Dikey Entegrasyon, alıcı-satıcı ilişkileri bulunan aynı endüstride fakat üretim
zincirinin farklı noktalarında yer alan firmaların birleşmesi, üretimin her aşamasında
şirketin bizzat faaliyette bulunmasıdır. Bu tür bir entegrasyon genellikle petrol,
madencilik, kimya sanayi gibi alanlarda görülmektedir. Bu tür birleşmelerin temel
amacı, piyasadaki belirsizliği azaltmak ve maliyet avantajı sağlamak için ileriye-geriye
bağlantılar kurmaktır.
Dikey entegrasyonların oluşumunda doğal kaynakların zenginliği, hammadde
bolluğu, ucuz işgücü gibi faktör fiyatlarındaki farklılıklar etkilidir. Bunun yanısıra ev
sahibi ülke ile yatırımcı ülke arasındaki taşıma maliyetlerinin düşük olması ve dış
ticaretin serbestçe yapılabilmesi de belirleyici unsurlardır.
Dikey entegrasyonlar yapıları gereği ticaret yaratıcı etkisi olan türde
DYY’lerdir. Yatırımcı ülke pazarı için üretilen bir ürünün, dikey entegrasyon
sonucunda farklı bir ülkede montajının yapılması ve yatırımcı ülkeye ihraç edilmesi
13
hem yatırımcı hem de ev sahibi ülkenin dış ticaret hacmini arttıracaktır. Dolayısıyla
dikey entegrasyon şeklindeki DYY’ler ticareti ikame etmemekte aksine uluslararası
ticaret için tamamlayıcı rol üstlenmektedir (Göver, 2005, Erdilek, 2005).
Bu tür birleşmeler Neo-klasik analizin içselleştirme modelinde belirttiği
birleşme ve satın almaları içermektedir.
Yatay Entegrasyon, aynı endüstrideki firmalar arasında yapılan bir birleşme
türüdür. Son dönemde gerçekleşen DYY’lerin önemli bir bölümü bu tarzdadır. Yatırım
yapılan ülkedeki yavru şirkete, sermaye ile birlikte üretim için gerekli teknoloji, teknik
yardım (know-how) ve işgücü transfer edilerek, yavru şirketin ana firmanın üretim
stratejisi doğrultusunda üretim yapması sağlanır. Oligopolistik bir yapıya sahip bulunan
bu tür bütünleşmenin amacı, kârlarını dünya ölçeğinde maksimize etmektir. Bu tür
bütünleşmenin oluşumunda teknolojik gelişme ve ekonomik serbestleşmenin etkisi çok
büyüktür.
Yatay entegrasyonun en önemli avantajı, pazara yakınlıktır. Bu özelliğinden
dolayı ihracatı ikame edici yatırımlar olarak nitelendirilmektedir.
Yatırımcı ülke ve ev sahibi ülkeler arasındaki taşıma maliyetleri ve ticaret
engelleri ne kadar yüksek ve yatırımlar önündeki engeller nekadar azsa, DYY’ler
ticarete o kadar çok tercih edilecek ve DYY’ler yatay entegrasyon tarzında olacaktır.
ÇUŞ’lar yatay entegrasyon kararı ile, hem ticaret maliyetlerinden kurtulmakta, hem de
yerel pazarda aktif olarak faliyet gösterebilmekte ve değişen pazar ve tüketici
tercihlerine daha kolay ve hızlı uyum sağlayabilmektedir. Bunun yanında, yatay
entegresyon, ÇUŞ’un ev sahibi ülkede üretemediği diğer ürünlerin bu ülkede daha çok
talep edilmesine yol açtığı bunun da ÇUŞ’un toplam satışlarına olumlu etki yaptığı
düşünülmektedir (Göver, 2005; Şatıroğlu, 1984, 28; Brainard, 1993, Erdilek, 2005).
Bu tür birleşmelerin görüldüğü sektörler, ilaç ve otomobil sektörleridir.
Amerikan kaynaklı birçok şirketin Batı Avrupa ve AGÜ’lerde yaptıkları yatırımlar bu
tür yatırımlara örnek olarak gösterilebilir.
Holding Tipi Birleşme, firmalar arasında gerçekleşen birleşme tipidir. Firmaların
riski dağıtma, üretim yelpazesini genişletme ve ölçek ekonomilerinden yararlanma
isteğinden kaynaklanmaktadır. Dünya ekonomisinde konjonktürün belirsiz olduğu
dönemlerde bu tür birleşmelere ağırlık verilerek risk azaltılmak istenmektedir (Yaşgül,
2002, Gür, 2004; Alpar, 1977, 27).
Ulusaşırı şirketlerin rekabet ve tekelleşme üzerindeki etkileri ÇUŞ’ların
organizasyon yapısı ile yakından ilgilidir. Yatay bütünleşmeye giden ÇUŞ’ların ürettiği
14
malları daha geniş coğrafi alanlara yayarak, ulusal endüstriye giriş engellerini yıkarak
rekabeti arttıracaktır. Ancak ÇUŞ’ların dikey birleşme yaratmaları halinde rekabette
zayıflama ve tekelleşme eğiliminde artış yaratacağı düşünülmektedir. Dikey
bütünleşmenin, bağımsız firmaların silinmesine, giriş engellerinin yükselmesine neden
olduğu belirtilirken, bu tür bütünleşme ile ÇUŞ’ların kendi aralarında uzun vadeli
anlaşmalarla ortaklığa gitmeleri halinde oligopolistik koşulları koruyup geliştirdikleri
gözlenmektedir (Yıldırım, 1983; 115).
Ulusaşırı şirketler bilhassa, 1980’li yıllardan itibaren örgütsel yapılarında
değişikliğe giderek, faaliyette bulunulan ülkelerin yapısına uygun esnek yapılar
oluşturmuş, değişen şartlara derhal uyum sağlama imkânı yakalamış ve gerektiğinde
yerel şirket gibi davranabilmenin yolunu açmıştır. Dolayısıyla günümüzde ulusaşırı
şirketler her tür yapıya bürünerek, dünyanın herhangi bir yerinde bir zorlukla
karşılaşmadan faaliyet gösterebilmektedir. Bazen yabancı bir şirket olarak karşımıza
çıkarken, bazen bağlı şirket aracılığıyla yerli şirket, bazen de oratak girişim (joint
ventures) veya yap-işlet-devret yatırımcısı, ihracatçı şirket olabilmektedir (Çapraz ve
Demircioğlu, 2003).
Mülkiyet payının, bağlı firmanın kontrolünde, ürün ağının bütünleştirilmesinde
ve standartlaştırılmasında, fonksiyonel politikaların bölgesel ya da ülke bazında
kordinasyonunda önemli etkileri vardır.
Ortaklık payı, ev sahibi ülke açısından, ulusal ekonomik amaçların
gerçekleştirilmesi, yeni iş imkânlarının yaratılması, üretim faktörlerinden en iyi şekilde
faydalanılması ve döviz kontrolleri gibi konular üzerinde önemli etkiye sahiptir
1
.
Bazı durumlarda işletmenin yabancı ülkelerde %100 mülkiyetle faaliyette
bulunmaları daha uygun iken, bazı durumlarda joint venture tipi ortaklık daha uygun
olmaktadır. Aynı durum sektör bazında da geçerlidir.
Ev sahibi ülkeler joint venture tipi ortaklığı tercih ederken, yabancı ortaklar eğer
ev sahibi ülkenin herhangi bir kısıtlaması yok ise %100 mülkiyetli yatırımı tercih
etmektedirler.
Yapılan araştırma sonuçlarına göre, yerel pazarların çekiciliği arttıkça, ev sahibi
hükümetlerin ortaklık paylarıyla ilgili kısıtlamalarının arttığı; yapılacak yatırımların
büyüklüğü arttıkça ise, yabancı şirketlerin pazarlık güçlerinin arttığı gözlenmiştir.
1
Yapılan bir çalışma sonucunda yabancı ortaklı firmaların işgücü verimliliğinin daha yüksek olduğu
sonucuna ulaşılmıştır. Bütün koşullar eşitken %100 yabancı sahipliği bulunan bir firmanın yerli
firmalardan 230$ daha fazla işgücü verimliliğine sahip olduğu sonucuna ulaşılmıştır, Mark Dutz, Melek
Us, Kmil Yılmaz, 2003
15
Kişisel tercihler ve firmanın mali yapısı bir tarafa bırakılırsa, ortaklık yapısını
belirleyen beş faktör şöyle ifade edilebilir. Rekabet pozisyonu, uygun ortak ya da
müşterilerin varlığı, yapısal kısıtlamalar, kontrol gereksinimi, fayda/maliyet durumudur.
Ev sahibi ülkenin zamanla yabancı firmalardan sağlayacağı teknolojinin,
finansmanın, becerilerin, ya da diğer katkıların ilk yıllardaki önemi, öğrenme ya da
sağlanan kazançlarla azalabilir. Dolayısıyla ortaklığı ilk şekliyle devam ettirmenin
anlamı kalmayabilir. Böylece yeni durumlar dikkate alınarak anlaşmalar yenilenebilir.
Filipinler ve Tayvan’da faaliyette bulunan ABD kökenli firmaların ortaklık
paylarıyla firmaların kârlılık ve verimlilik durumları arasındaki ilişkiyi ortaya koymak
açısından yapılan çalışmada, 16 %100 mülkiyetli şirket ile 11 adet joint venture’nin
arasında hiçbir verimlilik ve kârlılık farklılığı bulunmadığı, ithalat, ihracat, teknoloji
transferi gibi konularda hiçbir katkı farklılığı gözlenmemiştir. Diğer taraftan 13 adet
%100 mülkiyetli yabancı firma ile 11 adet joint venture şeklinde faaliyet gösteren İsveç
kökenli bağlı firma arasında önemli farklılıklar gözlenmiştir ( Aydın, 1997; s 55-62).
Dostları ilə paylaş: |