EPİSTEMOLOJİK DÖNÜŞ VE BİLİM FELSEFESİNİN ONTOLOJİSİ
-BİLİMSEL DÜNYA KAVRAYIŞI’NDAN ELEŞTİREL REALİZME ONTOLOJİNİN EPİSTEMOLOJİ İLE TEMELLENDİRİLMESİ-
739
Böylece John Locke’un “bilgi yolunu örten döküntüleri ortadan kaldırmada kol işçisi
olarak çalışma” (1996, s. 54) çağrısı ve ‘nicelik ya da sayıyla ilgili soyut bir akıl yürütme’ ve /
veya ‘olgu ve varoluşla ilgili deneysel bir akıl yürütme’ içermeyen ‘kitapların’, ‘safsata ve
yanılsamadan’ başka hiçbir şey içeremeyeceğinden ötürü alevlere atılmasını öneren David
Hume’un (2014, s. 205) çağrısı, 20.yüzyılda ‘analitik’ yankısını bulmaktadır. Ancak 20.
yüzyıl, epistemolojik hiçbir temeli olmayan başka tür bir ‘kitap yakma’ çılgınlığının da
yüzyılıdır. Kökenlerinden ötürü birçok doğa bilimci dışlanır ve işlerini yapmalarına engel
olunurken dahi, kimsenin aklına
Principia’yı yakmak gelmemiştir. Tekno-bilim ya da ona
kaynaklık edebileceği düşünülen fizik bilimleri
hemen her yerde kabul görürken, sosyal
bilimler ve kısmen de yaşam bilimleri çok ciddi baskılar ve engellemelerle karşılaştığında
‘bilim sorusu’ bir kez daha kendisini dayatmaktadır.
Bu durumda, epistemolojik dönüşün kendisi bir inceleme konusu olarak felsefeye
içkin bir tarih çalışması olmanın ötesindedir. Bilimselleşen felsefe üzerine yapılandırılan
felsefe bölümleri ve fakülteler, bu dönüşümün kurumsal karşılığıdır. “Kendini bile sorgulayan
aklın özgürce işleyebileceği bir akademik bağlam (Kant örneğinde,
Felsefe Fakültesi)
herhangi bir zaman ve yerdeki bir devletin ideolojik aygıtlığına direnebilecek belki de tek
ortam” ise (Nalbantoğlu, 2009a, s. 26) bilimsellik dolayımındaki bu araştırma
bu kez de
akademi üzerinden ‘cehalet’, ‘yoksulluk’ ve ‘özgürlük’ problemleriyle ilişkilenmektedir.
Çünkü akademiye (Üniversiteye), 19. yüzyıl ve sonrasında “yeni bilgi üretmek ve bilgi
üretenleri yeniden üretmek üzere devamlılık gösteren kurumsal yapıların oluşturulması süreci
damgasını vurmuştur” (Gulbenkian Komisyonu, 2011, s. 16). Böylece, bu yüzyıl itibariyle
bilimsel dünya kavrayışının biçimlendirdiği “
bildiğimiz bir dünya” kurulmuştur. Bu dünyanın
en önde gelen çağdaş entelektüellerinden biri olan Stephen Hawking’in ‘felsefenin ölümünü’
ilan etmesi ve “bilgi arayışındaki keşiflerin meşalesi”nin “artık bilim insanlarının elinde”
olduğunu duyurması manzarayı net biçimde çizmektedir (Hawking & Mlodinow, 2012, s. 11).
Böylesi bir ‘bilinen dünya’da yeni bilgi üretmek ve bilgi üretenleri yeniden üretmek üzere
devamlılık gösteren kurumsal bir yapı olarak var olan üniversite, doğallıkla öncelikli (Viyana
Çevresi için tek) konusu bilgi olan felsefenin (bilgi / bilim teorisine evrilmiş epistemolojinin)
kendisini evinde hissedeceği yerdir. Öyle bir ‘yer’ ki, daha önce ontolojinin (ve dahi
metafiziğin) konusu olan varlık, ’modern gerçek’ adıyla “geçerli
bilginin ve otoritenin en
önemli
epistemolojik birimi olarak ortaya” çıkmaktadır (Stremlin, 2007, s. 19, 20 [vurgu bana
ait]). Yani, ‘modern gerçek’ epistemolojik bir birimdir ve bu nedenle ilk felsefe
epistemolojidir.
İlk felsefe olarak ontolojiyi ya da epistemolojiyi belirlemenin açığa çıkardığı problem
alanı, felsefe için seçilen bir hedefe nasıl ulaşılacağı değil, hangi hedefin seçileceğine dairdir.
Benimsediğim ve izini sürdüğüm hipotez, hangi hedefin seçileceğine dair farklı
konumlanışların felsefede belirgin ayrımların oluşmasına neden olduğunu kabul etmektedir.
Ancak, bilimi konu edinen ve birbirinden ‘çok’ uzaklaşmış konumlanışlar (epistemolojik ve
ontolojik) yine de aynı problemleri teşhis etmektedirler. Eğer iki farklı konumdan aynı
problem(ler) görünür durumdaysa, bu ‘problemin gerçekliğinin’ en açık göstergesidir. Diğer
bir deyişle, epistemolojiyi bilgi (bilim) teorisine dönüştüren içkin evrimsel sürecin temel
dinamiği olan problem(ler)in dışsal bir hat için de görünür olduğu açığa çıkmaktadır. Bu
dışsal hat ontolojidir ve bu çalışmada bu iki hattı birleştiren naif bağ, ‘yüzey’ / ‘derinlik’
metaforlarında kendisini açığa vurmaktadır.
Bilimi konu edinen epistemoloji(ler) muhakkak ki örtük bir ontolojiye sahiptir.
2
Diğer
taraftan bilimi konu edinen ontoloji(ler) de örtük bir epistemolojiye sahip olsa(lar) da bu
2
Bhaskar’ın ‘doğa boşluktan nefret eder’ sözüne göndermeli ifadesiyle “bilim felsefesi ontolojik boşluktan
nefret eder” (2008, s. 30).
740
GAUN JSS
örtülü hal ya da kimi zaman epistemolojinin namevcudiyeti bilime-rağmen
felsefe yolunu
açmaktadır. Bu çalışmanın izini sürdüğü şey, örtük ontolojiye ya da epistemolojiye sahip olan
yaklaşımların tespiti, eleştirisi ya da olumlanması değil, epistemolojik ve ontolojik problemi
sahiplenen bir bilim felsefesinin olanaklılığına giden yolda kesitler alıp, ‘nokta tespitler’
yoluyla bilim çalışmaları için -henüz- inceltilmemiş bir ortak çerçeve çizebilmektir. Bu
çerçeve içerisinde bir iz sürme amaçlandığından, bu çalışma alışılageldiği gibi bir argüman
tamamlamadan ziyade, argüman başlatma, devam ettirme ve bilgi teorisi tarihine yeniden
ziyaretlerde bulunma girişimidir. Başlangıç argümanı, Roy Bhaskar’la aynı çizgidedir: Bilim
felsefesi “yeni epistemolojiyle geri dönemez. Ancak yeni bir ontoloji olmaksızın
ileri de
gidemez” (Bhaskar, 2015, s. 35). Bu aynı zamanda en geniş anlamıyla felsefenin de
çıkmazıdır. ‘Yassı ontoloji’den ‘derin ontoloji’ye geçişin epistemolojik bir yolu var mıdır? Bu
çıkmazın, problemlerin radikal çözümü olarak tanımlanabilecek bir devrimle mi yoksa
evrimsel olarak mı aşılacağı ise fondaki büyük sorudur.
Dostları ilə paylaş: