Başparmağını emdi, evde koptu kıyamet
Ona göre oburluk, Freud’a göre şehvet
Bu mısralarda da görüleceği gibi, Freud ile tam uzlaşamı-
yordu. Daha çok Jung’a yakınlık duyuyordu. “Beni rahatsız
eden ve adlandıramadığım duygularımın, yalnız libidoya
bağlanmasına gönlüm razı olmuyor,” derdi.
Mısra 21: İlk resminde beyazdı...
Selim’in ilk resmi pek iyi çıkmamış. Elden düşme bir fo-
toğraf makinesiyle resim çekmeye merak saran babasının
acemiliğine kurban olmuş.
161
Mısra 37: İlk rüyanın teriyle...
Selim, her zaman, hafızasının çok kuvvetli olduğunu ileri
sürmüştür. Anlattıklarına bakılırsa, doğduğundan beri başı-
na gelenlerin hepsini hatırlıyor. Bir buçuk yaşında geçirdiği
sıtmanın dehşetini, kafasında -ve dalağında- unutamadığı
bir yaşantı olarak ifade ederdi. Hastalığına iyi gelmesi için,
bir fincan dolusu rakıyı nasıl susuz içirdiklerini anlatır ve
içkiye düşkünlüğünün belki o zaman başladığını söylerdi.
Sıtma yüzünden dalağı şiştiği için, ilkokul yıllarında başla-
yan atletizm hevesini de bir türlü tatmin edememişti. Belki
bunun için yarışmalardan nefret ederdi. Hayatında girdiği
tek yarışın hikâyesiyse, oldukça acıklıydı. Koşmak ve atla-
mak için gittiği bir atletizm sahasında, orada bulunan ve
hepsi de yaşça ve bedence ondan küçük olan çocukların
katıldığı bir dört yüz metre yarışına girmiş. Uzun bacakları-
nın sağladığı rahatlıkla, yarışı üç yüz elli metre kadar başta
götürmüş. Fakat dalağı ihanet etmiş ona sonunda; boyca
dirseğine bile gelmeyen ufak tefek bir çocuğun temposuna
dayanamamış ve yarışın bitmesine otuz metre kala, varış ipi
yerine, sola saparak kendini çimlere atmış.
Bana kalırsa, Selim, sıtmaya tutulduğu devreyi, annesi-
nin anlattığı hikâyelere dayanarak hatırlıyor. Hafızasının
ilk rüyaya kadar uzandığını da kendisi bile ileri süremedi.
Bu mısra, ilerdeki yıllarda hayatında önemli bir yer tutan
rüyaların başlangıcını göstermesi bakımından ilgi çekici-
dir. Bu konuya tekrar, hastalığı sırasında gördüğü başka bir
rüya dolayısıyla (Bak: mısra 87: birden gözünü açtı...) dö-
neceğiz.
162
Mısra 39: Kundağıyla büyük ve beyaz...
Yeni doğmuş bir bebeğin gelişmesini engelleyen ve onu
eli kolu bağlı bir durumda bırakan eski kundak sistemini,
yerinde bir devrimle ortadan kaldıran büyük Türk reform-
cusu ve düşünürü Ziya Özdevrimsel (devrimden önceki
adıyla Mükrimin Ziya, 1301-1939) her bakımdan gerçek
bir devrimciydi. Onu, şapka devriminden sonra şapkasız
(denildiğine göre, evinde giymek için de, çok kısa kenarlı
bir şapka yaptırmıştı), kıyafet devriminden sonra kıyafetsiz,
yazı devriminden sonra eski harflerle kitap okurken ve ça-
tal-bıçak devriminden sonra da elle yemek yerken gören ol-
mamıştır. Bütün devrimlere, ilk gençliğinden beri yürekten
bağlı olan Ziya Tahiri, yalnız devrimlere uymakla kalma-
mış, devlet parasıyla makine mühendisliğini öğrenmesi için
gönderildiği Amerika Birleşik Devletleri’nin Ohio eyaletin-
de, derslerine çalışacağı yerde, ülkenin devrim yapmakta
yararlı olabilecek özelliklerini incelemiştir. Böylece Türki-
ye, bir makine mühendisi kaybetmesine karşın (üniversite-
yi bitiremedi), gerçek ve verimli (otuz dört devrim yapmış-
tır) bir devrimci kazandı. Devrimlerinin her biri, başlı başı-
na bir olaydır. Özellikle, “Çocuk Kundakları Devrimi”nin
hikâyesi gerçekten ilginçtir.
Ziya Özdevrimsel, birgün Childharoldshire (üniversite
campus’unun bulunduğu şehir) sokaklarında dolaşırken bir
dört yol kavşağına geliyor. (Türkiye’ye döndükten sonra,
bu kavşağı aynen, Ankara’nın Dışkapı’ya giden ilk kavşağı-
na uygulamıştır. Bu arada, kavşağa üç yolun birleşmesinin
doğurduğu güçlükleri de hiçe saymış ve eski Maliye Bakan-
lığı’nın karşısında bulunan ve oradan geçen turistlere ilk
bakışta yersiz görünen dördüncü yolu yaptırarak durumu
düzeltmiştir.) Karşıdan karşıya geçmek için, işaret lambala-
rının olduğu yere yaklaşırken (bu kavşakta gördüğü ışıklı
163
trafik işaretleri, Ziya Tahiri’ye, trafik işaretleri devriminin
yapıcısı olmak şerefini de kazandırmıştır) kafasının devrim-
lerle çok meşgul olması nedeniyle, kırmızı ışığın yanmakta
olduğuna dikkat etmemişti. Daha doğrusu, Ziya Bey, henüz
kırmızı ışığın anlamını anlamıyordu. (Anlamını anlamak
da, Ziya Tahiri’nin, dil devrimi sırasında güzel Türkçemize
kazandırdığı deyimlerden biriydi. Dil devrimine öyle can-
dan bağlanmıştı ki, adını değiştirerek Işık yapmak istemiş,
fakat günün Sağlık Bakanı Kâmil Beyin: “Ziya, böyle her adı
değiştirmeye kalkarsak işin içinden çıkamayız; ben de adı-
mı değiştirip ‘Olgun’ mu olayım?” demesiyle vazgeçerek,
sadece soyadını mesleğine uygun seçmekle yetinmişti.) Kır-
mızı ışığın anlamını anlamamak ona pahalıya mal oldu ve
karşıdan gelen otomobili de görmediği için, arabanın hafif-
çe çarpmasını önleyemedi. Yere düşünce, trafik işaretleri
devrimini yapmakta geç kaldığımızı anladı. Etraftan yeti-
şenler, onu hemen en yakın hastaneye kaldırdılar. Tesadüfe
bakın ki bu hastane bir doğum kliniğiydi. Önemli bir yarası
olmadığı halde klinikte bir hafta yattı. Hastanede kendine
gelir gelmez, devrim yapıcı gözleriyle çevresini hemen süz-
meye başladı ve kısa bir süre sonra da istediğini gördü. Bu
hastanede bebeklerin, ilk haftalarda sadece belden aşağı kı-
sımları kundaklanıyor; bir ay sonra da kundak, bütünüyle
çıkarılıyordu.
Öğrenimini bitiremeden yurda döndükten sonra, önce
Makine Sanayii Umum Müdürlüğü’ne tayin edilen Ziya Ta-
hiri bu işin ağır sorumluluğu yanında, gösterdiği bitip tü-
kenmez çabayla, Amerika’da gördüğü yenilikleri uygula-
mak için didinmiştir. Çalışmaları, devrin ileri gelenlerinin
gözünden kaçmamış ve önce Sivas mebusluğuna (Ziya Bey
Manisalıydı) sonra da Sıhhat ve İçtimai Muavenet ile Nafia
Vekilliklerine getirilmiştir. Sekreter kullanan ilk vekil oldu-
ğu söylenir. Fakat, o sıralarda, aydınlarımız arasında Alman
164
ve Fransız etkisinin yaygın olması nedeniyle, zamanla göz-
den düşen Ziya Özdevrimsel, hayatının son yıllarını idare
meclisi azalıklarıyla geçirmiştir.
Missouri zırhlısının İstanbul’u ziyaretiyle başlayan Yeni
Çağda, Ziya Bey yeniden hatırlanmış ve nerede olduğu
uzun uzun araştırılmıştır. Sonunda, sekiz yıl önce öldüğü
anlaşılınca hemen bütün siyasi partiler onun için anma tö-
renleri düzenlemişlerdir. Ziya Tahiri’nin çok partili devre-
den önce ölmüş olması, onun hangi partiden olabileceği
hususunda bitmez tükenmez tartışmalara yol açmıştır. O
zamanın iktidarı, Sivas’a, merhumun bir heykelini diktire-
rek Ziya Beyin “şahsiyet-i maneviyesine” sahip çıkmak iste-
miştir. Muhalefet de iktidara gelince Manisa’da bir “Abide-i
Ziya” yaptırmış ve onu “Fahri Manisa Milletvekili” ilan et-
miştir.
Mısra 45 ve sonrası: Corridos adasında...
Corridos Adası, Batı Anadolu’yla Doğu Yunanistan ara-
sında dar ve uzun bir koridor gibi uzanan takım adaların
(Fenikeliler Korudor Adaları derlerdi) en büyüğüdür. Batı
Anadolu’ya ince bir kara parçasıyla bağlı olan bir yarımada-
nın teknotik devirde meydana gelen bir çöküntü sonunda
ayrılmasıyla teşekkül etmiş devonyen karakterli bir arazi-
dir. Kışları serin geçen ılık bir iklime sahiptir. Adanın bitki
örtüsü tarım ve hayvancılığa elverişlidir. Eski Yunan mü-
verrihlerinden Deodoranus, Corridos’a yaptığı dört yolcu-
luğun izlenimlerini şöyle anlatıyor:
“Corridos Adası, kıyısı yüksek Pelentes (Labrium Hes-
pandaira) ağaçlarıyla çevrili şirin bir tabiat köşesidir. Adanın
güneybatı doğrultusunda bir mahmuz gibi uzanması, onu
kuzey rüzgârlarının şiddetli tesirlerine karşı korumuş ve
165
barbar çağlardan beri, gemilere tabii bir sığınak olmasını
sağlamıştır. Arazi, adanın merkezine doğru, tatlı bir eğimle
yükselmekte ve tam ortasında, Batı Anadolu neolitik mima-
risinin şaheserlerinden sayılan Ferrania Tapınağı bulunmak-
tadır. Adanın sakinleri olan Permanların, Akıl Tanrıçası Fer-
rania için yaptıkları bu tapınak ve müştemilatında Kraliçe
Ferrania oturur. Elesius dağında oturan Tanrıça Ferrania’nın
yeryüzü temsilcisi olan Kraliçe de aynı adı taşır. On dört yıl-
da bir yapılan Ferraniad şenliklerinde kraliçe değiştirilir.
Olimpiyatları çok andıran bu şenliklerde ülkenin bütün ka-
dınları, büyük matematik yarışmasına (Magnum Marathonos
Dostları ilə paylaş: |