Toplumsal gerçekçilik kaygıları sinemaya nasıl yansıdı?
Bu süreçte Lütfi Akad, Memduh Ün, Metin Erksan ve ben
yaptığımız işi çok büyütmedik, Türkiye şartlarının bilin-
cindeydik. Ama 1964’te Metin Erksan’ın Susuz Yaz’ı (1964)
Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı Ödülü’nü alınca Türk
entelektüel hayatına atomik bir bomba düştü, çünkü o
zamana kadar hiç böyle bir şey olmamıştı. Devlet sanatçısı
olmak kültürel aristokrasinin en üst düzeyiydi ve devletin
resmi kültür politikasıyla uyuşmayan bir filmdi Susuz Yaz.
Yalnız sinemamızda değil, Cumhuriyet tarihinde hiçbir
kültürel alanda uluslararası bir ödül kazanılmamıştı. Bu
olay sinemacılarla ilgilenmek gerektiğini gösterdi, ama ak-
sine, sinema üzerindeki baskı artırıldı. Sinema şurâsı ol-
du, ancak bu şurâ sürekli olamadı. Yapımcılar, sinema en-
telektüelleri ve yazarlarının hepsi emperyalizme karşıydı,
ama şurâ kavgayla bitti.
Bir yıl sonra Sinematek kuruldu; ancak kurucuları
aralarına bir tek sinemacı bile almadılar. Bir tek Metin
Erksan’ı alsalar bile belki bugün Mimar Sinan Üniversite-
si’nin Sinema ve Televizyon Bölümü olmayacaktı. Bu ku-
rumun temeli olan bir öğrenci derneği “ben sinemacıların
yanındayım,” dediğinde, bütün sinemacıların negatiflerini
teslim etmeleriyle eşi olmayan bir sinema arşivi kuruldu.
Kulüp Sinema 7, isim değiştirerek önce ‘Türk Sinema Arşi-
Mithat Alam Film Merkezi Söyleşi, Panel ve Sunum Yıllığı 2003
88
vi’ oldu, sonra da ‘Devlet Film Arşivi’ne dönüşerek resmiyet
kazandı. Bütün bu hadiseler yabancı müdahalesine karşı
bir ulusal varlık mücadelesi haline geldi; çünkü sürekli
Türk sinemacısının kabiliyetsiz olduğu, seyircinin duygu-
larını sömürerek ticaret yapmaya çalıştığı söyleniyordu.
“Batı’da ne kadar mükemmel sanat eseri örnekleri var; bi-
zimkiler adam olsa Batı’yı kendilerine örnek alırlar,” deni-
yordu. Bu görüşe reaksiyon olarak ulusallık ortaya çıktı. O
gün sinema tarihinde ortaya çıkan tartışma bugün sanatın
genelini kapsıyor.
Dostları ilə paylaş: |