme çağında bir kız gibi görüyor-

larmış  onu.  Hepsini  ilk  gün  bir  solukta  anlattı  bana.  Her-

kesten kuşkulanıyordu. Evlenmekten bahsederken gözleri-

min içine bakıyordu. Serseri arkadaşları bile ona bir kısmet

arıyorlarmış. Burhan’a bir gün ‘Bir kız kardeşim olsaydı, se-

448



nin  gibi  bir  serseriye  vermezdim,’  demiş.  Burhan:  ‘Benim

olsaydı, sana verirdim,’ demez mi? Dehşete düşerek anlatı-

yordu. ‘Beni kendilerinden saymıyorlar Günseli,’ diye yakı-

nıyordu.  ‘Onlar  gibi  serseri  bile  olamıyorum.  O  halde  ne-

yim?” Serseriyim Turgut. Onların serserilikleri bitecek; ben

aynı  kalacağım.  Bugünkü  gibi.  Doğru  söylüyorsun  samimi

serseri. Peki kızlar neden anlamıyorlar bunu? Kendim hak-

kında  ne  korkunç  hikâyeler  anlatıyorum  bilsen.  Uzun  sü-

ren serserilik istemiyorlar belki. Belki onun için sahte ser-

serilerin kucağına atıyorlar kendilerini. Başlamadan bitiyor

benimle ilişkileri. “Bizim evde yazmasını teklif ettim.” Sen

bilirsin Turgut, oğlum. Söyle bana bir kız meselesi var mı?

Bilmiyorum Müzeyyen Teyze. Ne olacak bu çocuğun hali?

Çocukta hal kalmadı. “Beni tanıdığı zaman bir yolun sonu-

na  gelmişti.  Yorulmuştu.  Artık  ne  deseler  yapacaktı.  ‘Yaşa-

mamaktan  yoruldum,’  diyordu.  Bir  gün  birlikte  adaya  git-

miştik. Bana eski bir manastırı gösterdi. Üç yıl önce manas-

tıra çekilmeyi düşünmüş.”

Artık tek başınıza üzülmeyin, ne olur? Birlikte üzülelim.

Her  şeyi  yeniden  yaşayalım.  Üçümüz  birlikte  dolaşalım.

Onu adada görmek isterdim. Birlikte çiçek toplamıştık yıl-

lar önce. Öyle olsaydı. Siz elele tutuşmuş gidiyorsunuz. Ba-

na da gösterseydi manastırı. Ahşap bir manastır mıydı? Ne

düşüneceğimi  bilemiyorum.  Düşünebildiğim  gün  yazsam

mı  dersiniz?  Para  yapar  mıyım  bu  işten?  Mühendislikteki

kadar? Az da olsa razıyım. Herhalde birinin teklif etmesini

bekliyorum.  Bana  her  şeyi  anlatın.  Burhan’ı  bile  anlatın.

İçimdekileri size tarif edemem. Uzun boylu mu desem, ge-

niş yürekli mi desem, bir ay sonra mı desem, bir yıl sonra

mı?  Sana  bir  yol  görünüyor  oğlum  Turgut.  Bana  her  şeyi

anlatın: birlikte yola çıkalım. Her şeyi anlattı Günseli. Daha

anlatın. Daha anlattı. Her şey karıştı. Karışsın. Daha heye-

canlı oluyor. Banka reklamları kadar heyecanlı. Artık bu ya-

449



lancı  dünyayı  beğenmiyorum.  Çiçeklerden  papatyayı,  in-

sanlardan  Selim’i  beğeniyorum.  Şimdiye  kadar  yapılan  bü-

tün teklifleri reddettim. Şimdi ben teklif ediyorum. Duygu-

larımı hangi kalıba dökeceğimi bilemiyorum. Bir rahibe bu-

lursam, ben de manastıra çekilebilirim. Ruhunu dinlendir-

mek için Selim de çekilebilir. Hep birlikte çekiliriz. Siz ye-

mekleri  yaparsınız,  ben  de  alışverişi.  Selim  dinlensin.  Siz-

den öğrendiklerini düşünsün. Acaba ona her şeyi öğrettiniz

mi?  Çiçeklerin  adlarını  da  öğrettiniz  mi?  Hangi  mevsimde

hangisi  açar,  hangisi  uzun  zaman  dayanır,  dört  yapraklı

yonca var mıdır, yoksa bir efsaneden mi ibarettir, hangi çi-

çek güneşi sever, hangisi evde solar? Güneş nereden doğar,

batışı nereden seyredilir? Sabahları insanlar kahvaltı ederler

ve tıraş olurlar. Hiçbirini bilmiyordu. Dans etmeye gelince,

başlıbaşına bir mesele. Selim usulüne göre öğrenemez, an-

cak müziğe ayağını uydurabilir; dikkat edin ayağınıza bas-

masın, üzülür. Saç taramak diye bir şey vardır. Bilir misiniz,

üniversiteyi  bitirdiğimiz  zaman,  hepimiz  nasıl  saçlı  sakallı

kocaman bebeklerdik. Bilemezsiniz. Anlatınca olmaz. Yaşa-

mak diye bir problem yoktu bizim için. Böyle bir problem

çözmedi  asistanlar  tatbikatlarda.  Sonunda  hepimizi  kurt

kaptı tabii. İnsan taklidi yaptığımız için, kurtlar bizi adam

sandı.  Dünyanın  hiçbir  yerinde  böyle  bir  rezalet  görülme-

miştir. Az gelişmiş aşklar ülkesi olarak dünya milletleri ara-

sında  ön  sıraları  işgal  ediyoruz.  Birleşmiş  Milletler  istatis-

tiklerine göre ancak Nijerya ve Gana bizden daha az geliş-

miş. Âşık olma oranı yüz binde kırk iki. Beş yıllık plan yüz-

de  yüz  gerçekleştiği  takdirde  bu  oran  bin  dokuz  yüz  sek-

sende yüz binde seksen altı olacak. Gene yeterli değil. Plan-

lama örgütünde herkes evli olduğu için, meselenin üzerin-

de çok durmuyorlar. Beş yıllık planın uygulanmasına geçeli

bizim sınıftan yalnız Güner âşık oldu: o da bir bar artistine.

Cinsi aşk olduğu için sayılmadı. Aşkta geriyiz de başka şey-

450



lerde ileri miyiz sanki? Yalnız trafik kazalarında birinciyiz.

Buyrun  bakalım.  Binde  dört  onda  iki.  Gururumuza  doku-

nuyor.  Selim  kadar  olamıyoruz.  Ayrıca,  büyük  şehirlerde

bir bakıma yüksek görünen bu oran, köylere doğru gittikçe

azalıyor. Milli gelirin dağılımı gibi. Aşk sağlığı enstitüsünün

bültenine göre, bir yıl içinde sadece on iki bin yedi yüz on

altı muhallebicide buluşma, yedi bin sekiz durakta buluşma

(bunun bin sekiz yüz yirmi beşi gerçekleşmemiş), bin dört

yüz altmış iki çeşitli açık yer gezintisi (parklar, kırlar, ada-

lar  v.s.)  ve  yalnız  altı  yüz  on  iki  sinema  locası  olayı  tespit

edilmiş.  Buna  gizli  aşkları  da  ekleyin  (bültende  Selim’in

adına  rastlanmadığı  için,  bunu  gizli  aşk  olayları  arasında

düşünebiliriz.)  Gizli  aşk  sayısının  da,  ihtimal  hesaplarına

göre dört bin altı yüz kadar olduğu tahmin ediliyor. Emni-

yet  genel  müdürlüğünün  tespit  ettiğine  göre  de  (yuvarlak

olarak)  yüz  yirmi  altı  bin  sekiz  yüz  bakıp  da  iç  geçirme,

kırk dört bin otobüs ya da dolmuşta hafifçe temas, dört bin

iki yüz peşinden gidip de vazgeçme, sekiz yüz elli eve ka-

dar izleme ve on beş bin yedi yüz uzaktan âşık olma ve sa-

dece  (bu  sayı  kesin)  sekiz  yüz  on  dört  ümitsiz  aşk  olayı

kaydedilmiş. Bu arada, park bekçileri, seksen iki bin kadar

çifti  düdük  çalarak,  tabanca  çekerek  ve  benzeri  tehditlerle

korkutmuş. Parklar, bahçeler ve kırlar genel müdürlüğüne

göre  de,  altmış  bin  papatya  sevgi  falı  için  koparılmış  ve

âşıkların üzerinde uzandığı yirmi sekiz bin metrekarelik bir

sahanın  çimleri  ezilmiş.  Tahmini  zarar,  yarım  milyon  lira

civarında. Uzun sözün kısası, nefes alışın bile izleniyor Se-

lim. Manastıra çekilmekten başka çare yok. Onun istatistiği

henüz tutulmamış. Yalnız, geleneklerimize uygun görülmü-

yor. Medreseye çekilseydin, daha milli olurdu. Ne iyi oldu-

ğunu  bilemezsiniz  gelişinizin  Günseli.  Bu  bilgileri,  sizden

başka kime verebilirdim? Yoktan neler yarattığımı görüyor-

sun.  Bütün  azgelişmişliğime  rağmen,  elimden  geleni  yapı-

451



yorum. Sen bir cümle söyle, ben ondan neler çıkarırım şa-

şarsın. Selim de öyle söylerdi. Sen Selim’e bakma. Asıl şim-

di  görmeliydi  beni.  Selim  baba,  oğlunla  iftihar  ediyor  mu-

sun? Derslerine iyi çalışmış mı? Ezberini iyi söylüyor mu?

Babasının sözleri hep kulağında çınlarmış. Ders çalışmıyor

bu  çocuk,  diye  durmadan  homurdanırmış  Numan  Bey.  Bu

çocuk kitap yüzü açmıyor. Ben de açmıyorum canım Selim.

Gene  de  tutunamayanlar  üniversitesinden  mezun  olmayı

hayal  ediyorum.  Orta  dereceyle  tabii.  Diploma  töreninde

“Onlar” marşını söylerdik hep bir ağızdan. Bunları yazma-

lıydın  Selim.  İnşallah  bir  dahaki  sefere  Turgut.  Sen  şimdi

aklında  kalanlarla  idare  ediver.  Bir  daha  gelecek  misiniz?

Biz oldukça kalabalıklaşıyoruz. Günseli bir, ben iki, Olric’i

de  sayarsak  üç...  Diğer  isimler  aklıma  gelmiyor  şimdi.  El-

bette daha kalabalığızdır da ben tanımıyorum. Henüz vak-

tim olmadı. İyi bir tören yaparız. İşçileri filan da kamyonla-

ra bindirip getiririz. Gazetecileri de kandırırız; sayıyı biraz

yüksek gösterirler. Diploma töreni için geleceksin herhalde.

Başka  türlü  izin  vermezler  sana  tabii.  Orada  işin  başından

aşkındır.  Çok  dosya  birikmiştir  senin  yokluğunda.  Ben  de

burada çok çalışıyorum Selim. Gözüme uyku girmiyor. Sa-

na  çok  iş  bırakmamaya  çalışıyorum.  Bazı  dosyaları  kapat-

tım  bile.  Yazıp  çiziyorum  gece  yarılarına  kadar:  dairedeki

mühendis  olmak  isteyen  memur  gibi.  Onu  da  unutmayın

sakın. Bana da sık sık yaz olur mu Selim? Yazdıklarını be-

ğenmiyordu. Ne dediniz? Yazdıklarını size okuyor muydu?

Evet.  Bana  okurken  suratını  asıyor,  beğenmediğimi  söyle-

mem  için  ısrar  ediyordu.  Anlamıyorsun,  derdi.  Bütün  bu

yazdıklarım uydurma. Aklımdan geçenleri yazmaya cesaret

edemiyorum.  Alışılmış  kalıplar  içinde  bocalıyorum.  Kalı-

bım yok benim: biçimsiz bir şeyim ben. Eriyip dağılıyorum

yazarken.  Olmuyor.  Bana  uzak  gelen  yaşantıları  düzmece

bir  biçimde  anlatmaya  çabalıyorum.  İçinden  geldiği  gibi

452



yazsan,  içinden  geldiği  gibi  anlatsan  Selimim.  Olmaz.  Deli

derler adama sonra. Hemen damgayı yapıştırırlar. Daha kö-

tüsü, hiçbir şey demezler. Ya da, bütün çıkardığın gürültü-

nün sonunda bunu mu yazacaktın derler; ayrıca içim o ka-

dar  karışmış  ki  sahtelikleri  ayıklayıp  temizleyemiyorum.

Bütün suç, savaş yıllarında yediğimiz kara ekmeğin. Bizi iyi

beslemediler. Sonra da yağlı yemekler verdiler. Beynim yağ

bağlamış  olacak.  Büyük  ve  güzel  şeylerin  dışarı  çıkmasına

izin  vermiyor.  Korkuyoruz.  Düşünmekten  ve  sevmekten

korkuyoruz.  İnsan  olmaktan  korkuyoruz.  İnsana  benzetir-

sek, onlara acımaktan korkuyoruz. İşin içine bir kere acıma

girerse, ondan bir daha kurtulamamaktan korkuyoruz. Sen

de korkuyor musun Günseli? Senin için korkuyorum sade-

ce Selim. Doğru değil. Ben bunu gerektirecek bir şey yapa-

madım  sana.  Bir  sürü  gevezelik  ettim.  Bitmesi  gerekirdi

bunların artık. Yeni sözler, yeni yaşantılar bulacağımı sanı-

yordum. Bu acılar, yüreğimi paslandırmış oysa. Sevmek zor

geliyor. Alışmamışım yoruluyorum. Her an sevdiğimi düşü-

nemiyorum. Bazen atlıyorum. Boşluklar oluyor. Bunları boş

sözlerle  doldurmaya  çalışıyorum.  Oysa  ben  her  an  sana

bakmak,  bir  sözünü  kaçırmamak;  bir  kıpırdanışını,  yüzü-

nün her an değişen bütün gölgelerini izlemek, her an yeni

sözler bulup söylemek istiyorum. Her mevsimde, her gitti-

ğimiz  yerde,  insanlarla  ve  insanlarsız,  aşkın  değişen  yansı-

malarını görmek istiyorum. Bütün bunlar beni yoruyor. Sen

orada duruyorsun ve beni seyrediyorsun sadece. Senin için

sevmek, su içmek gibi rahat bir eylem. Ben, her an uyanık

olmalıyım.

Her  an  uyanık  olmalısın  Selim.  Yoruldum  işte  sonunda

Turgut, ne olduğumu gördünüz. Sen her an uyanık olmalı-

sın Selim. Herkese koşmalısın, her şeye yetişmelisin. Bu gö-

revle dünyaya tayin edildin. Beş milyon sekiz yüz bin sekiz

yüz yirmi dokuzda bir insana verilen bir görevin var. İstifa

453



ediyorum. Dayanamadım, vazgeçiyorum. Bu görev için ye-

tiştirilmedim.  Özel  bir  eğitimden  geçirmeleri  gerekirdi  be-

ni.  Beni  iyi  korumaları  gerekirdi.  Derimin  ince  olduğunu,

güneşe dayanamayacağını bilmeliydiler. Kusurlarımı hoşgö-

rüyle  karşılasalardı.  Sekiz  kat  elbisem  olmalıydı.  Ellerim

terlememeliydi;  gömleklerim  ütülü,  ayakkabılarım  boyalı

olmalıydı.  Ben  ortaçağda  yaşamalıydım.  Sabahları,  Monta-

igne  gibi  oda  orkestrasıyla  uyandırılmalıydım.  Özel  eğit-

menler  nezaretinde  yetiştirilmeliydim.  Bu  hususta,  sekiz

yüz yirmi dokuz sayılı kanuna ek bir kararname çıkarılma-

lıydı. Günseli’ye daha önce rastlamalıydım. İçişleri Bakanlı-

ğı  bunu  temin  etmeliydi.  Teyzesi,  bu  kadar  uzun  zaman

Günseli’de kalmamalıydı. Polis marifetiyle dışarı çıkarılma-

lıydı.  Günseli’yi  tahliye  etmeliydi.  Aylarca  Günseli’ye  do-

kunmaktan korkmamalıydım. Ona sarılırken korkudan tit-

rememeliydim.  Okulda  kızlar  benimle  alay  etmemeliydi.

Metin  yurt  dışına  çıkarılmalıydı.  Bütün  önemli  kişilerin

muhafızları var: Ben yalnız bırakılmamalıydım. Yalnız iste-

mesini  biliyorsunuz.  Ne  istiyorsunuz  benden?  Burhan’a

dergiyi çıkarması için yardım etmedim mi? Onun yerine sa-

bahlara kadar oturup yazı yazmadım mı? Güner’in projesi-

ni oturup çizmedim mi? Karşılık olarak on lira verdiği za-

man, ayıp olmasın diye almadım mı? Annem üzülmesin di-

ye,  kendime  bir  oda  bile  tutmadan  on  yıl  o  iç  karartıcı

odamda yaşamadım mı? Babam benimle övünsün diye can

sıkıntımı yürürlükten kaldırıp üniversiteyi bitirmedim mi?

Her  sözünüze  başımı  sallamadım  mı?  Neymiş  efendim?

Hiçbir  işin  sonunu  getirmemişim.  Siz  başlamayı  bile  göze

almadınız. Benimle içinizden gelerek hangi yaşantıma katıl-

dınız?  Benimle  yaşanmazmış.  Ne  biliyorsunuz?  Ben  bile

kendimle  yaşayamamışım.  Bu  sözünüze  gülmek  isterdim.

Metin  gibi  acı  acı  gülmek  isterdim.  Neden  başaramayacak

birine bu görevi verdiniz o halde? Neden içimi böyle arzu-

454



larla doldurdunuz? Alacağınız olsun. Bu dünyaya bir daha

gelişimde,  ikinci  gelişimde  bütün  borçlarımı  ödeyeceğim.

Bugün  için  üzülerek  belirtmek  zorundayım  ki  beş  yıllık

plan  tam  bir  fiyaskoyla  sonuçlanmıştır.  Gerçekleştirmemi

istediğiniz  bütün  hayaller,  ikinci  bir  çağrıya  kadar  ertelen-

miştir. Herkes işinin gücünün başına dönsün. Benim birinci

gelişimle yarım kalan aşklarını yaşasın. Yarım kalan yaşan-

tılarını, eskisinden daha çok beğensin. Benim gibi biri, bir

daha girmesin küçük yaşantılarına: kapıları daha iyi kapan-

sın. Herkes ne istediğini daha iyi bilsin: ne istediğini bilme-

mek yüzünden bir daha bana kimse başvurmasın. Evde yo-

kum. Kendilerinden ümidi kestikleri için, hiç olmazsa beni

yaşatmaya çalışmak gibi, “Dur canım üzülme, ben seni ha-

yal edemeyeceğin derinliklere ve yüksekliklere taşırım,” gi-

bi bir incelik göstermesinler bir daha. Beni bu kadar düşün-

dükleri için eksik olmasınlar. Fakat boş yere zahmet etme-

sinler.  Boş  yere  değerli  hayatlarını  benim  gibi  bir  solucan

için  harcamasınlar.  Boş  yere,  psikobilmemne  yönlerimi

araştırmak için deneme tahtası yapmasınlar beni. Ne dedi-

niz? Gene de seviyorlar mıymış beni? İşte beni bu incelik-

ler  öldürüyor.  Batılı  amcaların  bulduğu  bu  incelikler!  Yal-

nız kendimi sevdiğim halde, bunu başkalarına sevgi şeklin-

de  belirtmek  suretiyle  kendimi  aldatmak  ve  aynı  zamanda

bir bakıma onların daha gerçek sayılması gereken aşklarını,

bu aldatıcı aşkımın yanında önemsiz görmekle, bir kere da-

ha kişiliğime duyduğum aşkı ve vazgeçemediğim benliğimi

ortaya koymakla kendinisevengillerin birtürlügerçeklerigö-

remediğiiçinbaşkalarınınsevgisinemuhtaçgiller  -  familyası-

na  mı  giriyormuşum?  İngilizler  bile  bu  kadar  inceliği  bir

arada düşünemez, bir yerde şaşırır. Ömür boyu aylık sinir,

yalnız  Ruhsalgerçekler  Bankası  verir.  Ben  de  hepinizden

farklı bir soluncandım, kim bilir? Şimdi yarısı ezilmiş, yer-

de  yattığı  için  belli  olmuyor.  Diğer  yarısını  yerden  kaldır-

455



mak için çırpınan Günseli’yi bile acıklı gözlerle seyredemi-

yor. Gözleri, ezilen yarısında kaldı da ondan. Anlayışı da o

yarıda kaldı; bütün ümitleri, yaşama isteği de, mühendislik

diploması da, iyi durum kâğıdı da, çiçek aşısı kâğıdı da, altı

tane  vesikalık  resmi  de,  İsa’ya  sevgisi  de,  bilmem  nesi  de,

yaratma  hırsı  da,  bir  türlü  atamadığı  değersiz  evrakı  da,

Günseli’yi  okşamak  isteyen  elleri,  ona  dokunmak  isteyen

derisi  de  hep  ezilen  yarısında  kaldı.  Bu  yarısında  sadece

ölüm acılığı kaldı. Bu nedenle, şimdiye kadar söyledikleri-

mizi  kısaca  özetlemek  gerekirse,  mezar  taşına  şöyle  yazıl-

ması uygun düşer (yazı kabartma olmasın: uzaktan dikkati

çeker):  Şarkısı  yarıda  kaldı,  aklı  da  karıda  kaldı.  Sebep

olanların gözü kör olsun.

Sebep olanların gözü kör oldu. Dünyayı bir karanlık kap-

ladı. Fırıncılar kimseye ekmek vermedi. Şeker karaborsaya

düştü.  Matbaalar,  ekmek  karnesi  basmaya  başladı  gizlice.

Selim, kafasında on yüz bin, hayatında sadece bir aşk yaşa-

dı.  Onun  da  dumanı  doğru  çıkmadı.  Baca  çarpık  yapıldığı

için,  ortalığı  bir  kurum  kapladı.  Göz  gözü  görmez  oldu.

Dost,  düşmandan  ayrılmaz  oldu.  Herkes  birbirine  girdi.

Ölüm sıkıyönetim ilan etti: kimse burnunu pencereden çı-

karamadı. Çıkaranların burnu kırıldı. Düşünenlerin aklı tu-

tuklandı.  Düşünmeyenlerin  korkudan  akılları  başlarından

gitti. Kimse kabul etmediği gerekçesiyle geri döndüler. Akıl

artık başka bir akıl oldu. Dünyayı çılgınlık sardı. Düşünme

imtiyazları  Batılıların  elinden  alındı;  kimseye  verilmedi.

Aklı başında olanlar şiddetle cezalandırıldı. Deliler kefaletle

tahliye  edildi.  Descartes’ın  kitapları  meydanlarda  toplanıp

yakıldı.  Onlarla  birlikte  bütün  evraklar,  belgeler,  tapular,

senetler, nüfus cüzdanları, mahkeme kararları, paralar, oto-

büs  pasoları,  aylık  yolculuk  karneleri,  diplomalar,  dilekçe-

ler, banka cüzdanları, raporlar, kanunlar, tüzükler, ölüm il-



456


mühaberleri, aşk mektupları ve bilumum mektuplar, etiket-

ler,  izin  kâğıtları,  terhis  teskereleri,  kadro  cetvelleri,  tayin

kararnameleri,  istifa  mektupları,  can  sıkıcı  eleştiri  yazıları,

üyelik kartları, yemek listeleri, fakirlik ilmühaberleri, vekâ-

letnameler,  bütün  vesikaların  noterce  tasdik  edilmiş  suret-

leri, okul karneleri, icra tebliğleri, kira kontratoları, Carne-

gie’nin öğütleri, gazeteler, şeref diplomaları, seçim kütükle-

ri,  seçilme  mazbataları,  biletler,  evlenme  cüzdanları,  vasi-

yetnameler, can sıkıcı günlük takvimler, “saat on ikiye ka-

dar bekledim evden çıkıyorum” “yarın öğleden sonra uğra-

rım” “akşam evdeyiz” “cumartesi odada buluşalım” gibi an-

lamsız  haberleşme  kâğıtları,  üzerine  şarkıcıların  resimleri

basılı  bilumum  afişler,  tabelalar,  genelev  kadınlarının  vesi-

kaları,  kitap  halinde  toplanmış  günlük  makaleler  fıkralar

röportajlar,  kilit  altında  tutulan  pul  koleksiyonları,  pasa-

portlar,  yasak  levhaları,  çamaşır  ve  gömleklere  işlenen  her

türlü markalar, tabanca ruhsatları, imtihan kâğıtları, yılbaşı

tebrik kartları, bayram tebrik kartları, nüfus kütükleri, her

çeşit  evrak-ı  müsbite,  işçi  kontrol  kartları,  kartvizitler,  da-

vetiyeler,  rozetler,  kongrelerde  delegelerin  göğsüne  takılan

kurdele ve işaretler, piyango biletleri, faiz kuponları, iskam-

bil  kâğıtları,  çocukların  boynuna  takılan  “öpme  beni”  ön-

lükleri,  lokantalarda  üzerinde  “tutulmuştur”  yazan  kartlar,

toplantı salonlarının kapısına asılan “toplantı var” levhala-

rı, “kapalıdır” levhaları, “öğle tatili” levhaları, dükkânlarda-

ki  “müşteri  velinimetimizdir”,  “müşteri  daima  haklıdır”

şeklinde levhalar, “düşün” “bugünün işini yarına bırakma”

“doğruluktan ayrılma” gibi öğütler veren levhalar, çift çizgi-

li  defterler,  tek  çizgili  defterler,  çizgili  kâğıtlar,  kâğıtlar  da

yakıldı. Yanan kâğıtların alevleri gökyüzüne yükseldi. Dün-

yayı bir aydınlık kapladı. Elektrik İdaresi iflas etti. Herkesin

gözü açıldı. Bu alevler, herkesin içini ısıttı, kalbindeki buz-

ları  çözdü.  Bütün  buzlar  eriyince,  ortalığı  gözyaşı  selleri

457



kapladı.  Herkes  bir  ağlamadır  tutturdu.  Herkes  Selim’in

ölümüne ağlıyordu. Denizler dört metre yükseldi. Sahilleri

kapatanların yalıları sular altında kaldı. Selim’le sevgilisine,

denizin  alçak  olduğu  bir  yerde  iki  odalı  bir  yazlık  zor  bu-

lundu. Sular hiç çekilmedi. Selim de sevgilisiyle suların ko-

ruyuculuğu  altında  yaşadı.  Her  şeyini  anlattı  Günseli’ye

orada. Gerçekten söyledi mi her şeyi sana, Günseli? Söyledi

Turgut.  Hayalinde  yaşadıklarını  da  mı?  Her  şeyi,  her  şeyi

söyledi;  aceleyle  her  şeyi  anlattı.  Sonunun  geldiğini  anla-

yınca hiçbir şeyi gizlemedi.

Ben  de  orada  olsaydım.  Beni  de  alsaydınız  aranıza.  Ben,

Dragutların sekizincisi ve küçük burjuva toplantılarının in-

cisi; yer yarılsaydı da içine geçseydim, bir oturuşta bir bü-

yük şişe konyak içseydim ıstırabımı dindirmek için, bencil-

leri  tahtlarından  indirmek  için.  Bana  anlatın  Günseli,  bir

kelimesini atlamadan, bir an için rahatlamadan, bütün güç-

lükleri  daha  da  güçleştirerek,  ilgisiz,  illintisiz  olayları  bir-

leştirerek,  karşılaşmak  istemeyenleri  yüzleştirerek,  aklın

idaresi için kurallara rest çekerek, işin içinden çıkılmaz bir

şekilde  ortaya  dökerek,  cesur  ya  da  ürkek  bir  tavırla  anla-

tın.  Nereden  başlasam?  Hangisinden  başlasam?  Hepsinden

birden  başlayın.  Arasıra  yavaşlayın.  Herkes  sussun.  Işıklar

söndürülsün. Yalnız sahne aydınlatılsın. Baş rollere kalbim

çıksın. Orada Selim yatıyor. Merhum Numan Beyin ve yaşa-

yan  Müzeyyen  Hanımın  oğlu,  genç  yaşında  amansızca  tu-

tulduğu, zamansız bir hastalığın tesiri ve karanlık hayalleri-

nin  esiri,  dalından  zamansız  koparılmış  bir  yaprak  olarak,

bir inşaat çavuşundan aldığı altıpatlarlı bir tabancanın kur-

şunu, bu modası geçmiş eski zaman kuşunu, onu yalnız bı-

rakanların  kulaklarında  yansımalar  yaparak  ve  iki  el  tırak

tırak, söndürürken hayatını, bu elemli yaşayışın bütün safa-

hatını,  pazar  gününden  itibaren  altıncı  sayfamızda,  ilave

renkli resimli nüshamızda, kalemini kalbine batırarak yaz-

458



dığı  satırları  ve  özel  muhabirimizin  ilgili  makalesi  ve  buz-

dolabı ve çamaşır makinesi kazanmak için, altı tefrikayı ke-

sip  toplarsanız,  kurayı  kazanınca  birinci  sayfada  basılacak

adınız ve gazetenin geri kalanıyla maçlarda başınıza şemsi-

siper yaparsınız, resmin olduğu kısmı yırtmayın yalnız; ma-

hallenin  göze  çarpmayan  delisi  ve  şimdi  karşımda  oturan

Günseli’nin sevgilisi ve yazamadığı romanların yazarı, paza-

rı pazartesiye bağlayan gece vefat ederek kederli ailesini ve

ona ümit bağlayanların cümlesini, bu arada, denizde hava-

da ve karada, her zaman ve her yerde, en karanlık meyha-

nelerde, tutunamamanın acısını dindirmek için, mağrurları

biraz daha aşağıya -çok değil- indirmek için, tutunamayan-

ları ve tutunamadığı halde, çırpınanları kederlere boğarak,

söylendiğine  göre  öldükten  sonra  bir  daha  doğarak,  yalın

ayak ve başı kabak, iyilere mükâfat ve kötülere mücazat da-

ğıtacak sultan, dünyayı fenadan, dünyayı bekaya göç etmiş,

bu  dünyadan  öbür  dünyaya  apar  topar  gitmiştir;  çelenk

gönderilmemesi,  yüksek  sesle  ağlanmaması,  sigara  içilme-

mesi ve yerlere tükürülmemesi rica olunur; cenazede bulu-

nacaksanız haberiniz olsun: saat on ikide cenaze namazı kı-

lınır;  duada  fazla  gürültü  edilmemesi,  altı  yaşından  küçük

çocukların getirilmemesi, işiniz varsa zahmet edilip mezar-

lığa  kadar  gelinmemesi  rica  olunur;  camiden  çıkanlar  ara-

sında  merhumu  tanımadan  şahadet  edecek  birkaç  kişi  el-

bette  bulunur;  intihar  edenlere  tören  yapılmaz,  böyle  inti-

kamcı  Tanrı’ya  tapılmaz.  Kederli  arkadaşları  adına:  Turgut

Özben. Şarkısı yarıda kaldı; diğer yarısını, sizlere hizmet et-

meyi  amaç  edinmiş  gazetemiz  on  beş  marttan  itibaren  ya-

yımlayacaktır. Hiç kimsenin bilmediği aşk maceralarını, ak-

lından bile geçmeyen düşüncelerini sizlere, eski silah arka-

daşı ve sadık dostu Turgutçuğum Özben sunacak.

459



15

Seni tanımadan önce ağaçların çiçek açtığı ve yaprak dök-

tüğü mevsimleri hep kaçırırdım derdi resim yapmayı sevdi-

ğim  halde  denizin  mavisini  bilmezdim  yaprağın  yeşilinin

her  mevsimde  değiştiğine  dikkat  etmemiştim  seni  tanıdık-

tan  sonra  o  güne  kadar  tabiat  resmi  yapmayı  sevmediğim

halde bir ağaç bir yaprak küçük bir ot bile çizmiş olmadı-

ğım  halde  ve  daha  çok  kitaplardan  kopyalar  yapmakla  ye-

tindiğim  halde  ve  insan  resimlerini  fotoğraflardan  kareyle

büyütmeyi  kolayıma  geldiği  için  tercih  ettiğim  halde  seni

tanıdıktan sonra gözleri yeni açılmış bir küçük hayvan gibi

çevreyi şaşkın ve hayran bakışlarla insanı ve insan olmaya-

nı ayırmadan incelemeye başladım ve kalemi iğne uçlu mü-

rekkepli kalemi ve resim kâğıdını alarak kırlara açıldım ve

eskiden  kurşunkalemle  çalıştığım  zamanlardan  yani  tarih-

ten önce çizgilerimdeki kararsızlık yüzünden kâğıdı sonsuz

çizgilerle  silip  tekrar  çizdiğim  çizgilerle  silgi  izleriyle  ka-

rarttığım  halde  doğrudan  doğruya  çini  mürekkeple  çalış-

maya başladım hiç silmeden seçtiğim ağaçları evleri gökyü-

zünü  yolları  otları  hele  bu  kadar  ilgi  çekici  olduklarını  ve

büyük bir sevgiyle çizilebileceğini düşünmediğim otları ve

toprağı yeni bir gözle daha doğrusu ilk defa çizebileceğimi

hissettiğim  bir  gözle  görmeye  başladım  ve  ilk  anda  ışık  ve

gölge meselelerini hallettiğim söylenemezse de duyuş bakı-

mından  ve  her  şeyi  sanki  onların  arasındaki  gizli  ilişkiyi

sezmişçesine  sürekli  bağlantılarla  yerleştirme  bakımından

kâğıda  geçirmeyi  becerdiğim  söylenebilirdi  ve  bunu  sevgi-

nin  bana  kazandırdığı  üçüncü  göz  olarak  adlandırdığımı

ifade ettiğim zaman bana kızmış ve alay ettiğimi senin duy-

gularını hafife aldığım için uydurduğumu söylemiştin oysa

bendeki  tutukluğun  senin  yanında  nasıl  azaldığını  bilsen

evet senin yanında korkularımı benim dışımda var olan ve

her zaman benden gizlenen şeylere karşı duyduğum korku-

460



ları  onların  yabancı  ve  düşmanca  bir  inatla  bana  sırlarını

vermemelerinden duyduğum belirsiz sıkıntıları unuttuğum

doğrudur  derdi  ben  de  ona  sevincimi  belli  etmek  isteme-

mekle  birlikte  dudaklarımın  ellerimin  kıpırdanmasından

gizleyemediğim sevincimi anladığını gözlerinden okurdum

ve yaptığı resimleri överek daha çok daha çok çizmesini is-

terdim Selim çabuk yorulurdu ne yazık çok şey birden gö-

rüyorum hepsini birden çizmeye gücüm yetmiyor gözlerim

ağrıyor  görmemesini  bilmek  de  iyi  bir  ressamın  vazgeçil-

mez bir özelliği olsa gerek ve yalnız güzeli görmek gibi bir

özellik  bende  yok  derdi  ona  Dürer’i  hatırlatırdım  her  şeyi

gören gözlerinin aynı zamanda güzeli de bulduğunu her şe-

yi  birden  çizmeyi  başarırsa  hiçbir  çizgiyi  gölgeyi  çizgiyle

gölge arasında sezilmez ayrıntıları hepsini hepsini Flaman-

ların yaptığı gibi en küçük bir ışığı bir kıvrımı bile sabırla

gözleyerek  çizebilirse  mesele  kalmayacağını  söylerdim  gü-

lerdi  beni  kimlerle  karıştırıyorsun  farkında  mısın  sen  Fla-

manlara  değil  bana  âşık  olduğun  için  onlardaki  büyük  bir

tabiat  ve  Allah  sevgisini  ayrıntıların  içinde  gizlenen  ve  ilk

bakışta sabırlı bir kopya gibi görünen büyük duyarlığı tabi-

atı  kopya  etmenin  çok  ötesindeki  yaratıcılığı  zavallı  Se-

lim’in iğne uçlu kalemi kâğıt üzerinde gelişigüzel dolaştır-

masıyla nasıl bir tutarsın benim bir resmi eskiden bir iki sa-

atlik bir karalamayla sabırsızca bitirdiğimi şimdiyse saatler-

ce  ve  ayrı  günlerde  çalışabildiğimi  anladığım  halde  bunu

yalnız bana bağlamanda bir kötülük seziyorum derdi tartı-

şırdık sonunda düşüncelerime katılır onu şımartmama izin

verirdi  ikimiz  arasında  kalırsa  bana  her  şeyi  söyleyebilece-

ğini onu şımartmama bile izin verebileceğini belirterek ne-

den  bilmem  beni  sevindirirdi  onu  şımartmanın  zararları

hakkında durmadan konuşurdu bir yandan da gözlerini kı-

sarak boynunu ileriye uzatır tabiatı incelerdi resmi bitirdiği

zaman altına sağ alt köşesine özenerek adını ve tarihi yazar

461



ve sszyr yani seni sevdiğim zaman yaptığım resimlerden an-

lamına  gelen  işareti  koymayı  hiç  unutmazdı  ben  gülerek

kalemi elinden alır ve hzg yani her zaman güzelsin diye ya-

nına  yazardım  kızmış  görünerek  erkeğin  güzel  olamayaca-

ğını ileri sürer ben de ona Eski Yunandaki güzellik anlayışı-

nı bilmediğini ya da o anlayışa ulaşamadığını söyleyerek ye-

niden saatlerce sürecek bir tartışmaya yol açardım konuşur-

ken ellerimi hareket ettirmeme engel olmak için onları tu-

tardı konuşurken heyecanlanır kendisini dinlememi isterdi

arkadaşlarıyla  konuşurken  hepsinin  kendi  söylediklerine

önem verdiklerini kimsenin kimseyi dinlemediğini kimsey-

le  tartışmaktan  artık  hoşlanmadığını  sadece  benim  onun

benliğini bulmasına yardım ettiğimi düşüncelerinin sürekli-

liğini engellemediğimi onu sadece hevesli bu genç gibi gör-

düğüm için bütün arkadaşları özellikle ressam olanları ona

bu gözle bakıyordu onu teşvik etmediğimi sanki ressammış

gibi davrandığımı hem mühendis hem de oturup resim ya-

pıyor aman ne ilginç ne kadar övülmeye değer herkes mes-

leğinin dışında onun kadar sanatla ilgilense gibi ilk bakışta

sevinilecek fakat aslında küçültücü sözlere dayanamadığını

anlatırdı  ona  benim  resmimi  yapmasını  söylerdim  itiraz

eder  gözlerinin  bana  daha  alışmadığını  aklındaki  görüntü-

mü ellerinin henüz çizemeyeceğini güzelliğimi ellerine din-

letemeyeceğini  güzelliğimi  çizmenin  zorluğunu  ifade  ede-

rek ellerimi yalnız uzun parmaklı ve vücudumdan ayrı bir

yaşantısı olan ellerimi çizmek istediğini çiçekleri tutuşum-

daki duyarlığı ifade etmek istediğini evet yalnız bunu arzu

ettiğini anlatırken birden sözü değiştirir kimsenin bilmeye-

ceğinden emin olsam neler yapabilirim derdi oysa insanlar

tetikte  hatalarımızı  bekliyorlardı  onlara  güvenilemezdi  ya-

şadığımız  güzellikleri  onlara  anlatmaya  gelmezdi  kıskanır-

lar dostluk maskesi altında bizi yıkmaya çalışırlardı özellik-

le nedense Selim’i yıkmaya çalışırlardı onu yatıştırmak ona

462



cesaret vermek ürkek bir hayvan gibi çevresini süzen gözle-

rini  ellerimle  o  kadar  beğendiği  ellerimle  kapatmak  ister-

dim yaşayacağı yaşamak istediği olayları anlatır tutukluğu-

nu nasıl hiç resim yapamadığını resimden kırık not aldığını

hastalıklarını geçmiş korkularını sevgiye gerçek sevgiye su-

suzluğunu ve kurduğu hayalleri kızlarla nasıl ilişki kurmayı

düşünmüş olduğunu onlarla hayalinde neler yaşadığını bir-

likte büyük gemilere binerek bilinmeyen ülkelere yaptıkları

yolculukları zengin kızların yanında fakir bir gemici olarak

güvertede  dolaştığını  ya  da  kaçak  bir  yolcu  olarak  gemiye

nasıl bindiğini anlatır anlatırken utanırdı genç kız onu ka-

marasında saklar hayır daha önce kamarasına girdiğini gör-

mezdi hafif bir çığlık koparır önce hayır koparmaz hemen

anlardı  Selim’in  nasıl  bir  insan  olduğunu  hayır  anlamazdı

önce  sınıfının  ve  yetiştirilme  şartlarının  şımartılmalarının

dadıların  mürebbiyelerin  bozduğu  içgüdülerinin  etkisiyle

onu saklamak istemez İngilizce Fransızca Almanca İtalyan-

ca İspanyolca Avrupa Amerika Londra klasik müzik yüzme

dans bale piyano şan araba direksiyon Balzac Proust Stend-

hal Sir Thomas Malory Hardy Keats Shelley Verlaine Com-

tesse  de  Ségur  Donne  opera  melankoli  uçak  garden  parti

randevu ve Shakespeare bildiği için Selim’i küçümser ve fa-

kat bütün bunların bozamadığı dürüstlüğü ve duyarlığı ne-

deniyle onu ilgili makamlara kaptana tayfalara polise teslim

etmeye gönlü razı olmazdı önce onun farkında değilmiş gi-

bi onun varlığından habersizmiş gibi bir tavır takınarak so-

ğuk  bir  ilgisizlik  gösterirdi  ya  da  bu  hayalin  sonunun  gel-

mediğini kızın ilgisini çekemeyeceğini anlayan canım Selim

hayata  küserek  hayalinde  küserek  demek  istiyorum  bütün

ümitlerini  kaybederdi  zengin  bir  eve  uşak  girer  ve  gerçek

kişiliğini  saklardı  gerçekten  de  ilk  gençlik  yıllarında  zen-

ginlere  karşı  bir  merak  ve  onların  günlük  sıkıntıların  üs-

tünde olmalarından dolayı daha saf bir kişiliğe bürünebile-

463



cekleri ve duygularına daha çok eğilebilecekleri inancı için-

deymiş  ders  çalışmaya  gittiği  Kenanların  evinin  karşısında

üç katlı bir villanın heyecanlarını kamçıladığını Kenan’dan

çıktıktan sonra uzun süre kaldırımda durup bütün ışıkları

sönünceye kadar villanın önünde beklediğini söyler ve son-

ra sosyal meselelerle ilgilenmeye başladığı yıllarda onlardan

istismarcı bir sınıf oldukları için nefret ettiği halde yıllarca

önceki  meraklarının  tatmin  edilmemesi  nedeniyle  onlara

her  zaman  karışık  duygular  beslediği  inancıyla  kesin  bir

yargıya  varamaz  ve  benim  bu  konularda  belirli  bir  eğilim

göstermeyişim  onu  rahatsız  ederdi  ve  bana  kitaplar  taşır

onları nasıl anlamam gerektiğini bu kitaplarda ne bulundu-

ğunu  özellikle  gündüz  oturduğumuz  amerikan  barlarda

bardak  bardak  içerek  ve  içkiye  karşı  çekingenliğimle  alay

ederek  anlatırken  kendini  kaybederdi  benim  dur  bakalım

diyerek  çekingenlik  içinde  olduğumu  küçük  burjuva  alış-

kanlıkları  ve  buna  benzer  o  zaman  anlamadığım  ve  aşkı-

mızla ne ilişkisi olduğunu ona sorduğum böylece onu daha

çok kızdırdığım deyimlerle bana saldırırdı kusurlarımı yü-

züme  vururdu  onu  bu  haliyle  daha  çok  daha  sevdiğimi  ve

öfkelenmenin ona yakıştığını onun kızdığı insanlara öfkesi-

ne  uğradıkları  için  acıdığımı  ve  artık  içmemesi  gerektiğini

endişelendiğimi  söyleyince  bağırırdı  çevredeki  masalardan

bize  bakarlardı  aldırmazdı  kendini  unuturdu  dirseklerini

masaya  dayar  bardakları  devirir  bir  kadının  yanında  nasıl

davranması  gerektiğini  bilmediğini  bununla  övündüğünü

ileri sürerdi ben karşılık vermezdim bana hayallerini yaşat-

tığı  için  onlardan  kendime  pay  çıkardığımı  onu  yalnız  ha-

yallerinden ibaret sandığımı böylece duygularıyla düşünce-

lerini  birbirine  karıştırdığımı  bütün  olayları  tabiatüstü  ne-

denlere bağladığımı zaten fala inanan bir akılsız olduğumu

gerçekten fala inanırdım bu kusurumu yerli yersiz yüzüme

vururdu  onu  yıldızlara  bakarak  değerlendirdiğimi  aslında

464



hiç  değerlendiremeyeceğimi  bütün  değer  yargılarımızın

farklı olduğunu haykırırdı sonra beni şaşırtmak için ne ka-

dar değişik yönleri olduğunu göstermek için gülerdi bin kı-

lığa girebileceğini bin çeşit yaşantıya kapılabileceğini zaten

insanları  şaşırtmaktan  hoşlandığını  fakat  şaşırtmak  yerine

onların  ilgisiz  ve  soğuk  davranışlarıyla  karşılaşarak  hayal

kırıklığına  uğradığını  bunu  bile  farketmediklerini  mırılda-

nırdı  yatışmış  görünerek  edebiyattan  bahseder  insanların

roman kahramanlarına benzeyebildikleri oranda gerçek ol-

duklarını düşünürdü ne anlattığının önemi yoktu anlatırdı

onu  hiç  bıkmadan  dinleyebilirdim  dinlerdim  siyasetten  si-

yasilerden  spordan  özellikle  atletizmden  ve  hoşlandığı  on

altı çeşit işten bunları bir solukta saymaktan hoşlanırdı ya-

ni  edebiyattan  resimden  matematikten  gazetecilikten  atle-

tizmden  felsefeden  siyasetten  sosyolojiden  psikolojiden

heykelden  iktisattan  hukuktan  mimarlıktan  bir  bakıma

mühendislikten  tarihten  ve  tiyatro-sinemadan  bahsederdi

ve artık onun için hepsinden önemli olan benden adımdan

adımın  güzelliğinden  bahsederdi  Günseli  Günseli  seli  seli

Selim  Selim  derdi  gülerdik  evet  içinden  gelen  bir  coşkun-

lukla gülerdi güldürmek için beni neler yapmazdı aşk sanat

okulunun  birinci  sınıfında  bir  öğrenciyim  bana  kafamdaki

bütün  güzellikleri  birleştirmek  için  bildiğim  bütün  güzel-

likleri  seninle  yaşayabilmek  için  neler  verdiğini  bir  bilsen

derdi  bunu  başarabilecek  miyim  bütün  okuduklarımı  dü-

şündüklerimi  hissettiklerimi  anlatmalıyım  onların  senin

gözlerindeki  yansımalarını  bilmeliyim  hayır  hepsini  yeni

baştan  okumalıyım  düşünmeliyim  senden  önce  ve  senden

sonra bütün bunlar ne ifade etmiş ne ifade ediyor bilmeli-

yim hayır yalnız senden sonra seninle neler oluyor onu bil-

meliyim  hayır  hiçbir  şey  bilmemeliyim  bilmek  kelimesini

sözlükten çıkarmalıyım satırların arasına sıkışıp aşka kapalı

kaldığım  devirlerde  kaçırdığım  güzellikleri  yakalamalıyım

465



evet  kendime  hesap  sormalıyım  evet  geçmişte  tek  başıma

güzelliğini  hissedemediğim  hayır  hissettiğimi  bilmediğim

hayır belki bildiğim fakat ifade edemediğim bütün yaşantı-

mın içindeki birikimleri seninle senin güzelliğinle birleştir-

meliyim evet onların da bir hikmeti vardı onlar da senin dı-

şında  yaşanmış  değildi  her  şeyin  birdenbire  bir  anlam  ka-

zanmasının  büyüsünü  sezmeliyim  Allahım  ne  kadar  çok

isim var ben gidiyorum müsaadenizle sizi sevmek için eve

gidiyorum gözlerime bakardı olmadı sizi güldüremedim ne

yapsam ne anlatsam saçınızın rengi hakkında nasıl bir fıkra

uydursam gözlerinizin güldüğünü görmek için adamın biri

yolda gidiyormuş mu desem işte bu adam desem Günseli’ye

rastlamış işte onun üzerine yani saçlarınızın üzerine bir söz

etmiş asık suratla hayır öyle dememiş asıl gülünce saçları-

nıza  canım  acıyor  demiş  mi  desem  akılsızca  bir  söz  etmiş

eğer böyle dediyse siz bende akıl bırakmadınız ki ölü mev-

simin  mort  sezonuna  rastladınız  beni  daha  önce  görseydi-

niz daha önceleri neredeydiniz neden bana gülmeden cesa-

ret verdiniz gülseydiniz dağılırdı derdiniz bilseniz ne rahat

ederdiniz  gülerdim  tamam  oldu  artık  size  sen  diye  hitap

edebilirim  yorulmak  bilmezdi  gücünün  son  noktasına  ge-

linceye  kadar  durmazdı  vatandaşlarıma  benzemiyorum

kendimi  korumasını  bilmiyorum  boyuna  kendimi  sıkıyo-

rum  bir  limon  gibi  sonunda  beni  çöp  sepetine  atacaksınız

ve garson bir limon daha diyeceksiniz garson bir votka da-

ha  biliyorum  içmemeliyim  sizi  rezil  ediyorum  herkes  bize

bakıyor  sizin  de  ekleyeceğiniz  bir  söz  varsa  benden  fırsat

bulup bir söz de siz edebilirseniz sizi bütün kalbimle ve ku-

laklarımla dinlemeye hazırım bana acıyın bütün bildikleri-

mi  ortaya  döktüm  canım  Selim  derdim  dinlen  biraz  ben

dinlenirken siz konuşun nasıl böyle güzel olduğunuzu an-

latın bana ben senin gibi kolay bulamıyorum kelimeleri ke-

kelerdim  ellerimi  açar  çaresizliğimi  anlatırdım  sen  uzun

466



boylu karışık saçlı bir Selim’sin hayır kendini anlat senden

başlamalıyım canım Selimim senin gölgende çizgilerim or-

taya çıkıyor sen araya girersen belki kendimi aşabilirim se-

nin  gibi  biliyorsun  seni  tanıdığım  zaman  daha  önce  daha

önce  nasıldın  onu  anlat  diye  atılırdı  beni  tanımadan  önce

seni  tanımadan  önce  güzel  olduğumu  bilmiyordum  hayır

biliyordun  bilmeseydin  bana  yaklaşmazdın  seni  güzel  bul-

duğum  için  sana  yaklaştım  Selim  hayır  evet  hayır  anlaşa-

mazdık  sen  alıp  götürüyorsun  insanı  Selim  düşünemiyo-

rum  doğrusu  sen  düşün  dediğin  anlat  dediğin  için  düşün-

meyi  anlatmayı  ne  kadar  istiyorum  hayır  beni  kandırıyor-

sun benden daha gerçek olduğun için daha gerçek yaşıyor-

sun  benim  uydurma  dilimle  anlatılmaz  bu  gerçekler  seni

seviyorum Selim seni dinlemek istiyorum senin masallarını

yaşamak istiyorum senin dışındaysa gerçekler dediğin şey-

leri yaşamak istemiyorum anlıyorum beni dinlemekle bana

inanmakla gösterdiğiniz sabrı beğeniyorum kalbinizden kö-

tü düşünceleri uzaklaştırın ve teyzenizi evden kovun yerine

saygılarımı kabul edin bu günlerde iyi bir dinleyici bulmak

o kadar güçleşti ki hayalimdeki kadınlardan bile bu kadarı-

nı  beklemediğimi  itiraf  etmeliyim  siz  kurduğum  hayaller-

den de güzelsiniz bütün hayallerim soluklaştı sizin yanınız-

da  sizi  düşünürken  aklım  duruyor  heyecanımdan  yemeğe

verdim kendimi çocukken okuduğum detektif romanların-

dan da heyecanlısınız siz onları da okurken heyecanımdan

durmadan  yerdim  seni  düşünürken  ve  seninle  yaşarken

durmadan yemek içmek istiyorum bu romanın sonu nereye

varacak  uzun  parmaklı  elleri  tabaklara  uzanır  bardakları

kavrardı onu seyrederdim hayır olmaz benim tadımı çok çı-

karıyorsun  seni  kıskanıyorum  bütün  hareketlerinin  sevgi

dolu olduğunu görürdüm kendi hareketleriyle çok ilgiliydi

durmadan kendini seyrederdi hareketlerine farkında olma-

dan duyduğu ilgi yüzünden dalgın görünürdü oysa kendini

467



davranışlarına  o  kadar  kaptırıyordu  ki  dalgınlığı  hatırlatı-

lınca  şaşırır  gülümser  anlamazdı  onun  dalgınlığına  başka

bir  ad  bulmak  gerekti  onun  hareketlerinin  güzelliğine  ben

de  kapılır  çevremi  görmezdim  onun  istediği  gibi  çevreyi

unutur yalnız onunla ilgilenirdim beni ilgilendirmeyen in-

sanları olayları görmenin ne yararı var derdi seni seviyorum

ve  yalnız  seni  görüyorum  seninle  ilgiliyim  başka  her  şeyi

unutuyorum sözün gelişi değil bu ben sözümün eriyim baş-

ka anlamları olsaydı sözlerimin başka anlamlara uygun ke-

limeler bulurdum elleri de sözünün eriydi elleri de sözleri-

ne  uygun  hareketler  yapardı  sürekli  elimi  tutar  ve  avucu-

nun  içinde  kayboluşunu  gülerek  seyrederdi  içtiği  zaman

aşırılığa kaçmadan cesaretli olurdu bütün aşırılığı sözlerin-

deydi kendisine sözleri kadar aşırı olmadığı söylenirse darı-

lır ona çocuk muamelesi edildiğini cesaretinin aşırılığını is-

pat etmek için kendini öldüreceğini söyleyerek evet kendi-

ni öldürmekten o kadar az bahsetmişti ki o kadar çok ko-

nuştuğu halde bu konuda hemen hiçbir şey söylememiş ol-

masına  bugün  bile  inanamıyorum  beni  korkuturdu  sonra

mahzun ve titrek bir sesle gerçekleşmesini istediği dilekle-

rinin hayalini kurmayı kendine yasakladığını hayal kurdu-

ğu zaman onları bir türlü gerçekleştiremediği için artık ha-

yal kurmaktan korktuğunu beni de hayallerinin içine alma-

dığını  hayallerine  girersem  beni  kaybedeceğini  beni  düşü-

nüyor  musun  diye  sorduğum  zaman  ona  bilmeden  eziyet

ettiğimi  belki  ölümü  de  bunun  için  düşünmüyordu  söyle-

yerek beni suçlardı hemen arkasından benim farklı olduğu-

mu her zaman hayallerimin gerçekleştiğini söylerdi neden-

se beni bu şekilde tarif etmeyi severdi benden başka hiçbir

şey  düşünmeni  istemiyorum  ya  da  yalnız  bizi  düşünmeni

istiyorum  derdi  ağaçlı  bir  yolda  yürüyorduk  hafif  yağmur

çiseliyordu  bana  ceketini  vermişti  omuzlarıma  koymuştu

ceketin içinde kaybolmuştum ıslanıyordu gömleği derisine

468



yapışmıştı  bir  yokuş  çıkıyorduk  beni  bir  gün  kaybedersen

ölürsem  demek  istiyorum  üzülür  müsün  üzülürüm  deme-

liydim onunla konuşmalıydım ağlamaya başladım ne söyle-

yeceğini bilemedi aptalca sözleriyle herkesi kırdığını anlattı

nerede nasıl konuşacağını bilemiyordu gene kendini karış-

tırma işin içine Selim dedim burada benim üzülmem değil

mi  mesele  dedim  güldü  gülümsedim  beni  güldürmeyi  de-

nedi  cesaretlenerek  Selim  öldü  yaşasın  Selim  dedi  benim

ölümüm  başkalarınınkine  benzemez  dedi  ben  bir  yolunu

bulur gene dirilirim hayır mesele ben değilim ben anlatamı-

yorum başkalarını düşündüğümü kendimi anlatıyormuşum

gibi oluyor Günseli olmak isterdim onun gibi hissettikleri-

mi tam yerinde ifade edebilmek isterdim ne yazık kocaman

beceriksiz bir Selim’im ne kadar uğraşsam gene başlama Se-

lim  dedim  gülerek  kötü  bir  şey  olmadığını  anladı  güldü

yağmur dinmişti ağaçların kokusunu duyuyorduk benimle

duyularının geliştiğini söyledi seni tanımadan önce hiç ko-

ku  almazdım  ya  da  yalnız  kötü  kokuları  alırdım  şimdi  in-

sanları bile kokularından tanıyorum kendimi bütün koku-

lara  açık  tutuyorum  cebinden  bir  kâğıt  parçası  çıkardı

ayaklarımızın altında hışırdayan yaprakların resmini çizme-

ye başladı dolmakalemiyle resmin altına tabiata döndüğüm

gün  diye  yazdı  mendiliyle  gözyaşlarımı  sildi  ben  mahvol-

dum dedi ben romantik oldum hiçbir ilaç beni iyileştiremez

artık bu yaştan sonra elâleme rezil oldum gülüyordu tabiat-

ta  tozdan  ve  çamurdan  başka  şeyler  de  varmış  diyordu  o

yaz bir inşaatta çalışıyordu sabahtan akşama kadar o kadar

kirleniyordu  ki  yüzü  tanınmaz  duruma  geliyordu  bir  gün

ona  uğramıştım  amelelerden  utanmıştı  yüzündeki  kirden

dudakları  beyaz  görünüyordu  tozun  içinde  güzeldi  heye-

canlandım  bir  süre  ayrılamadım  ayrılmak  istemiyordum

ameleler bize bakıyordu kirliydi yorgundu utanıyordu terli-

yordu  mutluydu  ondan  ayrılmak  düşüncesine  dayanama-

469



dım  akşam  yemeğe  gelsene  dedim  teyzemden  çekiniyordu

yüzü yanmıştı elleri yanmıştı bana çiçek getirmişti kırmızı

kareli bir gömlek giymişti beyaz örtüden ellerini saklamak

istiyordu heyecandan yemeği yaktım evime ilk defa geliyor-

du yemeği beğendi oysa yemekten anlardı özellikle içerken

uzun uzun güzel yemekler yemek isterdi yalnız kalmak isti-

yordu  benimle  teyzeme  sudan  cevaplar  veriyordu  kuşku-

luydu ne sıfatla bulunuyordu benim evimde teyzeme karşı

bir  sorumluluk  duymaktan  korkuyordu  benimle  resmî  bir

bağı  olduğunun  düşünülmesinden  korkuyordu  kuzeyli  bir

ilah gibiydi yalnız saçları koyu renk güldüğü zaman çocuk-

laşıyordu  sıkılganlığı  geçince  fazla  yemem  için  ısrar  etme-

yin  dedi  teyzeme  sonra  pişman  olursunuz  bir  dev  gibi  yi-

yordu  beni  büyülüyordu  teyzemin  hayretine  gülüyordu

onu seyretmekten yemek yiyemiyordum onu ne kadar sev-

diğimi  teyzeme  belli  etmemek  istiyordum  bütün  hayatım

boyunca  hiçbir  şey  yemeden  onu  seyredebileceğimi  yalnız

onunla  yaşayabileceğimi  içimin  titrediğini  nefesimin  kesil-

diğini  Selim  bilmiyordu  benim  kadar  bilmiyordu  içiyordu

kahkahalar atıyordu teyzem içeri gidince elimi tutuyor yap-

ma  deyince  bana  kızıyordu  bana  sarılmak  istiyordu  yaşa-

makta  geç  kaldım  sabrım  tükendi  diyordu  ona  hayran  ol-

mamaya imkân yoktu neşeli kaba gürültülü genç adamı oy-

nuyordu kendi gülünçlüğüne dayanamıyordu alay ediyordu

gene  de  kendini  seyrederken  beğeniyordu  beğeniliyordu

beğenilmenin coşkunluğuyla tutuk ve kendini yiyip bitiren

yönüne  karşı  çıkıyordu  kendine  ve  herkese  meydan  oku-

yordu beni de yemeğe çağırsaydınız Günseli hiç böyle gör-

memiştim onu şimdi bunu yeniden nasıl yaşamalı beğenil-

menin  tadına  varıyordu  kadehiyle  birlikte  yudumluyordu

onu  coşuyordu  şiirler  okuyordu  bütün  Selim’liğini  ortaya

koyuyordu utanmadan kızarmadan kendini aşmıştı onu si-

zin  yanınızda  görür  gibi  oluyorum  hayır  göremiyorum  bu

470



acıya nasıl katlanacağım katlanacağız alelade oldum herkes

gibi  oldum  diyordu  âşık  oldum  böyle  oldum  aptal  bir  yüz

takınarak  gülüyordu  ağlıyorsunuz  Günseli  ben  de  ağlaya-

bilseydim ne yazık bu huyumu unutalı yıllar oldu bana da

öğretin nasıl ağlanır onun arkasından nasıl yas tutulur beni

de yemeğe çağırsaydınız o gün belki şimdi birlikte ağlayabi-

lirdik  arkadaşlarından  çekiniyordu  belki  sizden  de  çekini-

yordu belki sizin yanınızda alelade olmazdı belki de yanılı-

yorum evet sizden duygulu sözlerle bahsederdi birlikte ge-

çirdiğiniz  günlerde  çiçekli  tepelerde  gölgeli  sokaklarda  ba-

şıboş dolaşmalarınızdan bahsederdi evet başıboş dolaşırdık

sokaklarda  sahibimiz  yoktu  sokakları  severdi  bu  kirli  şeh-

rin birbirine hiç benzemeyen sokaklarını caddelerini vitrin-

lerini  özellikle  kitapçı  vitrinlerini  ilk  defa  kitaplarımı  gö-

rünce azarlamıştı beni uzun pantalon giyen bir erkek bun-

ları  nasıl  okur  birader  demişti  utanmıştım  hepsinden  kur-

tulmamızı teklif etmiştim hemen topladı kitapları böyle fır-

satları hiç kaçırmazdı bir bavula koyduk götürüp sattık ben

de sizin gibi onu on sekiz yaşında tanımak isterdim Turgut

başınızdan  geçenleri  bana  anlatınca  kıskanırdım  ne  bulu-

yorsun bu sıkıntılı günlerimde seni heyecanlandıracak der-

di ben günlerine değin sana heyecanlanıyorum canım Selim

derdim sinemalara gittiğimize de mi derdi sinemalara gitti-

ğinize de derdim haftada üç kere beş kere bıkıncaya kadar

gittiğimize  de  mi  bıkıncaya  kadar  gittiğinize  de  Selim’im

derdim bütün filmlerin Amerikan filmlerinin sonunu bildi-

ğimiz halde filmin sonunu keşfedecek metotlarımız olduğu

halde  gene  de  gittiğimize  de  mi  derdi  metotlarınıza  canım

metotlarınıza  rağmen  gene  de  gittiğinize  de  canım  Selim

derdim seni anlamıyorum derdi hiç de bunun tadına vara-

cak  birine  benzemiyorsun  beni  kızdıracağını  bildiği  halde

böyle  söylerdi  beni  de  aranıza  alsaydınız  Turgut  beni  de

aranıza alsaydınız Günseli bana bir yığın kitap aldırdı sattı-

471



ğımız kitapların parasıyla bana bir yığın kitap verdi okuya-

yım diye bana hemen okumalısın yetişmelisin diyordu bana

bildiğim tanıdığım güzellikleri sen de öğrenmelisin diyordu

ne  olur  benim  gibi  okuyun  her  dedikoduya  kulak  kabart-

mayın  benim  gibi  okusaydınız  kirli  sokakları  yosunlu  du-

varları  çarpık  taşlı  binaları  severdiniz  tanışmadan  severdi-

niz insanları onları birbirine benzemedikleri halde bir yan-

larıyla derinde bir yerde aynı olduklarını görürdünüz beni

dinlemeyeceksiniz biliyorum beni unutacaksınız geriye ku-

ru bir gürültü kalacak benden anlaşılmaz sesler çıkardı or-

talığı toza boğdu gitti diyeceksiniz bir bahar temizliği yapa-

caksınız arkamdan üzerinize sinmiş etkilerimi havalandıra-

caksınız  odaya  dolan  bunaltıcı  havamı  değiştirmek  için

pencereleri  açacaksınız  yoksa  ne  yapacaktınız  nasıl  olurdu

nasıl başarılırdı benim gibi olacak benim gibi doğduğunuz-

dan  beri  üstünüze  yığılan  bütün  bilgilerin  size  verilen  bü-

tün şeylerin sizi ezmesine dağılıp yok etmesine izin verecek

değilsiniz ya derdi Günseli derdi beni on sekiz yaşında tanı-

saydın hayır tanımasaydın hiç istemiyorum o günlere dön-

meyi derdi aptallıklarıma beceriksizliklerime her dokundu-

ğunu kıran ellerime kapıları bulamayan yanlış kapılar açan

ellerimin dalgınlığına yanlış sözlerime teşekkür etmek yeri-

ne özür dileyen sarsaklığıma terleyen ellerime dönmek iste-

miyorum yeni baştan aynı kâbusları yaşamak istemiyorum

sana  roman  gibi  gelse  de  senin  hatırın  için  bile  yapamam

aynı şeyleri oysa karikatürlerde ne kadar sevimli gösterirler

bu insanları başka yerlerde de sevimli gösterirler yalnız ya-

şarken  kimse  sevimli  görmez  bütün  bunları  oysa  okurken

resimlerini  seyrederken  ne  kadar  acırsınız  onlara  gene  de

gülmeden  duramazsınız  ben  bile  gülerim  oysa  onlar  güle-

mezler  ben  de  aslında  gülemem  beni  en  çok  seven  annem

bile bana benim aptal oğlum derse buna gülemem işte anlı-

yorum Günseli gene de Selim bir Günseli’si olduğu için bü-

472



tün bunları anlatabildi ya Günseli’si olmayanlar ne yapacak

aylardır  işte  bunu  düşünüyorum  gerçi  Selim  bazı  yollar

gösterdi bana bu arada gene de ne yapabileceğimi bu insan-

lar için ne gibi tedbirler alınabileceğini bilemiyorum bu in-

sanların  haklarını  hangi  partinin  koruyacağını  düşünemi-

yorum  her  örgütte  idare  edenlerle  edilenler  birbirlerinden

öyle çabuk ayrılıyorlar ki tedbir almaya zaman kalmıyor ay-

nı şeyleri söylerdi Turgut sonunda bu şakalara dayanamaz-

lar  Günseli  derdi  sen  onları  bilmezsin  çok  dayanıksızdır

onlar kimler Selim tutunamayanlar size de söyledi mi elbet-

te neden söylemesin bilemezsin Günseli derdi yaşamak her

gün girilen bir imtihan olursa buna kimse dayanamaz başı-

nı okşardım zavallı sevgilim derdim üzülme üzülürdü Acı-

ma Bankası kuruyorum derdi her ıstıraba bir kura numarası

tutunamayanlara öncelik tanınır üzülme Selim biraz dinlen

buna hak kazandın olduğu yerde yatamazdı dönerdi kımıl-

danırdı  yatışmazdı  yaşatmazdı  yaşamazdı  ben  seni  sevdim

seveli  bak  ne  hal  oldum  uzanmış  yatıyorum  dinlen  biraz

Selim kalkardı ellerime sarılır beni bir gün unutacaksan bir

gün bırakıp gideceksen boşuna yorma derdi boş yere mağa-

ramdan  çıkarma  beni  alışkanlıklarımı  özellikle  yalnızlığa

alışkanlığımı kaybettirme boşuna tedirgin etme beni bu se-

fer geride bir şey bırakmadım tasımı tarağımı topladım gel-

dim neyim var neyim yoksa ortaya döktüm beni bırakırsan

sudan çıkmış balığa dönerim bir kere çavuş olduktan sonra

bir daha amelelik yapamayan zavallı köylüye dönerim beni

uyandırma hep kuşkuluydu her zaman kötü birşeylerin ol-

masını bekliyordu sonu gelmez benim gibiler için hiçbir şe-

yin sonu iyi gelmez diyordu açık hava dokunur onlara serin

nemli  ve  güneşsiz  yerleri  severler  kendi  kafalarının  etiyle

beslenirler gözleri aydınlıkta bozulur kendileri gibi olanlar-

dan nefret ederler onları gördükleri yerde kuyruklarıyla so-

karlar  sonra  pis  pis  gülerler  gene  de  hep  birlikte  yaşarlar

473



aynı kaba işerler gündüzleri uyuyup geceleri sokağa çıkar-

lar içki kokusuna burunları hassastır fazla üremelerine en-

gel olmak için ortalıkta içki bırakmamalıdır bir tanesi böyle

bir  koku  duyarsa  hep  birlikte  oraya  üşüşürler  yapıştıkları

yerden  artık  söküp  atmak  imkânsız  olur  onları  artık  çok

geç  kalınmıştır  sözden  anlamazlar  hakaretten  anlamazlar

halden  anlamazlar  fazla  yüz  vermeye  gelmez  okşayan  eli

ısırırlar kabukları bir bakıma çok kalın bir bakıma çok in-

cedir  kalınlığı  ortama  göre  değişir  zehirlerinin  etkisi  uzun

süre geçmez korunmak için hemen açık havaya çıkmalıdır

bir de düzenli yaşamalıdır yıllar sonra etkisi görülen zehir-

lere  sahip  olanları  da  vardır  aralarında  derdi  canım  Selim

derdim bu belki senin çevrendekilerin tarifi senin değil za-

vallı  çocuk  derdi  anlamıyorsun  güneş  girmeyen  eve  bizler

gireriz benim gibi görünüşü zararsız olanları da vardır asıl

onlar  tehlikelidir  insanı  kalbinden  sokarlar  elimi  ısırırdı

birden  ben  bağırınca  gülerek  Frankeştayn  Kurt  Adamı  ze-

hirledi diye bağırırdı bana senden başka kimse dayanamaz

sen  de  dayanamazsın  önümde  eğilirdi  sensin  ümidi  bütün

karanlıkların  bütün  yaralı  Donkişotların  yeraltında  yaşa-

yanların ve ecinni tayfasının kaptanı sensin karanlıkta bir-

birlerine  çarpanların  sebepsiz  gülenlerin  sebepsiz  ağlayan-

ların  acıyla  dudaklarını  kemirenlerin  birbirinin  suratına

bardak  fırlatanların  sensin  Floransnaytingeyli  ey  karanlık-

lar kuşu biraz da bizim için öt arkadaşlarının tavırlarını ta-

kınarak  beni  korkuturdu  neden  onlarla  görüşüyorsun  Se-

lim’im  derdim  insanı  bırakmazlar  kanına  girerler  beni  de

ısırdılar bir kere bu nedenle her gece ay doğunca her yanı-

mı kıllar kaplıyor dişlerim uzuyor ve pencerenin üzerine çı-

karak oradan yapma Selim derdim bırak beni canım Selim

bu hayalet tarifine hiç uymuyordu korkutucu arkadaşlarına

hiç  benzemiyordu  onları  tanıyor  muydunuz  Turgut  hayır

ben de tanımıyordum tanımak istemiyordum Selim’in üstü-

474



ne  çökerek  her  biri  ayrı  bir  tarafa  sürüklemek  istiyordu

onun  iyi  niyetini  ülkücü  tutumunu  anlamadığım  yanlış

yollarda kullanmaya çalışıyorlardı Selim de onların etkisiy-

le benim bu anlayışsızlığımı bilgisizliğime ve kadınlık içgü-

dülerime ve küçük burjuvalığıma ve tutuculuğuma veriyor-

du  ben  ortalıkta  kötü  birşeyler  olduğunu  seziyordum  her-

kesin birbirini kötülediği birbirinin suratına ve arkasından

nefretini  haykırdığı  bir  ortamda  bunaltıyorlardı  onu  kime

inanacağını  bilmiyordu  bilemiyordu  ona  da  saldırıyorlardı

bu bir cehennemdi içindekilerin farketmediği yakıcı bir ha-

yattı  birşeylere  kin  duyuyorlardı  anlayamıyordum  Selim

için  korkuyordum  arkadaşlarının  iyiye  güzele  duydukları

arzuya  inanmıyordum  herkesin  birbirine  gerçek  bir  saygı

duyacağı  toplumu  özlemelerini  yadırgıyordum  birbirlerine

saygıları  yoktu  kinle  gülüyorlar  en  yakın  dostlarının  kur-

maya çalıştıkları bütün iç ve dış düzenleri öfkeyle yıkmaya

çalışıyorlardı  Selim  kızıyordu  bunları  söylediğim  zaman

onlara  dokunulmasına  izin  vermiyordu  benim  aklım  er-

mezdi düzenin ancak böyle yıkılacağını anlayamazdım bü-

tün kötülüklerin düzende olduğunu görmek için belirli bir

eğitim  gerekiyordu  benimle  bu  konuda  konuşmak  istemi-

yordu  ona  beni  kötülüyorlardı  tanımadan  genellikle  kötü-

lüyorlardı  karşılık  veremiyordu  onlara  içine  düştüğü  çık-

mazda çırpınıyordu benden ayrılmayı bile düşünüyordu bu

yolun sonu tehlikeliydi bana da tehlikeyi bulaştırmak iste-

miyordu onu da sevmiyorlardı hor görüyorlardı bir gece bir

arkadaşı çok sarhoş olduğu bir sırada senin ne işin var ara-

mızda diye çatmış Selim’e ne arıyorsun bizim gibilerin ara-

sında hepimizi ezen yaşatmayan ağırlıklar var onlara isyan

ediyoruz seni ezen ne var seni aramıza hangi kuvvet sürük-

ledi hangi dış etken buraya itti seni senin ezilmişliğini çar-

pılmışlığını anlamıyorum boş yere sürükleniyorsun bizimle

sen  aslında  yumuşak  çatışmasız  çelişmesiz  bir  şeysin  ağla-

475



mış masaları yumruklamış sen bizden değilsin bizi hor gö-

rüyorsun şimdi benden iğreniyorsun diye haykırmış pence-

reden kusmuş beni bırakma bende kal gitmeyeceksin değil

mi beni bırakmayacaksın değil mi diye yalvarmış annesin-

den nefret ediyormuş bütün bu insanların arasında ne işim

var  benim  diyordu  bütün  bu  insanların  içinde  ne  işin  var

senin  diyordum  peki  Günseli  bırakıyorum  hepsini  bütün

bu karışıklıktan çıkıyorum istifa ediyorum kutu gibi bir eve

yerleşiyoruz seninle kendi yağımızla kavruluyoruz tencere-

nin dibini tutmadan pişiyoruz kendi zevkimize göre döşü-

yoruz her tarafı tavana kadar aplikler dört bir yanı sarıyor

tavandan sarkan lamba tam yemek masasının üstüne isabet

ediyor  kendi  başımızın  çaresine  bakıyoruz  kendi  bacağı-

mızdan  asılıyoruz  yatak  odasına  güllü  perdeler  asıyoruz

ben çarşıdan patlıcan alıyorum sen ortalığa bakıyorsun res-

mini  dairede  masamın  üstüne  koyuyorum  sen  de  resmimi

tuvaletinin üstüne yerleştiriyorsun yatağımızın yanında ki-

taplarımız duruyor benim komodinimin üstünde benimki-

ler duruyor senin komodininin üstünde seninkiler duruyor

ışıklarımız  da  gece  lambalarımız  da  ayrı  fakat  kalplerimiz

bir çarpıyor sen dört ben altı sayfa okuyunca uykumuz ge-

liyor  aynı  anda  birbirimize  doğru  dönüyoruz  öpüşüyoruz

aynı anda Fransızlar gibi iyi geceler diliyoruz Amerikalılar

gibi  birbirimize  arkamızı  dönüyoruz  sabaha  tekrar  buluş-

mak üzere ayrılıyoruz büfenin üstüne hiçbir şey koymuyo-

ruz  radyonun  üstüne  hiçbir  şey  koymuyoruz  çünkü  diğer

küçük burjuvalar gibi görmemiş değiliz onlardan farkımızı

biliyoruz gene de söylemiyoruz birbirimize bilmiyormuş gi-

bi  yapıyoruz  sehpa  örtüsü  de  kullanmıyoruz  ama  bunları

hesaplayarak  değil  içimizden  öyle  geldiği  için  yapıyoruz

onlardan  farkımızı  belirtmeye  tenezzül  etmiyoruz  mutfak-

taki  kavanozların  üstünde  tuzbiberşekerkahve  yazmıyor

nedense  öyle  kavanozları  almak  gelmiyor  içimizden  yolda

476



yürürken sanki o anda aklımıza gelmiş gibi bir dükkâna gi-

rip sana bir ayakkabı alıveriyoruz akşam ben kapıdan içeri

girer  girmez  öpüşmüyoruz  beş  dakika  sonra  öpüşüyoruz

her gün ayrı bir zamanda öpüşüyoruz ne zaman ne yapaca-

ğımız  belli  olmuyor  serseri  bir  küçük  burjuva  ailesiyiz  ne

kabul günümüz var ne de belirli toplanma günlerimiz dedi-

kodu da yapmıyoruz yemekten sonra koltuklarımıza oturu-

yoruz  öyle  kimsenin  belli  bir  koltuğu  yok  kim  ne  bulursa

onun üstüne oturuyor kimseyi çekiştirmiyoruz saat on iki-

ye  yaklaştığı  halde  yarın  erken  kalkacaksın  yatsan  iyi  olur

demiyorsun  bana  başıboş  bir  hayat  sürüyoruz  ben  her  sa-

bah  daireye  gidiyorum  fakat  nasıl  oluyorsa  gidişim  kimse-

nin gidişine benzemiyor serseri bir memurum evden dura-

ğa tam bir sokak serserisi gibi yürüyorum ne otobüse bini-

şimde ne biletçiye para uzatışımda ne dairede masamın ba-

şında oturuşumda hiçbirinde beylik bir durum yok olamı-

yor  istesek  de  küçük  burjuvalaşamıyoruz  onlar  gibi  düşü-

nemiyoruz  yatakta  birbirimize  şiirler  okuyoruz  kitapları

tartışıyoruz dünya umurumuzda değil sersem derdim aptal

derdim ona Selim aldırmaz bir tavırla devam ederdi sersem

aptal diyoruz birbirimize diğer karıkocalar gibi şekerim ca-

nım tatlım balım birtanem filan demiyoruz anahtarı paspa-

sın  altına  koymuyoruz  kaç  kere  içerde  unuttuk  da  çilingir

getirmek  gerekti  hesabımızı  bilmiyoruz  paramız  olduğu

halde ayın sonunu getiremiyoruz Avrupa gezileri için para

biriktiremiyoruz  yeter  canım  Selim  derdim  çocuklarımız

oluyor  üst  üste  istediğimizden  değil  istemediğimizden  de

değil tedbir de almıyoruz olmasın diye doktora filan da git-

miyoruz  bununla  uğraşacak  değiliz  ya  hiçbir  şeyimizi  be-

ğenmiyor  dostlarımız  bize  öğütler  veriyorlar  ne  onlara  ne

de  büyüklerimize  aldırıyoruz  kayınpederlerimize  kaynana-

larımıza  saygıda  kusur  ediyoruz  çocukların  terbiyelerini

bozuyorlar onları şımartıyorlar diye üzülmüyoruz eğitimle-

477



riyle  de  uğraşmıyoruz  üstünkörü  bir  terbiye  veriyoruz  ak-

şamları  derslerine  çalıştırmıyoruz  okula  gidip  öğretmenle-

riyle  konuşmuyoruz  hangi  biriyle  uğraşalım  tam  altı  tane

gülüyordum  bana  acı  Selim  diyordum  siz  bu  gerçeklerden

hoşlanmıyorsunuz  o  halde  başka  gerçeklere  dönelim  dün

akşam  bir  arkadaşa  gittim  sarhoş  olunca  sen  kocamansın

beni dövmek istiyorsun diye inledi annesi bir adamla yaşı-

yordu biz gittiğimizde adam oradaydı benim annem orospu

mu diye bağırıyordu söyleyin bana benim annem kötü ka-

dın  mı  ağlıyordu  utanıyordu  kalabalık  gitmiştik  annem

orospu  diye  tutturmuştu  beni  dövmek  istiyorsun  diye  tut-

turmuştu  kimse  ona  aldırmıyordu  içince  hep  böyle  olur-

muş herkes kendi havasındaydı beni döversin sen kuvvetli-

sin  benim  annem  orospu  durmadan  içiyorduk  bir  başkası

da ben köpek miyim diye soruyordu bana köpek muamele-

si yapıyorsun bana diyordu elinin tersiyle kovuyorsun beni

meyhanede  beni  görünce  köpek  görmüş  gibi  başını  çeviri-

yorsun  nasıl  olur  diyordum  farketmedim  farketmiyorsun

beni  konuşmuyorsun  benimle  neden  hep  ben  dövüyorum

ben konuşmuyorum Günseli yüzlerce insan var herkes on-

ları tanıyor ama ben konuşmuyorum ben yargılıyorum ben

ben  küçük  görüyorum  ben  onlar  gibi  sürünmüyorum  ben

ben ben yoruldunuz Günseli bir ara verelim entracte vere-

lim  on  beş  dakikalık  aradan  yararlanarak  sayın  yolcular

kıymetli  vakitlerinizi  beş  dakika  işgal  ederek  sizlere  hem

yoluna  devam  et  hem  seyyar  sinema  seyret  kabilinden

memleketimizin tanınmış simalarının olaylı yaşantılarından

dolaylı  örnekler  sunarak  olaylarla  alaylarla  dolu  ve  sahibi-

nin sesi plaklarında da bulabileceğiniz ve kimine göre acıklı

kimine göre gülünçlü ve yaşandığı tanıklarla sabit ve inkârı

her zaman kabil resimli romanımızın kahramanlarını aslına

sadık bir surette gözlerinizin önüne serelim pek yakında çı-

kacak olan gazetemizde imzalı ve imzasız yazılarıyla sizleri

478



on dakikada doğru yola getirecek ve her biri ayrı bir kıymet

olan bu aslanların takım halinde ve formalarıyla hep birlik-

te  çektirdikleri  dört  renkli  ve  nefis  kuşe  kâğıdına  basılmış

ve  aynı  zamanda  ikramiyeli  resimleri  müessesemizin  para-

sız ilavesiyle birlikte dağıtılmaktadır ayrıca parayla satılmaz

işte  sayın  seyirciler  şimdi  gördüğünüz  edebiyat  kaplanı  ve

gazete okusun diye bunca fedakârlıklara katlanarak ve oku-

yucularımızdan munzam bir ücret istemeyerek büyük mas-

raflar pahasına Paris’e gönderdiğimiz ve baş harfleri aynı di-

ye philosophie yerine poligamie tahsil etmiş olan ve bu ara-

da gizli gizli kendini yetiştirerek memlekete döner dönmez

otomatik profesör yapılan ve başkalarının imzalayacağı ya-

zılar  yazarak  kahraman  bir  önder  olmak  isteyen  ve  nere-

deyse bunda da başarıya ulaşmak üzereyken ve fakat sayın

ordinaryüs  profesörü  sakın  ha  sonra  seni  kürsüden  kova-

rım  aman  annenle  babanla  bir  olup  döverim  aman  dediği

için köşesine kıvrılan santrafor ve ekstrafor ve aynı zaman-

da  İngilizce  eserlerin  Fransızca’dan  mütercimi  ve  kalbinde

yatan aslanı kendisiyle karıştıran ve katılmadığı bir toplan-

tıda  tesadüfen  oraya  bira  içmeye  geldiği  için  resmî  gazete-

lerde çıkan ve şöhreti artan asıl adını geleceği bakımından

sakıncalı gördüğümüz için yazamadığımız ve takma adıyla

Ahmet Bayır ki bu Ahmet Bayır aslen Diyarbakır’ın Sivrice

kazasından olup bir gün yukarıda adını yazamadığımız sa-

yın  kişinin  bir  tanıdığını  gördüğü  zaman  gene  adını  bazı

nedenlerle  yazamadığımız  bu  tanıdık  yahu  Ahmet  senin

adını  kullanarak  adını  şimdi  söylemek  istemediğim  bir  ar-

kadaşın  penneymi  niyetine  yazalım  mı  diye  sorunca  onun

da başüstüne hocam kendisi ona hocam derdi demesi üze-

rine meşhur olmuş ve hemşerileri tarafından Filozof Ahmet

diye  çağırılmıştır  ve  yazmadığı  yazıların  sorumlu  müdürü

olması asıl yazarın kıskançlığını celbetmesi üzerine sonun-

da isim babalığını kaybetmiştir işte onun adıyla bilinen ve

479



resimde soldan birinci elinde top tutan yeşil paçabağlı zatı-

muhterem  ve  onun  yanında  göğsünü  hafifçe  ileri  çıkarmış

ve  yukarıda  asıl  adı  geçmeyenin  omzuna  elini  atmış  kısa

boylu saçlarının ön kısmı sizlere ömür olduğu belli olmasın

diye  arka  tarafını  ön  tarafa  tarayan  ve  hürriyetin  ilanıyla

birlikte  takıma  girdiği  halde  derhal  eski  oyuncuları  tasfiye

etmek üzere Ahmet Bayır ve ikinci sırada sağdan sekizinci

ve  general  namıyla  maruf  ve  emekli  Profesör  Ekrem  Galip

Aydıner’in  sabık  doçentini  de  yanına  alarak  kısa  bir  süre

için de olsa mızrakçılar arasında geçici bir panik yaratan ve

sonraları  hafızayıbeşerinnisyanlamalulolmasından  yararla-

narak  başrollerde  görünen  Ender  ve  yukarıda  bahsi  geçen

sabık doçentlerden Serhat ki bazı müverrihlere göre İngilte-

re’deyken köpek yarışlarına merak sarmış ve babasının çift-

liğinden gelen paraları müşterek bahislere yatırmış ve dok-

tora tezini Thames ırmağının kıyısında gezinirken rastladı-

ğı ve bazı fikirleri yüzünden üniversite bünyesinden uzak-

laştırılmış eski bir asistana yazdırmıştır ki bunu da nereden

öğrendiklerine  gelince  Ankara’daki  bir  arkadaşına  birader

İngiltere’de manav ve kasapların grevi olduğu sırada ben Pi-

cadilly  Circus’ta  MHT  sendikasının  merkezine  gidiyordum

demesi üzerine arkadaşının dayanamayıp sen ne biçim sos-

yoloji  doktorası  yapmışsın  grevle  boykotu  karıştırıyorsun

demesi  üzerine  Serhat’ın  bozulmasının  bazı  çevrelerce  du-

yulması  zaten  Serhat’ın  akıl  dengesinin  yerinde  olmadığı

yurda dönüşünde Fransa’dan geçerken uğradığı ve bizimki-

lerin  devam  ettiği  bir  kahvede  tanıştığı  bir  ruh  doktoruna

dertlerini anlattığı ve bir süre onun tarafından tedavi edildi-

ği ve bu doktor da bir gece sarhoş olunca Serhat’la araların-

daki bir kadın meselesi yüzünden kavgalı olduğu için bırak

o manyak budalayı diyerek yukarıdaki olayı anlattığı ortaya

çıkınca  dedikodular  almış  yürümüş  ve  hatta  bazı  tarafsız

arkadaşlarının  bir  ruh  doktoru  olarak  hastasının  sırlarını

480



koruması gerektiğini hatırlatmaları bile doktorun söylenti-

leri yaymasını engelleyememiş ayrıca bu tarafsız arkadaşla-

rın  da  siyasi  bir  dernek  meselesi  yüzünden  doktora  kırgın

oldukları söylenir üstelik doktor sabık doçentin eski iktidar

çevrelerine  yakınlığını  herkese  anlatmış  ve  nedense  olay

daha  fazla  büyümemiş  çünkü  doktor  o  sıralarda  doçentin

ayrılmak  üzere  olduğu  karısıyla  evlenmeyi  düşünüyormuş

resimde  ön  sırada  çömelmiş  bir  durumda  görünen  ve  gü-

lümseyen  Tuncay  da  çalıştığı  gazeteden  bu  gazetede  Ser-

hat’ın  imzasız  makaleleri  yayımlanıyordu  çıkarılınca  Ser-

hat’ın parasıyla bir tiyatro dergisi yayımlamış ve derginin iş-

leri kötü gitmeye başlayınca aslında derginin yazıhanesinde

Ankara’da  çıkan  siyasi  bir  derginin  muhabirliğini  yaptığı

anlaşılmışsa da bu söylentiyi de doktorun çıkardığını öğre-

nen  Tuncay  Serhat’a  bu  sözlere  inanmamasını  doktorun

Serhat  hakkında  da  dedikodu  yaptığını  söyleyince  Serhat

bu  duruma  içerleyerek  meyhanelerde  içmeye  karısının  en

yakın  arkadaşı  tarafından  nasıl  baştan  çıkarıldığını  önüne

gelene  anlatmaya  başlamış  ağlayarak  konuşuyormuş  ona

Tuncay’a dikkat etmesini bu delikanlıya parasını kaptırdığı-

nı hatırlatarak uyarmışlar Serhat’ı uyaranların bunda bir çı-

karları  olmadığı  sabit  olmakla  birlikte  Tuncay’ın  da  altı  ay

emek verdiği dergiden bir kuruş bile almadığı da aynı çev-

relerce bilindiği gibi Tuncay da küçük burjuva rantiyelerin

kalem sahiplerinin emeklerini hiçe saydıklarını ayrıca gaze-

tede çalışırken Serhat’ın makalelerini kimsenin okumadığı-

nı bildiği halde hatır için bastığını bu yüzden işinden oldu-

ğunu söylemekten çekinmiyormuş ve bu sözlerin bazı çev-

relerce  duyulması  üzerine  kimse  artık  ne  söyleyeceğini  ki-

me hak vereceğini bilememiş ve bir kısım arkadaşları Tun-

cay’ın haklı olduğunu Tuncay olmasaydı derginin bu kadar

da yürüyemeyeceğini Serhat’ın kuru kuru övünmekten baş-

ka bir işe yaramadığını ileri sürerek İngiltere’de yaptığı kuş-

481



kulu  bir  tahsilin  de  tartışma  götüreceğini  kimsenin  bilme-

diği  sendikaların  baş  harflerini  sıralamakla  toplumculuk

yaptığını sanan bu kocaman adamdan hoşlanan yoktu Tun-

cay’ın haklı olduğunu kabul ediyorlardı başkaları da dergi-

nin kapandığı gün Tuncay’ın hemen yandaki odayı kiraladı-

ğını  ve  derginin  eşyalarını  aynı  gün  oraya  taşıdığını  Ser-

hat’ın değeri yok ama hiç olmazsa bir haber verseydi dediği

iki masayla bir kitap rafını götürdüğü sırada dergiye gelen

ve derginin ilk çıktığı zaman başlığını ve bazı klişelerini ha-

zırlamış  olan  ressam  Turgay’ın  da  yaptığı  işe  karşılık  masa

lambasını istediğini ve bu nedenle Tuncay’la aralarında kav-

ga çıktığını sonunda Turgay’ın lambayı almakla birlikte bu

arada  ampulün  kırıldığını  anlatarak  bir  bakıma  Tuncay’ın

açıkgözlük  etmekle  birlikte  gene  de  çalışkan  bir  çocuk  ol-

duğunu  her  zaman  emeğinin  boşa  gitmesine  acıdıklarını

derginin yayımlandığı sırada da sabahtan akşama kadar ça-

lışarak dergi işlerinin yanısıra tercüme yaptığını hikâye yaz-

dığını  hatta  sinema  yazarı  Rüştü’nün  sözüne  kanıp  kabul

edilir ümidiyle senaryolar bile hazırladığını da belirtmeden

geçmiyorlarsa da Serhat bu gibi konuşmalara dayanamayıp

Tuncay  dergisiyle  uğraşsaydı  daha  iyi  ederdi  diye  söze  ka-

rışmadan edemiyor ama onu dinleyen kim bir kere mesle-

ğin içinde değil üstelik onun da bu ilişkileri sonunda ken-

dine  zararlı  olup  kürsüden  kovulmasaydı  bu  kadar  cesur

konuşamazdı diye bağlıyorlar sözü evet onun sözleri gürül-

tüye gidiyor çünkü sevilmiyor ve bütün bu olanlardan son-

ra Tuncay’la sanki hiçbir şey olmamış gibi bir kitap hazırla-

dıkları  da  gözden  kaçmıyor  resmin  kenarında  vücudunun

yarısı  resmin  dışında  kalan  Haluk  onlara  bir  yayınevi  bul-

muş  bu  Haluk  da  herkesi  tanıyormuş  güvenilir  bir  tip  ol-

madığını söyleyenler örnek olarak Serhat ve Tuncay’ı tanış-

tırdığı yayınevi sahibinden ikisi adına avans alıp ancak yarı-

sını onlara vermesi hoş onların da kendi başlarına yayınevi

482



filan  bulacakları  da  yoktu  ya  o  ayrı  mesele  tabii  Haluk  da

aldığı parayla hemen yeni bir takım elbise yaptırıp gece ku-

lüplerine  dadanmasaydı  kimsenin  bir  şey  diyeceği  yoktu

onların  henüz  haberi  yok  Haluk’un  çevirdiği  dolaplardan

bunları  anlatan  adam  kalıbımı  basarım  Haluk  bu  işi  yap-

mıştır parayı almıştır çünkü bana da aynı oyunu oynadı bir

gün  parayı  ben  almaya  gittiğimde  patronun  çıkarıp  forma

başına elli lira verdiğini görünce anladım parayı Haluk be-

nim  yerime  gidip  alıyordu  yerin  dibine  batsın  böyle  iyilik

bana kırk lira getiriyordu bu dediğim de bundan kaç yıl ön-

ce siz farkı hesabedin kendisine belli etmedim ama bir daha

bu  para  işlerine  karıştırmadım  diye  yeminle  söyledi  Ha-

luk’un  gizli  polis  olduğunu  da  söyleyenler  çünkü  diyorlar

bu  elbiseler  gece  kulüpleri  on  liralarla  avanslarla  yürümez

bu  çocuk  her  akşam  içecek  parayı  nereden  buluyor  ne  iş

yapıyor  da  her  akşam  bir  şişe  rakıyı  mezesiyle  nasıl  hayır

efendim olmaz diyorlar en aşağı otuz lirası var bu işin her

akşam  ne  zaman  gitsek  bırakın  efendim  diyorlar  yılda  bir

iki  tercüme  yapmakla  o  tercümeleri  de  biliyorsunuz  adam

kabul  etmemiş  sonunda  arada  birkaç  kuruş  alabilmişse  ne

mutlu ona çünkü iki yüz kırk sayfa atlamış zor bir yerinde

gene de bunları bile bile bu adama iş veriyorlar iş veriyorlar

da ne alıyor bu parayı barlarda harcasa bir gün yetişmez ba-

zıları da Ahmet’in evinde iki ay kalmış durumu meydanda

başını  sokacak  bir  deliği  yok  çocuğun  diyorlar  babasının

evinden eski kitapları yürütüp Cahit’e resmin ortasında el-

lerini önüne kavuşturup bir cephe zabiti gibi poz veren şu

esmer adama satıyormuş ya demek kitapçılığa başladı Cahit

hayır evleri dolaşıp meraklılarına satıyormuş işte onun ya-

nında da yıllardır hepimizin adını maceralarını duyduğu fa-

kat  görmenin  bir  türlü  kısmet  olmadığı  Kasım  Kasım  bu

mu evet resim çekilirken orada olmayı ne kadar isterdim ne

kadar merak ediyorum şu adamı bilseniz resimden pek bir

483



şey  belli  olmuyor  söylenenlerin  etkisiyle  insan  bambaşka

bir tip göreceğini sanıyor ben bir kere meyhanede uzaktan

gördüm başında kasketi vardı ya demek kasket giyiyor ya-

nına yaklaşıp konuşmaya cesaret edemedim bir türlü ne mi

diyecektim herkesin bahsettiği ilahlaştırdığı ve yıllarca yedi

düvele  meydan  okuyan  kahraman  siz  misiniz  diyecektim

üzerinde  iyi  bir  tesir  bırakmazdı  kim  bu  zavallı  gibilerden

yanındakilere bakarak başını çevirirdi işte gazetede işte al-

tında yazıyor işte oymuş yazıyor havadisleri yazıyor kahra-

manların renkli resimli bir hatırası ilavede bedava veriliyor

bütün  bu  kahramanlar  bütün  bu  dedikodular  onun  için  o

kadar gerçekti ki Turgut bütün bu insanları onların kendi-

lerine  verdikleri  önemden  daha  ötede  görerek  onların  bü-

tün yaptıklarını ciddiye alırdı sonunda aynı insanların bek-

lemediği  davranışlarını  görünce  üzüntüden  nereye  saldıra-

cağını bilemez neden bunu yaptınız neden bu sözü söyledi-

niz neden neden diye çırpınır dururdu oyunun kurallarını

bilmiyorsun  denirdi  ona  oyunun  kurallarını  bilmiyorsun

herkes birbirine hoşgörüyle bakacak herkes yaptığı beğenil-

sin  diye  başkasının  yaptığını  beğenecek  bunu  yapamadığı

için  ona  saldırırlardı  sen  ne  yapıyorsun  ne  yaptın  bizden

farkın ne sen ne biliyorsun gibi aslında savunmadan öteye

gitmeyen  saldırıları  önemsiyor  gecelerce  kendini  yiyerek

yalnız  kendini  suçlu  bularak  olumsuz  bir  yöne  itiliyordu

bütün teselliyi resimde arkada kalmış ve yalnız başının ya-

rısı  görünen  ve  ona  ilk  yasak  kitapları  veren  ve  karşısında

samimiyet buhranlarına tutularak ben bir işe yaramam ben-

den  herkes  nefret  ediyor  dediği  zaman  Selim’i  teselli  eden

ona  cesaret  veren  o  zamana  kadar  kulaktan  dolma  bilgisi

yüzünden varlıklarından belli belirsiz haberi olduğu sosyal

kitapları  hiç  duymadığı  kitapları  veren  Hilmi’de  bulmuştu

ve Selim onun evinde rastladığı bir kıza ne büyük aptallık

kızın gene o eve gelen ve bu konularda ondan kıdemli bir

484



hukuk  talebesiyle  nişanlanmak  üzere  olduğunu  ve  ona  sa-

dece  bu  düşüncede  olan  kızların  düşünce  ve  hareket  ser-

bestliğinin verdiği ve onun anlayamadığı biçimde bir arka-

daşlık  anlayışı  yüzünden  ilgi  gösterdiğini  anlayamamıştı

gerçekten  de  kadınların  ona  ilgisinin  bu  biçimde  ortaya

çıkması onu şaşırtır her zaman sonsuz akılsızlığı yüzünden

tedavisi  mümkün  olmayan  pişmanlıklar  onu  yakardı  âşık

olmuş ya da âşık olduğunu sandığı ve neredeyse aşkını kıza

değilse bile Hilmi’ye anlatmak üzereyken nişanlandıklarını

duymuş bu kızla yıllar sonra hayalinde karşılaşmış ve o za-

manlar itiraf edemediği aşkını anlatmış ve kız da ona rahat-

latıcı sözler söyleyerek Selim’in her şeyden önemli olduğu-

nu  nişanlısının  sonradan  evlenmişlerdi  Selim  yanında

önemli olmadığını ne güzel belirtmişti oysa kızın onları ve

nişanlısını  tercih  ettiğini  görmemek  için  Selim  olmak  la-

zımdı bütün bunların yanında çocukları ve karısıyla geçim

derdinin  içinde  bunalan  Hilmi  gösterdiği  yakınlıkla  Se-

lim’in  içine  gömdüğü  ve  kimsenin  farkına  varmadığı  aşkı-

nın acılarını daha az duymasını sağlamıştı kızı evlendikten

sonra kocasıyla bir sinemada görünce onlar Selim’i görme-

miş  arkalarındaki  sıraya  oturarak  konuşmalarını  dinlemiş

bir zamanlar ona nasıl hayran olduğunu bu ağzında durma-

dan çiklet çiğneyen bir kenar mahalle dilberi gibi gevezelik

eden yalnız konular farklıydı kadının neresini sevmiş oldu-

ğunu  belki  hâlâ  güzeldi  kendi  kendine  sorup  durmuştu

Hilmi’de geçirdiği günlerin Hilmi artık bunları elbette hatır-

lamıyordu hatırlamak görevi her zaman olduğu gibi Selim’e

düşmüştü  tatlı  izlenimleri  vardı  hatta  onun  evlilik  hayatı-

nın etkisinde kaldığı için bunu utanarak hatırlıyordu Anka-

ra’daki bir edebiyatçı arkadaşına ve karısına Selim için yani

evlenmesi için düşündükleri bir kızdan bahsettikleri zaman

başka bir kızın varlığından ve onunla evlenmeyi düşündü-

ğünden söz etmişti tabii üstü kapalı konuşmuştu ve işte re-

485



simde gözüne güneş geldiği için gözlerini kapatmış yüzünü

buruşturmuş  bir  şekilde  görünen  Necmi  ki  söylentilere

inanmak  gerekirse  hayatını  kumardan  kazanmış  ve  gençli-

ğinde çok sefalet çekerek gençlik dedikleri zaman on sekiz

yaşını  ifade  etmek  istiyorlardı  resim  çekildiği  zaman  otuz

yaşına  gelmek  üzereydi  kaldırımlarda  yatmış  ve  resimden

de anlaşılacağı üzere iriyarı ve kavgacılığı yüzünden polisle

başı  sık  sık  derde  giren  kumarda  kazandığı  bütün  parayı

bar  kadınlarıyla  yiyen  ve  arkadaşlarının  saldırılarına  hedef

olan ve resim çekildiği sıralarda kumar hayatı artık bir dü-

zene  girmiş  olan  ve  kumarhanelerin  aranan  bir  oyuncusu

olduğu için bunu sürekli bir meslek olarak icraya karar ve-

ren artık sokaklarda yatamam diyordu ve hiçbir zaman so-

kaklarda  gecelememiş  arkadaşları  onun  sokaklara  veda  et-

mesini  ayıplıyorlardı  barlarda  ayakkabılarını  her  zaman

önündeki  masada  oturan  adamın  ceketinin  arkasında  te-

mizleyerek mesele çıkaran ve bununla bir zamanlar övünen

aynı zamanda bardan çıkınca yolda gördüğü bir kenara bı-

rakılmış  otomobillerin  antenlerini  kırmayı  çok  severdi

adamların sabah arabalarına binerlerken yüzlerini görür gi-

bi  oluyorum  poker  Necmi  de  işte  aramızda  beyaz  kolalı

gömlek  ve  kırmızı  kravatı  severdi  ve  kendisiyle  görüşmek

üzere yeni tuttuğu apartmana gittiğimiz zaman saat on iki-

ye geliyordu kapıyı pijamalarıyla açtı kendimizi tanıttık bi-

zim  polis  olmadığımızı  öğrenince  rahatladı  bizi  zevkle  dö-

şenmiş salonuna aldı yerler nadide halılarla kaplanmıştı be-

yaz  lake  mobilyalara  ve  duvardaki  yağlıboyalara  çok  para

sarfedildiği anlaşılıyordu Sarı Osman’ın adamlarından çeki-

niyorum  bu  günlerde  diye  anlattı  tabii  bu  söylediklerimi

yazmazsınız  içerden  çatlak  ve  cırlak  bir  kadın  sesi  kim  o

Necmi diye bağırdı Necmi Bey giyinmek için bizden izin is-

tedi  gitmeden  önce  renkli  mozaiklerle  kaplı  amerikan  ba-

rında bize kendi eliyle içkilerimizi hazırladı içmek için vak-

486



tin henüz erken olduğunu söylediğimiz halde dinletemedik

içkilerimizi yudumlarken bir yandan da çevremizi hayran-

lıkla  seyrediyorduk  bütün  kristal  avizeleri  salon  radyo  pi-

kap teybini Yücel en aşağı otuz bin lirası var yalnız bunun

dedi  yirmi  dört  kişilik  yemek  odası  takımını  eski  biçimde

oymalı ve yaldızlı süsleri bir usta elinden çıktığını gösteri-

yordu  tavana  kadar  bir  duvarı  boydan  boya  kaplayan  kü-

tüphaneyi  raflar  şık  kapaklı  ciltlerle  doldurulmuştu  bütün

yeni çıkan yayınlar yer alıyordu içinde gene Yücel bu adam

kitabı metreyle alıyor galiba dedi hepimiz güldük duvarlar-

daki  yağlıboyaların  ve  bez  üzerine  basılmış  pahalı  röpro-

düksiyonların  müzayedelerden  alındığını  tahmin  ettiğimiz

yaldızlı eski çerçeveleri vardı yanında tahta kaşıklar işleme-

li çoraplar deniz kabukları deniz yıldızları gümüş çerçeveli

minyatürler  sığırların  boynuna  asılan  çıngıraklar  öküz  bo-

yunduruğu olduğunu tahmin ettiğimiz yalnız herhalde son-

radan cilalanmış kocaman bir tahta Yücel bunun boyundu-

ruğun  ancak  bir  kısmı  olduğunu  ileri  sürdü  bu  çocuk  da

meslekte yeni her söze atılıyor yazıları da beğenilmiyor şık

bir üslubu yok henüz spor yazarlığından yeni geldi yazı iş-

leri müdürü de aynı sayfadan gelme biri olduğu için neden-

se tutuyor bu çocuğu zaten dikkat etmişimdir nedense bü-

tün yazı işleri müdürleri spor yazarlığından gelir ama Yücel

yazar olmak istiyor bana da bir köşe verin de fıkra yazayım

diye tutturmuş yok efendim neymiş onun da bir portresini

bizim ressam Sarhoş Hüsnü yapacakmış da kendi köşesine

yerleştirecekmiş fıkra köşesine adını bile bulmuş köşe kap-

maca  diyecekmiş  şimdiden  piyesler  yazıyor  gazetecinin

dramı diye bir küçük hikâye de yazmış daha fıkra yazarı ol-

madan fıkra yazarlığını beğenmiyor fıkra yazarlığını bir ba-

samak  yapacakmış  yaratıcı  eğilimleri  olan  bir  yazar  böyle

köşelerde sıkışıp kalamazmış bir gün bakarsın oyun yazarı

da  olur  ben  böyle  ihtiraslı  adamlardan  korkarım  gazetede

487



boş  zamanlarında  açıyor  Türkçe  sözlüğü  boyuna  kelime

öğreniyor bana geçen gün bu ülkenin sorunlarının çözüm-

lenememesinin  nedeni  bu  sorunun  kökeni  kuramcılardan

yoksun oluşumuzdur demez mi duvarlarda başka tahta par-

çaları da var ayrıca sergilerden alındığı anlaşılan resimli şi-

irler  ben  de  bunu  anlamıyorum  ya  şiir  yaz  ya  resim  yap

camlatılmış  onun  yanında  nazar  boncukları  bildiklerimiz-

den  değil  en  irilerinden  ortalık  sehpalarla  doldurulmuştu

hani her biri yaprak gibi de birleştirilince çiçek gibi oluyor

onlardan  gümüş  sigara  tablaları  içinden  ok  atan  kızlar  çı-

kan  renkli  camdan  sigara  tablaları  sigaralıklar  nargile  bile

var sayısız vazolar kanepelerin birkaç tane oturma odası ta-

kımı vardı salonda hepsi de yanyana dizilmişti kauçuk kö-

pükleri  o  kadar  kalındı  ki  insan  oturunca  içinde  kaybolu-

yordu  halıların  boş  bıraktığı  yerlerden  nefis  meşe  parkeler

görünüyordu  üstüne  ne  diyorlar  o  cam  gibi  ciladan  sürül-

müştü  ben  az  kaldı  kayıp  düşüyordum  biz  hayran  hayran

çevremizi  seyrederken  Necmi  Bey  kapıdan  girdi  kireç  gibi

beyaz kolalı bir gömlek ve yanardöner kumaştan bir panta-

lon  giymişti  siyah  makosen  pabuçları  mağazadan  hemen

alınmış  gibiydi  yumuşak  mavi  gözlerini  üzerimize  dikerek

sert  fakat  mert  bir  insanın  bütün  heybetini  ifade  eden  ve

Davut peygamberinkini andıran bir sesle sordu size ne yar-

dımda bulunabilirim içkilerimizi tazeledi misafirperverliği-

nin ve bize gösterdiği yakınlığın ve içkinin tesirine kapıla-

rak bütün bunların sarhoşluğu içinde bir süre derin bir ses-

sizliğe gömüldük ben elimdeki içine içki konulunca soyu-

nan kız resimli viski bardağımla oynayarak sorularımızı sı-

raladım  bir  süre  gözü  işlemeli  sırma  iplikli  ağır  perdenin

kıvrımlarına takılarak daldı sonra birdenbire silkinerek Se-

lim  mi  dedi  hangi  Selim  Sarı  Selim  mi  onu  çoktandır  gör-

müyorum anlaşılan bütün rakipleri sarıydı Selim dedik Se-

lim işte kaç tane Selim var dünyada bir tane onu boş yere

488



fırtınalı  hayatının  derinliklerine  geçmiş  günlerinin  kaybol-

muş  sönmüş  hayallerine  geri  götürmeye  çalıştık  hatırlaya-

mıyordu  üzülüyordu  silinmişti  Hilmi  dedik  Burhan  dedik

hatırlar  gibi  oldu  yüzünde  bir  gülümseme  belirdi  anladık

hatırlamaya  çalışıyordu  babacan  gülümsemesiyle  yüzümü-

ze bakıyordu bizden yardım bekliyordu acıdık hafızası çok

zayıflamıştı  Filozof  Burhan  olmasın  dedi  tamam  dedik  se-

vindi çok güç hatırlıyordu lakaplardan başka bir şey kalma-

mıştı aklında kitap kurdu Hilmi mi dedi ne kadar sevindik

ne yapıyorlar Allahınızı severseniz onlar şimdi tanıdığı in-

sanlar  nerede  onlar  nerede  gene  de  eksik  olmasın  hatırlı-

yordu  birtakım  karışık  hayaller  dolaşıyordu  kafasında  ba-

kışlarından  anlıyorduk  karşılıklı  susuyorduk  biraz  sonra

nezaketen karısı olup olmadığını sormadığımız yalnız içer-

den sesini duymuş olduğumuz hanım da geldi Birsen dedi

ona Selim’i hatırlıyor musun beyler bu konuda benimle ko-

nuşmak bu meseleyi görüşmek üzere gelmişler kadın çeki-

nerek  Necmi  Beyin  yüzüne  baktı  Dolambaç  gazetesinden

gelmişler ferahladı a dedi kadın siz o gazetenin muhabirleri

misiniz kendimizi tanıttık söyleyin bana çok merak ediyo-

rum  dedi  Nino’yla  Amelia’nın  macerası  nasıl  bitecek  hani

şu  ikinci  sayfanızdaki  resimli  roman  canım  ben  esrarlı  bir

gülümsemeyle meslek sırrı hanımefendi diye cevap verdim

bir kahkaha atarak sesinin güzel olmadığını itiraf etmeliyim

haydi canım nazlanmayın siz gazetecilerin bildiklerinizi bu

kadar titiz saklamadığı meydanda Ayten Gürses’in sonradan

inkâr  ettiğiniz  aşkını  gûya  yazmayacağız  diye  yemin  edip

ağzından almışsınız o kadına bu kadar yer ayırmanız doğru

mu gazetenizde diye bize takıldı kahkahalarının keskinliği-

ne  bileziklerinin  şıngırtısı  da  karışıyordu  Necmi  Bey  onun

bu pervasızlığından biraz sıkılmış gibiydi bizi bırak Necmi

biz  gayet  iyi  anlaşıyoruz  diye  onu  payladı  kadın  bu  neşeli

hava içinde nerdeyse gelişimizin sebebini unutuyorduk ben

489



Necmi  Beyin  belki  geçmişte  hatırlamaktan  hoşlanmadığı

acı hatıraları olabilir demek üzereyken Necmi Bey birdenbi-

re  elini  alnına  vurarak  dikkat  ettim  kocaman  şövalye  yü-

zükler  takmıştı  parmaklarına  hepsi  de  iri  taşlı  pahalı  yü-

züklerdi  Selim  diye  öyle  bir  bağırdı  ki  hepimiz  koltukları-

mızdan  fırladık  onu  teskin  ederek  yerine  oturttuk  hatırla-

mıştı  merakla  sözlerini  bekliyorduk  beyler  heyecanlanma-

yın  dedi  yüzümüze  acıklı  bir  ifadeyle  bakarak  yalnız  onu

tanıdığımı  hatırlayabildim  gerisi  silinmiş  kedere  boğuldu

onu  teselli  ettik  yavaş  yavaş  hatırladı  evet  Burhan’ın  arka-

daşıydı  evet  nasıl  bilemedim  görsem  hemen  tanırım  nerde

arabam kapıda hemen gidelim görür görmez bakın hemen

nasıl tanıyacağım işte Selim sensin diyeceğim kısa boylu sa-

rışın  canım  bir  çocuktu  onu  daha  fazla  üzmemek  için  Se-

lim’in boyunu hatırlatmadık zaten artık boyunun ne önemi

vardı  yahu  dedi  ilahi  Selim  ne  yapıyor  yaşıyor  mu  birden

hayır  yaşamıyor  diyemedik  çünkü  daha  fazla  heyecanlan-

dırmak  istemiyorduk  ona  münasip  bir  lisanla  Selim’e  git-

menin artık bir fayda vermeyeceğini gitsek de Selim’i göre-

meyeceğini  ona  işte  Selim  sensin  diyemeyeceğini  anlattık

birlikte çektirdikleri resmi Selim’i onu ve diğerlerini göster-

dik gözyaşlarını tutamadı artık Selim’i tanıdığından şüphe-

miz  kalmamıştı  gerçi  resimde  Selim’i  ona  gene  biz  göster-

miştik fakat yıllarca önce çekilen bu resim artık o kadar so-

luklaşmıştı ki tanımamakta mazurdu bununla birlikte ken-

disini bulup çıkardı resmin içinden kendi fotoğrafı da yeni

bir  üzüntü  kaynağı  oldu  ne  kadar  zayıfmışım  ne  kadar

gençmişim  saçlarım  ne  kadar  çokmuş  diye  sızlandı  durdu

Birsen bana hamur işleri yağlı yemekler yediriyorsun bir lo-

kantaya gidince sanki satın alıyoruz lokantayı bakın kendi-

si  de  ne  kadar  şişman  o  kadar  söylüyorum  Birsen  Hanım

gazetecilerin yanında kendisine hakaret edilmesine dayana-

madı salonun uzak bir köşesine kaçtı bu salon da ne kadar

490



büyüktü her gün masajcı geliyor fin hamamından çıkmıyo-

ruz fakat bu kadar yedikten sonra diye söyleniyordu Necmi

Bey  bugünden  itibaren  yemeği  bırakıyorum  duyuyor  mu-

sun Birsen sabahları o mükellef kahvaltılara paydos sen de

benimle  birlikte  rejime  başlayacaksın  bir  bardak  greyfurt

suyu  bir  krikkrak  başka  bir  şey  yok  bak  şu  resmime  ben

böyle zayıftım işte yalnız ızgara et yiyeceğim bundan sonra

et  de  yağsız  olarak  Birsen  Hanım  yanımıza  geldi  içkiyi  de

bıraksan  iyi  edersin  dedi  seni  asıl  şişmanlatan  içki  biz  de

çok müteessir olmuştuk özür dileyerek ayrılmak istedik ol-

maz dedi size hiç faydam dokunmadı dünyada bu saatte bı-

rakmam sizleri biraz aklım başıma gelsin henüz erken kafa-

mı  toplayamadım  Birsen  içeriye  haber  ver  bize  yemek  ha-

zırlasınlar  o  sırada  kapı  çalındı  birtakım  adamlar  geldiler

gittiler Necmi Beyin kulağına birtakım sözler fısıldadılar bir

sürü  adam  besliyordu  özel  işleri  hakkında  tabii  hiçbir  şey

sormadık  bize  dert  yandı  hiçbiri  bir  işe  yaramaz  gene  de

acıdığımdan bakıyorum onlara ayrıca ortaokulda iki çocuk

okutuyorum doğduğum yerin ilkokulunda da fakir çocuk-

lara  yardım  ediyorum  onlara  para  gönderiyorum  ayrıca  il-

kokulu birincilikle bitirenler için Necmi Serden ödülü koy-

dum birincilere beşer yüz lira dağıtılır herkese yetişmek ge-

ne  de  mümkün  olmuyor  her  gün  yüzlerce  mektup  alırım

yardım isterler adımız duyulmuş bir kere hapse girsen kim-

se  suratına  bakmaz  memurlar  askerliğini  yapanlar  ortalık

için  iş  teklif  edenler  bitip  tükenmez  Necmi  Bey  gene  duy-

gulandı  gözleri  yaşardı  kimseye  kızamıyorum  kimseye  de-

mek  Türkiye’miz  bu  kadar  acıklı  durumda  diyorum  kim

bunlara  yardım  edecek  diye  kendi  kendime  soruyorum

efendiler şu avucumda tuttuğum mektuplar çaresizlik için-

de kıvrananları gösteriyor yoksa benim gibi bir insan müra-

caat edecek kadar alçalmış sözün burasında hepimiz estağ-

furullah  dedik  tabii  bu  insanların  başvuracak  bir  kapıları

491



olsa  ben  de  sefalet  içinde  büyüdüm  açlığın  ne  olduğunu

sizler bilmezsiniz insan bir yaştan sonra kaldırımlarda uyu-

yamaz geceleri taşlar soğuktur evet şimdi gerçekten hatırla-

dım Selim’i gördüğüm geceyi yeni yeni üç beş kuruş sahibi

oluyordum  geç  vakte  kadar  insanların  mutlu  günlere  ka-

vuşması için neler yapılabileceğini tartışmıştık karanlık so-

kaklarda  bütün  gece  yürüdük  meydana  geldiğimiz  zaman

herkesin artık dağılacağı bir sırada Selim evet Selim konuş-

tu  sormuştu  bütün  bu  düşüncelerimizi  ülkülerimizi  böyle

heyecanla konuştuktan sonra ayrılıp hiçbir şey olmamış gi-

bi uyuyacak mıyız hemen harekete geçmeyecek miyiz Bur-

han heyecanlanarak hayır gerekirse sokakta bile yatarız de-

mişti ben isyan ettim hayır yatamayız ben artık kaldırımlar-

da yatma işinde yokum artık sıcak bir yatakta yatmak isti-

yorum  benim  gücüm  kalmadı  artık  beni  saymayın  dedim

başımın üstünde gökyüzü görmek istemiyorum geceleri ya-

tarken artık o geceden sonra da bir daha görmedim onları

hepsi de ateş gibi çocuklardı yalnız benim gibi sokakta yat-

mamışlardı  daha  önce  verin  şu  resmi  bir  daha  bakayım

gençlik  arkadaşlarıma  ülkü  dostlarıma  fakat  onlarla  yaşa-

mıştı  Turgut  ve  bitmişti  bitmek  üzereydi  Burhan’la  ilişkisi

son günlerini yaşıyordu artık seninle yaşıyorum Günseli se-

ni  seyrediyorum  seni  seyrettikten  sonra  onlara  artık  eski

gözlerimle  bakamıyorum  bunu  anlıyorlar  seni  sevmiyorlar

bana  çektirdikleri  bütün  acıları  bütün  ihanetlerini  artık

başka türlü değerlendirdiğimi biliyorlar bütün ucuz roman-

ların yazdığı gibi tüylerimiz ürpererek okuduğumuz bütün

aşağılık  kitapların  söylediği  gibi  aşk  dünyayı  başka  türlü

gösteriyor  insanı  yumuşatıyor  Allah  kahretsin  sulu  gözlü

bir yaratık yapıyor fakat hayır onlara kızıyorum evet onlar-

la görülecek hesabım var bilerek ya da bilmeyerek bana acı

çektirmeye  hakları  yoktu  diye  çırpınırdı  neyim  var  benim

sevgilim derdim ona ellerin buz gibi rengin birdenbire sol-

492



du unut bütün bunları insanlarla gerçekleştirmek istediğin

bütün  hayallerini  bana  söyle  bütün  bunları  seni  dinlemek

istiyorum o kadar çok yarım kalmış yaşantı birikti ki canım

Günseli onların hepsini anlatsam kaldığım yerden yaşama-

ya kalksam benden kaçarsın hayır istemezsin beni ve hayal-

lerimi içinde yaşantı haline getirmeden sözle ifade etmeden

uyuşturduğum derinliklerime attığım ve ortaya çıkmaların-

dan korktuğum bu sakat duyguları oldukları gibi bırakalım

canım Günseli uyandırmayalım onları ah neden başka türlü

olmadı diye çaresizlik içinde beni kıvrandırmış olan akılsız

yaşantı kırıntılarımı unutalım sözünü keserdim hepsini isti-

yorum diye direnirdim hayır olmaz Günseli bütün bu artık-

ları orada burada bıraktım yıllarca önce bıraktığım terketti-

ğim evlerin dolaplarında unuttum bu kadar yıldır gidip al-

madım  diye  ev  sahipleri  atmışlardır  artık  onları  oralarda

unuttuğumu  dahi  farketmemişlerdir  onlar  gülüp  söyleşir-

lerken benim akıllarının köşesinden bile geçmeyen ıstırap-

larla  kıvrandığımı  sezmemişlerdir  ben  hepsini  yapacağım

Selim’im bana izin ver beni içeri bırak hayır ben mutlu ol-

mayacağım ve senin de yaşantını karartacağım neyse geçe-

lim bırakalım bir kitapta okuduğum gibi dünyada bu kadar

parlak  psikolojik  durumlar  varken  ve  insanlar  da  en  güç

anlarında bu parlak psikolojik bunaltılar içindeyken bizim

sözümüz  mü  olur  hangi  kitaba  sığar  bu  aşağılık  durum

neyse geçelim efendim geçelim ben buna göre hareket ede-

memişsem elimi kolumu nereye koyacağımı bilememişsem

bunun bile bir yolu yordamı varsa bunu da bilememişsem

ucuz  psikolojinin  kötü  psikolojinin  içine  bile  girememiş-

sem bırak efendim insan böyle eksik bunalımlarla para ya-

pamaz  buradan  bir  yere  gidilmez  evet  sonunda  maskemi

aşağıya indiriyorum kendimi açığa çıkarıyorum itiraf ediyo-

rum ben başka türlü olmak istiyordum size çok ilginç gel-

diğim  bu  durumumu  değiştirmek  bambaşka  insan  olmak

493



istiyordum fakat kendimi başka türlü yapmak elimden gel-

medi beceremedim anlıyor musun sizler gibi olmak istiyor-

dum en aşağılık en bayağı görüneniniz kadar olmak istiyor-

dum onu bile beceremedim bu bakımdan bana vız gelir ki-

taplara almanız beni boynuma bir etiket yapıştırmanız siz-

den  kaçmak  istiyorum  kitaplarda  tartışmalarda  yaşarken

hor  gördüğünüz  incelikleri  hele  ruhsal  incelikleri  anlama-

dığı  için  hor  gördüğünüz  çocuklara  büyüklere  kötü  örnek

olarak  gösterdiğiniz  kahramanlarınızın  parlaklığı  daha  iyi

belli  olsun  diye  cılızlıkları  miskinlikleri  kötü  ruhlulukları

bayağılıkları açgözlülükleriyle arka planları karartan zavallı

benim  işte  itiraf  ediyorum  kendimi  savunmuyorum  bütün

bu  beğenmediğiniz  insanları  yakın  buldum  kendime  hayır

bulmadım onlar bir bakıma kendi içlerinde tutarlıydılar fa-

kat artık sizlere anlatabilmeliyim ki son fırsatı kaçırıyorum

senden  sonra  tufan  gelecek  Günseli  ve  beni  artık  kimse

kurtaramayacak  bir  yandan  da  gene  sanıyorum  ki  daha

doğrusu  kendimi  aldattığımı  bile  bile  sanıyorum  ki  sanki

beni hiçbir yere götürmeyen bu anlamsız inadımda bu yer-

siz öfkemde ısrar edersem değerim artacak hiçbir şey söyle-

meden susarsam sanki neyi anlatamadığım anlaşılacak beni

de cumhurbaşkanı yapacaklar buyur diyecekler herkes an-

lattı anlatamayan bir tek sen varsın meğer bütün iş anlata-

mamaktaymış başımıza sen geç diyecekler senin gibi kimse

kalmadı  zaten  nutuklarım  konuşmalarım  filan  hepsi  hazır

insanlar diyeceğim ey insanlar benim hepinizden farklı ol-

duğumu nasıl anladınız demek fen bu kadar ilerledi başka

adam kalmadığı için ben her şey olacağım cumhurbaşkanı

ben  başbakan  ben  kendimi  bütün  bakanlar  yapacağım  her

tarafa yetişeceğim herkesin elini tutup doğru çizgiler çizdi-

receğim bütün kurumları düzelteceğim tabii kimse itiraz et-

meyecek itiraz dünyadan kaldırılacak bugüne kadar bütün

insanlığı  geri  bırakan  itiraza  yer  verilmeyecek  gülersin  el-

494



bette  ben  senden  daha  çok  gülüyorum  bütün  hayatımca

güldüm  bana  gülünürken  ve  başkalarına  gülünürken  ben

de güldüm fakat bütün bunları söylemeyince olmuyor o za-

man bilmiyorlar oysa bilmemeleri gerekir bütün mesele on-

ların  bilmemesinde  işin  içinden  çıkamıyorum  zaten  söyle-

yince de hak vermiyorlar herkes buna benzer hayaller kur-

muştur  diyorlar  hayır  böyle  düşünüyorsanız  anlatmayaca-

ğım  bir  kelime  daha  alamazsınız  benden  demek  sizin  için

insanın bu saçma hayaller uğruna ömrünü tüketmesi hiçbir

şey  ifade  etmiyor  nasıl  etsin  her  gün  milyonlarca  insanın

başına olmadık işler geliyor ölümler kazalar genç yaşta başa

gelen  amansız  hastalıklar  hangi  birine  üzülelim  duymaya

yetişilmiyor değil değil anlatmak istediğim bu değil susuyo-

rum artık konuşmayacağım zaten kelime haline cümle hali-

ne  getirince  olmuyor  oysa  bir  bilseniz  ben  düşüncemde

dünyayı nasıl idare ediyorum aslında sizin dünyanız da fa-

kir geliyor bana ancak bugünkü düzende birtakım imtiyaz-

lar sağlayabilirsiniz bana ya geçmiş yüzyıllar onları nasıl ya-

şayacağım  hayır  bütün  istediklerimi  yaşamaya  hayatım  ve

sizin  imkânlarınız  yetmez  oysa  ne  kadar  iyi  olacaktı  tabii

siz anlamadıktan sonra değeri yok benim gibi olmalı herkes

o  zaman  da  bana  haklı  muamele  edilmez  elbette  çok  şey

beklediğimi biliyorum her zaman da bekledim her yeni ta-

nıştığım  insandan  tanışır  tanışmaz  neler  bekledim  o  daha

adımı öğrenmeden ben onunla ilgili hayaller kurdum ümit

etmeye başladım hemen ve o insan yanımdan bir dakika bi-

le ayrılınca ben öyle yerlere varmıştım ki hayalimde bu ay-

rılmayı bir ihanet saydım gücendim hayır benimle başa çı-

kılmaz beni bırak Günseli herkes için öyle hayaller kurdum

ki senin için de bir kurmaya başlarsam bak Günseli düşün

beni tanıdığın kadarıyla seviyorsun bir bilsen bilmedikleri-

nin  yanında  bildiklerin  ne  kadar  az  yer  tutuyor  belki  ben

öyle  esaslı  bir  adamım  ki  her  şeyimi  bilsen  aşkın  da  kor-

495



kunç  olacak  ben  dayanamayacağım  sonra  birden  suratını

asardı  bunların  doğru  olmadığını  içimde  bir  yerde  biliyo-

rum belki tanıdıkça benden uzaklaşacaksın belki ben tanı-

dığın kadar bir şeyim geride bir şey yoktur ben de kurcala-

mak istemiyorum altından bir yokluk bir hiçlik çıkarsa sen

belki  dayanırsın  buna  fakat  ben  dayanamam  yaşayamam

müsaade  edin  bana  hayattan  ayrılıyorum  kendi  isteğimle

ayrılıyorum  bu  sözlerin  gerçekle  ilişkisini  bilemedim  Tur-

gut kendi de inanmak istemiyordu söylediklerine sanki is-

tediği gibi konuşma fırsatını ilk defa bulduğu için konuşu-

yordu sanki ilk hataya düştüğümüz gün ayrılmalıyız hayat-

tan diyordu artık çok geç kaldık ilk uyuşmazlığa düştükleri

zaman  birbirlerinden  ayrılmalı  insanlar  sonra  bir  çıkmaza

giriliyor  kendimi  hoşgördüğüm  her  an  başka  aptallıklar

için fırsat yaratıyor başından kesmeli ilk yanılmada ilk ha-

yal  kırıklığında  son  vermeli  bu  işe  sonra  başarısızlık  bir

alışkanlık  oluyor  sıkılganlık  bir  huy  oluyor  burnunu  çek-

mek gibi bir huy ilk yalanı söyledikten sonra bir daha ko-

nuşmamalı insan ümit ediyor İsa günahları affediyor her iş

yolunda fakat İsa günah işlemedi bunun ağırlığını bilemez

yaptığı bir hataya kitaplarda rastlayamadım başkasında gü-

nahları  affetmek  kolay  ilk  anda  ne  kadar  acı  gelirse  gelsin

başkalarının yaşattığı ıstırapları unutuyoruz sadece merakı-

mızdan yaşamaya insanlarla ilişkilerimizi sürdürmeye çalı-

şıyoruz  sonunda  bakalım  ne  olacak  bir  gün  daha  birlikte

olsaydım  ne  olurdu  belki  bütün  anlaşmazlıklar  düzelirdi

bugün aklıma gelen sözü ona dün söyleseydim mesele kal-

mazdı o halde yarın yeniden denemeliyim oysa aynı hatalar

aynı aptallıklar tekrar ediliyor neden gazetecinin kızını ilk

gördüğüm  gün  ondan  hoşlandığımı  söyleyemediğim  halde

onun  da  bana  pek  aldırmadığını  gördüğüm  halde  ondan

sonra kadınlardan uzak durmasını bilemedim neden aklımı

ve  ruhumu  ve  vücudumu  kirlettim  neden  mutlak  bir  yola

496



girmek için gerekli temizlikleri yapamadım içimde ve tanrı

ya da tabiat mutlak yola girmesini istediği yüz kişi için yüz

bin  kişi  yarattı  diye  doksan  dokuz  bin  dokuz  yüz  kişiden

biri olarak yaşamak neden gerekli soruyorum herhalde tu-

tunamayanların  bir  kısmına  bu  acı  gerçeğin  farkına  varma

ve  hayattan  istifa  hakkı  verilmiştir  itiraz  ediyorum  sayın

başkan bu hayattan istifa ederek başka bir hayatı başka tür-

lü  yaşamak  istiyorum  sayın  başkan  usul  hakkında  konuş-

mak  istiyorum  ayağa  kalkardı  hiçbir  işe  yaramıyorum  hiç

olmazsa  seni  güldürmeliyim  hiç  olmazsa  biletin  yanmasın

kötü de olsa bir oyun seyretmelisin güldürürken gülmesini

de  bildiğimi  sana  göstermeliyim  doğru  dürüst  yaşatmıyo-

rum seni hiç olmazsa benden arta kalanlarla seni sevindir-

meliyim senin beğenmen için benden geriye kalmış en kü-

çük bir kırıntıyı bile sevmeliyim hiç olmazsa elim var aya-

ğım  var  beni  seven  Günseli  var  az  deyip  geçmeyin  büyük

fedakârlıklarla  kumpanyamıza  seyirci  olarak  getirtmiş  bu-

lunduğumuz Günseli biz oynarken seyredecektir evet Gün-

seli madem ki geldin bu dünyaya alışmalısın her rüyaya be-

ni de oynat diye düşündü Turgut peki siz de buyrunuz hoş

geldiniz sefalar getirdiniz içeriye girerken neden ayaklarını-

zı silmediniz hoş bulduk Selim hoş bulduk tiyatro sahnesi-

ni biraz boş bulduk da ondandır cesaretimiz atılmaya sah-

neye  sen  de  bu  kadarını  çek  sineye  monologdan  bıkmışsı-

nızdır  bütün  hayatınızda  birlikte  oynayalım  mematınızda

Günseli  de  sahneye  buyursun  isterse  konuşmadan  bir  ke-

narda dursun ilhamıyla bizleri hande eylesin âşık-ı biçareyi

bende  eylesin  madem  ki  yaşayamadık  ağız  tadıyla  görüle-

cek  hesabımız  var  kör  kadıyla  kör  talih  bize  oyun  oynadı

şimdi oyun oynama sırası bizde sigara içenler varsa içinizde

lütfen  söndürsün  fuayemizde  eskiden  sigara  içmek  mem-

nuydu şimdi yasaktır yalnız nasıl dolmuşta şoförler müşte-

rilerine  sigaralarınızı  atın  beyler  dedikleri  halde  kendileri

497



fosur fosur içiyorlar bizler de birer tane tüttürelim duman-

dan  tuhaf  suretler  gösterelim  bakmayın  zahirdeki  vakaya

insan  çok  kere  şakaya  getirip  neler  söyler  neler  Selim  sol-

dan içeri girer Turgut birer birer Selim’in düşmanları rolüne

girer Selim bağırarak tanıdım seni sen Selim Işık uzun giriş

konuşmasını  yaparken  sayın  dinleyiciler  sizlere  salonu  ve

oyuncuları  biraz  anlatmaya  çalışacağım  bu  akşam  salon

müstesna günlerinden birini yaşıyor her taraf tıklım tıklım

dolu  hatta  geçit  yerlerine  bile  sandalyeler  konulmuş  geçe-

cek yer kalmamış şimdi sayın başbakan ve beraberindekiler

de  salona  girerek  yerlerini  aldılar  alkışlardan  kendilerine

yapılan tezahüratı duyuyorsunuz salon bazılarınız belki bil-

miyordur diye anlatıyorum yüz yirmi dört metreye on sekiz

yarda  ebadında  beş  köşeli  altı  kenarlı  ve  iki  tavanlı  olup

sahnenin tam karşısına gelen yerde biraz önce başbakan ve

beraberindekilerin yerleştiği kırmızı kadife perdeli şeref lo-

cası  bulunuyor  başbakan  bu  gece  yeşil  bir  smokin  giymiş

belinde  hürriyetin  ilanı  sırasında  kendisine  hediye  edilmiş

olan kırmızı kuşak var salonun tepesinde şu anda yavaş ya-

vaş  sönmekte  olan  ve  Finlandiya  elçisinin  hediyesi  maun

ağacından  muazzam  bir  avize  bulunuyor  demek  Finlandi-

ya’da ağaç bol olduğu için avizeleri tahtadan yapıyorlar sah-

nedekilere  gelince  Selim  Işık  koyu  mavi  yazlık  bir  kumaş-

tan döpiyes bir ropdöşambr giymiş belinde sarı taşlarla süs-

lü bir kılıç var işte gene konuşuyor ve Turgut’a topu geçirdi

kendisi sağa deplase oldu koşuyor alkışlıyorlar ve orkestra

üyeleri yerlerini alıyorlar biraz sonra kısa bir inkıta geçiren

maç başlayacak bu arada sizlere bu konser için Turgut Öz-

ben’in hazırladığı konuşmayı sunuyoruz spikeriniz Özdinç

Erkaplan  bugünkü  konserde  dinleyeceğiniz  piyesin  yazarı

Selim  Işık  1936’da  N.  kasabasında  dünyaya  geldi  ve  şimdi

sıkıştırıyorlar  topu  uzaklaştırmaya  çalışıyorlar  deniz  tara-

fındaki kaleye soldan akıyorlar taç babası malmüdürü Nu-

498



man  Bey  onun  küçük  yaşta  meydana  çıkan  kabiliyetlerini

soldan bir orta ve gol evet sayın dinleyiciler gol gol gol bü-

tün orkestra üyeleri ayakta alkışlıyorlar itiraz ediliyor hayır

hakemin kararı kesin gol radyosunu yeni açmış olanlar için

tekrar ediyorum başbakan salona biraz önce girdi ve erken

keşfettiği  için  oğlu  Selim’e  bir  piyano  bir  futbol  topu  bir

daktilo makinesi ve Selim oynasın diye bir perdelik bir pi-

yes  almıştı  oyun  durdu  herkes  hakeme  doğru  bakıyor  ne

karar verecek diye bütün gözler ona çevrilmiş başbakan da

bu sevgi gösterisine sağ eliyle mukabele ediyor mukabil hü-

cuma geçtik şimdi bastırıyoruz tribünler heyecandan ayağa

kalkıyor  orkestra  üyeleri  oturdu  başlamak  için  şefe  bakı-

yorlar  şef  de  soliste  bakıyor  solist  beyaz  bir  tuvalet  giymiş

ve  saçlarını  arkaya  toplamış  topla  oynuyor  Necdet  bırak

Necdet  çalımı  Hasan’a  ver  aaah  kaldığımız  yerden  devam

ediyoruz  nerde  kalmıştık  evet  şimdi  mikrofonlarımız  Ah-

met Paşa Tiyatrosu’nda okuma yazma öğrenmeden ilk piye-

sini  yazdığı  rivayet  ediliyorsa  da  elimize  geçen  ilk  eserde

Mendelssohn’un  Fingal  Mağarası  uvertürünü  çalacaklar

kalp ağrınıza karşı kalpazan diş kremlerini tercih ediniz Se-

lim yükleniyor Turgut’a sen değil miydin beni tahtaya kal-

dırıp  tarihten  dört  veren  nasıl  unuturum  seni  üstelik  hiz-

metçinizi dövdünüz diye mahkemeye verildiğiniz halde ba-

bam hakim arkadaşına rica ederek sizi hapisten kurtarmıştı

bu  olayın  verdiği  eziklikle  bana  eziyet  ettin  en  sevdiğim

dersten  bana  dört  verdin  Turgut  kadın  rolünde  yapmayın

Selim Bey bana acıyın olur mu Necdet yapma kaçar mıydı o

fırsat oyun ortalarda devam ediyor birinci kısım için sizlere

Turgut  Özben’in  hazırladığı  yazıyı  okumaya  devam  ediyo-

ruz bu eserde kontrbasların etkisi önce birinci temanın ve-

rildiği  sırada  orada  birşeyler  oluyor  benim  yerim  uzak  ol-

duğu için göremiyorum galiba hafif bir itişme oldu hakem

santrayı  işaret  ediyor  işaret  değneğini  kaldırdı  her  an  gol

499



olabilir  solist  alkışlar  arasında  salonu  terkediyor  yerine

Gürkan girmek için sahanın kenarında bekliyor evet sakat-

lanan Necdet’in yerine Gürkan girdi hakem saatine bakıyor

düdükle birlikte daha çok yaylı sazların hakimiyeti altında

devam  eden  birinci  devre  sona  erdi  oyuncular  soyunma

odalarına  doğru  gidiyorlar  Turgut  ayağa  kalktı  başı  önüne

eğik saldırıları dinliyor bu oyun üç kısımlı bir senfoni şek-

linde  yazılmıştır  ve  Selim’in  Viyana  arşivlerinde  rastlanan

ilk eseridir genç yaratıcı bu eserinde insan ve tabiat temini

alışılmış kalıpların dışında modern bir sonat formunda bes-

telemiştir  sanat  hayatında  bir  dönüm  noktası  teşkil  eden

ikinci  eserinde  zalim  bir  babanın  elinden  çektiği  acıları  ve

bu acılara sessizce boyun eğişini anlatmakta ve tenkitçilerce

ifade edildiğine göre babasını öldürmek yerine piyesin kah-

ramanı  hain  baba  Duman’ı  babası  Numan’la  isim  benzerli-

ğine dikkatinizi çekeriz intihara zorlayarak teselli bulmuş-

tur babasına duyduğu öfkenin tatmini yerine bizce Gürkan

birinci  devrenin  başında  oyuna  alınmalıydı  takım  tertibin-

deki  hatalara  böylece  işaret  ettikten  sonra  oyuna  gelince

Turgut’un çizdiği başarılı kompozisyonu da belirtmeden ge-

çemeyeceğiz bir oyun içinde bu kadar çeşitli tipi aynı usta-

lıkla oynayan ve takım arkadaşlarına pas vermek yerine ça-

lımı tercih eden Necdet’in neden oynatıldığını bir türlü an-

layamadık  onun  yerini  dolduracak  ve  Selim’in  karşısında

denk bir oyun çıkarabilecek başka birini tasavvur edemiyo-

rum  bunun  yanısıra  oyunun  yarısında  çıkarılmasını  da

oyuncuların morali bakımından doğru bulmadık şimdi siz-

lere  günün  diğer  maçlarından  aldığımız  en  son  haberleri

veriyoruz ikinci kemanlarla birlikte kornolar birinci temayı

verirken  viyolonsellerde  babasının  karakterine  uygun  bas

sesler duyulur ince bir flüt kahramanımızın şikâyetlerini fa-

gotlar refakatinde gittikçe hızlanan bir tempo içinde duyu-

rur ana tema yaylı sazlardan nefesli sazlara geçerken enfes

500



bir pas ve kalenin hemen yanından bir şut avut şimdi aldı-

ğımız  bir  haberi  veriyoruz  İzmir’deki  maç  sona  ermiş  baş-

bakan  ve  beraberindekiler  oyunu  sonuna  kadar  büyük  bir

ilgiyle izlemişlerdir tarafların sonucu değiştirmek için yap-

tıkları çabalar bir netice vermemiş ve maçın bu sonuçla bi-

teceği zannedilirken birden derinden ölüm temasını işleyen

trompetlerin  crescendoları  büyük  bir  ümitsizlikle  çırpınan

Selim’in tiradı sahneyi doldurur Turgut’a baba ben artık bu

evde  yaşamak  istemiyorum  yıllardır  ruhumuzu  öldürdün

bu evde hayatında bir roman okumadın bir sinemaya gidip

heyecanlanmadın  beni  ve  annemi  bu  çirkin  eşyanın  içine

hapsettin yemekten ve uyumaktan başka bir şey düşünme-

din bende bütün duygular senin bu inatçı duygusuzluğuna

karşı  gelişti  kuru  mantığınla  içimizi  kuruttun  sana  benze-

yen taraflarımdan ellerimden ayaklarımdan utanıyorum ih-

tiyarlayınca  sana  benzemekten  korkuyorum  kötülük  ede-

meyecek kadar kısır kafanda yalnız bizim için yaptıklarının

defterini  tuttun  bana  aldığın  ilk  elbiseden  verdiğin  son

harçlığa kadar hastalığımda uykusuz kaldığın gecelerin he-

sabına  kadar  kaydettin  bu  ağır  havalı  evin  içini  güzel  bir

müzik  sesiyle  bir  kitapla  süslememe  izin  vermedin  nasılsa

eve giren bütün güzelliklerin birer birer yok oluşunu kayıt-

sız bir sabırla seyrettin kanaryam öldüğü zaman bir yenisi-

ni  almadın  çiçekler  solunca  boş  saksıları  balkona  taşıdın

hiç duydun mu hediye diye bir sözün olduğunu insanların

birbirine aldıkları ve genellikle çocukları sevindiren hediye

bir gün elinde bir balonla eve döndün mü yaptığım resim-

ler için ağzından çaktığın çivilere dikkat et duvarları berbat

ediyorsun sözünden başka bir söz çıktı mı bu evde senden

başka varlıkların yaşadığını hiç düşündün mü ben bir kitap

okurken ne okuyorsun diye bir soru sordun mu beni elim-

den tutup bir gün parka götürdün mü sadece o soğuk man-

tığınla tenkit ettin elektriği açık bırakmışsınız pencereyi ka-

501



patmamışsınız  radyoyu  kapatın  başım  ağrıyor  roman  oku-

yup gözlerinizi yormayın boşuna elektrik yanıyor okuduk-

larınızın  hepsi  yalan  senin  bana  isyan  etmene  bu  kitaplar

sebep oluyor bu yüzden karşıma geçip bacak bacak üstüne

atarak  sigara  içiyorsun  yemeğin  suyu  bitmiş  altını  kısın

ayakkabılarının  burnunu  eskitmişsin  taşlara  çarpma  sen

başka  bir  söz  bilmez  misin  tuzluğu  Fransızca  istemekten

başka  kültürün  yok  mu  kapayın  pencereyi  üşüyorum  açın

pencereyi yanıyorum tek heyecanım ölüm ondan korkuyo-

rum  çok  yaşamak  için  iki  nefes  alıyorum  bir  nefes  veriyo-

rum gazetelerin bütün tavsiyelerini tutuyorum bak yaşlan-

dım  küçüldüm  neredeyse  gözden  kaybolacağım  öyle  hafif-

ledim  ki  evladım  neredeyse  gökyüzüne  uçacağım  aç  baka-

lım şu radyoyu belki sevdiğin bir şey çalıyordur sen askere

gittiğinden  beri  uzun  zamandan  beri  sahalarımızda  görül-

meyen ve gerek hazırlanışı gerek atılışı bakımından cidden

şayanı takdir bir goldü fakat ne oldu golün kahramanı Gür-

kan yerde yatıyor yardımcılar sahaya girdi geliyorlar kaldır

beni  evladım  ölüyorum  nefes  alamıyorum  yerden  kaldırı-

yorlar suni teneffüs yaptırmaya çalışıyorlar bir baygınlık ge-

çiriyor  galiba  salon  alkıştan  inliyor  Turgut  Selim’in  babası

rolünde  salonu  gözyaşlarına  boğdu  perde  tekrar  açılıyor

başbakan da bizzat alkışlıyorlar Turgut rolünün etkisinden

henüz kendini kurtaramamış Selim’in kollarında yatıyor bu

sırada  güzel  bir  hareket  oldu  Gürkan  topu  Necdet’e  vere-

cekmiş gibi yaptı ve soldan alkışlar üzerine tekrar sahneye

çıkıyorlar  alkışlara  mukabele  ediyorlar  başbakan  locasın-

dan ayrılıyor ve sanatkârları tebrik etmek üzere kulise mü-

teveccihen yola çıkıyor halk kendisini görebilmek için bir-

birinin üstüne çıkıyor tribünlerde dalgalanmalar oluyor on

beş  dakikalık  aradan  yararlanmak  isteyen  halk  büfeye  hü-

cum ediyor sanatkârların yakın dostları sahne arkasına ko-

şuyor bu arada memleketimizin mümtaz simalarını fuayede

502



görüyoruz sanatkârın bundan sonra üzerinde üç yıl çalıştığı

ve  biraz  sonra  konserin  ikinci  kısmında  dinleyeceğiniz

ölüm ve genç adam adlı senfonik şiir bestecinin Paris’te ge-

çirdiği sıkıntı ve ümit dolu ilk yıllarının bir ürünüdür form

olarak bir yenilik ihtiva etmemekle birlikte duyuş bakımın-

dan benzerleri arasında ayrı bir önem taşır icra edilmesinin

güçlüğü  ve  senfoni  repertuarının  vazgeçilmez  bir  parçası

oluşu eserin bünyesindeki çelişkilerin yanısıra dikkati çek-

mektedir  ülkemizde  ilk  defa  bugün  çalınacak  olan  eserin

yapısını  kısaca  incelersek  vuruşlu  sazların  antresiyle  tam

içeri girecekken sağ bek Necmi topu kafayla kaleden çıkarı-

yor  karşı  taraf  hesabına  büyük  bir  şanssızlık  bu  obuanın

ölüm  ve  yalnızlığı  işlediği  kısa  bir  solo  duyulur  programlı

müziğin tipik örneklerinden olan ve bir kısımlı senfoni for-

mundan izler taşıyan eserde aynı temin viyola ve trombonla

geliştirilmesinden  sonra  bütün  orkestra  üyeleri  sahnede

yerlerini  alıyorlar  uzun  zamandan  beri  konserlerden  uzak

kalan bugünkü konserin başarılı şefi göründü orkestra üye-

leri şefi ayakta alkışlıyorlar görülmemiş bir manzara bu yıl-

lardır yabancı takımlara karşı bir galibiyet alamayan takımı-

mız bugün İngilizleri sahadan sildi onlara acı bir yenilgi ha-

zırlıyorlar Türkiye’de futbol oynanıyor mu diyen antrenör-

lerinin  şu  andaki  halini  görmek  isterdim  evet  Türkiye’de

futbol oynanıyor ve bütün dünyaya bu arada futbolun beşi-

ğinden gelen İngilizlere öğretircesine oynanıyor tribünlerde

birçok seyirci benim gibi gözyaşlarını tutamıyor sevinç göz-

yaşlarını  evet  ağladı  ve  ağlattı  sahnede  evinde  dolaşır  gibi

rahat  ve  emin  adımlarla  dolaştı  oyunu  aşırı  duygusallığa

kapılmadan ve seyredenlerin sinirleriyle oynamadan denge-

li ve gösterişsiz bir şekilde yorumladı hiç konuşmadığı hal-

de ölçülü duruşu ve güzelliğiyle seyirciyi büyüleyen Günse-

li  Ediz’den  de  bir  iki  kelimeyle  bahsetmeden  geçemeyece-

ğim  şüphesiz  daha  önemli  rollerde  kendisini  daha  çok  al-

503



kışlamak fırsatını bulacağımız bu yeni ve taze kabiliyet bu

kısa rolünde bile dikkati çekmesini bildi ve hiçbir yapmacı-

ğa  başvurmadan  oyunun  akışının  sağlanmasında  üzerine

düşeni  fazlasıyla  başardı  başarısında  antrenörün  payını  da

kabul etmek gerekir durmadan dinlenmeden takımı bu bü-

yük maça hazırlayan ve karşı takımın oyununa göre takımı-

na  taktik  veren  ve  takımın  teşkilinde  büyük  sorumluluğu

üzerine alarak oyunun aksamamasında en büyük amil şüp-

hesiz  Selim’dir  sizlere  bugünkü  konserde  çalınan  eserler

hakkında  Turgut  Özben’in  hazırladığı  bir  konuşmayı  sun-

duk bu hususta futbolcu Gürkan diyor ki ben formumu Ya-

ma nebatî margarinlerine borçluyum siz de Gürkan gibi bir

futbolcunun daha uzun yıllar yetişmeyeceği işte gene Gür-

kan  Tural’a  aşırma  bir  pas  verdi  nerdesin  Tural  bir  an  için

sol açık mevkiinde sağa deplase olan Tural bu pasa yetişe-

medi yerine döndüğü sırada duyduğum ziller ikinci perde-

nin  başlayacağını  haber  veriyor  seyirciler  yerlerine  oturu-

yorlar bu arada emniyet müdürünü görüyorum kırmızı şe-

ritli resmî üniformasını giymiş yanındaki sivil polise birşey-

ler söylüyor eliyle sahneyi işaret ediyor ne dediğini duyamı-

yorum salon yavaş yavaş doluyor başbakan ve beraberinde-

kiler birinci perdeden sonra tiyatrodan ayrıldılar şimdi bü-

tün  seyirciler  salonda  yerlerini  aldılar  ön  sıralarda  tiyatro

dünyasının önde gelen simalarını görüyorum işte konserin

ikinci  yarısını  naklen  yayına  başlıyoruz  tanınmış  tiyatro

tenkitçisi Rıza Bey karısıyla konuşuyor Sema Hanım kendi-

sine  çok  yakışan  leylak  rengi  bir  gece  elbisesi  giymiş  gü-

lümseyerek Rıza Beyin anlattıklarını dinliyor yanında oyun

eleştirmenlerinden  Gürdal  Özdener  sanat  âleminin  tanın-

mış yüzlerinden Doktor Sancar da burada onu bütün kon-

serlerde tiyatrolarda görüyoruz Amerika’da ihtisasını yapar-

ken  aynı  zamanda  Yale  Üniversitesi’nin  tiyatro  bölümüne

de  devam  ettiği  söyleniyor  pek  yakında  Ankara’dan  bazı

504



oyuncularla birlikte bir avant garde tiyatro kuracağı da do-

laşan söylentiler arasında bu arada keman çaldığı da bilinen

doktor  karakalem  resimleriyle  de  ün  salmıştır  oyunların

yöneticiliğiyle  dekor  ve  müzik  işlerini  de  üzerine  alması

bekleniyor ikinci karısıyla birlikte pek mutlu görünüyorlar

İngiliz  ve  Fransız  kültür  ateşeleri  de  gelmişler  yanlarında

son piyesi Fransa’da oynanacağı söylenen şair Haşmet otu-

ruyor hararetli bir konuşmaya dalmışlar Fransız ateşe onun

anlattıklarını  gülerek  dinliyor  Haşmet  Beyin  dış  ülkelerde

başarılı bir sanat elçisi olacağından hiç şüphemiz yok karısı

yakında bir bebek beklediğinden bu geceki oyuna geleme-

miş Ozan Tiyatrosu mensupları da bütün kadrolarıyla tem-

sili  izlemeye  gelmişler  Ozan  Taray’ın  kucağında  oyundan

sonra sanatçılara sunacağı buketi görüyoruz kırmızı güller-

den yapılmış ve ince selofon kâğıdına sarılmış büyük bir çi-

çek demeti tanınmış çiçekçi Dalındakis tarafından hazırlan-

dığını tahmin ediyorum ayrıca Ozan Taray’ın genç karısı da

Japonya’da  uzun  yıllar  çiçek  düzeni  eğitimi  gördüğü  için

onun da hazırlamış olması muhtemel eliyle sahnenin çeşitli

kısımlarını  işaret  ederek  arkadaşlarına  herhalde  oyunun

sahneye  konuluşu  hakkında  birşeyler  anlatıyor  onun  he-

men  arkasında  tanınmış  sanatseverlerimizden  Gülçin  Ha-

nım  oturuyor  Avrupa’da  bir  iş  seyahatinde  olan  kocası  da

onun gibi sanat çevreleriyle yakından ilgilidir bu yıl Ahmet

Bey en başarılı tiyatro oyuncusu yöneticisi ve teknisyenleri-

ne verilmek üzere bir Ahmet Sevnal Ödülü tesis ediyormuş

ayrıca bir tiyatro ve sanat galerisi açacağı da rivayet ediliyor

sanat çevrelerimiz için sevindirici bir haber şüphesiz Ahmet

Beyin  oğlu  da  Harvard’da  yöneticilik  tahsil  ediyor  yurda

döndüğü zaman oğluna bir tiyatro hediye etmek Ahmet Be-

yin  uzun  zamandır  hayal  ettiği  bir  plan  şehrimizde  de  bir

sanat dostları derneği kurarak sosyetenin sanata karşı ilgisi-

ni  organize  etmek  üzere  teşebbüse  geçtiğini  de  ayrıca  öğ-

505



rendik  bu  konuda  gene  sanat  âleminin  yakından  tanıdığı

Pervin Hanım şimdiden kollarını sıvamış Ahmet Beyin ken-

di  evini  de  en  tanınmış  mimar  dekoratör  ve  ressamların

yardımıyla yapmasının diğer işadamlarına da örnek olması-

nı  sanat  namına  temenni  ediyoruz  bu  sanatsever  çifte  bu

alanda her zaman başarılar dileriz şimdi birinci perde başla-

madan  sizlere  anlatmış  olduğum  ahşap  avize  söndü  onun

hemen  üstünde  ve  ikinci  tavandan  sarkan  avize  de  yavaş

yavaş sönüyor kıymetli dekoratör Nevin Hanımın kreasyo-

nu  olan  bu  avize  tiyatronun  ilk  gecesi  bir  hayli  sansasyon

yaratmıştı Nevin Hanım son günlerde ülkemize gelen Hint

mütefekkirlerinden  Maharagan  Kurubapti’nin  müritlerin-

den  son  zamanlarda  sosyete  hanımlarımızın  bu  mezhebe

aşırı  bir  ilgi  gösterdiği  ve  Nevin  Hanımın  aracılığıyla  her

gün  üstadın  elini  öpmeye  gittiklerini  gazetelerde  okumuş-

sunuzdur  ışıklar  söndü  oyun  başlıyor  oyun  durdu  bütün

oyuncular penaltı noktası etrafında toplanmışlar hakem pe-

naltı noktasını işaret ediyor tribünlerden uğultular yükseli-

yor bizimkiler kararı çok ağır buluyorlar hakemin çevresine

yığılmışlar kaptan Sunay eliyle hakeme birşeyler işaret edi-

yor galiba yan hakemi gösteriyor yan hakeme sorun bir of-

sayt  var  diyor  herhalde  hakem  dinlemiyor  başını  sallıyor

oyuncuların  onsekizi  boşaltmalarını  istiyor  son  günlerde

Atayspor’a  transferi  günün  dedikodusu  haline  gelen  Ogan

topu tutmuş bırakmıyor bizce de karar biraz ağır fakat sol-

bek Haşim de solaçık karşısında biraz ağır kaldı topu adeta

ona teslim etti idarecilerin ifade ettiklerine göre bugünlerde

özel hayatına dikkat etmiyor geceleri geç yatıyormuş sütü-

nü  de  hiç  içmiyormuş  sabahları  iki  yumurta  yemezse  eski

formunu bulması imkânsız deniyor oyun durmuş vaziyette

hakem oyuncuların penaltı noktasından çekilmelerini bek-

liyor  Oskay  bu  yıl  takımına  büyük  masraflara  mâlolan  ve

nedense beklenileni veremeyen bu oyuncu hakemle tartışı-

506



yor Asspor’un bu yakışıklı oyuncusunun da filmcilerle an-

laşmaya vardığını ve pek yakında polisiye filmlerde başrol-

ler oynayacağını duyuyoruz birçok karpuzu bir koltuğa sığ-

dırmaya çalışan bu oyuncu aynı zamanda gayet iyi basket-

bol oynamakta ve yüz metreyi on bir saniyenin altında koş-

maktadır  idareciler  bu  tutukluğunun  geçici  olduğunu  ve

yeni  evlenmesinin  form  düşüklüğüne  yol  açtığını  kısa  za-

manda gene sahaların yıldızı haline geleceğini belirtiyorlar

geçen  futbol  mevsiminde  spor  yazarlarından  en  çok  yıldız

alan bir oyuncu olan Oskay’ın gene parlamasını biz de bü-

tün kalbimizle temenni ediyoruz oyuncular onsekizin dışı-

na çıktı penaltıyı soliçleri atacak Güney Amerika’ya transfe-

ri  günün  konusu  olan  bu  futbolcunun  İtalyan  sevgilisini

terkederek  Okyanus’un  ötesine  geçmesine  şimdilik  kimse

ihtimal  vermiyor  aynı  zamanda  bulunduğu  şehirde  spor

malzemeleri satan bir mağazanın da sahibi olan Olric’in da-

ha  uzun  zaman  sahalarda  parlayabileceğini  söyleyebiliriz

Olric gerildi bütün tribünler ayakta herkes nefes almaya da-

hi korkuyor kaleci kımıldamadan vaziyet almış bekliyor or-

talığı gergin bir sessizlik kapladı bütün oyuncular sahneye

çıktı  Günseli  sahnenin  sol  geri  köşesindeki  yerini  almak

üzere yavaş yavaş oraya gidiyor zarif bir hareketle sandalye-

sine oturdu gözlerini tavanda bir noktaya dikerek bekliyor

Turgut  ilk  perdedekinden  farklı  olarak  bol  paçalı  belden

sıkma bir pantalon ve jabolu bir gömlek giymiş Selim rop-

döşambrını  çıkarmış  eski  usul  bir  uzun  hırka  sanıyorum

Topkapı Müzesi’nin padişah kıyafetleri bölümünden esinle-

nerek çizilmiş bir kreasyon olacak bacağına yapışık ve kıs-

men XVII. asır saray kıyafetlerini kısmen dedelerimizin giy-

diği  uzun  paçalı  yün  donları  andıran  bir  pantalon  giymiş

başında kısa ve sık tüylü bir kalpak var bıyıklarını çıkarmış

beline koyu kırmızı sıkı bir kuşak sarmış sahnenin ortasına

doğru geldiler kavuştular Turgut ellerini arkasında kavuştu-

507



rarak  ayakta  Selim’in  konuşmasını  bekliyor  Selim  evet  sa-

yın dinleyiciler Olric kaleciyi sağ tarafa yatırarak soldan to-

pu ağlara gönderdi stadyumu derin bir sessizlik kapladı Se-

lim  sözlerine  devam  etti  babamı  gömdüğümüz  gün  hava

çok soğuktu bir gün önce yağan kar yolları kapamıştı cena-

ze arabası geç geldi zincir takmıştı ortalıkta törenin havası-

na uymayan bir durum seziliyordu ölümden korkan ihtiyar

dostları cenaze törenine gelmemişlerdi genç dostu Hasan’sa

ölüm korkusu bir hastalık haline geldiği için bir hayli para-

sını  alan  ruh  doktorlarının  romantik  hastalık  dedikleri  ra-

hatsızlığına  rağmen  cenazeyi  arabasıyla  uzaktan  izlemişti

üşümekten kimsenin üzülecek hali kalmamıştı öğle nama-

zından çıkan cemaatten cenaze namazını kılmaya kalan da

olmadı son günlerinde çok zayıfladığı halde tabut çok ağır-

dı ölüler ağır olurmuş kendilerini tutacak güçleri kalmadı-

ğından  olacak  imam  da  ellerini  ovuşturup  ısıtmaya  çalışa-

rak duasını aceleyle bitirdi fakir bir cenaze töreni bana ge-

lince her şey böyle zavallı ve derme çatma oluyor bir düzen

eksikliği  vardı  mezarlıktaki  tepenin  üstündeyse  soğuk  da-

yanılmayacak kadar artmıştı rüzgâr gözlerimizi donduruyor

mezara toprak atmak için küreği tutan eller yapışıp kalıyor-

du insanın babası hayatta bir kere ölür gördüğüm bütün ce-

nazelerde  rahmetlinin  kederli  ailesi  ağlamaktan  kızarmış

gözlerini  gizlemek  için  kara  gözlükler  takarlar  merhumun

yakınları onların koluna girip teselliye çalışırlar yoldan ge-

çerken  şapkasını  kasketini  çıkaran  seyirciler  durup  bekle-

yen  otomobillerdeki  yolcular  için  saygıdeğer  bir  manzara-

dır bu herkes bu törenin bütün inceliklerini bütün ayrıntı-

larıyla yaşar bizde bir telaş bir acele içinde her şey bir anda

olup bitti ne kara gözlük takabildim ne de mezarlıkta hıçkı-

ranların  arasında  ıstırabımı  bütün  haşmetiyle  duyabildim

ne  güzel  âdetlerimiz  vardır  hiç  bilmediğin  daha  önce  gör-

mediğin  kara  sakallı  genç  bir  hafız  ilerde  bir  mezar  taşına

508



oturur kimsenin işaretini beklemeden okumaya başlar son-

ra mezarın başındakilerden biri onun yanına gider birlikte

devam ederler soğuktan kimse gözünü açamıyordu ki ama

işin ucunda bir haksızlık seziyordum bana ve babama farklı

bir muamele yapılıyordu bütün mevsim üç gün kar yağmış-

tı  ertesi  gün  hava  açmış  karlar  hemen  erimeye  başlamıştı

bir bahar havası gelmişti sanki tabiatın bütün gazabı sanki

zavallı  ihtiyar  babam  içindi  ölüm  ilanı  bile  son  dakikada

verildi  uygunsuz  bir  saatte  ölmüştü  babam  birçok  gazete

kabul etmedi sayfalarını bağlamışlardı kimse görmedi gaze-

tedeki ilanı bugün bile yolda tanıdıklara rastladığım zaman

bana  hâlâ  sorarlar  babamın  nasıl  olduğunu  bir  sıkılganlık

gelir  üstüme  söyleyemem  bir  türlü  ne  anlatacaksın  baba-

mın bu kadar sönük bir şekilde ölmesinden utanırım iyidir

idare ediyoruz işte gibi birşeyler mırıldanır geçerim gözyaş-

larım yanaklarımı üşütüyordu Hasan Bey uzakta mezarlığın

kapısında  kaloriferli  arabasının  içinde  ölümden  korkuyor-

du  mezarcılar  toprağı  güçlükle  kımıldatıyorlardı  kimsenin

kabahati yoktu kimseyi suçlamak mümkün değildi gene de

ifade  edilmesi  güç  ölümden  öte  bir  haksızlık  olmuştu  bir

yıl sonra mezar taşını yerleştirirken taşın bir kenarını kırdı-

lar bütün bunlar unutuldu gitti beni hiçe saydıkları duygu-

suysa  iyice  yerleşti  içime  o  güne  kadar  hiç  ölü  görmemiş-

tim ölü görmeyi ondan bir parçanın ölümün bana bulaşma-

sı  gibi  bir  uğursuzluk  sayardım  hiç  görmezsem  sanki  hiç

ölmeyecektim  bu  duygu  da  silindi  içimden  zaten  hangi

özelliğimi koruyabildim özendiğim hangi işi sonuna getire-

bildim kimsenin cenazesine gitmem o günden beri bir kişi

eksik  olsun  törende  cenazenin  gösterişi  bozulsun  unutul-

madan  unutulsunlar  ne  kadar  sözünün  eri  bir  aileymişiz

babam ölüyorum dedi kollarımda ve öldü bu kadar işte bir

böyleyiz bizim de değerimiz anlaşılır bir gün elbette en ta-

bii bir şekilde öldü diye babamın mezarının başında da sa-

509



de fakat dokunaklı bir anma töreni yapılır şimdilik gürültü-

ye  gelmiş  vaziyetteyiz  bu  konuda  başvurabileceğim  bir

merci  de  düşünemiyorum  bütün  hayatımca  başvurabilece-

ğim merciler düşündüm her şikâyetim için ayrı bir merciye

gidiyordum onlara diyordum ki bütün istediğim haksız bir

muamelenin  düzeltilmesi  sayın  baylar  lütfen  beni  bir  kere

dinleyin beni bir kere dinlerlerse bütün karışıklıkların dü-

zeleceğine inanıyordum kendimi o kadar haklı görüyordum

ki  bütün  aksaklığın  bilmemelerinden  doğduğunu  sanıyor-

dum  bir  kere  dinleselerdi  beni  oysa  dinleyenler  de  oldu

neyse  geçelim  bunu  sayın  baylar  diyordum  mesele  gayet

basit dinleyin beni ne olur Turgut yetkili merci rolünde bu-

yurun sizi dinliyorum yalnız fazla vaktim yok sizin gibi bir-

çok  insan  kapıda  bekliyor  biraz  acele  edin  ah  ben  aceleye

gelemem acele denince şaşırırım bağırarak Turgut beni din-

lemeye  mecbursun  karşıma  insanlık  olarak  dikilemezsin

kimsenin  bu  hüviyete  bürünmesini  istemiyorum  karşımda

artık ben öldüm Turgut ölümle ödedim günahlarımın kefa-

retini bana sıradan bahsedemezsin artık insanlık batsın yal-

nız  beni  dinlemek  zorundasın  buraya  rüyalarımızı  gerçek-

leştirmek gerçek cenneti kurmak ve kötü hayalleri kovmak

üzere toplanmış bulunuyoruz onları gözyaşlarımızla mı eğ-

lendireceğiz onlar bu çeşit eğlenceyi daha çok severler ama

ne ağladık ne ağladık diye heyecandan titrerler birbirlerine

anlattıkça oysa biz onlara cenneti sunacağız cennet muhal-

lebiden duvarlar demek değildir sayın yetkili cennet insan-

ların birbirlerini dinlemeleri demektir birbirlerine aldırma-

ları birbirlerinin farkında olmaları demektir sen beni dinle-

yeceksin sayın yetkili benim reyimle oraya geldin bana ku-

lak  vereceksin  yanımdan  hışım  gibi  özel  muhafızların  ve

kurşun işlemez camlı arabalarınla rüzgâr gibi geçmeyecek-

sin öyle sahte bir samimiyet de istemiyorum benimle el sı-

kışırken  resimler  çektirmen  gereksiz  buyurun  evladım  sizi

510



dinliyorum  sakın  zile  basıp  beni  ilgili  memura  gönderme-

yin yalvarırım kendiniz dinleyin olur merak etmeyin baba-

nızın ölümü meselesini ele almış bulunuyoruz on altı ocak

tarihinin resmî tatil olarak takvimlere geçirilmesi için ilgili-

lere emir verdim hayır emir vermeyin kendiniz bizzat meş-

gul olun olurum ayrıca şehir meydanına bir heykelinin di-

kilmesini de belediye meclisi karar altına aldı yok yok hey-

kel  istemez  bazılarının  hoşuna  gitmiyor  üstelik  kuşlar  du-

rumu  bilmediklerinden  olur  olmaz  yerlerini  kirletiyorlar

merhuma saygısızlık oluyor taşı da değiştireceğiz aman sa-

kın ihaleye çıkarmayın uzar bunları bilseydi merhum bile-

mezsiniz  ne  kadar  memnun  olurdu  hele  oğlunun  bütün

bunlarla  uğraştığını  öğrenseydi  bakmayın  sert  görünüşüne

gizli  gizli  severdi  beni  kendine  göre  küçüklüğümde  uyur-

ken  okşarmış  herkesin  kendine  göre  bir  yakınlık  duyma

tarzı vardır teyzem de beni yavrum diye kollarıyla göğsün-

de  öyle  bir  sıkardı  ki  siz  bile  olsanız  korkar  odadan  dışarı

zor atardınız kendinizi babamın ölümünde de birden ken-

dini yere atıp öyle bir çırpınmaya başladı ki dört kişi kaldı-

ramadı yerden babama yapılacak törende de böyle aşırılık-

lara  kaçılmayacağını  umuyorum  yalnız  bu  vesileyle  söylev

vermek isteyen çok meraklı bulunur bunlara fırsat verilme-

mesini bilhassa rica edeceğim sormaya utanıyorum ama si-

zin  de  böyle  bir  niyetiniz  olduğunu  sanmıyorum  yaşarken

merhumu doğru dürüst bir kere bile görmemiş olanlardan

onun hayat hikâyesini dinlemek ağırıma gider doğrusu acı

hatıraları canlandırmakta ne fayda var üzülmeyin tören bü-

tün endişelerinizi giderecek bir şekilde ve yeniden değişti-

rerek  modern  icaplara  uydurduğumuz  eski  ölülerin  iadeyi

itibar törenleri hakkındaki 24 sayılı kararnamenin esasları-

na göre düzenlenecek böyle bir kararnamenin olmasına çok

sevindim insanın gönlü her konuda başvurabileceği bu gibi

yasaların bulunmasını istiyor kahveniz nasıl olsun yok zah-

511



met etmeyin daha bazı isteklerim olacak biliyorsunuz sade-

ce  kendim  için  gelmedim  buraya  fırsat  düştükçe  bu  arada

beni  de  rahata  kavuşturacak  hususlarda  yardımınızı  rica

edeceğim  biliyorsunuz  ben  de  öldüğüme  göre  belki  aynı

kararnamenin  maddelerinden  yararlanabilirim  başınızı  ağ-

rıtmazsam küçüklüğümde beni çok üzen bir vakaya kısaca

temas  edeceğim  hafızam  beni  aldatmıyorsa  dört  yaşların-

daydım o zamanlar babamın memuriyeti dolayısiyle bulun-

duğumuz N. kasabasında dere kıyısında iki katlı bir ahşap

evde  oturuyorduk  kapımızın  önünden  her  gün  çingeneler

geçerdi  tahta  kevgirler  içinde  leblebi  satan  ve  benim  çok

sevdiğim  çingeneler  herkes  onlarla  alay  eder  ayrıca  şimdi

anlıyorum  Hıristiyan  oldukları  için  onları  sevmezler  ve  is-

tavroz  çıkarmalarını  taklit  ederek  attım  ağzıma  gitti  karnı-

ma hem sağıma hem soluma diyerek arkalarından koşarlar-

dı zavallı İsa zavallı aziz Petrus ben pencerede onların hare-

ketini  tekrarlamaya  çalışarak  kendi  kendime  sorardım  ne

demek acaba ağzıma karnıma sağıma soluma bu hareketler-

le ne demek istiyorlar acaba çocukları sevmezdim onlar ka-

sabanın  seyyar  müzayedecisi  Ali  Ağanın  da  peşine  takılır-

lardı zavallı adam bir yandan onları kovmaya çalışırken bir

yandan da yorgun sesiyle kelimeleri gevşek bir şekilde uza-

tarak bağırırdı heydiii seet yüz on lireee heydiii seet yüz on

lireeee  şehrin  tek  sinemasının  sahibiyle  münasebette  bu-

lunduğu söylenen ve sinemanın reklamını elindeki çıngıra-

ğı sallayarak yapan Mazlum’un arkasından da çirkin sözler

söylerlerdi  Mazlum  Mazlum  sizi  sinemanın  içinde  basmış-

lar  diye  bağırırlardı  Mazlum  bir  gün  çocuklardan  birinin

yakasına yapışmış ve yuvalarından fırlamış gözlerini çocu-

ğun yüzüne dikerek o adam benim velinimetim bana bakan

o  adam  anladın  mı  diyerek  titrek  sesiyle  hıçkırmıştı  sonra

ayakkabılarının arkasına basarak tozlu yollara düşmüş gene

çıngırağını sallamıştı ... sinemasında bu akşam Şeyh Ahme-

512



tin Oğlu çok acıklı çok heyecanlı duyduk duymadık deme-

yin Şeyh Ahmetin Oğlu bu çocukları sevmezdim yanlarına

yaklaşmaktan korkardım bir gün çingenelerden birinin ço-

cuğu  benim  yaşlarımda  bir  oğlan  çocuğu  paçavralarını  çı-

kardı ve bizim evin biraz aşağısındaki derenin kıyısında de-

risinin  rengi  gibi  kirli  kara  derenin  sularında  yıkanmaya

başladı  sıcak  bir  gündü  herhalde  ama  bizim  oraların  sıca-

ğından ne olacak ağustosta soba yakılır geceleri iki yorgan

altında titrersiniz elleriyle göğsünü karnını ovuşturarak yı-

kanmaya  hem  de  ısınmaya  çalışıyordu  kirli  sularda  yüzü-

yordu yüzme bilmediğim için ona imreniyordum çakıl taş-

larıyla dolu çamurlu kıyıda paçavraları kirli bir taş gibi du-

ruyordu  birden  çocuklar  göründü  köprünün  üstünde  evi-

mizin  karşısında  ahşap  bir  köprü  vardı  ırmakta  yıkanan

çingene çocuğunu gördüler bir süre taş attılar ona pek isa-

bet ettiremediler ki koşarak köprüyü geçtiler ırmağın kıyı-

sına geldiler bir süre de oradan taş attılar sonra içlerinden

biri çingenenin paçavralarını gördü tuttuğu gibi hepsini de-

reye  fırlattı  çocuk  ağlıyordu  çocuklar  gülüyorlardı  belki

bunlar size pek dokunmaz ama bir arkadaşım var fakirleri

dilencileri ve bütün ezilenleri kucağındaki kundak çocuğu-

nu yüzünüze uzatarak dilenen çingene kadınları görmemek

için  yıllarca  sokağa  çıkmamıştı  bir  ruh  hastalığı  diyeceksi-

niz  bilmiyorum  çocuğun  dereden  çıkıp  üşüyen  vücudunu

kollarıyla sarmasını ve derede yüzen paçavralarına bakarak

ağlamasını hâlâ hatırlıyorum bunun için bir şey yapılamaz

mı  yoksa  benim  de  Necmettin  gibi  yıllarca  evde  oturmam

mı  gerekiyor  çekinmeyin  açıkça  cevap  verin  bana  yıllarca

çıkmadı  evinden  yemeğini  yattığı  odanın  kapısına  getirir-

lerdi  akıl  hastası  diyorsunuz  bir  şey  dediğim  yok  uzatma

olabilir  belki  de  akıl  hastasıdır  aklımızı  korumak  hiç  etki-

lenmemek  gerekir  sağlam  insan  yolda  sağına  soluna  bak-

madan  dosdoğru  yürüyen  adamdır  onun  her  şeyden  önce

513



düşünmesi gereken bir ailesi ve çocukları vardır akıl hasta-

nesine  yatırılırsa  kim  bakar  onlara  yani  bir  acıklı  durum

çıkmaz mı ortaya aşırı duygusallıktan yıllarca tutuklanma-

sına ve evinde gözaltına alınmasına çoğunlukla karar veril-

di ben muhalifim yazdık yazdık bu çingene çocuğu için bir

şey  yapın  yirmi  yıldır  atamıyorum  onu  kafamdan  olmazsa

benim için birşeyler yapın fakat biliyorsunuz bu çingeneler

panayırlarda kumar oynatır ve zavallı köylüleri soyarlar eli-

mizde çok delil var tamam bunu hallettik peki artık sokağa

çıkabilmekle  birlikte  geceleri  uyuyamayan  ve  odasında  sa-

baha kadar dolaşan Necmettin ne olacak onun da hastalığı

dementia bilmem ne tamam bunu da hallettik bilimin kısa

yoluna  hayranım  doğrusu  meseleleri  kestirme  yoldan  bir

çözüme bağlaması akıllara durgunluk veriyor akıl almaz bir

başarı demek biz yıllarca boşuna üzülmüşüz bazı terimleri

ve  tarifleri  bilseymişiz  bu  kadar  ıstırap  çekmeyecekmişiz

Necmettin’in iki arkadaşı var onlarda dementia filan da yok

birinin sakat bir oğlu var ötekinin de işi yok bir akşam bir-

likte içmiştik sizden iyi olmasınlar ne kadar efendi adamlar

bir  görseniz  içki  içmenin  adabını  biliyorlar  insanla  konuş-

manın  yolunu  biliyorlar  meyhaneci  bile  ne  kadar  candan

bir adamdı bütün bu kibarlık fakirlikten geliyor demek ko-

şarak sağdan çıkar bir yetkiliyi oynayan Turgut masanın ba-

şında bu masayı size tanıtayım evet bu arada Turgut’un dir-

seklerini dayayarak üzerinde düşünmeye başladığı bu masa

masif cevizden yapılmış olup oyunun yapısında önemli bir

yer  tutmaktadır  oyuncular  kızdıkları  zaman  bu  masayı

yumruklamakta  masa  başı  sohbetleri  yapmakta  yetkililer

dilekçe  sahiplerini  bu  masanın  başında  kabul  etmektedir

kanun  otoritesini  temsil  eden  bu  koyu  renkli  masa  idare

edenlerle  idare  edilenler  arasında  çok  kere  aşılmaz  bir  du-

var gibi duran başvurulan yetkilileri devrimci saldırılardan

koruyan  ve  temsilin  belli  başlı  mizansenini  teşkil  eden  bir

514



eşyadır masanın kötü niyetlileri durdurucu özelliği kaybo-

lursa anarşi çıkar bu özelliğinin korunması için sık sık sist-

re  ve  cila  yapılarak  göz  kamaştırması  gerekmektedir  nite-

kim  emniyet  müdürü  de  şu  anda  yanındaki  yardımcısına

masayı işaret ederek bazı emirler veriyor yüzünün ifadesin-

den  anlıyorum  herhalde  cilası  kalmamış  bir  elden  geçiril-

mesi gerekiyor orası burası sallanıyor Selim’in her yumruk

vuruşunda dağılacakmış gibi titriyor kabilinden tenkitlerde

bulunuyor  yardımcısının  ellerini  iki  yana  açmasından  ne

yapalım  beyefendi  tahsisat  yok  dediğini  tahmin  ediyorum

Selim  girer  baba  burada  ne  arıyorsun  sen  ölmedin  mi  bu

kız kim Selim seni tanıdığını söylüyor sana uzun zamandan

beri bahsetmek istiyordum baba geçen gün sen koltuğunda

otururken karşında bir süre dikildim söze nereden başlaya-

cağımı bir türlü bilemedim ölmediğine sevindim bugünler-

de  devamlı  rüya  görüyorum  zaten  mahşer  günündeki  gibi

herkes ayakta her birine ayrı ayrı sevinmekten nereye baka-

cağımı  şaşırıyorum  iyi  bir  aile  kızı  mı  sana  uygun  mu  ne

zamandan  beri  tanıyorsun  çoktandır  baba  sana  bir  türlü

söyleyemedim karşılaşmanız ne mutlu bir rastlantı tıpkı rü-

yalardaki  gibi  isteklerimizin  birden  gerçekleşmesi  gibi  sa-

kın  suratını  buruşturma  pek  güzel  bir  şey  değil  diye  çok

efendi  kız  benimle  çok  terbiyeli  konuştu  seni  anlattı  tabii

seni  beğenmesi  mühim  değil  seni  kim  beğenmez  niyetin

ciddi  mi  babası  zengin  mi  biliyorsun  senin  için  düşündü-

ğüm bırak bunları şimdi baba olmaz ben ilerisini düşünme-

ye mecburum seni çoktandır görmedim ne yapıyorsun şim-

di  çok  fazla  vaktim  yok  mektebini  bitirdin  mi  bitirmiştim

baba yalnız dün gece rüyamda iki dersten ikmale kalmışım

bir  yanlışlık  olacak  herhalde  yarın  gece  imtihana  girerim

hemen  nişan  yapmayı  düşünüyor  musun  evet  baba  benim

de  fazla  vaktim  kalmadı  bir  an  önce  bitirelim  bu  işi  fazla

izin vermiyorlar olmaz böyle birdenbire bütün işlerini ace-

515



leye getirdin bırak bunu da istediğimiz gibi yapalım kızı ba-

basından isteyelim babası yok ki baba olsun birinden iste-

yelim  işte  ben  onu  hiç  görmemiş  olayım  onu  gördüğümü

unutayım bize kahve pişirsin sen anlamazsın baba ben her

şeyi hazırladım yüzükleri bile aldım göster bakayım bunları

da nereden buldun herkesin aldığı gibi doğru dürüst olan-

larını seçemez miydin kimbilir kaç para vermişsindir benim

tanıdığım bir kuyumcu vardı ona giderdik hiçbir şeyi önce-

den haber vermezsin ki buna da şükür baba ben nişanlan-

dım diye gelmedin ya aman Allahım mesela Hüsnü Bey gel-

miş  senin  oğlan  nişanlanmış  diyor  ne  yapacaksınız  nerede

yaşayacaksınız anlaşılan o da senin gibi evlenmek ciddi bir

iştir  oğlum  iyi  düşündün  mü  düşünecek  vakit  yok  baba

uzatma bana yardım edecek misin bu kadar çabuk bilmem

ki  ne  yapacağımı  şaşırdım  ben  sana  durumu  anlatıyorum

baba bunun aceleyle ilgisi yok vakit geçiyor gitmek zamanı

yaklaşıyor  kararını  ver  bize  yardım  et  her  ihtiyacını  ben

karşılamadım mı seni en iyi mekteplerde okutmadım mı sa-

na kötü bir şey öğrettim mi daha konuşmaya başlamamış-

tın  hatırlamazsın  tabii  kucağımda  bütün  kasabayı  dolaştı-

rırdım seni hamama götürürdüm kendi elimle yıkardım bir

gün hamamın önündeki yokuştan aşağı inerken ayağım ka-

yınca  senin  bir  tarafını  incitmeden  nasıl  düşmüştüm  nasıl

korkmuştum nasıl ağlamıştın uzatma baba beni tek başıma

hareket etmek zorunda bırakma daha mektebini bitirmemiş

sabrımı  tüketme  baba  rüya  olduğunu  söyledim  baba  ben

rüya bilmem ölüm de bir rüya değil mi ben de önce kork-

muştum  nereden  bileceksin  bu  kadar  ısrar  ediyorsun  yü-

züklerinizi ben takayım o halde biliyorsun bugünlerde du-

rumum  çok  sıkışık  dişlerimi  yaptırdım  yeni  radyo  aldım

annen çok ısrar etti koltukların kumaşını değiştirdik böyle

daha  iyi  olmamış  mı  Hüsnü  Beyin  tanıdığı  bir  döşemeci

yaptı yalnız masrafını aldı senin aklın ermez ki böyle işlere

516



gitmiş şu biçimsiz yüzüklere dünyanın parasını vermiş söz

dinlemezsin  ki  koltukları  alırken  de  böyle  olacak  perde

yaptırırken de hep aldatacaklar seni bakkaldan yumurta al-

masını bilmez evlenmeye kalkar hayırlısı olsun o da senin

gibi  tecrübesiz  ne  yapacaksınız  ikiniz  koca  dünyaya  karşı

kim yardım edecek size ben üstüme düşeni yapacağım yü-

zükleri takacağım en iyi konuşmalarımdan birini hazırlaya-

cağım sizler için zaten herkes bana gelir Hüsnü Beyin kızı-

nın nişanında da ben konuşmuştum şurâyı devlet azası Na-

zım Bey bile gelip tebrik etmişti öyle lafı uzatma evlendir-

me memuru bile benim gibi konuşamaz evet biliyorum bu

işi  iyi  yaparsın  nedense  elbette  sen  beni  beğenmezsin  ama

geçen gün bir iş için bakanlığa gitmiştim ayrılırken müste-

şar kapıya kadar geçirdi paltomu tuttu bu kızın bir büyüğü

yok  mu  teyzesiyle  oturuyor  şimdilik  iyi  ondan  isteriz  işte

yüzükleri de yanıma alayım mı olmaz önce istenecek sonra

takılacak hatta arada gidiş gelişler de olur ya ondan vazge-

çelim benim aceleci oğlum nişanı kız tarafı yapar ne tarafı

baba  olmaz  bir  yemek  vermeliler  muhakkak  söyle  zeytin-

yağlı  dolma  da  yapsınlar  yalnız  içini  fazla  kavurmasınlar

baba beni yerin dibine geçiriyorsun rica ederim temiz göm-

lek giy o gün pantalonunu da ütület boru gibi olmuş o yağlı

kravatını  da  takma  yeni  pabuç  al  diyeceğim  ama  almazsın

hiç  olmazsa  bunları  boyat  sakın  yemekleri  tenkit  etme  bir

de sözün bitince uyuklama sakın kıyameti koparırım habe-

rin olsun N. kasabasındaki mal müdürlüğü hikâyelerine de

başlama yemek biter bitmez de gitmeye kalkma anneme de

söyle  çocukluk  hikâyelerimi  anlatmasın  merak  etme  seni

mahcup  etmeyiz  senin  gibi  birini  bulmuşlar  daha  ne  isti-

yorlar kimsenin bana bayıldığı yok baba Günseli teyzesi ro-

lüne girer Selim’in babası rolünde Turgut ona yaklaşır mah-

cup  bir  gülümsemeyle  hanımefendi  biz  geleneklerimize

bağlı  olduğumuz  için  her  ne  kadar  hanım  kızımızla  bizim

517



oğlan anlaşmış bulunuyorlarsa da âdet olduğu üzere biz er-

kek tarafı olarak siz kız tarafından hanım kızımızı oğlumu-

za  Allah’ın  emriyle  isteyerek  her  iki  tarafın  da  buna  rıza

göstermesiyle ve aynı zamanda kızınızın ve oğlumuzun bu

işe  istekli  olmaları  sebebiyle  onların  da  muvaffakatının

alınmış olduğuna evveliyetle emin olduğum için bu birleş-

meye sizin de vaziyet icabı razı olmanızı ve her iki gencin

de bizlere her ne kadar gösterdikleri istical yaşımız icabı ga-

rip geliyorsa da nihayet evlenecek olan bu çiftin nişanları-

nın da bir an önce yapılmasını ve kadere boyun eğmemizi

niyaz eder hürmetlerimin kabulünü rica ederim aman efen-

dim biraz acele olmadı mı böyle hiçbir hazırlığımız yok çar-

şafları dikemedim bohçalar hazır değil böyle işlerde siz da-

ha iyi bilirsiniz acele işe şeytan karışır daha damat pijaması

bile ısmarlanmadı konu komşuya haber veremedik efendim

her işte bir hayır vardır bütün eksikler zamanla tamamlanır

ben  evlendiğim  zaman  haydi  baba  kalk  gidelim  dur  daha

sözümü  bitirmedim  insan  bir  kere  yapar  bunu  hayatta  bı-

rakmazsın  ki  gidelim  baba  terliyorum  bunalıyorum  daha

kızımızı  görmediniz  daha  kahve  pişirmedi  gördük  gördük

sıkılıyorum nefes alamıyorum ne olur çıkalım buradan dur

evladım daha yeni geldik nişandan konuşmadık daha adliye

vekilinin bana nasıl ben Günseli’ye anlatırım o da teyzesine

anlatır  ilk  günden  bitirme  anlatacaklarını  ileride  çok  vakit

olacak  şimdi  gençler  böyle  sözü  ağzına  tıkıyorlar  insanın

hiçbir  hikâyemi  sonuna  kadar  dinlememiştir  yüzüme  bak-

ma öyle ben ne dediğimi biliyorum akşam olmaktadır sah-

ne  kararır  gerideki  pencerenin  boşluğundan  yapma  bir  ay

görünür sahnedekiler konuşmalarına devam ederler ne de-

dikleri duyulmaz Turgut ve Selim çıkarlar Selim tekrar girer

nihayet baş başa kalabildik sevgilim hayır kalamadık kala-

mayız ben hiçbir zaman yalnız kalamam seni de üzeceğim

hayaletler  beni  daima  rahatsız  edecek  seni  istediğim  gibi

518



dinleyemeyeceğim  daima  aklım  bir  çalıya  takılacak  huzur-

suzluğum beni bir gölge gibi takip edecek bu yükü taşıya-

mazsın boşuna çırpınma senin gibi bir insanla birlikte yaşa-

mayı  ilk  düşündüğüm  zaman  görseydim  seni  belki  başka

türlü olurdu oysa o zamandan beri o kadar karanlıklar yı-

ğıldı ki istesem de atamıyorum yaşamak artık beni yoruyor

önemli bir olay yaşamadan sadece yaşamak bile yordu beni

insanlarla  birlikte  olmak  onların  sözlerine  cevap  vermek

nasılsınız demek içeri girerken merhaba ayrılırken hoşçaka-

lın gene görüşürüz demek konuşmaları izlemek ne demek

istedi  acaba  söylediğimi  anladı  mı  ne  demek  istedi  acaba

yanlış bir şey mi yaptım acaba söylediğini anladım mı o ka-

dar çok insan var ki o kadar çok olay birden oluyor ki biri-

ni  izlemek  isterken  başkasını  kaçırıyorum  birini  duyarken

ötekini görmüyorum yetişemiyorum kan ter içinde kaldım

sigaramı  yakarken  ne  söylediğinizi  anlayamadım  kahvemi

içerken kapının açıldığını görmedim biri daha mı geldi bir

şey daha mı oldu ipin ucunu kaçırdım tek bir şeyi bile izle-

meyi beceremedim kapıdan çıkmayı düşünürken pencereyi

kapatmayı unuttum sizce gülümseyeyim derken onun elini

sıkmak  gerektiğini  görmedim  oysa  sen  bakışlarınla  başka

istekler ifade ediyorsun beni yeniden yaşamaya yeniden ıs-

tırap çekmeye zorluyorsun yaşamak aynı zamanda yaşamış

olduklarını  hatırlamak  demektir  hatırladıkça  bunalıyorum

neden babam bizi bu karanlığa boğdu neden bu evden bir

türlü  çıkamadım  neden  yamalı  çoraplarımı  ilk  giydiğim

gün sokağa atmadım neden bütün isyanlarımı kafamda ya-

şadım hiçbir gerçek yaşantım olmasaydı daha kolay geçire-

bilirdim zamanı yaşamak diye bir gerçek olduğunu bilmez-

dim oysa sen bana ilk gerçek yaşantıyı tanıtmakla yaşama-

dığım  bütün  hayallerimin  gerçekleşebileceği  saplantısına

kapılmama  sebep  oldun  demek  onları  da  yaşayabilirmişim

demek  senin  oğlunun  bu  hali  ne  olacak  diyenler  haklıydı

519



baba ne olacak bu halim benim Hüsnü Bey benim var oldu-

ğumu sezmeliydin Günseli beni arayıp bulmalıydın bu ka-

dar geç kalmamalıydın hiçbir mazeret kabul etmiyorum be-

ni yanlış hayallerle avuttunuz sonra da benden canınız sıkı-

lınca yeter artık bu karanlık diyerek savunmasız zavallılığı-

mı  düşünmeden  beni  hayatın  ortasına  attınız  itiraz  ediyo-

rum itiraz ediyorum sayın başkan oturuma son verilmesini

talep ediyorum kimse beklediğini bulamadı bilet parasının

iadesini talep ediyorum zarar görenlerin mahkeme masraf-

larıyla birlikte tazminat almasını ve temyiz yolu açık olmak

üzere  kararın  bana  hemen  bildirilmesini  talep  ediyorum

suçluyum suçumu kabul ediyorum cezamın hafifletilmesini

istemiyorum  saygılar  sunarak  aranızdan  ayrılıyorum  oyun

bitti maç bitti konser bitti spikeriniz Korhan Saygın huzu-

runuzdan ayrılırken sizlere iyi bir tatil günü diler perde ka-

panıyor salon boşalıyor hademeler boş gazoz şişelerini top-

luyorlar ortalık süpürülüyor haftaya aynı gün ve aynı saatte

buluşmak üzere şimdilik hoşçakalın her ne kadar sürekliy-

se  de  oyunumuz  biraz  ara  verdiğimize  aldırmadan  gene

buyrunuz üzülecek bir şey yok eğer kuruysa tuzunuz susu-

nuz  susunuz  susunuz  artık  uyusun  dinlensin  artık  bütün

hayatı boyunca dinlenmeyi hiç düşünmedi akıl edemedi ce-

saret edemedi boş durduğu zamanlar suçlu hissetti kendini

çalıştı  okudu  ıstırap  çekti  korktu  endişe  etti  fakat  hiç  boş

kalmadı  eğer  ortaya  bir  değer  koymasını  bilemediyse  din-

lenmeyi de bilmedi değer yaratmayan faydasız emek alışve-

rişte geçmeyen kullanılma değerini yitirmiş emek yani bü-

tün emekleri yani tavana bakarak düşünmesi yani boş yere

ıstırap  çekmesi  başkalarının  her  dediğine  uyarak  oradan

oraya  sürüklenmesi  yani  kimsenin  ve  bu  arada  özellikle

kendisinin değer vermediği emek bu emeği hor gördü baş-

kaları hem hiç yoktu şakaları ne oldu Günseli uyudum mu

korkma sevgilim biraz daldın kötü bir şey yok emek mi di-

520



yordunuz bırak canım aklını yorma bir şey demedik dedi-

niz dediniz benim emeğimdi söz ettiğiniz konuşmaya değ-

mez  benim  emeğimi  kimse  pek  istemedi  isteyenler  de  hay

Allah  bak  aklıma  ne  geldi  Günseli  bir  arkadaş  vardı  yani

ben arkadaş diyordum ona onun bir şey dediği yoktu böyle

bir  iddiası  yoktu  o  zamanlar  para  sıkıntısı  içindeydi  nere-

den aklıma geldi bu hikâye bir kitap hazırlayacaktı tabii ha-

zırlamadı  sonunda  o  ayrı  hikâye  bana  İngilizce  bir  kitap

verdi bu kitaptan bazı kısımlar çevirmek gerekiyormuş he-

men sarıldım işe öyle az bir şey değil yüz sayfaya yakın be-

nim  İngilizcemle  oldukça  büyük  bir  iş  gece  geç  vakitlere

kadar çalışıp bitirdim zaten ne yapıyordum önemli bir işim

yoktu  ki  boş  geçmesin  zaman  diye  bana  iyilik  olsun  diye

yaptırdı  bu  işi  elbette  üzüldüğüm  o  değil  sonra  tercümeyi

bitirince ona verdiğim zaman bana anlat ne oluyor dedi el-

bette ben daha iyi biliyordum ne oluyor hikâyenin sonunda

diye sordu kahraman çok hastalanıyor ama sonunda iyileşi-

yor dedim ölmüyor çok üzüldü hay Allah dedi bana veren-

ler ölüyor dedilerdi şimdi bir işime yaramayacak işine yara-

mayacağı  için  açıp  okumadı  da  elbette  işine  yaramayacak

bir  hikâyeyi  hem  de  yüz  sayfa  kadar  neden  okusun  yalnız

şüpheyle yüzüme bakıyordu sanki yok canım bana öyle gel-

mişti  belki  ölüyordu  sonunda  ben  mi  anlamamıştım  ola-

mazdı  tabii  hayal  kırıklığına  uğramıştı  hikâyeden  istediği

gibi yararlanamayacağı için antoloji gibi bir şey hazırlıyor-

du alacağı hikâyelerin hepsinin sonunda kahramanlar ölü-

yordu  uzun  süre  beklemişti  tercüme  etmem  için  utanarak

özür  diledim  elimden  bir  şey  gelmezdi  anladı  üzüntümü

hoşgördü  vah  vah  zahmet  oldu  dedi  hikâyenin  sonunda

kahramanın  ölmediğine  tam  inanıp  inanmadığını  da  anla-

yamadım  ona  İngilizce  öğretmek  bak  dostum  işte  sen  de

gör ölmediğini demek istedim şüphe altında kalmak istemi-

yordum bu isteğim de içimde kaldı ah ne olurdu sonunda

521



ölüyor kahraman deseydim daha önce nasıl bitmesini iste-

diğini söylememişti ki hikâyenin ben emek verdiğim konu-

larda böyle hayal kırıklığına uğrarken uğraşmadığım konu-

larda  bir  yerlere  varıyormuşum  nereden  bileceksin  meğer

ben meyhanelerde içerken üniversitede bir yandan da çalı-

şıp duruyormuşum benim için bir diploma hazırlıyorlarmış

eksik  olmasınlar  beni  çok  aramışlar  vermek  için  bir  gün

yolda giderken üniversiteye rastladım ben daha durun yahu

ne oluyor ne zaman demeye fırsat bulamadan elime diplo-

mayı tutuşturuverdiler anlaşılan başkalarının sahteliği mey-

dana çıkmasın diye bana da göz yummuşlardı çalışmadığım

işlerde  para  kazanıp  isteyerek  verdiğim  emekleri  ziyan  et-

meye  başladım  böylece  beni  bir  masanın  başına  oturttular

işte kalem işte yetki dediler sen oldun artık dediler ben du-

rumu  henüz  kavrayamamıştım  birtakım  adamlar  geliyor

beyefendi şunu nasıl yapalım bunu nasıl yapalım diye soru-

yorlardı  önce  onların  önünde  diz  çökerek  ben  masumum

buna üniversitedekiler sebep oldu bırakın beni demek geldi

içimden  fakat  sıkılganlığımdan  söyleyemedim  bunu  söyle-

yebileceğim  bir  hava  yoktu  ortada  biraz  garip  kaçacaktı

başka çıkar bir yol aradım karşı masada oturan ve benden

tecrübeli birinin hareketlerini taklit etmeyi denedim baktım

o insanlara nasıl cevap veriyor şöyle şöyle yapın diyor ben

de bana gelenlere durumumu belli etmedim artık onun gibi

şöyle şöyle yapın dedim adamlar gittiler şöyle şöyle yaptılar

günlerce  korku  içinde  sonucu  bekledim  her  sabah  telaşla

gazeteyi  alıyor  bir  felaket  haberi  olup  olmadığına  bakıyor-

dum  günler  geçti  bir  ses  çıkmadı  zamanla  alıştım  bu  işe

arasıra gene foyam çıkacak diye endişeye kapıldığım olduy-

sa  da  olmayana  ergi  metoduyla  ne  zaman  susulacağını  ne

zaman konuşulacağını az çok öğrendiğimden şimdilik idare

edip  gidiyoruz  işte  herkes  birbirine  saygı  gösteriyor  çok

başka bir anlamda bu koca ülkeyi bu basit ilkeye dayanarak

522



idare  ediyoruz  maşallah  bu  güne  kadar  da  bir  ses  çıkmadı

fakat nedense ben yoruldum Selim yorulmuştu taş atmadan

kolu yorulmuştu son zamanlarda pek konuşmuyordu artık

gözlerini sabit bir noktaya dikip öylece oturuyordu yıpran-

dım diyordu emekliliğimi isteyeceğim arkadaşlarını dolaşı-

yor  ihtiyar  bir  adam  gibi  yorgunluktan  hastalıktan  şikâyet

ediyordu ciddi görünmemeye çalışarak sol tarafıma yakında

inme  inecek  galiba  diyordu  dün  iki  merdiven  çıktım  nefe-

sim  kesildi  artık  eskisi  gibi  çalışamıyorum  çocuklar  çabuk

yoruluyorum okurken gözlerim ağrıyor bir hafta kadar has-

ta  olmaya  niyetliyim  evde  yatacağım  muhakkak  beklerim

gelmezseniz  darılırım  bu  hafta  bizde  toplanalım  gelecek

hafta  da  Güner  enfarktüs  olacak  yemeklerimizi  alıp  hep

birlikte  ona  gideceğiz  yalnız  onu  konuşturmak  yasak  tabii

heyecanlandırmaya  gelmez  hastalık  beni  geçen  hafta  hafif

bir  yokladı  sol  kolum  uyuştu  bir  süre  biraz  ovdum  geçti

yalnız bu hafta daha kötü belirtilere hazır olmalıyım müsa-

adenizle  daha  gideceğim  yerler  var  doktor  çok  oturmayı

tavsiye etmiyor biraz dolaş diyor merdiven çıkma heyecan-

lanma daha çok yaşarsın fazla başınızı ağrıtmayayım hasta-

lığıma beklerim unutmayın sakın daha haber verecek yerle-

rim var işte geldim son günlerde kendimi hiç iyi hissetmi-

yorum  sol  gözüm  seyiriyor  dairede  kendime  izin  verdim

gerçekten de işine uğramaz olmuştu rahmetli babam da ay-

nı hastalıktan öldü dolaşmadığım doktor kalmadı hepsi de

hiçbir  şeyin  yok  kederlenme  diyorlar  ama  ben  bilmez  mi-

yim göğsümde bir sıkışma var kendimin doktoru oldum ar-

tık her zaman böyle neşeli değildi zavallı sevgilim derdi ya-

rım bir adamın yanında çile dolduruyorsun benimle birlik-

te ihtiyarlayacaksın gençliğinin rengi solacak dikkat ediyo-

rum ihtiyar adamlarla evlenen genç kadınların kısa bir süre

sonra tazeliği gidiyor yaşlı bir görünüşe bürünüyorlar ihti-

yarlık  bulaşıcı  bir  hastalık  sanki  ihtiyarlar  çevrelerindeki

523



gençlerin gençliğini emiyorlar bitiriyorlar onların gençliğini

sömürüyorlar sadece gençlikle besleniyorlar Esat’ın bir kız-

kardeşi vardı Aysel güzel bir kız hasta annesinin son günle-

rinde  suyu  çekilmiş  bir  çiçek  gibi  solmuştu  annesi  öldük-

ten  sonra  tekrar  dirildi  canlandı  çiçek  açtı  ölüm  üzüntüsü

bile ondaki bu canlılığı gizleyemedi yaşlılardan uzak durun

onların  kanınıza  girmesine  izin  vermeyin  işte  sen  de  be-

nimle birlikte soluyorsun sevgilim gözlerinin ışığı parlaklı-

ğını  kaybediyor  gözlerinde  göremiyorum  kendimi  artık

kendimi seyretmekten de hoşlanmıyorum aynalarda vitrin-

lerde  su  birikintilerinde  görmek  istemiyorum  kendimi  za-

yıflığı  görülür  bir  şekilde  artmıştı  yemek  yiyemiyordu  içki

içemiyordu gizli bir hastalık sanki içini kemiriyordu azalı-

yorum bitiyorum diyordu ortadan kaldırılıyorum eski silik

bir  para  gibi  piyasadan  çekiliyorum  yerime  yenisini  basa-

caklar  kimse  farketmeden  yavaş  yavaş  sönüyorum  divana

uzanır  gözlerini  tavana  diker  saatlerce  konuşmazdı  ben  de

bir  söz  söylemeye  korkardım  kuvvetle  söylenmiş  bir  sözle

biraz fazla bir gürültüyle dağılıp parçalanacakmış gibi gelir-

di  bana  her  an  kırılacakmış  gibi  bir  hali  vardı  dokunmaya

kıyamazdım  gözlerimle  onu  okşar  zavallı  sevgilim  derdim

çok yorulmuşa benziyorsun dinlen biraz uyu biraz kımılda-

madan yattığı yerden birden kalkar bütün gücünü toplaya-

rak yorulacak bir iş yapmadım yaşamak gerek derdi birlikte

çıkardık Selim sabahlara kadar meyhanelerde gece kulüple-

rinde içer dans eder bambaşka bir insan olurdu bana altı ay

evinde kapanıp altı ay dışarda çılgınca bir hayat yaşayan ai-

le dostlarından birinin hikâyesini anlatırdı bir otomobil ka-

zası  sonunda  akıl  dengesinin  bozulduğu  söylenen  bu  zen-

gin adam Allah’tan zengindi böyle bir hastalığı Allah fakir-

lerin  başına  vermesin  derdi  ilkbaharda  sürekli  bir  coşkun-

luğa kapılır su gibi para harcardı her isteyene para verir ol-

mayacak işlere girişir ziyafetler sabaha kadar süren eğlence-

524



ler  birbirini  kovalardı  cebinde  para  kalmayıncaya  kadar

harcar borçlanır senetler imzalar akıl almayacak kadar bor-

cu birikirdi bir sürü dolandırıcı hayali işler için ondan para

sızdırır fabrikalar kurmak için arsalar maden ocakları imti-

yazları alınır Anadolu’dan akın eden bazı açıkgözler şöhreti

bütün yurda yayılmıştı otel paralarına kadar ona ödettikten

sonra  ortadan  kaybolurlardı  hiç  kimseye  kızmaz  işlerinin

yolunda gittiği inancıyla yeniden borçlanıp yatırımlar yap-

maya devam ederdi fakat talihin garip cilvesi olacak üzerine

bir türlü fabrika kuramadığı arsalar birden değerlenir yığdı-

ğı  malzemeler  pahalanır  ona  ocak  diye  yutturdukları  arazi

parçalarında  maden  bulunurdu  borçlar  ödenip  bitmeden

yeniden  borçlanır  yeni  maceracılar  ortaya  çıkar  bu  delice

gidiş altı ay kesintisiz sürerdi bu çılgınlık devrelerinden bi-

rinde elli yaşlarındayken birden evlenme hevesine kapılmış

ve muazzam bir düğün yaparak genç bir kadın almıştı mut-

lu çift şehrin en lüks salonlarından birinde merdivenlerden

inerken orkestra düğün marşını çalıyordu gelin yüz elli ki-

loya yakındı içkiler su gibi akıyor misafirler sayısız yemek-

lerin sıralandığı büfede yer kapmak için birbirini çiğniyor-

du  coşkunluğu  her  alanda  kendini  gösterirdi  korkunç  ye-

mek yerdi sofraya konulanı hemen bitirirdi salata konulun-

ca içkiler gelmeden temizlenirdi evinde devamlı yemek pi-

şirilirdi  ve  devamlı  biterdi  dolaba  yemek  kaldırıldığını  gö-

ren yoktu karısı gittikçe şişmanlıyordu yemeklerin daha pi-

şerken  yarısını  yiyordu  Selim  onların  yemek  yerken  soluk

alışlarını  hâlâ  duyar  gibiydi  ikisi  de  yemeğin  yarısına  var-

madan nefes nefese kalıyorlardı sonra altı aylık durgunluk

devresi başlardı altı ay evden hiç dışarı çıkmazdı oturduğu

koltuktan  kalkmazdı  yemek  yemezdi  misafir  için  pişirilen

bir  fincan  kahve  için  masraf  oluyor  diye  homurdanırdı

masraf oluyor masraf oluyor bütün gün bu homurtu duyu-

lurdu evde akşama doğru büyük koltuğundan kalkar ocak-

525



ların  altını  söndürür  ışıkları  kapatır  bir  kuruş  sarfetmeye

korkardı  borç  senetlerini  ödemez  mahkemelere  düşer  bü-

tün  dostlarının  onu  aldattığı  kuruntusuna  kapılarak  garip

sebeplerle hepsini dava ederdi beni aldatıyorlar diye söyle-

nir kimseyle görüşmez eve gelenlere kendisini yok dedirtir

koltuğuna  büzülür  kalırdı  sen  olmasan  ben  de  divanıma

büzülüp  kalacağım  bir  şeyden  korkuyordu  neden  korktu-

ğunu  söylemiyordu  sorumu  anlamamış  gibi  yüzüme  bakı-

yordu  büyük  bir  koltuk  alacağım  ben  de  beni  her  taraftan

saran büyük bir koltuk odada başka bir eşya bırakmayaca-

ğım  koltuğu  bir  köşeye  koyacağım  duvara  doğru  çevirece-

ğim  oturacağım  ve  bir  daha  kalkmayacağım  dinleneceğim

saçımın telinden ayak tırnağıma kadar sürekli ve yavaş ya-

vaş  dinleneceğim  her  hücremi  ayrı  ayrı  dinlendireceğim

uzun uzun dinlenecek her parçam hiçbir duyguya kapılma-

dan  hiçbir  şey  düşünmeden  dinleneceğim  çevremi  yavaş

yavaş örümcek ağları saracak küçük örümcekler saçımdan

ellerimden koltuktan ayaklarımdan yere doğru ince örgüle-

rini  taşıyacak  kirpiklerimi  çok  görmekten  yorulmuş  olan

gözlerimin  kapalı  kapakları  ucunda  birleşen  kirpiklerimi

dizlerime bağlayacaklar hafif bir örtüyle üstümü örtecekler

yumuşak ağlarını üstümden atacak kadar dermanım kalma-

yacak  beni  saran  ağlara  sineklere  ve  örümceklerin  onları

yemesine arasıra gözlerimi açtığım zaman kayıtsız bir şekil-

de seyirci kalacağım arasıra da sinek filan bulamadıkları za-

man  beni  oramdan  buramdan  ısırmalarına  biraz  biraz  ye-

melerine  de  seyirci  kalacağım  hiçbir  şey  kıpırdatamayacak

beni terkedilmiş bir ev gibi duracağım orada bekleyeceğim

ne bekleyeceksin Selim bilmiyorum bilsem de anlatabilece-

ğimi sanmıyorum bir sigara ver bana o kadar az şey isteme-

ye  başlamıştı  ki  sevinçle  koşarak  ona  bir  sigara  yakardım

kaç  gündür  sigara  içmedim  biliyor  musun  Günseli  adımı

tekrarlamaktan  Günseli  demekten  hoşlanırdı  sigara  başını

526



döndürür  duygulanır  gülümserdi  beni  yıkın  artık  Günseli

derdi  üstünüze  çökmeden  yıkın  beni  yerime  cam  mozaik

cepheli bir apartman yaptırırsınız size iki daire on bin lira

da para verirler geçinir gidersiniz çok beklemeyin sonra üs-

tümden yol geçirirler belediyeden metelik alamazsınız fena

mı iki daire birinde oturursunuz birini kiraya verirsiniz üst

katımda  oturun  alt  katımı  kiraya  verin  sağlığımda  bir  işe

yaramadım  hiç  olmazsa  enkazımdan  birşeyler  kazanırsınız

eski bir ahşap ev olmak hoşuma giderdi yıkıcıya verirsiniz

kalıntılarımı  derdi  oradan  da  birkaç  kuruş  geçer  elinize

adamlar gelirler kapılarımı camlarımı tahtalarımı birer birer

sökerler tuğlalarım bile işe yarar işe yaramayan kısımlarımı

da  bir  kamyona  koyar  götürürler  o  kısımlarım  bile  bir  işe

yarar bir çukuru doldurur sonra bir dozer gelir bir düzeltir

al sana yeni bir arsa sağlığımda iyi kötü taraflarımı yıkıcıla-

rın yaptığı gibi ayıklayabilseydin belki içimde oturulabilirdi

fakat masrafa değmez hangi tarafımı tamir ettireceksiniz yı-

kıp yeniden yapmak daha ucuza gelir bununla birlikte ha-

nımefendiciğim  bende  oturmanızdan  çok  memnundum

müddei  hayatımda  nice  baharlar  gördüm  en  güzeli  geçen

bahardı  seninle  geçirdiğim  bahar  yaşamanın  tabiat  içinde

meydana  gelen  bir  olay  olduğunu  bana  yeşil  rengin  gözü-

nüzdeki  yansımaları  haber  verdi  içimde  yıllardır  biriken

tartışma  tortularını  eritmiştiniz  fakat  nedendir  içimde  bu

melali  hüznün  şarkısını  sizlere  Selim  Işık’ın  tamburundan

çıkan seslere kulak verirseniz gerçekten de hastaydı bir gün

üniversitede  bir  arkadaşına  uğramıştı  adı  galiba  Kenan’dı

seni  iyi  görmüyorum  Selim  demişti  dinlenmelisin  gerçek-

ten  biraz  dolaşınca  soluksuz  kalıyordu  yatmalısın  demişti

yatmalıyım  demişti  bu  konuşma  bir  işaret  olmuştu  o  gece

ateşi yükselmeye başladı yatağa düştü evine gidemiyordum

bir gece ateşler içinde bana geldi hastalıktan çok ümitsizlik

yıpratıyordu  onu  iyileşmek  için  bir  isteği  yoktu  benimle

527



birlikte  olduğu  saatlerde  iyileştiğini  sanıyordu  yattığı  yer-

den fırlıyor iyileşiyorum diye bağırıyordu oysa hastaydı Ke-

nan’a gitmemiş olsaydım bu hastalığı hiç duymamış olsay-

dım diye yakınıyordu günde on kere ateşine bakıyordu an-

nesi hasta durumda evden çıkıp dolaşmasından endişeleni-

yordu peki Günseli herkes birşeyler yaparken ben neredey-

dim o zaman ne yapıyordum nasıl anlamıyordum olup bi-

tenleri Selim hastalığını kimseye sezdirmemeye çalışıyordu

insanlar gene onunla ilgilenmezlerse o zayıf halinde bu ha-

yal kırıklığına dayanamamaktan korkuyordu kendini heye-

cana kaptırmaktan insanlara gene öfkelenmekten onlarla il-

gilenmekten  korkuyordu  kimseyle  görüşmüyordu  çevresi-

ne kuşkuyla bakıyordu kimseye güvenmiyordu bir bakıma

bana  da  güvenmiyordu  sezdirmeden  kendini  toparlamaya

kimseye  muhtaç  olmadan  düzelmeye  bana  da  hastalığının

ciddiyetini sezdirmemeye çalışıyordu bir iki hafta hiç uğra-

madığı oluyordu herkesi ben ararım kimse beni aramaz bir

yandan da iyidir bu tutum derdi bir insanı istemediğin za-

man görmezsin bu huyuna alışırlar senin aramanı beklerler

bir yandan da hazindir sen aramayınca kimsen yoktur yal-

nız başına yaşarsın yalnızlığını bir yandan da sitem ederler

neden  aramadın  beni  derler  oysa  onlar  hiç  aramazlar  özel

izinleri belgeleri mi var aramamak için bilemiyorum kusur

kimde  bende  olduğunu  söylüyorlar  benim  anlattığım  gibi

değil de çok daha ince ve mantıklı ve aynı zamanda psiko-

lopatolojik  açıdan  açıklıyorlar  elbette  ben  burada  söyleye-

mem o güzel sözleri bir daha fakat şu kadarını belirteyim ki

sonunda  beni  kandırıyorlar  hayır  kandırıyorlar  dememeli-

yim sonra tekrar gelirler kelimeyi yanlış kullandığımı sözle-

rini küçümser bir ifadeyle konuştuğumu söylerler hayır ha-

yır  kabul  ediyorum  dilim  sürçtü  ikna  ettiniz  demek  iste-

miştim hayır istemiyorum bu sözleri artık fakat ben bir ku-

sur  işledim  aramadım  diyelim  onun  ilgisi  buna  mı  bağlıy-

528



mış  anladım  evet  evet  tabii  sen  aramamı  istemezsin  diye

düşündüm  tabii  ne  incelik  bu  incelikler  yüzünden  ölüyo-

rum  zaten  ayrıca  haksızlık  ediyorum  adresimi  de  bilmez

bazısı peki ben nereden biliyorum onlarınkini vermek iste-

mem belki diye sormamışlardır demek benden yüzsüzü yok

adresleri istiyorum kapı kapı dolaşıyorum peki anladık bir

daha zor bulursunuz beni ne acıklı değil mi bütün hayatın-

ca arkadaşlığın önemini haykıran Selim Işık’ın başına bun-

lar geliyor oysa ben neler istiyorum neler istiyorsun canım

insanların üstüne dünyanın bütün yıldırımlarını yağdırsam

da sevilmek özlenmek istiyorum bütün gürültümün çocuk-

ça olduğunu aslında sevgiden ilgiden geldiğini anlamalarını

öyle sanmalarını istiyorum peki diyorlar neden yapalım bü-

tün  bunları  neden  öyle  sanalım  kimsin  sen  diyorlar  reisi-

cumhurbaşkanı mısın evet reisicumhurbaşkanıyım evet as-

lında  bütün  temel  atma  törenlerine  bütün  açılışlara  resmî

geçitlere  şenliklere  resmî  kabullere  ziyafetlere  balolara  dü-

ğünlere kokteyl partilere anma törenlerine beni çağırmalısı-

nız kaç para eder sizin reisicumhurbaşkanlarınız benim ya-

nımda hangisi benim kadar yürekten katılır sevincinize he-

yecanınıza adamın işi başından aşkın bir de sizinle mi uğra-

şacak birçoklarına da gelmez gelse de baştan savma bir ko-

nuşmayla hayal kırıklığına uğratır sizi özene bezene hazır-

ladığınız  yiyeceklerinizin  üstüne  elinin  parmağının  ucuyla

şöyle bir dokunur bütün endişeleriniz boşa gider yemekler

kalır hiçbirinizin doğru dürüst elini sıkmaz törenin düzen-

lenmesinde emeği geçenler şöyle bir uzaktan görür onu oy-

sa  beni  çağırsanız  bilseniz  ne  memnun  kalırdınız  her  biri-

nizle ayrı ayrı meşgul olurdum ne kadar beğenerek ne ka-

dar çok yerdim yemeklerinizden sevinçten şaşkına dönerdi-

niz yazık Günseli böyle bir insan bu kadar yakınımızda ya-

şadı  bütün  benliğini  bu  kadar  açıkça  ortaya  koydu  hayır

koymadı haksızlık etti anlatmalıydı hayır olmazdı parçalar-

529



dık onu kabuğundan çıkmış bir kaplumbağa gibi yerdik oy-

sa  kabuğunun  içinde  yavaşça  yok  olmayı  tercih  etti  daha

fazla  incinmemek  için  duygusuzluk  ve  alay  kabuğunun

içinde korunmaya çalıştı bütün ömrünce anlaşılmayı bekle-

di kendi gibi olmayanları idrak edemeden yaşadı hepimizin

elini sıkmaya hazırdı evet Turgut hazırdı hazırım bütün ko-

nuşmalarım hazır yalnız çağrılmayı bekliyorum rica ederim

buyurmaz  mısınız  demeniz  yeter  her  ne  kadar  yolunu  bil-

miyorsam  da  bu  kadar  önemsiz  bir  kusur  için  beni  harca-

mazsınız  herhalde  sayın  vatandaşlarım  eksik  olmayın  beni

hatırlamak  inceliğini  göstererek  buralara  kadar  zahmet  et-

mişsiniz size ikram edebileceğim duygularımı lütfen kabul

buyurunuz evet bana uğramıyordu merak ediyordum bana

kalırsa insanlarla arasında isteyerek bir uçurum yaratıyordu

onları imkânsızlığa itiyordu milyonlarcası için doğru saydı-

ğı düşüncelerini duygularını birkaç kişinin bozmasını iste-

miyordu Günseli onları da senin gibi imkânsızlığa mahkûm

ediyordu  çaresiz  bırakıyordu  amansızca  saldırıyordu  öyle

acılaşıyordu ki ona artık kimse dayanamasın kimse yüzünü

görmek istemesin diye bilerek eziyet ediyordu son günlerde

bu gücünü de kaybetmişti yenilgiyi kabul etmişti haksızlı-

ğından artık zevk almaz olmuştu sadece o güne kadar onu

ayakta tutan sinir kuvvetinin kalıntılarıyla yaşıyordu ya da

yaşamıyor  uyuyamıyor  düşünemiyor  yiyemiyor  sadece  ol-

maya devam edebiliyordu evden çıkmak üzereydim birden

gazeteyi  gördüm  kapının  altında  Selim’in  resmini  gördüm

ikiye katlı gazetenin alt kısmında Burhan’ın gazeteciliği onu

çok kısa bir süre meşhur etti onu sütunların arasına sıkış-

tırdı  evet  ben  de  hatırlıyorum  alışılmışın  dışında  bir  satır

yoktu  yüz  bin  resim  yüz  bin  Selim  bir  gazeteyi  dört  kişi

okuduğuna göre okuyup yazması olmayanlar da resme ba-

kabildiğine  göre  onlara  da  bir  anlatan  bulunmuştur  bir  de

on iki yıl önce bir okul salonunda oynadığı bir piyesin res-

530



mi çıkmıştı gazetede iki gün sonra da bu mektup geldi pos-

tayla  göndermiş  mezarlığa  götürülüşünü  uzaktan  izledim

yazık  farketmedim  sizi  mektubu  okuyacak  mısınız  hayır

bilmem evet bir mektup da benim elime geçmişti o zaman

okuduğum zaman fakat hayır tabii şimdi o günden beri her

şey o kadar değişti ki tanınmayacak kadar değişti o zaman

beni tanımadığınız ne iyi olmuş Günseli cesaret edemedim

gücüm  de  yoktu  iyi  olmuş  ne  yüzle  karşınıza  çıkacaktım

anlamadım  anlamayın  böyle  daha  iyi  değil  mi  herkes  bir

günde aziz olmaz mektubu verir misiniz Günseli son gün-

lerde öyle bir durumdayım ki bir iki dakika bile aklımı to-

parlayıp düşünemiyorum sevgilim şeytan bilir nelere takılı-

yorum neler düşünüyorum günlerdir yatıyorum hastalıktan

mı bilmiyorum şimdi biraz düşünebileceğimi hissediyorum

ve  uzun  süredir  aklımda  yüzen  belirsiz  bir  cismi  aydınlat-

maya karar verdim evet aklım gene karışmadan acele etme-

liyim  ölmeye  karar  verdim  Günseli  vakit  geçirmeden  yap-

malıyım  bunu  yoksa  ne  olacağımı  nereye  sürükleneceğimi

tahmin  edemiyorum  bu  kısa  aydınlıktan  yararlanmalıyım

ne yazık senin için ne yazık bunu karşılıklı konuşamayaca-

ğız  ve  düşündükçe  ürperdiğimi  itiraf  ederim  ölümü  değil

senin bu satırları okuduğun zaman ölmüş olacağımı acıklı

şeyler  yazmak  istemiyorum  acıklı  sözler  benim  üzerimde

etkisini kaybetti fakat seni etkileyecektir bunu düşünmeli-

yim  her  şeyi  iyi  hesap  etmek  zorunda  olduğum  için  özür

dilerim  fakat  düzeltmek  imkânım  kalmayacağı  için  buna

mecburum yıllardır hayalimde bu mektubu yazacağım insa-

nın beni kurtarmasını yaşadım fakat şimdi bu hayalden çok

uzak olduğuma göre hayatımda hiç olmazsa bir kere hatasız

hareket etmek zorundayım mektubu attıktan sonra hemen

yapmaya  kararlıyım  biliyorsun  biz  Işık  ailesi  sözümüzün

eriyiz bizim kaderimiz bu hiçbir şey yazmasaydım daha mı

iyi olurdu diye düşündüm fakat bunu daha büyük bir insaf-

531



sızlık saydığım için her şeyi yazmak istiyorum biraz sonra

meydana  gelecek  olayın  ayrıntılarını  yazmayacağım  onları

nasıl  olsa  öğreneceksin  belki  beni  de  kararsızlığa  götürür

ne yapacağımı çok açık bilirsem belki elim titrer seni sevi-

yorum fakat neresini düzelteceğimi bilmediğim bu yaşantı-

mı sürdürmenin anlamsızlığını seziyorum yok olmaya doğ-

ru hızlı bir gidişin farkındayım henüz koruyabildiğim bazı

özelliklerim  varken  daha  insan  olduğumu  hissederken  bu

gidişe bir son vermeliyim yoksa çok geç olacak ve kendimi

affetmeyeceğim  seni  seviyorum  ve  beni  unutmanı  istiyo-

rum ben seni bir an için de olsa unutabileceğimi düşünerek

buna girişiyorum Selim olmayan bir Selim görmektense hiç

görmemek daha iyidir bana inan düşün ki gittim ve bir da-

ha aramadım seni bir daha beni görmeyeceğine göre böyle

düşünemez misin senin varlığına rağmen böyle düşünebili-

yorsam sana bir sadakatsizlik var işin içinde beni görmeye-

cek olduktan sonra var olup olmamanın ne önemi kalır sa-

dece yaşadığımı bilmen seni nereye götürür görüyorsun bi-

raz  daha  gevezelik  etmek  istiyorum  yeteri  kadar  yazdığım

halde kalemi elimden bırakamıyorum bunu biraz da taban-

cayı henüz masamın üstüne yerleştirmemiş olmama borçlu-

yum dışarı çıkacağım mektubu postaneye götüreceğim en-

gel olamamak ne yazık değil mi bana kalan süreyi bu kadar

kesin  belirttikten  sonra  biraz  daha  anlatabilirim  herhalde

seninle biraz daha konuşmamda kötü bir şey yok sen de bu

satırları  okurken  benimle  biraz  daha  konuşmuş  olacaksın

bunu düşünmek güzel annemi tanımadın bundan sonra ta-

nımanın da bir yararı yok sanıyorum sen ve annem bu res-

mi  güzel  bulmuyorum  kafamda  annemi  üzeceğini  biliyo-

rum bu olayın ama dayanır herhalde beni bencillikle suçla-

maya  başlayıncaya  kadar  dayanırsa  mesele  yok  bu  sürenin

kısa  olmasını  temenni  ediyorum  bunun  dışında  insanlarla

ilişkimi kestiğim için kimseyi düşünmüyorum kimse üzül-

532



mek zorunda kalmayacak senin için de son günlerdeki pe-

rişan durumumla birşeyler yaptığımı seni de biraz hazırla-

dığımı  sanıyorum  birlikte  geçirdiğimiz  güzel  bir  günden

sonra kendimi öldürerek yıldırımla vurmuyorum seni ya da

bana öyle geliyor şimdi şu anda artık ne kadar yaşayacağımı

bilmenin  rahatlatıcı  bir  düşünce  olduğunu  ve  kâbuslardan

gelecekten korkmadığımı söyleyebilirim düşün son günler-

de  ne  duruma  gelmiştim  artık  bilmem  bu  ıstırap  daha  ne

kadar sürecek gibi bir alaturka şarkıya yer yok yaşantımda

yarın sabah kalkınca kim bilir gene ne olacak endişesi yok

bu duruma ben bile zor inanıyorum gene tatsız birşeyler ol-

ması ihtimali nasıl ortadan kalkar diyorum birkaç gün önce

sevmediğim  kimselere  birer  mektup  göndererek  onları  ha-

yatlarının  sonuna  kadar  üzecek  ya  da  üzeceğini  sandığım

sözler  yazmayı  düşündüm  ne  yazık  ki  insan  ölmek  üzere

olduğu anda bile hayal gücünün eksikliğinden olacak yeteri

kadar kötülük edemiyor bizi tutan bu garip engeli şimdi bi-

le anlayamıyorum son fırsatı da kaçırdığım için biraz mah-

zunum belki müthiş bir ümitsizlik anında yapabilirdim bu-

nu fakat talihin garip cilvesi gücüm yok tam bu sırada kuv-

vetim tükendi bu adamlara hadlerini bildirmek gerekiyordu

neyse  fazla  üzülmemeliyim  ölmenin  nedeni  bu  değil  beni

odama kapanmış kendimi duvardan duvara atarken düşün-

meni istemiyorum böyle bir durum yok beni unutmanı is-

tediğim halde bunu yapamayacaksan beni güzel bir durum-

da düşünmeni isterim onun için beni hiç görme ne demek

istediğimi  anlıyorsun  herhalde  senin  için  daima  güzel  ve

bozulmamış bir bütünlük içinde kalmak istiyorum gereksiz

ayrıntıların  aklındaki  resmi  bozmasına  razı  değilim  kötü

hatıralar  insanın  aklından  kelime  olarak  çıksalar  bile  gö-

rüntü  olarak  kalırlar  kimsenin  fazla  üzüleceğini  sanmıyo-

rum yaşarken ilgilendiğim birkaç kişiyle olur ya görüşmek

istersin  benden  bahsederken  ortak  anılarınız  olamayacağı

533



için sizi bir arada düşünmek bana kötü görünmüyor aydın

kişileri saymıyorum Ankara’da eski bir iki arkadaş vardı Sü-

leyman  Kargı  vasıtasıyla  bulabilirsin  onları  Kargı’dan  sana

söz etmiştim sanıyorum yalnız uygun bir fırsat bulup söyle-

yememiştim  birkaç  şarkıdan  ibaret  uzunca  bir  yazım  var

onda  belki  bir  gün  okursun  yolun  o  şehre  düşerse  fazla

duygulanma yazılırken de fazla duygulanılmamıştır yazma-

nın  çekiciliğine  kapılıp  biraz  ileri  gittiğim  söylenebilir  bir

aldatmadır belki de uzunca bir şakadır ne yazık bir kopya-

sını almamışım belki okunmaya değer bir duruma getirebi-

lirdim  ilk  yazıldığı  gibi  öyle  düzeltilemeden  kaldı  şimdi

sorsan  başından  sonuna  kadar  anlatamam  Süleyman  da  il-

ginç adamdır garip içine kapalı biraz kendini beğenmiş ar-

tık görüyorsun yakınlarımı da yargılıyorum bu kadar imti-

yazı  çok  görmezsin  bana  herhalde  Süleyman’da 


Yüklə 1,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin