D e r L e m e r e V i e w hacettepe T›p Dergisi


D hormonu: Güncel geliflmeler



Yüklə 252,46 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə2/4
tarix05.03.2017
ölçüsü252,46 Kb.
#10237
1   2   3   4

17

D hormonu: Güncel geliflmeler

C i l t   4 2   •   S a y ›   1   •   2 0 1 1



le etkileşime geçer. 1,25(OH)

2

D



3

’ün hormon veya sito-

kin sistemleri arasındaki esas ayırt edici özellik, substrat

olarak dolaşımda yetersiz 25OHD

3

bulunduğunda, se-



konder hiperparatiroidizmle PTH yoluyla, renal CYP27

B1 hidroksilazı uyararak 1,25(OH)

2

D

3



’ün yapımını artı-

rır veya idamesini sağlar. Bu durumdan çok farklı ola-

rak, 25OHD

3

’ün böbrek dışı dokularda CYP27 B1 için



sustrat olarak azlığı durumunda, 1,25(OH)

2

D



yapımını


azaltır. 

V‹TAM‹N D EKS‹KL‹⁄‹N‹N TANIMI ve PREVALANSI

Optimal kemik ve vücut sağlığı için yeterli VD statu-

su önemlidir. İnsan vücudu normokalsemi durumunu

devam ettirebilmek, bağırsak Ca emiliminin yeterliliğini

sağlamak için VD yetmezliği/eksikliği ve VD’nin meta-

bolizması ve etkisinde çok kısa zamanda değişiklikler ya-

par. İdeal Ca alımının ne kadar olduğu tam belirlenme-

miştir. İntestinal Ca emiliminde düşme, serum Ca’sında

ufak fakat gerçek bir düşme yapar. Bu düşme paratiroid

bezi hücrelerinin plazma membranındaki kalsiyum algı-

layıcı reseptör (Ca sensing receptor= CaSR) tarafından

fark edilir bu, bezden parathormon (PTH) gen ekspresyo-

nunu artırma ve salıverilmesi için bir sinyaldir. Böbreğin

proksimal lup epitel hücrelerinin plazma membranında-

ki PTH/ “PTH related peptid” reseptörleri ile PTH’nin et-

kileşimi CYP27B1 gen ekspresyonunu ve mevcut subst-

rat 25OHD

3

’ün 1,25(OH)



2

D

3



dönüşümünü artırır,

1,25(OH)


2

D

3



seruma geçer, VDBP’ye bağlanır. Bağırsak

ve kemikte VDR ile regüle edilen genlerin kontrol bölge-

lerinde “Vitamin D responsive element (VDRE)” aracılığı

ile bağırsakta Ca ve P emilimini artırır ve kemikte mine-

ral fazındaki Ca ve P’si sırasıyla açığa çıkarır. Bu şekilde

serum Ca’sındaki eksiklik düzeltildiğinde, aktive olmuş

1,25(OH)

2

D



3

/PTH ekseni, osteosit kaynaklı FGF-23 tara-

fından süprese edilir [13]. Bu anlatılan fizyolojik değişik-

likler, birçok araştırmacı tarafından VD hormonunun

yetmezlik ve/veya eksikliğinin, serumdaki immünreak-

tif PTH (iPTH) düzeylerinin yüksek bulunmasıyla tanım-

lanmasına neden olmuştur [14].

Serum 25OHD

3

düzeyleri genel olarak VD durumu-



nun bir belirleyicisi olarak kabul edilmektedir. Fakat

hangi düzeyin yeterlilik kabul edileceği hakkında tam

bir fikir birliği yoktur [15-17]. 

Serumda ölçülen 25OHD

3

düzeyinin < 20 ng/mL (50



nmol/L) olduğu haller, birçok uzman tarafından VD ek-

sikliği olarak tanımlanır. 25OHD

3

düzeyleri 30-40 ng/mL



oluncaya kadar, PTH düzeyleri ile ters bir ilişki gösterir.

Bu düzeyde PTH en düşük değerlerine ulaşır. İntestinal

kalsiyum transportu 25OHD

3

düzeyleri ortalama 20-32



ng/mL olan kadınlarda, %45-65 oranında artar. 

Son verilerin ışığında, serum iPTH düzeylerinin, se-

rum 25OHD

3

düzeyinin 30 ng/mL (veya 75 nmol/L) ol-



duğunda önemli derecede yükseldiği kabul edilir [18].

Bu veriye dayanarak 21-29 ng/mL (50-75 nmol/L)

25OHD

3

düzeyleri, göreceli VD yetersizliği olarak kabul



edilir. 25OHD

3

düzeylerinin 20 ng/mL (veya 50



nmol/L) altında olması aşikar VD eksikliği olarak kabul

edilir ve bu durumda bu eksikliğe ait iskeletle ilgili so-

runlar klinik olarak belirgin hale gelir. Bu tanım göz

önüne alındığında VD yoksunluğu veya yetersizliği,

dünya üzerinde 1 milyar insanda bulunmaktadır. 

VD yeterlilik düzeyi ise > 30 ng/mL olan 25OHD

3

değerleri ile tanımlanır. Genelde 60-120 ng/mL (100-



200 nmol/L) 25OHD

3

değerleri VD yeterliliği diye ka-



bul edilmektedir [19].

VD intoksikasyonu 25OHD

3

düzeylerinin 150-200



ng/mL olduğu durumdur.

Vitamin D ve kemik sağlığı

VD’nin en dramatik fizyolojik etkisi intestinal Ca

transportunu ve absorpsiyonunu sağlamaktır. VD re-

septörünün, 1,25(OH)

2

D

3



ile buluşması sonrasında,

kalsiyum absorpsiyonu %30-40 ve fosfor absorpsiyonu

%80 artar. 

Çeşitli ırklardaki (beyaz, Meksikalı Amerikalı, siyah

ırk) kadın ve erkekte, serum 25OHD

3

düzeyleri, 40



ng/mL civarında iken, kemik mineral dansite (KMD)

düzeyleri ile, direkt ilişkili olduğu gösterilmiştir. Serum

25OHD

3

düzeyi 30 ng/mL altına düştüğünde, intestinal



kalsiyum absorpsiyonunda önemli derecede azalma

olarak PTH salınımı artar. PTH 1,25(OH)

2

D

3



yapımını

uyararak böbrekten kalsiyum emilimini artırdığı gibi,

osteoblastları aktive ederek preosteoklastların, olgun

osteoklastlara dönüşümünü sağlar. Osteoklastlar ke-

mikte resorpsiyonu artırır böylece kan Ca’sının idame-

sini sağlamaya çalışır, fakat bu olayın uzaması osteope-

ni ve osteoporoza neden olarak kırık riskini artırır.

Yaşlı erkeklerde yapılan bir araştırmada 11 yıllık ta-

kipte 25OHD

3

düzeyi 16 ng/mL’den yüksek ve düşük



olanlarda kalça kırık riski araştırılmış ve 25OHD

3

düze-



yi 16 ng/mL’den düşük olanlardan daha yüksek bulun-

muştur [17,20].

Kalsiyum ve VD’nin eksikliği in utero veya çocuk-

lukta, iskelette maksimal kalsiyum birikimini önler. VD

eksikliği ilerlerse, paratiroid bezler maksimal olarak

uyarılır, sekonder hiperparatiroidizm olur. PTH,

25OHD

3

’ün metabolizmasını 1,25(OH)



2

D

3



yapımı yö-

nünde artırır. Bu da VD eksikliğini daha derinleştirir.

PTH aynı zamanda fosfatüriyi de artırır, düşük veya dü-

şük-normal fosfor düzeyleri ile yeterli (kalsiyum x fos-



18

Sözen

H

A C E T T E P E  



T

I P  


D

E R G ‹ S ‹



for) ürünü oluşamayacağı için osteoblastların yaptığı

matriks kollajenin mineralizasyonu yeterli olamaz ve

çocuklarda raşitizm ve erişkinlerde osteomalazi olur.

Yeni kemiğin oluşmasında iki basamak vardır:

• Osteoblastların organik matriksi (Osteoid) yapması,

• Matriksin olgunlaşması.

Yeni oluşan matriksin olgunlaşması için birçok enzi-

min 10-15 gün içinde sentez edilmesi gerekir. Bu nokta-

da kemik minerali amorf Ca fosfat olarak depolanmaya

başlar ve hidroksiapatite dönüşür. Bunun için Ca ekstra-

selüler alandan alınarak matrikste mevcut veziküllere ta-

şınır. Bu arada P, alkalen fosfataz aracılığı ile veziküllerin-

de yapılır. VD bu matriks mineralizasyonunun her safha-

sında etkindir, kemik matriks sentezi VD eksikliğinde

azalır ve VD yerine konduğunda artar. Kemik matriksin-

de mevcut nonkollajen kemik GLA proteini diğer adıyla

osteokalsinin sentezi de VD tarafından regüle edilir.

Kemiğin normal mineralizasyonu için yeterli Ca ve

P, aktif VD ile daha önce bahsedilmiş şekilde bağırsak-

tan absorpsiyonla sağlanır.

Kemikten mineral kaybıyla birlikte olan osteoporoz-

da kemik ağrısı ile birlikte olmamasına karşın osteomala-

zi izole veya jeneralize kemik ağrısı ile birliktedir. Bu ağ-

rının nedeninin, periost altındaki demineralize jelatin

matriksin hidrasyonu olduğu sanılmaktadır. Hidrate

matriks, periostu dışa doğru iter ve zonklayıcı, künt ağrı-

yı yaratır. Osteomalazi sıklıkla, başparmak ile sternum

veya pretibial bölgeye bastırmakla oluşan ağrı ile tanına-

bilir. VD eksikliği çocuklarda raşitizme neden olmaktadır.

Son zamanlarda raşitizmin özellikle Afrikalı- Amerikalı

çocuklarda çok yüksek oranda görüldüğü bu konuya dik-

katlerin çekilmesine neden olmuştur. Bir yenidoğan be-

beğin 25OHD

3

düzeyleri genelde annenin yarısı kadar-



dır. Erken bebeklik devrinde bozuk VD durumu, gebelik

sırasında maternal VD eksikliği ile anneden fetusa yeter-

siz VD transferi ile düşük bebek depolarına neden olur. 

Siyah ırktan olanlar melanin pigmentleri nedeniyle

VD eksikliğine daha yatkındır, bir araştırmada 15-49

yaşlarındaki zenci ve beyaz kadınların 25OHD

3

’leri öl-



çülmüş siyah ırktan olanlarde prevalans %42.4 beyaz-

larda %4.2 bulunmuştur. Üçüncü “National Health &

Nutrition Examination Survey”de de (1988-1994) hipo

D vitaminozu araştırılmış ve 20-40 yaşlarındaki siyah

ırktan olanlarda, 25OHD

3

düzeyleri, aynı yaştaki beyaz-



larınkinden daha düşük bulunmuştur [21]. Oysa zenci

kadınların KMD’leri daha yüksektir ve kalça kırıkları

daha azdır ve kemik kayıpları daha uzun süreçlerde

olur. Bu gerçek, siyah ırktan olanlardaki kemik ince ya-

pısının beyazlardan daha güçlü olabileceği şeklinde yo-

rumlanabilir.



Vitamin D, kas gücü ve düşmeler

Kas dokusu VD’nin bir hedef organıdır. Çok eski ta-

rihlerdeki literatürlerde osteomalazide kas zaafiyeti ol-

duğu bildirilmiştir [22,23]. 

Osteomalazi veya raşitizmdeki kas güçsüzlüğü, kulla-

namamaktan kaynaklanan atrofiye bağlı değildir ve

plazma Ca konsantrasyonları değişiklikleri ile nörojenik

tahribattan bağımsız olarak oluşur. Kas metabolizması-

nın bozulmasındandır, VD tedavisine yanıt verir. VD,

kasın hücre Ca düzeylerinin regülasyonunda rol oynar.

Osteomalazideki miyopati, daha ziyade proksimal kas

zayıflığı şeklindedir [23]. Merdiven çıkmakta, oturulan

yerden veya yatar pozisyondan kalkma sırasında zorluk,

kol ve elle objeleri kaldıramama, ördekvari yürüyüşle

karakterizedir. Fizik muayenede güçsüzlüğün en fazla

gövde omuz ve kalça kuşağında olduğu saptanır, kas

güçsüzlüğü ile orantılı his kusuru yoktur, kas erimesi

vardır, fakat dikkati çekecek kadar fazla değildir. Tendon

refleksleri mevcutdur. Miyopatik değişiklikler düşük se-

rum Ca düzeyleri ile birlikte değildir. Kaslarda yağlı in-

filtrasyon, interstisyel fibrosis, sarkolemmal nükleer

proliferasyon ve kas lifleri kalınlığında değişiklikler gibi

nonspesifik histolojik değişiklikler saptanır.

EMG’ler anormaldir, motor ünit potansiyelleri süre-

sinde ve amplitüdünde bozukluk ve dejenerasyon belir-

tisi olmaksız artmış polifazi vardır. 

VD’nin iskelet kasındaki Ca metabolizması ile ilgili

rolü nedir? Kontraksiyon ve gevşeme siklusları, sarkop-

lazmadaki serbest Ca iyonları konsantrasyonuna bağlı-

dır. Kas kontraksiyonu ve gevşemesinde sırasıyla sar-

koplazmik retikulum tarafından Ca salıverilmesi ve

alınması ile sarkoplazmik Ca düzeylerinde ani değişik-

likler olur. Ayrıca, sarkolemma ve mitokondriyadaki Ca

transport sistemleri, kas sitoplazmik Ca iyonunun regü-

lasyonunda rol alırlar. VD’nin kas Ca transport sistem-

lerine direkt etkisi, iskelet kas dokusu ve miyoblast kül-

türlerinde gösterilmiştir. Hipokalsemik hayvanlarda,

Ca’nın kastan seruma çabucak mobilize olduğu göste-

rilmiştir. Bu VD’nin Ca homeostazında rol oynadığının

diğer bir belirtisidir. Bu miyopati VD tedavisine yanıt

verir [24]. İskelet kasında VD reseptörleri vardır [25].

VD eksikliği proksimal kas güçsüzlüğü yaparak vücu-

dun ayakta iken salınmasını artırır ve düşme riskini ar-

tırır [26,27]. Kasların performans hızı ve proksimal kas

gücü 25OHD

3

düzeyleri 4 ng/mL’den 40 ng/mL’ye yük-



seltildiğinde artar ve düzeyler 40 ng/mL’den daha da ar-

tırılırsa, daha da iyileşir. VD düşmeleri de sadece kalsi-

yum alanlara göre daha fazla oranda önler. Düşmelerin

önlenmesinde 400 IU VD yeterli olmamaktadır, 800 IU

VD, kalsiyumla birlikte verildiğinde düşme riskini pla-

seboya göre %72 daha azaltmaktadır. 



19

D hormonu: Güncel geliflmeler

C i l t   4 2   •   S a y ›   1   •   2 0 1 1



Vitamin D’nin iskelet dışı etkileri

Son yıllarda birçok hücrede VD varlığı gösterilmiş-

tir. Bunlar arasında; bağırsak hücreleri, kolon enterosit-

leri, karaciğer hücreleri, osteoblastlar, kondrositler,

prostat, plasenta, meme, over, hipofiz, pankreas, kas,

distal renal hücreler, deri fibroblast ve keratinositleri,

epidermal hücreler, aortik endotel hücreleri, dolaşım-

daki immün hücreler (monositler, transforme olmuş B

hücreleri, aktive olmuş T hücreleri gibi) nöronlar ve be-

yin sayılabilir ve 1,25(OH)

2

D

3



bu dokularda etkili olur.

Ayrıca, bazı doku ve hücreler 25(OH)

2

D

3



1-

α

hidroksi-



laz enzimini eksprese ederler.

Direkt veya indirekt olarak 1,25(OH)

2

D

3



, 200’den

fazla geni kontrol eder, Bu genler arasında hücre pro-

liferasyonunu, diferansiyasyonunu, apoptozisi ve an-

jiyogenezisi kontrol eden genlerde bulunmaktadır. VD

hücre proliferasyonunu normal ve kanser hücrelerin-

de azaltır ve terminal değişimlerini sağlar. Psöriyaziste

1,25(OH)

2

D



3

’ün kullanılması bu gerçeklere dayan-

maktadır.

Vitamin D ve infeksiyon hastalıkları

1,25(OH)


2

D

3



güçlü bir immünmodülatördür. Yakın

zamanlı insan araştırmaları VD sitokin sisteminin, an-

timikrobiyal peptidlerin monosit-makrofaj sisteminden

jenerasyonunda gerekli olan bir ara madde olduğu ola-

sılığını gündeme getirmiştir [12]. İnsan monosit-mak-

rofajlarındaki deneylerle bugün, insan monosit-makro-

faj Toll like reseptör (TLR) yolağının, patojenle ilişkili

membran örneklerinin (PAMP) aktivasyonu, Mycobacte-



rium tuberculosis’teki gibi mikrobik ajanlarla dökülmesi,

bu hücrelerde CYP27 B1 hidroksilaz ve VDR genlerinin

ekspresyonunu başlatır [28].

VD’nin immünmodülatör etkisi ile ilgili ilk deliller;

düşük 25OHD

3

düzeyleri olanların M. tuberculosis in-



feksiyonuna daha hassas ve hastalığı daha ağır geçiriyor

olmalarının fark edilmesiyle gündeme gelmiştir [29].

Başka bazı araştırmalarda belli VDR polimorfizmi olan-

ların tüberküloz infeksiyonuna daha hassas oldukları

saptanmıştır. Bu gerçek, zenci Amerikalıların neden sık-

lıkla VD eksikliği nedeniyle, tüberküloza daha yatkın

olduklarını izah edebilir.

Monositler ve makrofajlar lipopolisakkaritlerle veya



M. tuberculosis ile karşılaştırıldıklarında, VDR genini ve

25(OH)


2

D

3



CYP27B1 alfa hidroksilaz genini “up-regu-

le” eder. Artmış 1,25(OH)

2

D

3



yapımı, “cathelicidin”

senteziyle sonlanır. Bu madde infeksiyon ajanlarını

tahrip edebilecek bir peptiddir. VD yetmezliği veya ek-

sikliğinde makrofajlar, CYP27B1 hidroksilaz için yeter-

siz substrat 25OHD

3

varsa, lokal olarak yetersiz



1,25(OH)

2

D



3

oluşur ve bu 1,25(OH)

2

D

3



’ün, makrofaj

VDR’ye bağlanmasını azaltır, sonunda 1,25(OH)

2

D

3



-

VDR’nin antimikrobiyal genlere yöneltilmiş aktivasyo-

nunu kısıtlar. Serum 25OHD

3

düzeyleri, 20 ng/mL altı-



na indiğinde monosit ve makrofajlar bu immün yanıtı

başlatamazlar. 

Diğer mikrobiyal hastalıklarda da 25OHD

3

düzeyle-



rinin etkileri araştırılmıştır. Örneğin; üst solunum yolu

infeksiyonlarının yılın hangi mevsimi olursa olsun se-

rum 25OHD

3

düştüğünde veya 25OHD



3

düzeylerinin

daha fazla düştüğü kış aylarında en sık görüldüğü gös-

terilmiştir [30]. 



Vitamin D ve otoimmünite

İmmün yanıtla ilgili hücrelerde VD reseptörünün

belirlenmesi ve aktive olmuş dendritik hücrelerin VD

sentez ettikleri gösterildiğinde VD’nin immün regüla-

tuar sistemin bir parçası olabileceği düşünülmüştür.

VDR, nükleer hormon reseptör süper ailesinin bir üye-

sidir ve VDR’nin mononükleer hücreler, dendritik hüc-

reler, antijen prezente eden hücreler kadar, aktive T-B

lenfositlerinde de bulunduğu gösterilmiştir. Primer len-

foid organlar (kemik iliği ve timus) immün sistemin ge-

liştiği ve değişime uğradığı merkezlerdir ve buralarda

VDR gösterilmiştir. Sessiz CD

4

hücreleri düşük konsant-



rasyonlarda VDR eksprese ederler, aktive olduklarında

bu ekspresyon beş misli artar, 1,25(OH)

2

D

3



’ün kazanıl-

mış, antijen spesifik immün yanıt üzerine etkisi T len-

fosit proliferasyonun inhibisyonu (özellikle Th1 kolu

üzerine) ile karakterizedir. CD

4

T hücrelerinin



1,25(OH)

2

D



3

ile tedavi edilmesi, Th1 hücre proliferas-

yonunu ve ve sitokin yapımını inhibe eder; ortama

1,25OH


2

D

3



’ün eklenmesi ise IL-2 ve IFN-

γ

’nın CD



4

hücreleri tarafından salgılanmasını azaltır, IL-5, IL-10

yapımını artırır ki bu, T hücre yanıtını TH2’nin baskın-

lığına iter. IL-4 regülasyonunda 1,25(OH)

2

D

3



’ün etkisi

çelişkilidir. Th2 ile ilgili IL-4 yapımı, in vivo

1,25(OH)

2

D



3

tedavisiyle “up-regule” edilir. Bazı göz-

lemlerde ise hem Th1 ve hem de Th2 hücrelerinden, si-

tokin yapımının (IL-4 dahil) inhibisyonu gözlenmiştir.

1,25(OH)

2

D



3

ile IL-6 ekspresyonu inhibe edilir ki bu si-

tokin, T17 hücrelerinin uyarır, T17 hücreleri, otoim-

mün reaksiyonun önemli bir komponentidir.

İn vitro, 1,25(OH)

2

D



3

, monositlerin, dendritik hüc-

relere değişimini ve T hücrelerinin bunlar üzerinde oluş-

turduğu uyarıcı aktiviteye müdahele eder. Dendritik

hücre değişiminin ve IL- 12 salgılanmasının en etkin

bloke edicisi 1,25(OH)

2

D

3



’tür. Ayrıca 1,25(OH)

2

D



3

fago-


sitozu, makrofajlar tarafından bakteri öldürülüşünü

uyarır; fakat dendritik hücrelerin ve makrofajların anti-

jen prezente etme kapasitelerini süprese eder; makrofaj-

20

Sözen

H

A C E T T E P E  



T

I P  


D

E R G ‹ S ‹



ların, lenfositlerde antijen prezentasyonunda hücre yü-

zeyinde MHC-II moleküllerinin ekspresyonunu azaltır. 

İlginç olarak B hücrelerinde VD, antikor salınımını,

ve otoantikor yapımını inhibe eder.



Vitamin D ve otoimmün hastalıklar

Uygunsuz immün saldırının nedeni bilinmemekte-

dir. Bunda çeşitli faktörlerin rol oynadığı bilinmekle be-

raber, kişinin VD düzeyinin de otoimmün sistemle ilgi-

li olduğu düşünülmektedir. Romatoid artrit, multipl

skleroz ve inflamatuvar bağırsak hastalıkları gibi otoim-

mün hastalıkları olan kişilerdeki T hücreleri, immün

sistemi bireylerin iç organları ve periferik dokularında

inflamatuvar yanıt yaratmak üzere yönlendirirler. Ge-

niş bir toplum çalışması olan “Nurses Health Study I

and II” de Vitamin D alımı en yüksek beşlide olan ka-

dınlarda, multipl skleroz gelişmesi %40 daha az bulun-

muş [31]. “Iowa Women’s Health Study” de 29.368 ka-

dında romatoid artrit oluşu, vitamin D alımı ile ters

orantılı bulunmuş, ayrıca romatoid artrit ağırlığı ile VD

serum konsantrasyonlarının ilgili olduğu, anlaşılmıştır

[32]. Ayrıca, deneysel olarak VD eksikliğinin inflamatu-

var bağırsak hastalıkları ve multipl sklerozu alevlendir-

diği, sıçanlarda VD’nin multipl skleroz ve inflamatuvar

bağırsak hastalıklarını süprese ettiği de gösterilmiştir.

İlginç olarak VD yeterli olsa bile, D hormonu veril-

mesinin, hayvanlarda otoimmüniteyi inhibe ettiği göste-

rilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Afrikalı Ame-

rikalılarda sistemik lupus eritematozis (SLE) insidansı üç

misli artmış olup, daha erken yaşlarda görülmektedir ve

morbidite ve mortalite oranları beyazlardan daha yük-

sektir. Buna karşın batı Afrika’da yaşayan siyah ırktan

olanlarda hastalık prevalansının yüksek olmaması;

ABD’deki siyah ırktan olanlarda yüksek SLE prevalansı-

nın sadece genetik nedenlerle olduğunu izah etmez. Bu

farklılık ultraviole ışınlarının pigmenti fazla olan deriden

penetrasyonu nedeniyle, batı ülkelerinde yaşayan siyah

ırktan olanlardaki azalmış güneş ışığına maruziyet sonu-

cu, kandaki düşük VD konsantrasyonlarına bağlı olabilir.

Bu hipotez diğer çalışmalarda, yeni tanı almış SLE’li has-

talarda kontrollere göre önemli derecede düşük 25OHD

3

düzeyleri bulunması ile de desteklenmektedir. Ayrıca,



SLE’li hastalarda çok çeşitli nedenlerle VD düzeyleri dü-

şük bulunmuştur. Düşük VD düzeyi ile hastalığın ağırlığı

arasında korelasyon vardır ve bu nedenle SLE’li hastalar-

da VD eksikliğinin tedavisi önem kazanmaktadır [33].



Vitamin D ve astım

Son yıllarda yapılan çalışmalarda in utero VD’nin

de dahil olduğu gıdasal maddelerin, atopi ve solunum

yolu hastalıklarını etkilediği anlaşılmıştır. Gebelikte

maternal diyeti değerlendiren yapılmış iki geniş çalış-

mada, yüksek VD düzeylerinin astıma ve vizinge karşı

koruyucu olduğunu düşündürmektedir. Gebelik boyun-

ca maternal VD düzeylerinin artırılmasının vizing

semptomları riskinin azalmasına neden olduğu göste-

rilmiştir. Başka bir araştırmada ABD’deki kuzeydoğu

bölgelerinde gebelik sırasında yüksek maternal VD alın-

masının erken bebeklik devresinde tekrarlayıcı vizingi

azalttığı saptanmıştır [34].

Miyeloid ve respiratuar epitel hücrelerinde katelisi-

din ve TLR koreseptör CD14 eksprese edilirler ve her

ikisini de kodlayan genlerin promotırlarında VDR “res-

ponse element” vardır ve VD ile regüle edilirler [35]. 

Vitamin D ve diabetes mellitus

Otoimmün olarak pankreasın beta hücreleri tahri-

batı sonucu gelişen Tip 1 diabetes mellitus (DM)’ta her

ne kadar genetik faktörler etkili ise de, identik ikizlerde

konkordansın düşük oluşu ve genetik yatkınlığı olan

birçok çocukta hastalığın görülmemesi, çevresel faktör-

lerin de etkin olabileceğini düşündürmüştür. Bu çevre-

sel faktörlerden VD’nin önemli olabileceğini düşündü-

ren bazı araştırmalar vardır. Tip 1 DM önlenmesinde

VD’nin etkin olduğu, Finlandiya’da yapılan bir çalış-

mada gösterilmiştir. Hayatlarının ilk yılında 2000 IU

VD verilen çocuklarda Tip 1 DM oluşma riskinin %78

azaldığı, 31 yıllık takip sonucu anlaşılmıştır [37]. Tip 1

diyabetli çocuklarda 25OHD

3

düzeylerinin düşük oldu-



ğu gösterilmiştir. Ayrıca, tropik ve subtropik bölgelerde,

rakımı yüksek olan yerlerde Tip 1 DM’ye daha yüksek

oranda rastlanmaktadır. Tip 1 DM’nin görülme sıklığı-

nın, mevsimsel olarak değiştiği, kış ve sonbahar ayla-

rında fazla, yaz aylarında düşük olduğu bilinmektedir.

Bu mevsimler ise D vitamini yetersizliğinin daha belir-

gin olduğu mevsimlerdir. Yapılan bir araştırmada erken

çocukluk yaşlarında raşitizmi olanlarda (dolayısıyla bu

çocuklar muhtemelen en düşük VD düzeylerine sahip

çocuklardır), Tip 1 DM gelişme riski yüksek olarak bu-

lunmuştur. Ek olarak düzenli veya yüksek doz VD veri-

len çocuklarda Tip 1 DM riskinin azaldığı gösterilmiştir.

Bebeklerde VD tedavisinin verildiği ayların daha

sonra gelişebilecek Tip 1 DM için önemli olduğu sanıl-

maktadır. VD tedavisinin, Tip 1 DM’den korunmada 7-

12. aylarda verilmesinin, bu tedaviyi ilk altı ay içerisin-

de alanlara göre daha etkili olduğu ileri sürülmüştür

[38]. EURODIAB çalışmasının bir alt grup çalışmasında,

Tip 1 DM riskinin, çocukluğunda VD tedavisi yapılmış

olanlarda önemli derecede azalmış olduğu bulunmuş-

tur [39,40]. 


Yüklə 252,46 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin