1
BİR: KUANTUM FİZİĞİ
Bilimin Evriminin Özeti
Hep nereden geldik diye sorarız. Tarihte bu sorulara
felsefe-‐bilim cevap bulmaya çalıştılar. Aristo ve Eflatun sorulara
akılcı bir şekilde yaklaştılar. Kimi Hipotezler ortaya attılar ve kimi
gerçekçi çözümlere ulaştılar. Öyle ki bu bulgulardan kimisi
çevremizdeki dünyada algılayıp görebildiğimiz şeylerdi. Eflatun
matematik önermelerin maddi nesneleri gerçek nesneler olarak
tanımlamadığını ama kimi ideal nesneleri tanımladığını söyledi.
Bu ideal nesnelerin maddi dünyadan ayrı bir ideal dünyayı temsil
ettiğini anlattı. Bu gün bu dünyaya “Matematik Formların
Eflatun Dünyası” diyebiliriz. Böylece Matematik gerçeğin temeli
olarak betimlenmiş oldu.
Gerçeği araştırmanın en eski yöntemi gözlem idi. Kişi
aleve baktı ve ateşin sıcak olduğunu keşfetti. Bir taşı attı ve her
zaman geri düştüğünü keşfetti. Güneşe bakınca onun dünyanın
etrafında döndüğünü sandı. Galile teleskopu icat etmedi ama
onu kullanarak gökleri gözledi. Bu gözlemi sonucunda onu kilise
tarafından mahkûm edilmeye varan bir sonuca ulaştı: Dünya
değil güneş merkezde idi. Yani Heliosantrik bir evren...
Engizisyon mahkemesinin baskıları altında sözünden döndü ama
hala “hareket ediyor işte” diyordu.
2
Eflatunu izleyen Galile, gerçeğin Matematik ideallere
bağlı olduğu fikrini daha da geliştirdi. “Felsefe büyük bir kitapta
yazılıdır ama evren matematik lisanında yazılmıştır onun
sembolleri kareler, dikdörtgenler, üçgenler, daireler küreler,
küplerdir” diyordu.
Doğu’nun Astronomi ve Matematik bilginleri, doğanın
Tanrı tarafından yaratılmış olan mükemmel düzenini
matematikle açıklamak için uğraşırlarken buluşlar yapmışlardır:
Yunan'da MÖ 600 yılında Miletli Tales Mısır'ın kadîm
merkezlerinde aldığı eğitimden yararlanarak kozmoloji
çalışmaları yapmış, bunu takip eden iki asır boyunca Sokrat
öncesi düşünürler fizik dünyanın tabiatı üzerinde kafa
yormuşlardır.
Fisagor evrenin tüm sırlarını sakladığına inandığı sayılar
teorisi ile evrende matematik bir ahenk arayan düşünürlerin
ilham kaynağı olmuştur.
Sokrat'ın MÖ 400 lü yıllarda insan faktörüne öncelik
vererek gerçeği aramada diyalektiğin yolunu açan yaklaşımı ise
ondan önce gelen materyalist filozoflara bir karşı çıkış gibi
algılanabilir.
Eflatun Timeus adlı eserinde diyalektik yöntem ve
rakamlar teorisinden aldığı esinle kozmolojisini ortaya koyduğu
şekiller doktrinini ileri sürmüş ve algılanan aldatıcı dünyanın
3
ötesindeki bir "ide"ler âlemini düşündürmüştür. Bu şekilleri
çözümlemenin yolunun matematik olduğunun kabul edilmesi ile
matematiğe ilgi artmıştır.
Eflatun'un
Knidos
Eudoxus
akademisindeki
öğrencilerinin en ileri geleni olan Aristo ise bu fikrin tam
karşısında yer alarak dedüksiyon yöntemini ortaya atmış ve
daha usa vuran, rakamlara uzak ve niteleyici bir yön izlemiştir.
MÖ 400 yıllarında İskenderiye okulunun izinde yürüyen
Öklid'in ve Apollonius'un geliştirdiği Geometri kurallarına
dayanarak Aristarchus, Kopernik ve Ptoleme'nin buluşları ile
noktalanan astronomi sentezinin sözünü etmek gerekir. Bu
dönemde Roma'da, Pliny'nin doğa tarihi ile Bergamalı Galen'in
tıp ilmini 17. yüzyıla kadar etkileyen anatomi ve fizyoloji
çalışmaları kayda değer. Roma İmparatorluğu, felsefi akımların
çeşitli yöre ve ırkların halkları tarafından benimsendiği
İmparatorlukça sezildiği için bir sentez yapılması gereğine
inanıyordu. İmparatorluğun kendi çıkarları için kabul ettiği ve
şekillendirmeye uğraştığı Katolik Kilisesi bu karara uymak
durumunda idi. MS.5 yüzyılda St. Augustine bu sentezi yaparak
duruma kısmî bir hal çaresi bulmuş ise de Avrupa'daki Germen
istilaları ile beliren kargaşa bu alandaki çözümleri en az yedi yüz
yıl daha ertelemiştir. İnançta Taoismin daha mistik olan
4
yaklaşımına karşı bilimi kaynak alan Konfüçyüs düşünü,
teknolojik bazı gelişmelerin öncüsü olmuştur.
Avrupa'daki gelişmeye en büyük katkı İslam
Dünyasından olmuştur. 8. yüzyıl ile beraber Abbasi halifelerinin
himayesinde gelişen ilim, Optik alanında el-‐Kındî ve İbn-‐el-‐
Haytam, Astronomi alanında al-‐Battani, Matematikte Tabit-‐bin-‐
Hurra, Abu'l Vefa, Tıpta el-‐Razi ve İbn-‐i-‐Sina'yi yetiştirmiştir.
İranlı al-‐Kuarizmi, Hint bilginlerinin daha önce geliştirdiği ve
İslam İlmi'nde yer tutan Arap rakamlarını nakletmiş ve
Astronomi tablolarını geliştirmiştir. Cebir, Cabir bin Hayyan'ın
ortaya koyduğu ayrı bir eserdir.
İslam bilim dünyasında çoğunluğu kaynağını Gazne
okulundan alan bu gelişmenin bir temel nedeni İslam
öğretisinde Kur’anda işaret edilen doğa sırlarını çözmenin
özendirilmesidir. Bu devirlerde İslamiyet inanç ile mantığı
uzlaştıracak bir felsefe arayışı göstermiştir. Ancak 10. yüzyılda
al-‐Razi ve İbn-‐i-‐Rüşt’ün eserlerinde sezilebilecek şekilde beliren
bu rasyonalist cereyan, İslam’ın Batı karşısında 12. yüzyıldan
itibaren güç kaybetmesi ile birleşerek İslam bilim ve felsefe
hareketinin gerilemesine yol açmıştır. En son Osmanlı filozofu,
Fatih devrinde yaşayan Ali Kuşçu olarak bilinir.
Diğer yandan Avrupa'da Doğu'dan Haçlı Seferleri ile ithal
edilen birikimin etkisi ile felsefi cereyanlar hızlanmıştır. 1150
5
yılında Nikolas Oresme, sonradan Nicolas de Cusa tarafından
geliştirilen sonsuz evren kavramı ile bu kavram içinde dünyanın
yerini incelemiştir. İlk çağlarda Eflatun, görülen maddelerin
gerçek olduklarını savunmuştur. Ortaçağın ilk dönemlerinde
daha çok kavram realizmi hâkim idi. Skolâstiğin en parlak
dönemi olan XII. yüzyılda Aristoculuk hâkim olmuştur. 13
yüzyılda Thomas Aquinas Aristo felsefesi ile Hıristiyanlığın
sentezini ortaya koymuştur. 13 ve 14 yüzyıllarda İngiltere’de
Grosseteste ve Bacon renk, ışık, görme, Oxford’un Merton
kolejindeki âlimler ise cebirsel mantık ve ivmeli hareket
prensiplerini, Paris’te Buridan hız meselelerini çalışmıştır.
Skolâstiğin
son
dönemi
olan
XIV.
yüzyılda
“nominalizm”in etkisi artmıştır. Nominalizm; “Maddenin Özü
yani gerçek madde ile “Görünümler” arasında fark vardır” der.
Madde olarak tanımlanan nesnelerin aslında insan zihninin
yarattığı görünümler olduğunu söyler. Nominalizm kavramlar ve
gerçekler arasına kategorik bir ayrım koymuş, bilgi ile inanç, akıl
ile iman arasına da ayrım getirmiştir. Bu nedenle hem felsefi
hem de siyasal alanda etkili olmuştur. Bu düşün, ayni zamanda
Skolâstik zihniyetin çöküşünün göstergesidir. Soyut inanıştan
deneysel bilime doğru geçişte nominalizmin felsefi müdahaleleri
etkili olmuştur. Nominalizm ve onun en ünlü savunucusu
Ockhamlı William bu anlamda Martin Luther'i ve Protestanlığın
6
oluşumunu hızlandırmışlardır. Nominalizm; Sekülarizasyon ve
Rönesansın doğuşunda doğrudan etkendir. Bu akım, dağdan
vadiye doğru akan bir nehir gibi çağcıllığın gözünde Tanrı, İnsan
ve Realite kavramlarını betimlemiş ve berraklaştırmıştır.
Nominalizmin savunucusu Ockhamlı William’ın ampirik bilgiye
odaklanması, Luter ve Kalven’in vicdanlarını dinleyerek imanın
kaynağını aramalarına neden olmuştur. Bu aşamadan hemen
sonra aydınlığın düşünürleri kişinin içinde saklı imanı bir yana
bırakarak gerçeği bulmak yolunda yeni yöntemlerle bilgi ve delil
aramaya girişmişlerdir. Onlar bu kez nominalizm öncesinin
mutlak ancak bilinemez Tanrısını aramaktansa hemen yakın
çevrelerindeki somut dünyayı incelemeğe başladılar. Bu
bağlamda Kavramların gerçek varlıklar olduğunu savunan
Kingsun Luna adlı bir Çin feylesofuna karşı kavramların
nesnelerin yansısı olduklarını ve başkaca hiçbir gerçek taşımayıp
birer isimden ibaret bulunduklarını ileri süren Hsün Tzu, aynı
düşüncenin Çin kıtasında da tartışıldığını ortaya koyar.
Yine Çin’de ”Evren benim düşüncemdir” diyen Vang
Yang-‐ming de bu tartışmaya katılmış sayılabilir.
İran’da ünlü mütefekkir Suhraverdi’den kaynaklanan
”İşrakiyyun” felsefesi ile Swedenborg’un aynı doğrultudaki
düşününü göz ardı etmemek gerekir. Ünlü Fransız bilim adamı
şarkiyatçı Henry Corben’in “Swedenborg ve Ezoterik İslam”
7
(Swedenborg and Esoteric İslam) adlı kitabında açıkladığı
“Mundus İmaginalis” aynı düşünü sergiler. ”Yalan Dünya” deyişi
büyük ölçüde bu felsefenin halka yansımasıdır.
Kopernik (1473–1543) “de Revolutionibus Orbium
Coelestium” adlı eseri ile sabit güneş ve etrafında dönen
gezegenler sistemini ortaya atarak Batlamyus’un (Ptoleme)
görüşlerini altüst etmiş, ayrıca kozmolojiye cebirsel mantığın da
girmesini sağlamakla Aristo mantığını geride bırakmıştır.
Bununla beraber Kopernik, Aristo'nun evreni bir küre gibi gören
düşüncesini muhafaza etmiş, bu düşüncenin değişerek modern
anlamda fikirlerin ortaya çıkması ancak Brahe ve Kepler
sayesinde olmuştur. İnançlı bir insan olan Kepler, astronomi
ilmini geliştirirken Tanrı'nın ilahi evrensel düzenini keşfetmeyi
de amaçlıyordu. Belki de gök cisimlerini dengede tutan çekim
gücünün temel matematiksel bulgularını geliştirerek belli ölçüde
tatmin olmuştur. Galile'nin Kepler'i takip eden buluşları ise
gelişen teknoloji'nin ürünü olarak Hollanda’da geliştirilen bir
yeni teleskop sayesinde olmuştur. Galile'nin gözleme dayanıp
matematiği de bir araç olarak kullanarak geliştirdiği bilimsel
yaklaşım, bilimin gelişmesine en büyük katkıyı sağlamıştır.
Maalesef Kilise bu büyük bilim adamına işkence ile buluşlarını
inkâr ettirmiştir. Newton 1687 de yayınladığı “Philosophie
Naturalis Principia Mathematica” (Doğal Felsefenin Matematik
8
Prensipleri) isimli eseri ile ölümsüzleşmiştir. Bu sırada biyoloji ve
hayat bilimleri de büyük gelişmeler göstermiştir. 1543 de
Andreas Vasalius'un "İnsan Vücudunun Dokusu" adlı eserini
William Harvey 1848 de genişletmiş ve "Kalp ve Kan Hareketleri"
adlı eseri vücuda getirmiştir. Optik ilmindeki ilerleme sonucunda
Mikroskopta meydana gelen teknolojik gelişmeler, 1661 de
kılcal damarların İtalyan Malpiighi tarafından keşfine, ardından
Hooke, Grew, Leeuwnhook ve Swammerdam tarafından kan,
böcekler, embriyoloji ve bitki yapısı incelemelerinin oluşmasına
yol açmıştır. Bütün bunlara rağmen modern biyolojinin, bilginin
birikmesi ile ortaya çıkışı 19 yüzyılı bulmuştur.
Bu zamanda matbaanın ortaya çıkması, basılan eserlerin
ve dolayısı ile bilginin yayılmasına yol açmıştır. Buhar
makinesinin icadı ve kullanımı ile meydana gelen sermaye
birikimi ise burjuvazi sınıfını güçlendirmiştir. Bu sermaye
birikiminin sonucu olarak eskiden yalnız saraylara has olan
“Bilim Korumacılığı” daha çok bilimin yarattığı teknolojinin
nimetlerinden yararlanan sermaye sınıfının işlevi olmuştur. Bu
devinim “bilim devrimi” adını da alır. Özellikle 17 asırda bilimin
bir anlamda kurumsallaştığını ve Üniversitelerin, Araştırma
Enstitülerinin ortaya çıktığını görüyoruz. İnsanoğlu bu yolla
bilimi teknoloji üretecek şekilde sistemleştirmiştir.
9
Doğayı yalın matematiksel açıklamalara dayandırma
tarzı, 18 yüzyılda İngiltere’de “Methodism” ve Almanya'da
“Piatism” cereyanı ile karmışmış ve “Natürfilozofi” denen akım
gelişerek evrim teorisinin ortaya atılmasına yol aşmıştır. Jeoloji
ilminin gelişmesi ve fosillerin bulunması ile toprak tabakalarının
yaşları daha iyi tayin edilebildi. Kant, Wright ve Laplace'ın
kozmoloji teorileri nedeni ile insanlar 12 yüzyılın ikinci yarısında
Dünya'nın, İncil’in “yaratılış” (Genesis) kısmına dayanılarak
hesaplanan 6000 yıllık yaşından daha yaşlı olması gerektiğini
anlamışlardır. Darvin, birçok ilmî disiplindeki bulguyu bir araya
getirdi ve aynı zamanda Malthuz'un “en güçlünün
yaşayabilmesi” prensibinden de esinlenerek evrim teorisini
ortaya attı.
19. yüzyılda gelişmeler daha da hızlandı ve Young,
Fresnel ışıkta “dalgalı yayılım” teorisini ortaya attılar. Bunu
Helmholtz tarafından belirlenen “enerjinin” sakınımı ve
Klasius'un ikincisi Entropi olarak bilinen termodinamiğin iki
yasası takip etti. Faraday ve Maxwell Elektromenyetisma,
Roentgen röntgen ışınlarını ve Thompson elektron'u keşfetti.
Bütün bu gelişmeler Fizik biliminin gelişmesini sağladı. Biyoloji
ve Kimya alanında ise kromozomların ve spermanın keşfi,
Avogadro'nun atomlar ve moleküllerin arasındaki matematiksel
ilişkiyi göstermesi, Mendeleyev'in Periyodik Tablo'yu bulması en
10
anlamlı gelişmelerdir. Yine 19.yüzyıl sonu ile 20.yüzyıl başları
arasında Einstein Rölativite, Max Planck kuantum teorilerini
ortaya attılar. 20.yüzyılda ise DNA molekülünün bulunması insan
yaratılışının temellerine inen bir gelişmedir.
Bütün bu gelişmeler, insanın kendi ihtiyaçlarını
gidermeye yönelik olan üretim araçlarının burjuvazinin eline
geçerek sermaye sınıfını doğurması ile beraber ilimde bir
Profesyonelleşmeyi de gündeme getirmiştir. Bu bağlamda pek
çok araştırma enstitüsü, belirli ürünleri veya teknolojileri
üretebilmek işin bizzat sermaye tarafından kurulmuş ve
desteklenmişlerdir.
Elektrik
üretiminden
ulaşım
ve
haberleşmeye, uzay teknolojisine kadar her alanda işin bu yönü
çok önemli bir rol oynamaktadır. Ancak yukarıda sayılan temel
bilimlerde nice birikim olmasa idi teknolojinin gelişmesinin
mümkün olamayacağı da görülmektedir.
Görülüyor ki insanoğlunun iki dürtüsü olmuş: Birincisi
yaşayabilmek işin ihtiyaçlarını sağlamak. Bunu teknolojiyi
geliştirerek sağlamış. Ancak teknolojinin gelişmesi için araştırma
gerek olduğundan bilim doğmuş. İkincisi ise insanoğlu ego'sunun
korku ve dürtüleri ile “Bilinmezin cevabını felsefi alanda aramış.
Giz'ler alanında yaratılan Mitos, sistematikleşerek Din
kuramlarını ortaya koymuş. Bu arada da Dinlerin telkin ettiği
“kâinatın sırları sembollerde var ara bul” kuralı da İnsanı
11
araştırmaya yöneltmiş. Araştırmaları onu Evrenin bir düzeninin
olduğu noktasına doğru sevk etmeye başlayınca matematiğe
dayalı kozmolojik incelemelere başlamış ve ilmin gelişmesi
dürtülenmiş. Bu aşamada inanmakla beraber insan aklını temel
alan felsefeyi geliştiren insan, bilimi keşfetmiş ve geliştirmiş. Bu
süreçte Din, Felsefe ile her zaman barışık olmamış fakat kaos
içindeki bu gelişme de Bilimin ilerlemesini engellememiş. Bu
yönde örnekler çoktur. Alınan yol da az değildir. Örneğin Fizik
ilmine dayanan optik teknolojisi doğmuş, bu da insanoğluna iki
araç hediye etmiş: Mikroskop ve teleskop. İnsanoğlu bu araçları
kullanarak sonsuz küçük ve sonsuz büyük'te düğümlenen
evrenin sırlarını araştırmaya koyulmuş. “Sonsuz küçük'te
biyoteknoloji ve genetik mühendisliğinin gelişmesi ile DNA ve
RNA molekülleri denilen ve insan uzvunun ana basamaklarını
teşkil eden yapılara girilmesine hatta bu yapı taşlarının
değiştirilerek yeni nesiller yaratılmasına, belirli kalıtımsal
hastalıkların tedavisine gidecek yolları optik mikroskopların
oğulları olan ve elektroniğin gelişmesi ile icat edilen elektron
mikroskoplar aşıyor. Bu sayededir ki her türlü canlı varlığın yapı
taşlarının yalnızca yedi adet amino asidin değişik bileşimleri ile
meydana geldiği bulunabilmiştir. Genesis’in mutlak hükümleri
bu konuda ne diyebiliyor?
12
“Sonsuz Büyük”te ise “Süper Nova” denilen dev
yıldızların, milyarlarca erg'lik enerjiyi yutan “Kara Delik”lerin ve
muazzam enerji neşreden “Quasar”ların, genişlemekte olan bir
evrenin varlığının, hatta iç içe geçmiş evrenler kümelerinin
mevcudiyetinin varlığını Matematik ile hissediyor ve kokusunu
atmosferin üstündeki Hubble teleskopu ile alıyoruz. İletişim
alanındaki baş döndürücü gelişme, bilgisayar aracılığı ile dünya
çapında haberleşebilme, Bilgi'nin anında iletilmesiyle yeni
buluşları hızlandırıyor. “Bölünemez” anlamına gelen Atom'un
parçalanması ile nükleer enerjiye kavuşan insanoğlu, bu enerjiyi,
elektrik üretiminde, uzay yolculuklarında, tıpta kullanıyor;
dahası bu enerjiyi kullanan araçlar vasıtası ile araştırmalarını
geliştiriyor. Bu arada İnsan'ın en ilkel ihtiyaçları ve istemleri de
gitgide gelişiyor, bir zaman lüks denen araçlar kısa sürede
gerekli nesneler olmaya başlıyorlar. Araştırma da buna ayak
uyduruyor.
Tek başına çalışan âlim tipinin yerini ayrı disiplinlerin
birbirini tamamlayan uzmanlarının oluşturdukları takımlar
alıyor. Bunlar organize oluyorlar ve Bilimi Teknolojinin emrine
sunuyorlar. Maddi destek ise araştırmanın yarayacağı
kuruluştan geliyor. Eğitim bu hızlı gelişmeye ayak uydurmak
zorunda kalıyor. Bu gün Batı okullarında bilgiyi öğretmek yerine
13
ana başlıkları verip ayrıntıları hangi bilgi bankasından nasıl
alabileceğini öğreten yöntemler ağırlık kazanıyor.
Bütün bu gelişmeler bir yana, saptamayı tam
yapabilmek işin önemli bir noktayı vurgulamak gerekir:
Bilim, zaman içinde kendi Dogma'larını yaratmış, bu
Dogma'lar zaman içinde yıkılmışlar ve yerlerine daha ileri
bilimsel görüşler gelmiştir. Bu sıçramalar sırasında her yeni
yaklaşım, önce metafizik kavramlar gibi algılanabilecek
“mitos”lar doğurmuş, bunlar kritik bir gözle irdelenmiş, deneysel
ve bulgusal veriler irdelenmiş ve eleştirilmiş, Bilim bu suretle
gelişmiştir. Bu konuda bir örnek; bir zamanlar bütün sırları
çözmüş olarak kabul gören Newton fiziğinin, uzay ve parçacık
problemlerinde yetersiz kaldığı, bu problemleri çözmek işin
görelilik (rölativite) teorisine dayalı fizik ve Kuantum fiziği
kurallarının gerektiği gerçeğinin saptanmasıdır. Yani makro
boyutta bir fizik yasası, mikro boyutta bir diğeri, günlük
evrenimizde de Newton fiziği. Işık hızının ötesinde kitlenin
sıfırlanması ve ağırlık denilen nesnenin yok olması bu gün mitos
diyebileceğimiz bilim-‐kurgu mit'lerine yol açmıyor mu?
Klasius'un meşhur entropi kavramına dayanılarak evrenin
entropisinin ve dolayısı ile kaos'un zaman vektörü boyunca
arttığını, dolayısıyla kapalı bir evren'de ısı dahil her şeyin
eşitleneceğini, yaşamın son bulacağını söyleyerek mahşeri
14
tanımlayan teorisyenler belki de yarın negatif zaman vektörü
gibi bir olgunun ispatlanması halinde evrenin tek ve kapalı değil
de “Birleşik Evren”ler olduğunu mu söyleyecekler? Böyle ise ve
“Kara Delik”ler bu “Evren” leri bağlıyor ise entropinin sürekli
artmayacağı, dolayısı ile mahşer kavramının hayal ürünü olduğu
mu ortaya çıkacak? Matematik ve Kuantum Fiziği bu yönlerde
bazı sinyaller vermektedir. İşte bunlar Mitos-‐Bilim yörüngesinin
üzerinde zamanımızın gölge-‐ışık dansıdır. “Newton Fiziğinin”
devrinde kutsal kitaplara dayanan tefsirler susmuş, fakat
ardından aşağıda göreceğimiz Heisenberg'in "Belirsizlik Kuramı"
bu yorumların tekrar canlanmasına yol açmıştır. Galilenin ve
Newton fiziğinin ruh ve madde arasında ortaçağda mevcut olan
birliği bozarak bir uçurum açtığını kabul etmek gerekir. Diğer
yandan Salt ve Katı mekaniği içeren Fiziğe karşı matematik evren
ruha daha yakın görülmektedir.
Porphyry’nin sorup, öğrencisi İambiclus’un yanıtladığı
kadim bir diyalog, belki nerede olduğumuzu saptamamıza
yardımcı olur:
-‐ Zaman dediğimiz devinim nedir, nerede başlıyor, nerede
bitiyor?
-‐ Sonsuzlukta...
-‐Dünyanın maddesi nedir nereden gelip nereye gidiyor?
-‐ Sonsuzluktan gelip sonsuzluğa gidiyor.
15
-‐ Organların en küçüğü hangisidir, en büyüğü hangisidir?
Yaşamın sınırları nerededir?
-‐ Sonsuzlukta... -‐ Her yaşam tomurcuğunda bir zekâ tohumu
vardır: zekânın başlangıcı nerededir, sınırı nerededir?
-‐Sonsuzlukta...
Dostları ilə paylaş: |