c. 'Overflow' proteinüri: Bu durum, nefronun
normal geri emme kapasitesini aşacak dereceden daha
çok miktarda düşük molekül ağırlıklı protein
üretilmesine bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Bu
proteinlerin hemen hepsi immunoglobulin hafif zincir
proteinleridir (multipl myelom, benign monoklonal
gammapati vb).
Yazımızın bundan sonraki bölümünde glomerüler
proteinüri etiyolojisi, proteinüriye bağlı hasar
mekanizmaları ve tedavi yaklaşımları üzerinde
durulacaktır.
Proteinüriye bağlı hasar mekanizmaları:
Yukarıda proteinüri gelişme mekanizmaları kabaca
verilmiştir. Bu bölümde ise proteinürinin meydana
gelen hasar üzerindeki etkisi ve bunun mekanizmaları
anlatılacaktır.
Bugün, proteinüri, altta yatan primer hastalığın bir
bulgusu olmasının yanı sıra, nefronlara hasar veren bir
başka etken olarak da görülmektedir. Tarihsel olarak
bakıldığında; 1978 yılında Cameron ve arkadaşlarının
nefrotik düzeyde proteinürisi olan hastaların
prognozunun, nefrotik düzeyde proteinüri
geliştirmeyen hastalara göre belirgin kötü olduğunu
göstermesi, yine benzer sonuçların mezengiokapiller
(6) ve membranöz glomerülonefritli (7) hastalarda da
rapor edilmesi, proteinüri ve renal hasarın ilerleyişi
arasındaki ilişkinin ilk kanıtlarıdır. O yıllarda, bu
durumun uzun süreli nefrotik sendromun glomerüler
kapillerlerde trombüse yol açmasına bağlı olduğu ya da
direkt olarak proteinüriye bağlı hasar geliştiği iddia
edilmişti.
Takip eden dönemde, nefron kaybını karşılamak
için sağlam nefron başına düşen glomerüler filtrasyon
hızının (GFR) artırılmasının ve buna bağlı gelişen
glomerüler hipertansiyonun, zaman içinde altta yatan
hastalık ortadan kalksa bile, sağlam nefronlarda da
hasar oluşmasına yol açtığı anlaşılmıştır (8). protein
ultrafiltrasyonuna yol açtığı iddia edilmiştir (9).
Bu örneklere rağmen proteinürinin böbrek hasarı
ile direkt ilişkisinin kesin olarak kabul edilmesi
doksanlı yılları bulmuştur. Yine bu yıllarda Bertani ve
arkadaşları proteinüri, tübülointerstisiyel hasar ve
böbrek yetmezliği arasındaki ilişkiyle ilgili önemli
teoriler ortaya atmışlardır (10).
Günümüzde glomerüler hasarın temelinde artmış
intraglomerüler basıncın ve eşlik eden inflamasyonun
rolü açık olarak bilinmektedir. İntraglomerüler basınç
artışı, esas olarak üç ana sebepten dolayı; var olan
nefron kaybını karşılamak amacıyla kompansatuar
olarak, diabates mellitus örneğinde olduğu gibi renal
vazodilatasyon sonucu ya da glomçrüler hastalık
sonucu geçirgenliğin bozulması ve buna bağlı olarak
glomerüler filtrasyon hızının azalmasına bir tepki
olarak düzeltici amaçlı ortaya çıkabilir. Artan basınç,
direkt mekanik etki ile endotel hücre hasarına,
mesengial hücreler üzerinde yarattığı baskı ile de
inflamatuvar sitokinlerin ve büyüme faktörlerinin
salınmasına yolaçar. İnflamasyon ise zaten var olan
hasarın artmasına sebep olur ve bu iki etken kısır
döngü ile birbirlerine bağlanırlar. Proteinüri ise bu iki
etkenin hem sonucu hem de sebebi olabilmektedir.
Sonuç olarak, günümüzde; proteinürinin eşlik
ettiği glomerülopatilerde, glomerüler kapiler bariyer
üzerinden gerçekleşmekte olan anormal protein
trafiğinin hastalığın bir parçası olmasının yanı sıra
intrinsik bir toksisiteye yolaçtığı ve hastalığın
ilerlemesine doğrudan katkısı olduğu kabul
edilmektedir. Proteinürinin bu etkisi, esas olarak
128
v a r o l a n i n f l a m a s y o n u a r t ı r m a s ı n d a n
kaynaklanmaktadır. Buna yönelik kanıtlar arasında
atılan protein miktarının, tübülointerstisiyel infiltrattaki
-inflamatuar hücre ve özellikle T lenfosit miktarı ile
ilişkisi olması gösterilebilir (11). Özellikle T lenfosit
miktarı, böbrek fonksiyon kaybının bir göstergesi
olarak kabul edilmektedir. Proteinürinin
tübülointerstisiyel hasarı artırmasına yol açan birden
fazla mekanizma var gibi gözükmektedir. Bu
mekanizmalar aşağıda özetlenmiştir:
• Uzun süreli ve fazla miktarda protein geri
emilimi proksimal hücre fonksiyonunu bozmakta ve
lizozomal enzim kaçağına yol açmaktadır (10).
• Albumin geri emilimi sırasında albumin ile
birlikte yağ asitleri de emilmekte, bu yağ asitleri
kapiler duvarlarda ve interstisiyumda birikerek
kemoatraktan aktiviteleri sayesinde inflamasyonu
uyarmaktadırlar (12).
• Filtre edilerek tübüler alana geçen kompleman
faktörleri, özellikle proksimal tübül hücrelerine
bağlanarak aktive olmakta ve hücre hasarına yol
açmaktadır (13).
• Transferrin gibi bazı moleküllerin proksimal
hücreler üzerinde doğrudan toksik etkileri vardır (14).
• Protein geri emilimi, özellikle proksimal tübül
hücrelerinde, gen transkripsyonunu da etkilemektedir.
Yapılan in-vitro çalışmalarda; lipidden arındırılmış
albumin, transferrin ve immunoglobulin G'ye maruz
bırakılan proksimal tübül hücrelerinin konsantrasyona
bağımlı şekilde giderek artan miktarlarda endotelin-1
sentezledikleri gösterilmiştir (15). Albumin ve
transferrinin monosit kemoatraktan protein (MCP-1)
geninin transkripsiyonunu uyardığı, bu uyarının
luminal protein geri emiliminin lizin aracılığıyla
engellenmesi halinde ortadan kalktığı gösterilmiştir
(16).
• Benzer şekilde albuminin RANTES sitokinin
miktarında artışa yol açtığı bilinmektedir (17). Kültür
hücrelerinde MCP-1, RANTES ve endotelin-1'in,
tübülointerstisiyel alandaki hasarın lokalizasyonuyla
uyumlu olacak şekilde, bazolateral bölgelerde
kümelenmeye eğilimli oldukları da bilinmektedir (18).
Endotelin-1, MCP-1 ve RANTES ile ilgili bu in-vitro
çalışmalar in-vivo gözlemlerle de uyumludur.
M o l e k ü l e r d ü z e y d e i n f l a m a t u v a r gen
transkripsyonunun artmasına yol açan faktör, nükleer
faktör-kB'dır (NF-kB). Normalde proksimal hücre
sitoplazmasında inaktif durumda bulunan bu faktör,
proksimal hücre içindeki albumin ve idrarla atılan
protein miktarının artmasına paralel olarak artmakta ve
inflamatuvar gen transkripsiyonu üzerindeki
engellemeyi ortadan kaldırmaktadır (19).
• Proteinüriye eşlik eden inflamasyonda,
normalde proksimal hücre bazal duvarda bulunması
gereken T lenfosit CD40 reseptörleri tübüler duvara
kaymaktadır (20). T lenfositlerine bağlanmış proksimal
hücreler daha fazla inflamatuvar sitokin ve
kemoatraktan üretmektedirler.
• Protein geri emilimine bağlı hormonal (artmış
glukagon ve IGF-1 salınımı) ve intrarenal (artmış
sodyum emilimi sonucu aktive olan tübüloglomerüler
geri uyarı) değişikliklerle ortaya çıkan hiperfiltrasyon
ve artmış intraglomerüler basınç söz konusudur.
Proteinüri, bu etkilerinin yanısıra, glomerüler
hipertansiyona, intraglomerüler ozmotik basıncı
artırarak ve hiperfiltrasyona yolaçarak da katkıda
bulunmaktadır. Bu kısır döngü ile nefron hasarı geri
dönüşümsüz noktaya ulaşmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |