Epistemolojik Uğrak 2: ‘Yassı Ontoloji’den ‘Derin Ontoloji’ye Geçişin Hipotetik Yolu
Roy Bhaskar’ın eleştirel realizmi bu düğümü çözebilecek içsel uğrak olmakla birlikte,
dışsal ontolojik eleştirilerle de örtüşür niteliktedir. Onu, içsel bir uğrak yapan, Bhaskar’ın
kendi bilgi kuramsal araştırma programını Locke’cu bir şekilde bilim ve insanın özgürleşmesi
projeleri için bir yardımcı olarak felsefeyle örtüştürmesidir. Onu dışsal eleştirilerle (ontolojik
konumla) buluşturan ise, yine kendi programını, felsefenin içine iliştirilmiş olduğu kavramsal
sistemleri ve sosyal yaşam formlarının çözümleyicisi ve potansiyel eleştirmeni olarak
algılamasıdır (Bhaskar, 2015, s. 22). Bhaskar’ın bilim felsefesini (bilgi / bilim teorisini)
ontoloji öncelikli bir epistemoloji kılan ise, onun realizm anlayışıdır. Bhaskar’ın transendental
sorusu, “bilimin olanaklı olabilmesi için dünya zorunlu olarak nasıl olmalıdır?” biçimindedir
ve bu sorunun yanıtı “ontoloji adını hak etmektedir” (2008, s. 13). Oysa Bhaskar’ın
penceresinden bakıldığında ‘klasik bilim felsefesi’nin sorusu, “ürettiği bilginin
gerekçelendirilebilmesi için bilim nasıl olmalıdır?” biçiminde düzenlenmiştir (2008, 33).
Bu anlayış, yine ‘yüzey’ metaforu üzerinden kendisini açığa vurmaktadır. Her felsefi
girişim, bilişsel söylem ya da pratik faaliyet ontoloji anlamında bir realizmi gerekli kılarken,
önemli olan bu gerekliliğin nasıl konumlandırıldığıdır. Bu bağlamda, pozitivizm ve neo-
pozitivizmi kapsayacak biçimde empirist veya empirik realizm (ki bu tür bir realizm
‘epistemoloji-öncelikli’dir), “gözlemlenebilir fenomenlerin ve onların altında yatan ve bunları
üreten kalıcı yapılar ve doğurgan mekanizmalar olduğunu fark edemeyen bir realizm
formudur. Diğer bir deyişle, gerçekliği son derece yüzeyseldir.” Öyle ki bu perspektifte bilgi
ve dünya, noktaları birbirine izomorfik olarak tekabül eden yüzeyler gibi görünürken, bu
yüzeysellikte, olgu formu (verili kabul edildiği anda tarihsizleştirilen olgular) “Kuhn’un
‘normal bilim’ olarak adlandırdığı şeyin ideolojisi olarak hareket eder” (Bhaskar, 2008, s. 15;
2015, s. 23 31). Özellikle sosyal bilimler ya da sosyal teori bağlamında, Bhaskar’ı ‘safkan’
bilgi kuramsal tartışmaya dâhil eden ise, onun eleştirel realizminin ‘sosyal teori’ çerçevesidir:
EPİSTEMOLOJİK DÖNÜŞ VE BİLİM FELSEFESİNİN ONTOLOJİSİ
-BİLİMSEL DÜNYA KAVRAYIŞI’NDAN ELEŞTİREL REALİZME ONTOLOJİNİN EPİSTEMOLOJİ İLE TEMELLENDİRİLMESİ-
751
Sosyal sistemler özü itibarıyla açık olduğundan ve yapay olarak kapatılamayacağından, toplum
kuramlarının ampirik olarak test edilmesinde kullanılacak kriterlerimiz öngörülü olamaz ve dolayısıyla
münhasıran açıklayıcı olmalıdır. Bu, örneğin, Marksist iktisat kuramının önceden bulunmuş olabileceği
herhangi bir tahmininin başarısızlığıyla yanlışlanmış sayılamayacağı anlamına gelir; aynı şekilde ancak
bir dizi tarihi ve güncel verinin aydınlatılmasındaki açıklayıcı gücüne referansla doğrulanabilir veya
desteklenebilir (ve rasyonel olarak geliştirilebilir) -elbette güçlü açıklayıcı bir kuram, kendisini
gelecekte gösterebilecek eğilimler hakkında koşullu tahminlerde bulunmamıza imkân verecektir.
(Bhaskar, 2015, s. 26)
Bhaskar, dünyayı teorilerle birlikte yarattığımız ve değiştirdiğimiz yönlü “süper-idealizm”den
(2015, s. 35) ayrıldığı gibi, epistemolojik dönüşe de karşıdır. Ona göre, epistemolojik dönüş,
“ontolojik soruların her zaman epistemolojik formda yeniden incelenebileceği fikrine (yani,
varlık hakkındaki açıklamalar her zaman (varlığa dair) bilgimiz hakkındaki açıklamalar olarak
analiz edilebilir (…) fikrine)” dayandığı için bir “epistemik hata”dır (2008, s. 5, 26; 2015, s.
38).
Her iki ‘savrulma’ da bilim felsefesi temelinde bilimsel süreksizlik ve değişim
tartışmasının harlandığı dönemde (Popper, Kuhn, Feyerabend ve Lakatos’un çalışmaları)
belirginleşmektedir. Bu da Hacking’in alternatif temsillerin açığa çıktığı (çoğaldığı) dönemde
gerçeklik probleminin belirginleşmesi teziyle uyumlu görünmektedir.
13
Eş-ölçülemezlik
problemiyle ilişkili biçimde teori-seçimi probleminin gölgesinde kalan ‘gerçeklik’ problemi
kendisini her üçünü de kapsayan bir çerçevede dayatır. “Bilimsel sürecin dışında var olan
değişmeyen reel nesnelerle bilimsel pratiğin bir fonksiyonu olarak bilim içinde üretilen
değişen bilişsel nesneler arasında açıkça bir ayrım yapılmasının zorunlu hale” gelmesi
(Bhaskar, 2015, s. 56) çerçevenin üç kenarıdır. Çerçeveyi kapatıp, problematik hale getiren
dördüncü kenar ise bilimin yeterli bir açıklaması için bu ikisi arasındaki ilişkinin
kurulmasının gerekliliğidir.
Bu gereklilik Kant’ın numen – fenomen ilişkisini kurmak zorunda kalmasına dek
geriye götürülebilecek ontolojik ve epistemolojik bir problemdir. Bu zorunluluk, Kant’ın
Newton Bilimini model alarak bir bilim olarak metafiziğin kuruluşuna giden yolda
“kaçınılmazcasına zorunlu olan” başlangıç sorusunu (metafizik olanaklı mıdır?)
sorabilmesinde (2000, 3, 4) ve doğa bilimlerine öykünme girişiminde (Kant, 2015, s. 24, 25)
görünür durumdadır. Bu epistemolojiden doğan bir şey olarak, eğer olanaklıysa metafiziğin
var olabilmesi demektir. Bu olanaklılık sınaması ise epistemoloji merkezlidir. Ancak,
ontolojik problemden (numen problemi) kendisini arındıramaz. Bu da Bhaskar’a dayanılarak
oluşturulan yukarıdaki çerçevenin prototipinin Kant’ta açığa çıktığının göstergesidir. Ancak
bu prototip aynı zamanda epistemolojinin ve ontolojinin ayrı yollara (patikalara) doğru
ayrışmaya başlamasının da kökenidir. Diğer bir ifadeyle, Kant, sonraki epistemoloji ve
ontoloji patikalarının başlangıcında diğer konumların tanımlanabileceği sınırdır. Bilgi
teorisinin sonraki gelişiminde pozitivizm ve özellikle de neo-pozitivizm Kantçı epistemoloji
misyonunu üstlenirken yaklaşımsal kökenlerini Hume’a ve tümevarımsal mantığa
dayandırmış olması da bu tespiti güçlendirmektedir. Bu bilgi teorisi içerisinde derin bir
tartışma konusu olan olgu önceliklilik / teori önceliklilik ayrımının saflarıdır: Hume mu, Kant
mı? Bu sorunun bağlamı, bu çalışmanın temel hipotezini bir kez daha öne çıkarmaktadır:
epistemoloji – ontoloji birlikteliğinin tartışılabileceği yegâne mecra ve konu artık bilimdir.
Fakat bu, tarihsel olarak felsefede zorunlu bir ontoloji-epistemoloji ilişkisi doğurmamıştır.
13
Diğer taraftan, 1920’li yıllarda Einstein’ın İzafiyet Teorisi, Marx’ın tarih teorisi, Freud’un psikanalizi ve
Adler’in psikolojisi tedavülde dolaşıma girmişken, tam da bu ‘karmaşa’ içinde bilimle sahte-bilimi ayrımı
üzerine araştırma yapan mantıkçı pozitivizmin (Viyana Çevresi’nin) ontolojiyi kapı-dışarı etmesi bilim tarihsel
açıdan Hacking’in tezine bir karşıt-örnek olarak alınabilir.
752
GAUN JSS
Popper’ın bu temelde Kant, Sokrates ve Einstein’ı bilgi kuramsal bir çerçevede
birleştirmesi ve yanlışlamacı bilgi teorisi çerçevesini Kantvari bir biçimde kurguladığı “bilim
nasıl olanaklıdır?” sorusu merkezli olarak kurması tesadüfî değildir. Bu bilgi kuramsal
modelleme, Einstein’a dayanarak gerçeklik hakkındaki bilimsel bilginin hiçbir zaman kesin
olamayacağı (kesin olarak doğrulanamayacağı) ve buna bağlı olarak da bilimsel bilginin
geleneksel ve / veya günlük dildeki anlamıyla ya da felsefi kullanımındaki anlamında ‘bilgi’
olmadığı tespitiyle bu soruya dair hipotetik bir konum açar. Son olarak da Sokratik
konumlanışı ufak bir revizyonla bu hipotetik-epistemolojik konumla birleştirir: ‘Bildiğim tek
şey, tüm bilgimin hipotetik olduğudur’ (Popper, 2009, s. xxv, xxvi). Popper’ı ontolojiyle
temas ettiren Kantçı temeldir. Eleştirel realizmin, bilimsel sürecin dışında var olan
değişmeyen reel nesneler (geçişsiz nesneler)
14
ile bilimsel pratiğin bir fonksiyonu olarak bilim
içerisinde üretilen değişen bilişsel nesneler (geçişli nesneler)
15
ayrımı (Bhaskar, 2008, s. 6,
11-14; 2015, s. 56) neredeyse tam olarak Kantçıdır. Ancak, eleştirel realizmin bu noktadan
sonrasında mutlak bir ayrımla epistemoloji yolundan (patikasından) gitmemesinin nedeni,
diğer bir deyişle, ontolojik problemden kendisini azade tut(a)mamasının nedeni bilimin
amacına dair belirleniminde yatar: Bilim, “hepsinin mutlaka insanoğlu için anlaşılmaz
olduğunu bildiğimiz, doğa fenomenlerinin sebeplerini keşfetme, dünyanın geçişsiz yapısını
kavrama girişimi”dir (Bhaskar, 2015, s. 77).
Bu bağlamda bilim felsefesine (teorisine) dışsal ontolojik konumlanış ile Bhaskar’ın
bilim felsefesine içkin konumlanışı arasındaki esas benzerlik (ya da çakışma) Bhaskar’ın
sosyal bilime dair bilgi kuramsal-ontolojik yaklaşımında belirmektedir. Tamamen
epistemolojik olmayan (epistemolojiye indirgenemez) ontolojik nedenlerle doğa bilimselden
farklı olan sosyal bilimsel teoriden söz etmek için açıklama – hermeneutik yorum düalizmine
düşmeye gerek yoktur. İnceleme nesnesi olan toplum, algılanamaz olması anlamında zorunlu
olarak teoriktir ve bu nedenle, aynı manyetik alan gibi etkilerinden bağımsız biçimde empirik
olarak saptanamaz. Ayrıca, sosyal bilimsel teorinin nesnesi, etkilerinden bağımsız olarak var
değildir. Bu ontolojik fark, özel epistemolojik bir güçlük yaratmaz. Güçlük, epistemoloji
çıkışlı yönelimin sürekli doğa bilimlerini model alması sonucu kapalı sistemleri önceden
varsayıyor olmasındadır. Oysa ontolojik farkın epistemolojik tamamlayanı, sosyal bilimsel
teorinin öngörücü (kestirimci) olmaktan çok, açıklayıcı olmasında açığa çıkar. Bu da
epistemolojik bir düalizm anlamına gelmemektedir. Çünkü “sosyal bilimde, nedensel bir
mekanizmaya dair bir hipotez üretilir üretilmez, ondan sonra münhasıran açıklayıcı gücüne
atfen de olsa, tamamen empirik olarak test edilebilir” (Bhaskar, 2015, s. 138; 2017, s. 82). Bu
perspektiften sadece sosyal bilimsel teorinin nesnesinin geçişsiz varlığına dair savın
sınırlandığı sonucu doğmaktadır. Sınırın tekabül ettiği çizgi çok önemli bir bilgi kuramsal
tartışmayla örtüşür. “Tıpkı toplumsuz bir sosyal bilim imkânsız olduğu gibi, kendine ait bir
tür bilimsel, ilk-bilimsel veya ideolojik bir teorisi olmayan bir toplumun da (sadece aktörlerin
etkinliklerinde ne yaptıklarına dair sahip olduğu kavrayışlara dayansa dahi) düşünülemez”
(Bhaskar, 2015, s. 137; 2017, s. 86, 89) olmasıyla Popper’ın vurguladığı bilimde hipotetik
konumun (hipotezin, varsayımın) denemeden önce zorunlu olarak var olması gerektiği tezi
örtüşür. Bir farkla ki, sosyal bilimci için önsel bir hipotezin (teorinin) yokluğunda, uygun
inceleme / araştırma nesnesinin oluşturulmasına dair akut problem doğa bilimlerinin aksine
düşük yoğunlukludur. Çünkü “sosyal bilimcilerin uğraşması gereken fenomenlerin çoğu,
sosyal etkinliklerin kavrama bağımlı doğaları sayesinde, belli tanımlar altına hâlihazırda
saptanmış” durumdadır (Bhaskar, 2015, s. 138, 139). Bu Heidegger’in dünya-içinde-varlık
kavramsallaştırmasının bilim felsefesindeki karşılığıdır. Daha doğrusu, bu paralellik
14
Bilimsel keşif ve araştırmanın bilimden bağımsız nesneleri; şeyler, yapılar, mekanizmalar, süreçler ve olaylar
vb.
15
Teoriler, paradigmalar, modeller, araştırma yöntem ve teknikleri vb.
EPİSTEMOLOJİK DÖNÜŞ VE BİLİM FELSEFESİNİN ONTOLOJİSİ
-BİLİMSEL DÜNYA KAVRAYIŞI’NDAN ELEŞTİREL REALİZME ONTOLOJİNİN EPİSTEMOLOJİ İLE TEMELLENDİRİLMESİ-
753
Heidegger’in kavramsallaştırmasının ve onu belirleyen çerçevesinin bağlamsal olarak bilim
felsefesi içerisinde işlemselleştirilebilir olduğunun göstergesidir. Bu işlemselleştirme,
Popper’ın (epistemolojik odak) hipotetik konumların zorunluluğu fikrini kapsarken, bu
konumların daimî olarak hipotetik kalacağı tezini ontolojik vurguyla dışarıda bırakır. Çünkü
hipotetik konum(lar), onları üreten ontolojik koşullar açısından belirlenirken (somut dünya-
içindelik), eleştirel açıklama her ikisini de kapsayacak biçimde öz-düşünümseldir. Bu
nedenle, sosyal bilimlerde öngörü hedeflendiği sürece hipotetik kalacak konum(lar), açıklama
söz konusu olduğunda ontolojik temelli kuramsallığa / teorikliğe kavuşur. Bu aynı zamanda
bilimde (daha doğru bir ifadeyle bilgi / bilim teorisinde) postüla edilmiş olan açıklama ile
öngörü ya da açıklama ile yanlışlanabilirlik arasındaki simetrinin kırılmasıdır (Bhaskar, 2008,
s. 125).
Bu kuramsallık ve kırılma, çoğulluğa (çok-paradigmalılık) olanak tanır. Çünkü
çoğulluk bilimin geçişli (epistemolojik) boyutunda söz konusuyken ve gerçekliğin farklı
düzeylerine ilişkinken, geçissiz (ontolojik) temelde Kuhncu bir değişim söz konusu değildir.
Diğer taraftan bu yaklaşım Popper’cı modelin olanak tanıdığı çoğulluktan da ontolojik
odağıyla ayrılır. Eleştirel rasyonalizmin pragmatik (praksiste) sınayıcı bir temas noktasıyla
ilişkilendiği ontolojik zemin ‘sosyal atomculuğu’, yani bireyleri esas alırken (Popper, 2010, s.
128) eleştirel realizm, bireylerin (ve grupların) içinde yer aldığı, empirik olarak verili
olmayan ilişkilerin toplamı olarak toplumu ontolojik zemin olarak alır (Bhaskar, 2017: s. 50,
51) ve toplumların insanlara ontolojik olarak indirgenemezliğinin altını çizer (2017, s. 127).
Bu, eleştirel rasyonalizm ile eleştirel realizm arasındaki farkın göstergesidir. Bhaskar,
Kuhn’un eş ölçülemez paradigmalarını karşılaştırılabilir ve hatta sınama için zorunlu olarak
karşılaştırılması gereken bir hale dönüştürür. Epistemolojik odak ontoloji aleyhine
vurgulandığında (ki bu empirik realizme örtük ya da açık biçimde çakılı kalmaktır) açığa
çıkan eş-ölçülemezlik problemi, ontolojik odakla ortadan kaldırılır. Hem karşılaştırılabilirlik
hem de sınanabilirlik bağlamında kuramların ‘ a posteriori hakemi’, kuramların açıklama gücü
dolayımdadır. Açıklama da daha önce ifade edildiği üzere, ontolojik derinleşmeyi gerektirir.
Bu derinleşme, gerçekliğin üç düzeyini açığa çıkarır: Gerçeklik düzeyi (ontolojik
mekanizmalar), aktüel düzey (olaylar), empirik düzey (deneyimler) (Bhaskar, 2008, s. 46, 47).
Yüzeyde kalmak, deneyim ve onun temelindeki olguları örtük ontolojik temel olarak kabul
etmek anlamına gelmektedir. Epistemolojik olarak kuram öncelikli konum (hipotez yoksa
olgu [tespiti] yok) (Popper, 2015, s. 16-19, 140, 141), idealist bir savrulmayı da beraberinde
getirebilmektedir. Böylece Kuhncu eş-ölçülemezlik probleminin neden rasyonalizm –
irrasyonalizm sarkacına sıkıştığı da aydınlanmaktadır: Örtük idealist ontoloji fona
yerleştiğinde sahne alan epistemolojik tartışma, olgu tespitinin (ve bunu olanaklı kılan
paradigmatik / hipotetik bakış biçiminin [geçişli nesnelerin]) ötesine geçemediğinden ve fakat
idealist ontolojiye düşmekten de kaçındığından kısır döngüye girmektedir. Bu döngüden
çıkışın tek yolu, pragmatik ölçütü (Hackingci ve dahi Poppercı ‘müdahale’yi) tek ontolojik
ölçüt ve bunun yanı sıra ilerleme ölçütü olarak kabul etmekten geçmektedir. Bu daha temelde,
“bilgi ile insan gücü eş anlamlıdır” (Bacon, 2012, s. 120) ve “bilimlerin gerçek ve doğru
hedefi, yeni keşifler ve zenginliklerle insan yaşamını donatmaktır” (Bacon, 2012, s. 157)
diyen Francis Bacon’ın tespitini yinelemek anlamına gelmektedir. Eğer bilgi ile insan gücü eş
anlamlıysa, gücün artması bilginin arttığının açık göstergesidir. Ancak bu, tam da Bhaskar’ın
(ontolojik perspektifin) eleştirdiği bilimi epistemolojik boyutta öngörü gücü ile sınırlamak
demektir. Oysa ontolojik perspektif, bilimin gücünü açıklama gücüne bağlamaktadır.
Açıklama da ontolojik temeldeki mekanizmalara, yapılara ve nedensel yasalara ilişkindir. Bu
bağlamda hemen belirtilmelidir ki deneyim ve onun konusu olan olgular ya da olaylar
yapılardan, yapılar mekanizmalardan daha az gerçek değildir. Bhaskar’ın örneğiyle, açıklama
için elektronlarla deneyimin konusu olan masalar arasındaki ilişki, ‘tekabüliyet kuralları’
754
GAUN JSS
açısından değil, nedensel ilişkiler açısından anlaşılmalıdır (2008, s. 49). Bu ilişki, ‘gerçek’ iki
nesne arasındadır.
Ontolojik perspektif ‘müdahale’nin ve ‘öngörü’nün öne çıkarılmasını, bilimsel
girişime dair temeldeki iki momentin görülmemesine bağlar. Teori momenti, dünyanın aktif
nedensel yapısına ulaşmak için yapay biçimde kapalı sistemlerin kurulduğu momentken,
teorilerin açık sistematik uygulamaları, teorilerin sonuçlarının dünyanın fenomenlerini
açıklamak, öngörmek, inşa etmek ve teşhis etmek için kullanıldığı ikinci bir momenti
oluşturmaktadır (Bhaskar, 2008, s. 108). Diğer bir deyişle, teoriler dünyanın ontolojik
(gerçek) üretken yapısını kavrayabilmek için yapay kapalı sistemler olarak var olurken,
onların uygulamaları (sınanmaları, uygulanmaları, onlarla müdahale) dünyanın yine gerçek ve
açık sistematik fenomenleriyle yüzleşirler. Bu nedenle teorilerin öngörüleri ve sınanmaları
‘diğer tüm durumlar sabitken ( cateris paribus)’ eklentisini taşırlar. Fakat gerçeklik söz
konusu olduğunda ve amaç dakik öngörüler, bu dakiklik üzerinden sınamalar olduğunda diğer
tüm durumların hiçbir zaman sabit olmadığı (açık sistem) sıklıkla göz ardı edilir. Bu eklenti
Poppercı yanlışlamacı modelin ad hoc hipotezlerle başının belada olmasının ve Lakatos’un
Popper revizyonlarının bir kısmının tam merkezindedir. Lakatos – Popper ekseninde bu
tartışma bilgi kuramsal modelleme için önemli ve verimli olsa da problemin kökeninin
görülebilmesi ancak ontolojik derinlikle olanak kazanır. Çünkü yüzeyde kalındığı sürece,
ontolojik fark (nedensel yasalarla – fenomen örüntüleri arasındaki; doğanın mekanizmalarıyla
onların ürettiği olaylar arasındaki fark) da görünmez kalacaktır. Böylece açığa çıkan
farklılaşmamış gerçeklik (empirist ontolojinin görebildiği tek gerçeklik), farklılaşmamış bir
bilimde (yanlış modellenmiş doğa biliminde) yansımasını bulmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |