D e r L e m e r e V i e w hacettepe T›p Dergisi


D hormonu: Güncel geliflmeler



Yüklə 252,46 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə3/4
tarix05.03.2017
ölçüsü252,46 Kb.
#10237
1   2   3   4

21

D hormonu: Güncel geliflmeler

C i l t   4 2   •   S a y ›   1   •   2 0 1 1



1,25(OH)

2

D



3

insülin salgısını stimüle eder. Bunun

mekanizması tam anlaşılmamıştır 

Yapılan meta-analizler de, aynı yönde sonuçları

doğrulamıştır. Nonobez diyabetik (NOD) sıçanlarda,

yüksek doz 1,25(OH)

2

D

3



immünmodülasyon ile diya-

bet başlamasını engellemektedir. Bu etki beta hücresi

fonksiyonuna, inflamatuvar sitokinlerin (IL-6 ve TNF-

α

) yapacağı etkilerle ilgilidir. IL-6 insülin reseptör sinyal



iletimini inhibe eder ve bu sitokinin uygulanması hi-

perglisemiye neden olur. Kronik olarak farmakolojik

dozlardaki 1,25OHD

3

uygulanması ise NOD sıçanlarda



insülitisi ve diyabet insidansını azaltır [41].

Tip 2 DM’li hastalarda hipovitaminoz D ile CRP, fib-

rinojen, HbA1c artışı, hipovitaminozu olmayanlara gö-

re daha fazladır. VD reseptöründeki genetik değişiklik-

ler de diyabet riski ile birliktedir. 

VD eksikliğinin insülin direncine, pankreatik b hüc-

re disfonksiyonuna ve metabolik sendroma yatkınlık

yarattığı da saptanmıştır [42]. Tip 2 DM olan kadınlar-

da, VD hipovitaminozu prevalansının yüksek olduğu

gösterilmiştir. “Nurses Health Study” de diyabet hikaye-

si olmayan 84,000 kadında 20 yıl içinde 4843 diyabet

oluşumunun göreceli riskinin 400 IU VD alanlarda, 800

IU VD alanlara göre daha yüksek olduğu anlaşılmıştır.

Başka bir çalışmada ise 1200 mg Ca ile birlikte günlük

800 IU vitamin D alanlarda tip 2 diyabet riski; günlük

600 IU Ca ve 400 IU VD alanlara göre %33 daha düşük

bulunmuştur [43,44].

“Women’s Health Study”de diyetinde VD’yi az alan-

larda, metabolik sendromun önemli derecede fazla ol-

duğu da saptanmıştır. 



Vitamin D ve şişmanlık 

Şişmanlığın VD yetersizliğine de neden olduğu sap-

tanmıştır. Obezlerin fiziksel görüntüleri nedeniyle gü-

neşe fazla çıkmadıkları veya aktif vitamin D metaboliti

olan 1,25 (OH)

2

D



3

’ün arttığı ve bunun da 25OHD

3

’ün


hepatik sentezi üzerine negatif etki yapmasından ya da

fazla olan yağ dokusunda VD’nin fazla tutulmasıyla

metabolik olarak kandan arındırıldığı ileri sürülmüştür.

Obezlerde düşük 25OHD

3

düzeyleri vardır ve yükselmiş



PTH düzeyleri ile birliktedir. Bu kişilerde 25OHD

3

’ün



neden düşük olduğu tam olarak bilinmemektedir. 

Bir çalışmada beden kitle indeksi (BKİ) < 25 ve > 30

olan sağlıklı bireyler bir fototerapi ünitesinde bütün vü-

cut UVR ışınlamasına tabi tutulmuş, bazal ve 24 saat

sonra VD

3

düzeyleri ölçülmüştür. Bazal düzeyler farklı



olmamasına karşın UVR sonrası her iki grupta VD

3

dü-



zeyleri artmış; fakat vücut yüzeyi daha fazla olan obez-

lerin VD


3

düzeyi yüksek olacağı beklenirken, kontrolle-

re göre %57 daha az bulunmuştur. Obezlerin ve kont-

rolların derilerindeki 7DHCC düzeyleri ise aynı bulun-

muştur [45].

Birçok araştırma erişkin obezitesinin 25OHD

3

dü-


zeyleri ile ters orantılı olduğunu göstermiştir ve adipo-

genezin 1,25(OH)

2

D

3



ile inhibe olduğu ileri sürülmüş-

tür [46].

Diğer bir araştırmada serum 25OHD

3

, antropomet-



rik ölçümler, vücut yağı ve doruk kemik kütlesi ölçüm-

leri yapılmış; visseral, subkütan yağ ve total vücut yağı-

nın DEXA ile ölçümleri arasında çok kuvvetli negatif

bir korelasyon olduğu saptanmıştır. Ayrıca, normal se-

rum 25OHD

3

düzeyleri olan kadınlarda, düşük olanla-



ra göre vücut ağırlığı, vücut kütlesi; bütün bölgelerdeki

ölçülmüş yağ miktarları daha düşük bulunmuştur [47].

VD yetmezliği veya eksikliği ile epidemiyolojik ve-

riler gözden geçirildiğinde, insandaki metabolik send-

romun bütün elementleri ile 25OHD

3

düzeyleri arasın-



da ters bir ilişki olduğu anlaşılmıştır. NHANNES popü-

lasyonu datası gözden geçirildiğinde yıllar içerisinde hi-

pertansiyon, obezite, insülin direnci ve glukoz intole-

ransındaki artma ile birlikte, 25OHD

3

düzeylerinde



meydana gelen düşme ve aynı zaman dilimi içinde göz-

lenen BKİ artışı çok ilginçtir [48]. Araştırmalar intesti-

nal by-pass geçiren morbid obezlerde 25OHD

3

düzeyle-



rinin yükseldiği gösterilmiştir, bu da yağ dokusunun

normal 25OHD

3

düzeylerinde süratle kaybedildiğini



göstermektedir [49]. Düşük 25OHD

3

düzeylerinin obe-



zite ile birlikteliğinin nedeni; yağda eriyen VD’nin de-

ride sentez edildikten sonra mevcut olan aşırı yağ doku-

sundaki yayılımı nedeniyle dolaşımdan arındırıldığını,

kısmen de VD’nin bu depolarda tercihan yerleşmesi ne-

deniyle olduğu düşünülebilir. İnsanlarda henüz test

edilmemiş olmasına karşın normal diyet alan farelerde

yapılan deneyler VD eksikliğinin vücut ağırlığını artır-

dığını ve VDR’de veya CYP27B1 hidroksilaz null mutas-

yonları olanlarda, tersine visseral yağ birikimini ve kilo

alımını önlediğini göstermiştir. VDR üzerinden vücut

yağının bu artışının, bir ileri besleme (feed forward) tar-

zında vitamin D eksikliğini daha da artırdığı ileri sürül-

müştür [50].

Vitamin D eksikliği ve kardiyovasküler hastalıklar

Epidemiyolojik veriler koroner kalp hastalığı, hiper-

tansiyon, diyabet gibi hastalıkların, VD eksikliği gibi,

ekvator bölgesinden uzaklaştıkça arttığını bize göster-

mektedir. Miyokard infarktüsü, inme, kalp yetmezliği,

diyabetik kardiyovasküler hastalık ve periferik arter

hastalığı olanlarda, düşük VD düzeyleri saptanmıştır.

NHANES III çalışmasında 25OHD

3

düzeylerinin hipert-



rigliseridemi, diabetes mellitus, hipertansiyon ve obezi-

22

Sözen

H

A C E T T E P E  



T

I P  


D

E R G ‹ S ‹



te ile ters ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bu artmış kardi-

yovasküler risk, hipertansiyon mevcudiyetinde daha

abartılı olmaktadır. NHANES III çalışmasında, ortalama

sistolik kan basıncı, serum 25OHD

3

düzeyleri en yüksek



beşlikte olanlarda, en düşük olanlara göre 3 mm daha

düşük olarak bulunmuştur [51].

“Framingham Offspring Study” de kardiyovasküler

hastalıkları olmayan bireylerde, 5.4 yıl izlemde,

25OHD

3

düzeyleri düşük olanlarda, ana kardiyovasküler



olayların %53-80 daha yüksek olduğu saptanmıştır [52].

Kronik VD yoksunluğu sekonder hiperparatiroidiz-

me neden olur ve kardiyovasküler sistemde olumsuz

durumlar yaratır. Paratiroidektomi yapılanlarda miyo-

kard infarktüsü, inme ve ölüm riski %40 daha düşük

bulunmuştur. Bir başka araştırmada yaşlılarda PTH dü-

zeyi yüksek olanlarda, düşük olanlara göre mortalite iki

misli artmaktadır. Artmış PTH düzeyleri kan basıncında

ve miyokard kontraktilitesinde artışa neden olur ki, bu

da hem sol ventrikülün hem de damar düz kasının hi-

petrofisi, apoptozi ve fibrozisine neden olur. VD eksik-

liği ve/veya PTH artışı, özellikle de hafif veya orta dere-

cede renal yetmezliği olanlarda, kalp kapakçıklarının,

mitral anulusunun ve miyokardiyumun kalsifikasyonu-

na neden olur.

Kronik böbrek hastalığı, artmış kardiyovasküler risk

ve mortalite ile birliktedir ki, bu durum kısmen VD yeter-

sizliği ile ilgili olabilir. VD tedavisi ile hastaların sağkalı-

mının arttığı gösterilmiştir. Yakın zamanda yapılmış bir

meta-analizde günlük > 500 IU VD verilmesinin bütün

nedenlere bağlı mortaliteyi, kısmen de kardiyovasküler

ölümleri düşürdüğü saptanmıştır. Bu etki direkt kalsi-

yumla ilişkili değildir ve kalsiyum verilmesine göre, VD

verilmesi daha etkin olmaktadır. Hatta kalsiyum verilme-

sinin özellikle kronik böbrek hastalığı olanlarda, kardiyo-

vasküler riski olumsuz yönde etkilediğine dair veriler var-

dır. Kalsiyum tedavisi, serum kalsiyumunu yükselterek

arteryel kalsifikasyonları artırıyor olabilir [53].



Vitamin D ve renin anjiyotensin sistemi (RAS)

Son 20 yıldır yapılan epidemiyolojik ve klinik araş-

tırmalar, VD ile plazma renin aktivitesi ve/veya kan ba-

sıncı arasında ters bir ilişki olduğunu göstermiştir.

VD eksikliği, renin anjiyotensin (AII)-Aldosteron

sisteminin (RAS) upregülasyonuna ve sol ventrikül ve

vasküler düz kas hücrelerinin hipertrofilerine neden

olur. İnsan çalışmaları 1,25(OH)

2

D

3



’ün renin sentezini

inhibe ettiğini ve kan basıncını düşürdüğünü göster-

miştir. Deri rengi koyulaştırma amacıyla, UV ışınlarına

maruz kalmış (üç ay süreyle haftanın üç günü) bireyler-

de 25OHD

3

%180 artmış ve hem sistolik hem de diyas-



tolik kan basınçlarında 6 mmHg azalma meydana gel-

miştir. Kan basıncı yükselmeleri ve hipertansiyon pre-

valansı ile bireyin yaşam yerinin ekvatorun kuzey ya da

güneyinde oluşu ve yüksekliğiyle ilgili olduğunu bazı

çalışmalar telkin etmektedir. Çin’deki ulusal bir araştır-

mada, hipertansiyon ve inmelerin memleketin kuze-

yinden, güneyine gidildiğinde azaldığı gösterilmiştir.

Ilıman bölgelerde yaşayanlarda mevsimsel olarak kan

basıncı değişiklikleri meydana geldiği ve (ki VD eksikli-

ği görülme olasılığı sıktır) kan basınçlarının, kış ayların-

da daha da yükseldiği bilinmektedir. Çeşitli çalışmalar-

da kan basıncının normotensif ve hipertansif olanlarda

serum 1,25(OH)

2

D



3

düzeyleriyle tersine bir ilişki göster-

diği bilinmektedir. VD’nin bu etkileri RAS sistemini re-

güle etmesi ile ilgilendirilmiştir. Renin, 1,25(OH)

2

D

3



gen ekspresyonunu süprese etmektedir. VDR (-/-) sıçan-

larda, renin mRNA ve protein düzeyleri böbrekte plaz-

ma AII yapımı da artmıştır. Sonuç olarak VDR (-/-) sı-

çanlar da hipertansiyon, kardiyak hipertrofi ve artmış

su alımı meydana gelir, zira A II güçlü bir vazokonst-

rüktör ve susuzluk yaratan bir maddedir. VD’nin renin

ekspresyonu üzerine olan süpresif etkisi, in vivo ola-

rak “wild”-tip sıçanlarda gösterilmiştir. Bu hayvanlar-

da 1,25(OH)

2

D



3

’ün biyosentezinin stronsiyum ile in-

hibisyonu, renin upregülasyonuna, 1,25(OH)

2

D



3

ile


tedavi verilmesi ise, böbrekten renin ekspresyonunun

süprese olmasına yol açar. Normal fizyolojik şartlarda

kan kalsiyum düzeyini idame ettirme yanında,

1,25(OH)


2

D

3



, renin uyarıcı faktörleri, vücutta uygun

renin düzeyleri sağlamak üzere antagonize eder. Belki

de ileride bazı VD analogları kan basıncı regülasyo-

nunda kullanılacaktır [54].



Vitamin D eksikliği ve kanser

Kanser araştırmalarında güneş ışığının, deri kaynak-

lı olmayan kanserlerin oluşunu inhibe etme olasılığı ilk

defa, 1936 yılında “sıcak gündem” olarak ortaya çıkma-

sı, Amerika denizcilerde, derinin güneşe fazla maruziye-

tiyle deri kanserlerinin fazla, fakat diğer tip kanserlerin

az görüldüğünün fark edilmesiyle olmuştur.

Bu gözlem nedeniyle deri kanserlerinin, diğer tip

kanserlere karşı göreceli bir bağışıklık yarattığı ileri sü-

rülmüş, dolayısıyla, kolaylıkla saptanabilecek deri kan-

serlerinin oluşturularak, kolaylıkla tespit ve tedavi edi-

lemeyecek diğer kanserlere karşı, adeta bir aşılanma

olayı yaratılması önerilmiştir. Daha sonraları 1941 yı-

lında UVR ışınlarına maruziyet ile deri dışı kanserlerin

oluşumu ve mortalite arasında ters bir ilişki olduğu gös-

terilmiştir. Birçok gözlemsel epidemiyolojik çalışmalar,

prostat kanseri ile UVR’ye maruziyet (solar radyasyon

ve VD durumu) arasındaki ilişkiyi gözden geçirmiştir,



23

D hormonu: Güncel geliflmeler

C i l t   4 2   •   S a y ›   1   •   2 0 1 1



1990’lı yıllarda VD’nin, diferansiye prostat fenotipi

hücrelerinin kalıcılığını sağladığı ve VD yoksunluğu-

nun, subklinik prostat kanserinin, klinik hastalığa iler-

lemesine katkıda bulunduğu hipotezi ileri sürülmüştür.

Bu fikir, prostat kanserinin, VD eksikliğinin de sık gö-

rüldüğü ileri yaş, siyah ırk ve kuzey enlemlerinde yaşa-

yanlarda sıklıkla görülmesi nedeniyle oluşmuştur. Buna

karşılık, Japonlar dünyada en yüksek kan VD düzeyine

sahip millet olmakla birlikte Japonya’da prostat kanse-

ri sık görülmemektedir. 

Geniş seroepidemiyolojik çalışmalar ile güneşe ma-

ruziyet çalışmalarının sonuçları birlikte değerlendirildi-

ğinde, VD yetmezliği ile prostat kanserlerinin, nedensel

olarak ilişkili olduğu görülmüştür. Prostat hücrelerinde

1,25(OH)

2

D



3

yapımının mümkün olduğu gösterildiğin-

de, 25OHD

3

’ün, prostat hücrelerinin diferansiyasyon ve



proliferasyonunu düzenlediği düşünülmüştür. Yüksek

yerlerde yaşayanlarla, siyah ırktan olanlardaki prostat

kanserine bağlı mortalitenin fazlalığı bu şekilde açıkla-

nabilir. Prostat epitel hücrelerinde yapılan in vitro çalış-

malar, 25OHD

3

ve 1,25(OH)



2

D

3



’ün, hücre sayılarını ve

büyümesini, doz ve zamana bağlı olarak inhibe ettiğini

göstermiştir. Bu deneylerde kullanılan 25OHD

3

düzeyle-



ri, insanlardaki normal fizyolojik sınırlar içerisindeki

düzeylerdeydi. Dolayısıyla daha önceleri çok az biyolo-

jik aktivitesi olduğu düşünülen 25OHD

3

’ün prostat hüc-



releri tarafından lokal olarak 1-

α

-hidroksilaz enzimi



eksprese etmeleri ile güçlü antiproliferatif bir hormon

haline geldiği gösterilmiş oluyor. Sonuçta prostat kanse-

ri hem lokal hem de sistemik 1,25(OH)

2

D



3

düzeylerin-

den etkilenir. Bu veriler, prostat kanserinin 1,25(OH)

2

D



3

düzeylerinden çok 25OHD

3

düzeyleri ile ilgili olabilece-



ğini düşündürmektedir ki 25OHD

3

düzeyleri güneşe



maruziyet ile ilgilidir [55]. 

Yüksek rakımda yaşayanlarda Hodgkin lenfoması,

kolon, pankreas, prostat, over, meme ve diğer kanserle-

re artmış bir risk olduğu ve buralarda yaşayanlarda kan-

serden ölme olasılıklarının yüksek olduğu saptanmıştır.

Prospektif ve retrospektif epidemiyolojik çalışmalar,

25OHD düzeylerinin 20 ng/mL’nin altına indiğinde ko-

lon, pankreas, prostat, meme kanseri insidansının %30-

50 ve bu kanserlere bağlı mortalitenin de arttığını gös-

termiştir. “Nurses Health Study” kolorektal kanserlerin

ortanca serum 25OHD

3

düzeyleri ile ters yönde ilişkili



olduğunu göstermiştir [56].

1,25(OH)


2

D

3



düzeyleri ile böyle bir ilişki saptan-

mamıştır. VD alımı ile erkeklerde kolorektal kanser

arasında direkt bir ilişki vardır ve risk VD alımı arttık-

ça azalmaktadır [57]. VD ve kalsiyumun diyetle alı-

mındaki düzeltmelerin her türlü kanser riskini azalttı-

ğı gösterilmiştir [58]. Çocuklar ve genç erişkinlerde

gün ışığına fazla maruz kalanlarda non-Hodgkin len-

foma hastalığı riski %40 azalmış bulunmuştur. Aynı

şekilde, malign melanom oluştuğunda gün ışığına

maruziyetleri en az olanlardaki ölüm riski, gün ışığı

maruziyetleri yüksek olanlara göre daha fazladır. Hem

erkek hem de kadınlarda minimum gün ışığına maruz

kalanlarda kanserden ölme riskinin daha yüksek oldu-

ğu gösterilmiştir [59].

Telomerler, kromozomların DNA zincirlerinin uçla-

rındaki başlangıç ve bitiş kodlarıdır ve her kopyalanma-

da yıpranırlar. Hücre bölünmesi sırasında atılırlar ve

her hücre bölünmesi sırasında kromozomlar kısalırlar,

geriye kalan kromozomlar eşleşirler. Baş ve sondaki

genler de telomer olarak yeniden tayin edilirler. Yaş

ilerledikçe gelişimin durması ve belli bir zamandan

sonra vücudun geriye sayması yani yaşlanma bu ne-

denle oluşur. Lökosit telomer uzunlukları (LTL) yaşlan-

ma ile ilgili hastalıkların bir belirteci gibidir ve her hüc-

re siklusunda ve iltihabi olaylarda azalır.

Yukarıda daha önce belirtildiği üzere, VD proinfla-

matuvar yanıtların güçlü bir inhibitörüdür, VD’nin inf-

lamatuvar yanıtlardaki inhibitör etkileri, VD ile lökosit

telomer dinamikleri (uzunluk ve yıpranma hızları) ara-

sında güçlü bir bağlantı olduğunu göstermektedir. Bu

inhibitör etki nedeniyle lökositlerin döngüsünü azaltır.

VD konsantrasyonlarının, lökositlerde telomer yıpran-

ma hızını yavaşlatıp uzunluklarındaki kısalmayı engel-

leyip engellemediği, diyetteki VD konsantrasyonlarının

artırılması ile araştırılmış, daha uzun lökosit telomerle-

ri idamesinin mümkün olduğu gösterilmiştir. Bu bilim-

sel veri VD’nin yaşlanmayı geciktirebileceği ve yaşamı

uzatabileceği ve/veya yaşlılıkla ilgili hastalıkları veya

durumları geciktirebileceği şeklinde basit olarak ifade

edilebilir [60].



Vitamin D eksikliği 

VD eksikliği yaşlılarda, özellikle bakım evlerinde ya-

şayanlarda %70-100 civarındadır, 25OHD

3

düzeyleri



normal sınırların yarısı kadar düşüktür. Fransa’da da

ambulatuvar, evde yaşayan yaşlılarda bu oranın %40 ci-

varında olduğu saptanmıştır. Deride VD’nin doğal ola-

rak bulunmasına karşın VD eksikliği veya yoksunluğu,

bazen beklendiğinden daha sık meydana gelmektedir. 

Güneşe maruziyetin çeşitli nedenlerle azalması, en-

düstriyel kirlenme, hava kirliliği (fabrika ve egzoz du-

manları), sisli havaların sık oluşu, geleneksel giyim

tarzları (tesettür tarzı kapalı giyim), yaşlanma, kutupla-

ra yakın yerlerde yaşama (örn. İsveç’te), yüksek rakım-

da bulunma, güneşin dünya ile olan konumundaki de-

ğişiklikler (mevsimsel değişiklikler, kış ayları), güneş

ışınlarının gerekli dalga boylarının deriye yeterli ulaşa-

24

Sözen

H

A C E T T E P E  



T

I P  


D

E R G ‹ S ‹



mamasına neden olur [61-67]. Güneş ışınlarının etkisi

ekvatordan uzaklığa bağlıdır, kuzey ülkelerinde 40° en-

lemde ultraviolet radyasyonu (UVR) 7DHCC’yi VD

3

’e



yedi ay boyunca dönüştürmekte etkilidir, örneğin 50-

55° olan İsveç’te beş ay süreyle UVB etkili olmaktadır.

Etkin UVR’ye maruziyetin süresi güneşin hangi açıdan

geldiği ve atmosferik kirlilikle ilgilidir, güneşin etkili ol-

ması için enlemin 35° üzerinde olması gerekir, dolayı-

sıyla coğrafi olarak kuzey küre yakın olma bu olasılığı

artırır. Bütün bu nedenler VD eksikliği veya yetersizliği

yapabilir [68,69]. 



Vitamin D eksikliği tedavisi 

VD eksikliği veya yetersizliği (yoksunluk) olduğun-

da bunun tedavisi önemli olduğu kadar bu tabloların

oluşmaması için ne yapılması gerektiği de önemlidir.

“National Institute of Health (NIH)”e göre VD ek-

sikliği, insanlar yeterli UVR’ye maruz kalmadıkları veya

yeterli şekilde gıda ile VD almadıklarında oluşur. Yüz,

kollar eller, bacaklar veya sırtın haftada en aşağı iki kez

10-15 dakika güneş ışığına maruziyeti optimal serum

VD düzeylerini sağlar. Güneş koruyucuların kullanımı

(SPF-8 %9.5 ve SPF-15 %99) VD sentezini azaltır. Cilt

rengi koyu olanlarda UVR melanin tarafından absorbe

edildiği için VD sentezi %99 azalır. Yaşlanma ile VD re-

septör sayıları ve VD’nin VDR’ye afinitesinde azalma

meydana geldiğinden 70’li yaştakilerde VD sentezi %25

kadar azalır. Bu nedenle esmerlerin veya yaşlıların di-

yetlerinde daha fazla VD almaları gereklidir. Güneş kış

aylarında yeteri kadar yükselemediği için yüksek en-

lemlerde yaşayanların diyetlerinde daha fazla VD alma-

ları gerekir. 

Bazı ilaçlar VD’nin emilimini önler (antiasitler) ve-

ya metabolizmasını hızlandırır. Antikonvülsanlar, ti-

azid diüretikler, kortikosteroidler, nikotin, simetidin

kolesterol düşürücü ilaçlar, heparin, zayıflatıcı ajanlar

(Xenical) bunlar arasında sayılabilir.

Klinik uygulamalarda yağlı balıklar (somon, sardun-

ya) yumurta sarısı dışında doğal yiyeceklerden VD’den

zengin olanlar azdır. Bazı ülkelerde VD ile güçlendiril-

miş süt ürünleri ve gevrekler bulunmaktadır. Yağlı ba-

lıklardan çiftlik somonları, açık deniz balıklarına göre

daha az VD içerir. Gıda hazırlama sırasında VD kaybına

neden olan en önemli pişirme şekli, bitkisel yağlarla kı-

zartmadır.

Birçok insan için günlük önerilen VD miktarı 1000

IU/gündür. Günlük vitamin preparatlarının diyete ilave-

si ile günlük ihtiyaç sağlanabilir. Ortalama günlük mul-

tivitaminler 400 IU VD içerir. Çocuk vitaminlerinde

200-400 IU/tablet veya tatlı kaşığı olarak verilir. Hasta-

larda ileri bir VD eksikliği varsa (serum düzeyleri 10

ng/mL’den az) o zaman hastalar haftada bir 50,000

IU/gün, 6-8 haftalık bir tedaviye alınır ve serum 25OHD

düzeylerinin 32 ng/mL’ye ulaştırılması hedeflenir. 

Son araştırmaların ışığında her yaşta ortalama gün-

lük 1000 IU vitamin herkes için önerilmelidir [70].

Günlük klinik uygulamalarda VD kullanımının bütün

hastalar için kullanılması önerilmelidir [71,72].

VD toksisitesi olması için serum 25OHD düzeyleri-

nin 150 ng/mL veya üstündeki değerlere ulaşması ve

bunun da 10,000 IU’dan daha yüksek değerlerin gün-

lük verilmesi ile oluşabildiği anlaşılmıştır [15].

‹RDELEME

Son yıllarda VD yetmezliği bütün dünya ülkelerine

ileri derecede arttığı anlaşılmıştır. Günümüzde D vita-

mininin eskiden isimlendirildiği şekliyle esasında vita-

min tarifine uymadığı, fonksiyonları ve derimizde kul-

lanıma hazır olarak bulunması nedeniyle bir hormon

tarifine uyduğu anlaşıldığından ve güneş ışınlarının de-

riye gelmesi ile aktif olarak oluştuğundan D hormonu

veya güneş hormonu diye adlandırılmaktadır. Geçmiş

bilgilerimiz VD’nin sadece kemik kas sisteminde görev-

leri olduğu şeklinde iken, giderek iskelet sistemi dışın-

da da çok önemli fonksiyonları olduğu anlaşılmıştır.

İmmün sistemde bir sitokin şeklinde otokrin veya pa-

rakrin etkileriyle otoimmün hastalıklarının birçoğunda

etkin olması, ayrıca metabolik sendromun ögeleri olan

kardiyovasküler sistem bozuklukları, obezite, glukoz in-

toleransı oluşundaki etkiler yanında kanser oluşumu,

yaşlanma ve yaşam süreci üzerine de önemli etkileri ol-

duğu bilinmektedir. 

Genelde yeteri kadar güneşe maruziyet VD yoksunlu-

ğu veya yetmezliğini önleyebilmekte ise de, güneşin de-

riye ulaşmasındaki sorunlar (kapalı giyim tarzları, yüksek

rakımda veya enlem boylarında bulunmak, hava kirliliği

yaratan durumlar ve yaşlılıkta yoksunluk tabloları veya

bazı hastalıklara yatkınlık ortaya çıkmaktadır. Sağlık üze-

rine bütün bu önemli etkileri nedeniyle her bireyin öne-

rilen dozlarda VD almasının sağlanması gerekmektedir.

Kaynaklar

1.

Holick MF. McCollum award lecture, vitamin D: new hori-



zons for the 21

st

century. Am J Clin Nutr 1994; 60:619-30. 



2.

Holick MF. Vitamin D: a delightful health perspective. Nutr

Rev 2008; 66:182-94.

3.

Trang H, Cole DE, Rubin LA, Pierrtos A, Siu S, Vieth R. Evi-



dence that VD3 increases serum 25hydroxyvitamin D mo-

re efficiently than does vitamin D

2

. Am J Clin Nutr 1998;



68:854-8.


Yüklə 252,46 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin