Eylül 2016 İstanbul/Türkiye


Hoca Ahmed Yesevî’nin Hayatı



Yüklə 6,61 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə58/59
tarix18.01.2017
ölçüsü6,61 Mb.
#5811
1   ...   51   52   53   54   55   56   57   58   59

Hoca Ahmed Yesevî’nin Hayatı

Hoca  Ahmed  Yesevî’nin  tarihi  kişiliğine  ait  belgeler  son  derece  sınırlı, 

mevcut olanlar ise “menkıbe” ve “rivayetler”le karışmış durumdadır. Elbette 

hayatı adına kaleme alınan yazılar söz konusu “menkıbe” ve “rivayetler ”den 

arındırıldığı ölçüde gerçeği yansıtabilir. Öte yandan halka mal olmuş insanla-

rın hayatında bu tür etkenlerin varlığı her zaman mümkün olmaktadır. Bu iti-

barla birden fazla doğum ve vefat yerinden olağanüstü olaylarla dolu bir hayat 

hikâyesinin bu tarihi kişiliklerde her zaman olageldiğine tanık olunmaktadır. 

Örneğin, birden fazla mezarı olan (dokuz mezar) Yunus Emre’nin Anadolu 

insanı için arz ettiği durum da bu çerçevede açıklanabilir.

Hoca Ahmed Yesevî Doğu Türkistan’da Aksu sancağına bağlı ve Aksu’nun 

176 km kuzey doğusunda bulunan Sayram kasabasında doğmuştur.

3

 Divan-ı 



Hikmet adlı eserde yer alan bir dörtlüğünde onun Türkistanlı olduğu kendi 

ifadesi ile doğrulanmaktadır:

4

Düşer uzar, Burak tozar, gitse Pazar;



Dünya Pazar içine girip kullar azar;

Başım bîzar, yaşım sızar, kanım tozar;

Adım Ahmed, Türkistan’dır ilim benim.

2

  Umay Günay, “Ahmed Yesevî’den Hareketle Yazılı Kültürün Sözlü Kültüre Etkisi Konusunda 



Tespitler”, Milletlerarası Ahmed Yesevî Sempozyumu Bildirileri, Ankara 1992, s.25.

3

  “Sayram kasabası Ahmed Yesevî’nin “küçük bir çocukken geldikten sonra hayatının önemli 



bir kısmını geçirdiği ve ünlü Türk destan kahramanı Oğuz Han’ın idare merkezi olduğu bili-

nen Yesi (=Türkistan) kentine 157 kmlik bir mesafededir”, Hayati Bice, “Hikmetler Hazinesi: 

Divan-ı Hikmet”, Divan-ı Hikmet, 2015: 9.

4

   Ahmed-i Yesevî, Divan-ı Hikmet Seçmeler, Haz. Kemal Eraslan, Ankara, 1991, s.135.



Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 643


Yesevî’nin  doğum  tarihi  ise  kesin  olarak  bilinmemektedir.  Kaynaklarda 

genellikle doğumu ile ilgili bir tarih belirtilmemektedir. Mevcutlar ise 1083, 

1050, 1103 miladi tarihlerinde olduğu gibi çeşitlilik arz etmektedir.

5

Yedi yaşında anne ve babasını kaybeden Yesevî’nin bu yaştan itibaren ve-



sâyetini ablası üstlenir. Ablasının ülkenin başkenti Yesi’ye yerleşmesi ile ha-

yatının yeni bir dönemi başlar. Yesi kenti onun öğrenim hayatı ile tasavvuf 

hayatının başlayıp geliştiği bir kenttir. Küçük yaşta başlayan öğrenimine para-

lel olarak döneminin önde gelen bilge kişilerinden olan Arslan Baba’dan ders 

ve feyz aldığı rivayet edilir. Bu zata intisap ettiğinde ise yedi yaşında olduğu 

“hikmetlerinde” ayrıca belirtilmektedir.



Yesevî’nin  Arslan  Baba  ile  ilişkisinin  iki  önemli  sonucu  bulunmaktadır. 

Bunlardan birincisi Yesevî’nin eğitim ve öğrenimi, ikincisi de onun tasavvufi 

hayatının başlamasıdır.

Kaynaklara  göre  Arslan  Baba,  “yedi  yaşından  itibaren  Yesevî’nin  eğitim 

ve irşadını” üstlenmiştir.

6

 Bu sürecin ikinci önemli aşaması Buhara’da ger-



çekleşmiştir. Bundan böyle Buhara’da hocası Yusuf Hemedanî’dir. Burada O, 

“mürşidi ve hocası Yusuf Hemedani’yi ilim ve faziletiyle, ‘zühd’ ve ‘takva’sıyla 

kendisine kılavuz bildi (...) O da hocası gibi dini ilimlerde bir vukuf (derinlik) 

kazandı ve ilmiyle, zühd ve takvasıyla o kadar tanındı ki Yusuf Hemadanî onu 

ihtiyarlığında diğer üç müridiyle beraber halifeliğe seçti.”

7

Ahmed Yesevî Hicri 555(M.1160-61)’de Yesi’ye döndü. Dönüş nedeni gibi 

dönüş  tarihi  de  kesin  değildir.  Dönüşünü  müteakip  yaklaşık  on  sene  son-

ra da öldüğü sanılmaktadır. Özgeçmişinin yer aldığı tüm kaynaklarda bu tarih 

H.562 (M.1166-67) dir. Bir hikmetlerinden birinde ömrünün kalan son yılları 

için yaptığı bu tercihe işaret etmektedir:

8

Kul hâce Ahmed, söylediği Hakk’ın yâdı;



İşitmeyen dostlarına kalsın öğüdü;

Gurbet çekip öz şehrine dönüp geldi;

Türkistan’da mezar olup kaldın işte.

5

  Fuat Köprülü doğum tarihine ilişkin şöyle bir açıklama yapar: “ (…) hangi tarihte doğduğunu açık 



olarak bilmemekle birlikte bunun V. Asrın ortalarına rastladığını tahmin edebiliriz”, Fuat Köprülü, 

Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet Işleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1976, s.62.

6

   Eraslan, a.g.e., 1991, s.8.



7

   Köprülü, a.g.e., 1976, s.71-72.

8

   Eraslan, a.g.e., 1991, s.97.



644  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî



Eserleri

Divan-ı Hikmet, Ahmed Yesevî’nin bilinen ve günümüze kadar ulaşan en 

önemli eseridir. Bu eserde Yesevî’nin şiir ve beyitlerinden oluşan “Hikmetler” 

yer alır. Hikmet sözcüğünün, “dinî, tasavvufî, özlü söz” anlamına geldiği göz 

önüne  alındığında;  divanın  dinî  telkin  ve  öğütleri  içeren  bir  çeşit  “didaktik 



eser” olduğu söylenebilir. 

Edebiyat tarihçisi Fuat Köprülü Divan-ı Hikmet’in Türk edebiyatı için iki 

önemine işaret eder: 

1. Ahmed Yesevî XII. yy’da öldüğü cihetle bu eser Türk edebiyatının Kuta-



dgu Bilig’ten sonra en eski örneğidir.

2. Eski halk edebiyatının birçok unsurlarını alarak Islâm ruhunun o un-

surlarla yani eski milli şekiller ve eski vezinlerle ifade eden ilk eser olmak 

bakımından da tasavvufi Türk edebiyatının en eski ve en mühim örneğidir. 

Gerçekte Divan-ı Hikmet kendisinden önceki ve sonraki Türk düşünce ha-

yatının eserleriyle karşılaştırıldığında oldukça büyük farklılıklara sahiptir. 

Örneğin Yusuf Has Hâcip’in Kutadgu Bilig adlı eseri daha çok toplumsal 

ahlak  boyutunu  öne  çıkarmaktadır;  buna  karşılık  Divan-ı  Hikmet’te  bireysel 

ahlak tasavvufi planda irdelenmektedir. 

Edip Ahmed Yüknekî’nin Atabetü’l-Hakâyık (Gerçeklerin Eşiği) adlı eseri 

bir çeşit “nasihatname” olarak tasavvufi temadan oldukça uzaktır. Edip Ah-

med Yükneki’nin bu eserinde sabır ve kanaatin iyiliği, kıskançlığın, geveze-

liğin, hırs ve tamahın kötü sonuçları, dünyanın kötüler ve kötülüklerle dolu 

olduğu çok kuru bir üslup ile anlatılır.  Bu açılardan bakıldığında Ahmed Ye-

sevî’nin, kendisinden önce yazılmış olan Kutadgu Bilig’ten etkilenmediği gibi, 

aynı şekilde Atabatü’l-Hakâyık şairi üzerinde de bir etki yapmadığı sanılmak-

tadır.

9

Kültür  Bakanlığının  26-27  Eylül  1991  yılında  Ankara’da  düzenlendiği 



“Milletlerarası  Ahmed  Yesevî  Sempozyumu”na  sunulan  bir  bildiride  Kaza-

kistan Cumhuriyeti Halk Kütüphanesi ‘Nadir Kitaplar ve El Yazmaları’ bö-

lümünde  Ahmed  Yesevî’nin  iki  yeni  eserinin  varlığına  işaret  edilmektedir. 

Kazak bilim adamı Carmuhammed-Ulı’ye göre bu eserler Nasapnâme ve Risâla 

adını taşımaktadır.

10

9



   Buradaki karşılaştırmalar için bkz: Köprülü, a.g.e., 160-161.

10

   Muhammedrahim Carmuhammed-Ulı, “Hoca Ahmed Yesevî’nin Hayatı Hakkında Yeni De-



liller ve O’nun Bilinmeyen “Risale” adlı eserinin Ilmî Değeri” Milletlerarası Ahmed Yesevî Sem-

pozyumu Bildirileri, Ankara, 1991, s.13-20.

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 645


Bildiride yer alan bilgilere göre Nasapnâme, Ahmed Yesevî’nin özgeçmiş ile 

ilgili yeni bilgiler getirmekte, Yesevî’nin ecdadını Hazreti Ali’den başlatmak-

tadır.

Risala adlı eser ise “mütefekkir şairin” dünya görüşünü ve Islam dininin 

kurallarını, kanunlarını ele alarak tahlil etmektedir. Şair bu çalışmasında bu 

dünya ile öteki dünyanın farkını yorumlayarak, insanlar arasındaki ilişkiler 

hususuna özel bir önem vermektedir.



Hoca  Ahmed  Yesevî’nin  Düşünce  ve  Etkinliklerinde  Ortaya  Çıkan 

Toplumsal Mesajlar:

Mesajının dili ve Yöntemi

Yesevî’nin Islami etki altında ortaya koyduğu felsefesi kendine özgü bir 

terminolojiye dayalı olarak gelişmiştir. Bu terminolojiyi bilmek onun mesaj-

larının seçilmesi ve anlaşılması için son derece gereklidir. Genel sınırlarının 

Islam dininin çizdiği bu terminolojinin şeriattarikat, hakikat, ma’rifet, hikmet, 

edep, mürüvvet, teberrük gibi belirleyici kavramları bulunmaktadır. O nedenle 

bu anahtar kavramlar bilinmeden ve dikkate alınmaksızın Yesevî ve düşünce-

sini anlayabilmek güçtür.

Ahmed Yesevî bu kavramları (şeriat, tarikat, marifet, hakikat) dervişlik ve 

sufîliğin temel özellikleri yapmak suretiyle onları teorik güçlüğünden sıyırıp 

bir yaşam tarzına dönüştürmüştür. Bunları bilmeksizin gerçek sufî (veli, bil-

ge) olmak mümkün değildir.

Ahmed  Yesevî’nin  burada  sözü  edilen  terminolojik  duyarlığından  onun 

yöntemini  de  ortaya  çıkarmak  mümkündür.  Bu  yöntemin  ilk  basamağında 

Islâmiyet öncesi -eski- Türklerde dışa dönük özellikleri ağır basan “Alp Insan” 

tipine  göre  manevi  derinliğe  sahip  içe  dönük  insanı  (sufî,  veli)  oluşturma 

çabası yer almaktadır. Bunun için de kolay ve anlaşılır bir Türkçe ile mümkün 

oldukça geniş bir kitleye ulaşmayı öncelikli bir amaç olarak benimsemiştir. 

Anlaşılır olmanın en geçerli dili ve aracı şiirdir. Gerçekte “mutasavvıf şair için 

şiir sanat gösterisi değil, mesajını kendisine iletecek bir vasıtadır. Dolayısıyla 

karşısındaki insanla aynı dili konuşmalı ve söylediklerini karşı taraf bütünüy-

le anlamalıdır.”

11

11



 

 Mustafa Isen, “Orta Asya Türk Edebi Dili’nin Anadolu Türk Edebi Diline Etkisi ve Ahmed 

Yesevî”, Ahmed Yesevî Sempozyumu, Taşkent, 30.10.1993.


646  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

O  nedenle  Yesevî  konuştuğu,  düşündüğü,  ifade-i  merâm  ettiği  dil  olan 

Türkçe ile anlatmayı, ifade etmeyi seçmiştir. Üstelik bu tercihine dönemin 

popüler dilleri olan Arapça ve Farsçaya vukûfiyeti de engel olamamıştır.

Hoş görmemekte âlimler sizin dediğiniz Türkçeyi

Ariflerden işitsen açar gönül ülkesini

Ayet hadis anlamı Türkçe olsa uygundur

Anlamına yetenler yere göğe koyar börkünü

Miskin, zayıf Hoca Ahmed yedi ceddiner Ahmed

Farsça dilini bilerek güzel söylemekte Türkçeyi

12

Şiir ise step halklarının bilgeliklerini yüklenen en önemli iletişim vasıtası-



dır. Hoca Ahmed Yesevî şiiri, kitlelere yönelik mesajını en etkili ve en çabuk, 

en işlevsel biçimde verebilecek bir teknik olarak çok iyi görmüş ve değerlen-

dirmiştir. Kaldı ki şiir bu dönemde toplumun sosyo-kültürel yapısına uygun 

bir ifade ve etkileşim aracıdır. Yunus Emre’nin de şiirle/hikmetle düşündüğü, 

şiirle paylaştığı ve söylediği göz önüne alındığında şiirin, düşünür (mutasav-

vıf) ve hedef kitle arasında sözlü kültürün egemen olduğu tüm toplumlarda 

olduğu gibi Türk toplumları için de geleneksel bir iletişim aracı olduğu ger-

çeği ortaya çıkar.

Hoca  Ahmed  Yesevî  Yönteminin  ikinci  basamağı  olan  şiir  diliyle  hedef 

kitlede  manevi  bir  heyecan  ve  duygu  dalgalanması  yaratmıştır.    Tanrı  aşkı, 

peygamber sevgisi, uhrevi hayatın gizemi, dünya hayatının geçiciliğine dair 

söylemleri şiir diline yüklemiştir. Şiirlerindeki imgeler step insanlarının -coğ-

rafyanın  sert  koşullarıyla  kapalı  ve-  sınırlı  dünyalarının  sonsuz  bir  manevi 

hayata açılmasını sağlamış ve teşvik etmiştir. 



Divan-ı Hikmet’te yer alan şiirlerin sade ve anlaşılır Türkçe boyutunun yanı 

sıra Arapça ve Farsça sözcük ve imgelere yer vermiş olması mevcut dil dağar-

cığının  zenginleştirilmesi  olarak  düşünülebilir.  Bireyleri  anonim  bir  potaya 

çeken özel terminoloji de böyle bir işleve sahiptir. Bu çerçevede “Hikmet’te 

geçen lala olmak, illa olmak, halis olmak, muhlis olmak, fena olmak gibi ta-

savvufi sembollere, işaret eden özel terimleri öğrenmeden (...)”

13

 Ahmed Ye-



sevî’nin şiirini kavramak; bu olmadan da Yesevî düşüncesinin bireyi, tasavvu-

12

  “Hikmet 71”, Divan-ı Hikmet, Haz. Bice 2015, s. 181.



13

 

 Günay, a.g.e., 1992, s.30.



Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 647


fi erginliğe ve olgunluğa kavuşturan ortak yaşam tarzına yönelebilmek müm-

kün görünmemektedir. Bu noktada Yesevî, bireylerdeki kelime dağarcığının 

zenginliği nispetinde mesajının seçilip algılanabileceği düşüncesi yönteminin 

önemli bir aşaması olarak benimsemiş görünmektedir.



Mesajın Öngördüğü İnsan 

Hoca Ahmed Yesevî düşüncesinden övgü alan insan, yapması gerekenler-

le birlikte yapmaması gereken davranışlarla sınırlıdır. Yapılması gerekenler, 

bireyin vasıf dokusuna derinlik kazandıran temel öğeler olarak şöyle sırala-

nabilir:

Divan-ı Hikmet’te insanın manevi vasıf dokusuna ilişkin bu betimlemele-

rin yanı sıra ortaya koyduğu diğer nitelikler toplumsal boyutu işlemektedir. 

Bunlar,  haram  yememe,  yetimi  gözetme,  yalan  ve  sahtekârlığın  kötülüğü, 

münafık ve münafıklığın bir “zillet” oluşuna dair belirlemelerdir. 



Yetimi gözetme: 

Yetimin gözetilmesi ve yetim duyarlılığı şöylece ifadesini 

bulur:

Yetimi görseniz incitmeyin siz



Garibi görseniz dağ etmeyin siz

14

 



Yetim, sözlükte “babası ölmüş olan çocuk” olarak tanımlanır. Divan-ı Hik-

met’te yetim imgesinin sıkça kullanıldığı görülür. Çocuk ve çocukluk olgusuna 

ilişkin doğrudan ifade ve belirtmeler olmamasına karşılık yetim konusunun 

işlenmiş  olması  dönemin  bir  karakteristiği  olarak  algılanabilir  mi?  Göçebe 

bir toplumun, çevresel ve siyasal mücadele ortamının babasız çocukların sa-

yısında belirgin bir artışa yol açmış olacağı elbette düşünülebilir. Yetimlerle 

birlikte garip ve kimsesizlerin varlığı böyle bir ortamın belirtilen şartlarıyla 

ilişkilendirilebilir. Yesevî bu insanların özellikle yetişme çağındaki çocuk ve 

gençlerin aile ortamının manevi havasından yoksunluğunun manevi takviye-

lerle giderilmesi gerektiği düşüncesindedir. Bu yüzden yetişkinlere bu takvi-

yeyi üstlenmeleri noktasında adeta dinî yükümlülüklerini hatırlatmaktadır.

Garip, fakir, yetimleri Resul sordu

Hem o gece Mirac’a çıkıp dîdar gördü;

Geri inip garip, yetim izleyip yürüdü;

Gariplerin izini izleyip indim işte. 

(....)

14

   Aynı, s. 283.



648  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

Akıllı isen, gariplerin gönlünü avla;

Mustafa gibi ülkeyi gezip yetim ara;

Dünyaya tapan soysuzlardan yüz çevir;

Yüz çevirip, deniz olup taştım işte.

15

Aşk

: Bireysel erginlik ve olgunluğa götüren bir dizi davranışın başında aşk 

gelmektedir. Onun dilinde aşk Tanrı sevgisidir. Âşık ise çok fazla seven, içini 

ve gönlünü Tanrı sevgisi ile dolduran kişidir. Yesevî “hikmetlerinde”, bu vasıf 

şu şekilde teşvik edilmektedir:

16

Zâhid olma, âbid olma âşık ol sen



Minnet çekip aşk yolunda sadık ol sen

Nefsi tepip dergâhına layık ol sen

Aşksızların hem canı yok, imanı yok.

Niçin aşk? sorusu da şu şekilde cevap bulur:

17

Mal ve pula rağbet etmez âşık kişi



Yol üstünde toprak olup aziz başı

Ondan sonra nur dolar içi dışı

Yarın varsa, mahşerde padişah kıldım.

Bu dizelerde aşkın kişide ‘mal ve para’ya karşı oluşan hırsı engellediğini, 

bundan  kaynaklanan  gurur,  kibir  vb.  hasletleri  de  bertaraf  ederek  toprağın 

ayaklar  altındaki  benzer  konumu  gibi  mütevazı  (alçak  gönüllü)  yaptığına 

işaret  edilmektedir.  Burada  aşırı  dünya  sevgisine  karşı  mistik  bir  set  oluş-

turulmaktadır. Yesevî’ye göre karşı konulmaz bir duygu olan ‘dünya sevgisi’ 

ancak insan içine yerleşen Tanrı Aşkı ile giderilebilir. Hikmetleri bunu işleyen 

dizelerle doludur.

Dünya malını yığanları vallah gördüm

Öldüğü vakit ‘tövbe et!’ deyip halini sordum

Şeytan dedi, imanına çengel vurdum

Can çıkar da ağlaya ağlaya gider dostlar.

18

15

   Yesevî, a.g.e., s. 49 -51.



16

 

 Divan-ı Hikmet, s.115.



17

 

 Aynı, s.129.



18

 

 Aynı, s.167.



Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 649


Oysa kişi içini Tanrı düşüncesi ve sevgisi aydınlatırsa mâsiva’ya (dünyaya) 

itibar etmeyecektir:

Dışlarını adı ile bezeyenler,

İçlerini niyaz ile düzenleyenler,

Şevk ateşini gönül içinde gizleyenler,

O mâsiva ile nasıl meşgul olur?

19

Aşksızları “hem canı hem de imanı yok” diye niteleyen Yesevî, yakın plana 



çektiği aşksız insanı ise ‘hayvan düzeyinde’ ele almaktadır:

20

Dertsiz insan insan değil, bunu anla



Aşksız insan hayvan cinsi, bunu dinle

Gönlünüzde aşk olmasa, buna ağla,

Ağlayanlara has aşkımı bağışladım...

Edep

: Bu vasıf hem bireyin, hem de Yesevî yönteminin en önemli öğesidir. 

Edep bir süreç sonunda elde edilir. Bu sürecin ilk aşaması kişinin Islam Pey-

gamberi Hz. Muhammed’in (S.A.V.) sünnetini yerine getirmesi, onun izlediği 

yolu izlemesidir. İkinci aşaması, “tarikatın adap ve erkânı”nı (kural ve işleyiş 

biçimi) öğrenmesidir. Üçüncü aşaması “ma’rifet edebi”dir. Yani, insan nefsini 

kötü şeyler yapmaktan alıkoyan ve ileride meydana gelebilecek iyi bir şeye 

karşı kalbin ümit beslemesidir. Dördüncü aşama hakikat edebidir. Bu aşamada 

bireyden,  hakka  yönelerek  Tanrı  dışındaki  her  türlü  geçici  ve  dünyevi  olan 

şeyleri terk etmesi, itibar etmemesi beklenir.

Yesevî, düşüncesinin izlediği olgunlaşma ve erginleşme sürecinin tümüyle 

edep yolu olduğunu belirtmektedir.

21

Muhammed’in (S.A.V.) bilin zatı Arap’tır



Tarikatın yolu bütün edeptir.

Ma’rifet

: Bilme, bir şeyin aslını ve esasını kavrama olayıdır. Tasavvufta ma-

rifet  ise  insanın  kendisini  ve  Rabbi’ni  bilmesi  anlamına  gelmektedir.  Buna 

göre “nefsini bilen Rabbi’ni bilir”. Ma’rifet sahibi ise ârif kişidir.

19

 

 Aynı, s.187.



20

 

 Aynı., s.127.



21

 

 Yesevîa.g.e., s.279.



650  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

Arif ve âşıkta konuşan, ifade eden, ne ten ne de candır. Kişi, candan geçen, 

gerçek âşık olarak Hakkı gözetir:

Ten söylemez, can söylemez, insan söyler

Candan geçen gerçek âşık Hakk’ı gözler

Ariflere hizmet kılıp yolunu düzler

O âşıkı insanlara sultan kılar.

Marifet, Yesevî düşüncesinde derin bir özeleştiri yeteneğidir. Bu özeleştiri, 

insanın egosunun tamamen kişisel zevk ve ihtiraslardan arındırılması gibi bir 

işleve sahiptir.

Hikmet

: Kavram olarak Allah’ın (C.C.) bilgisini kudretini yüceliğini ve Al-

lah sevgisini, ilahi hakikatleri ifade eden dini ahlaki, tasavvufi ve öğretici özlü 

söz anlamına gelmektedir. Bunları konu yapan bilime de ilm-i hikmet denil-

mektedir.

Ahmed  Yesevî’nin  dini-tasavvufi  şiirleri  “hikmet”  adını  almaktadır.  Bu, 

onun kavramı teorik tanım ve güçlüğünden sıyırıp düşüncesini benimseyen 

insanlara adeta bir vasıf yapması demektir. Bu itibarla Yesevî düşüncesinin 

öngördüğü insan, hikmet sahibi yani derinlik sahibi -bilge- bir insandır.

Hakikat

: Hakikat sözlükte, gerçek, doğruluk, bir şeyin aslı, esası anlamına 

gelmektedir. Sufîlere göre hakikat dinin içyüzü, şeriat da dış yüzüdür. Haki-

kate ulaşan kişi Allah’tan başka mutlak varlık olmadığını, ezeli ve edebi varlı-

ğın sadece Allah olduğunu, Allah’tan başka her şeyin geçici (fani) olduğunu, 

evrenin Allah’ın kudretinin tecellisinden ibaret olduğunu bilir. Hakikat ehli, 

insanî sıfatlardan sıyrılarak ilahi sıfatlarla donanan kişidir.

Hakikati bilmeyen insan değildir.

Biliniz ki hiçbir şeye benzemezdir.

22

Doğruluğu,  dürüstlüğü,  cömertliği  toplumsal  dayanışmanın  en  gerekli 



öğeleri olarak işleyen Yesevî, aynı zamanda rüşveti, yalanı, zorbalığı, haksızlı-

ğı ise insan ve toplum yaşamının en önemli tehdidi olarak görmektedir. Top-

luma yönelik bu tehditleri hikmetlerinde şöyle dile getirir:

22

 



 Divan-ı Hikmet, s. 279.

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 651


Gönül vermez dünyaya, el uzatmaz harama

Hakkı seven âşıklar helalinden yemişler

Dünya benim diyenler, cihan malını alanlar,

Herkes gibi olup o harama batmışlar.

Molla, müftü olanlar, yalanla fetva verenler,

Aklı kara kılanlar cehenneme girmişler.

Haram Yememe

Gönül vermez dünyaya, el uzatmaz harama

Hakkı seven âşıklar helalinden yemişler

23

(...)



“Talibim ben” söylerler, 

Vallah billah nâ insaf nâmahrame bakarlar, 

Gözlerinde yok insaf

Kişi malını yiyerler, gönülleri saf değil

24

(...)


Rüşvet ve Haksızlık

Kadı imam olanlar haksız dava kılanlar

Eşek gibi olarak yük altında kalmışlar.

Rüşvet alan hâkimler, haram yiyenler,

Parmağını dişleyip korkup durup kalmışlar

Tatlı tatlı yiyenler, türlü türlü giyenler

Altın tahta oturanlar toprak altında kalmışlar.

 25


Yalan ve Sahtekârlık

Kimi görsen bu yollarda sahte âşık

Dışta sûfî, içte ise değil sadık

Onun için sevdiğine olmaz layık

Yalancıyı mahşer günü ser-sâm kılar.

26

Münafık ve Münafıklık:



Ey birader, münafıka olma sen ülfet

Kim ülfettir, başı üzere yüz bin külfet

Baştanbaşa münafığın işi ziyan, zAhmed

Gerçek ümmetseniz, işitip selam verin dostlar.

27

23

 



 Aynı, s.335.

24

 



 Aynı, s.117.

25

 



 Aynı, s.335.

26

 



 Aynı, s.207.

27

 



 Yesevî, a.g.e, s.267.

652  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî



Cehâlet ve Cahiller: 

Yesevî için cehâlet hem kişisel hem de toplumsal bir 

sorundur. Kişiseldir çünkü bireyin yüz yüze ilişkilerinde cehalete bulaşmış 

kişilerle her an ve her vesileyle karşılaşması mümkündür. Öyle anlaşılıyor ki 

Yesevî bu örneklerle çok sık karşılaşmış ve çok rahatsız olmuştur. Sanki bu 

dünya cahillerle doludur.

Haykırsam Hakk imdadıma yetişir mi ki?

Göğsümdeki paslarım gider mi ki,

Bütün cahiller bu âlemden gider mi ki?

Cahillerden yüzbin cefa gördüm ben işte

Cahillerin vücutça varlıkları dahi öylesine rahatsız edicidir ki, onların ki-

şisel olarak yaşadıkları sıkıntıları ve sorunları dahi kendileriyle iletişim kur-

mak, onlara el uzatmak için bile gerekçe olamaz; çünkü Yesevî cahillerden çok 

“cefa” çekmiştir.

Hikmet-14

Dua edin cahillerin yüzünü görmeyim

Hak Teala refik olsa bir dem durmayayım

Hasta olsa cahillerin halini sormayayım

Cahillerden yüz bin cefa gördüm ben işte

Haykırsam Hakk imdadıma yetişir mi ki?

Göğsümdeki paslarım gider mi ki,

Bütün cahiller bu âlemden gider mi ki?

Cahillerden yüzbin cefa gördüm ben işte

Cahillerin  dünyevi  ihtirasları  öylesine  baskın  durumdadır  ki  o  nedenle 

toprağın altı cahillerin ve cehaletin kapladığı bir yeryüzüne/yer üstüne tercih 

edilmiştir:

Yer altına kaçıp girdim cahillerden

Elim açıp dua isteyip mert kişilerden

Garip canım yüz tasadduk bilgelerden

Bilge bulmayıp yer altına girdim ben işte

Cahilleri benden sorma göğüsüm çıka

Hakk’dan korkup yas tutsam güler kahkahayla



Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 653


Ağzı açık nefsi ulu misli lakka

Cahillerden korkup Sana geldim ben işte.

Hoca Ahmed Yesevî için cahiller neden bu kadar sert ve ödünsüz bir eleş-

tiri konusu yapılmaktadır? Sanıyorum şu hikmetler bunun bir cevabı olabilir:

Hikmet-14

Cahilleri benden sorma göğüsüm çıka

Hakk’dan korkup yas tutsam güler kahkahayla

Ağzı açık nefsi ulu misli lakka

Cahillerden korkup Sana geldim ben işte

Bir şey umma cahillerden kadrini bilmez

Karanlık yol şaşırsan yola salmaz

Boynu büküp yalvarsan elini tutmaz

Cahilleri şikayet ederek geldim ben işte

Önce-sonra iyiler gitti kaldım yalnız

Cahillerden işitmedim bir güzel söz

Bilge gitti cahiller kaldı çektim keder

Yolu bulmayıp şaşkın olup kaldım ben işte

Ayrılık yarası ezdi bağrımı hani dert ortağı

Bilge toprak, cahillerin göğüsü yüksek

Ayet, hadis beyan etsem beğenmez

Göğüsümü deşiniz derd ve gama doldum ben işte

Bu hikmetlerde cahillerin vasıfları ve onlardan neden uzaklaşılması gereği 

öne çıkarılmaktadır. Buna göre cahiller,

-  Hakka, hakikate ve Tanrı’ya ilişkin hassasiyetlerin kişisel yoğunluğu 

ve derinliğini anlamazlıktan gelirler; gülüp geçerler,

-  Sıkıntı ve güçlükler karşısında el vermez, yardımcı olmazlar,

-  Kadir kıymet bilmezler,

-  Yardım etmezler, başkasının işine yarayacak diye rehberlik etmezler,

-  Cahiller âyet ve hadis gibi dinin temel naslarına kayıtsızdırlar.

Bütün bu nedenlerle, bütün bu kötü huy ve alışkanlıkları nedeniyle cahil 

ile bir arada olmak adeta cehenneme yolculuk gibi bir ilişkidir. 


654  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

Cahil ile geçen ömrüm nar sakar

Cahil olsan cehennem ondan çekinir

Cahil ile cehenneme doğru kılmayın sefer

Cahiller içinde yaprak gibi soldum.



Ahir Zaman Şeyhleri: 

Yesevî cahiller ve cehaletle ilgili bu betimlemeleri 

büyük ölçüde toplumsal hayatın günlük fotoğrafını yansıttığı izlenimi verse 

de bu fotoğrafın esaslı ve büyük karesinde toplumun önünde görünen şah-

siyetler  yer  alır.  Şeyhler,  hocalar  ve  bilgelik  rolündeki  kanaat  önderleri  Ye-

sevî’den en çok eleştiri alan zevât içinde yer alır. Şeyhlik, bilgelik, hocalıkla 

cehaletin  eş  tutulduğu  betimlemeler  bu  boyutuyla  hikmetlerin  dünyevi  ve 

toplumsal projesinde önemli bir yer tutar. Onlar âhir zaman şeyhleridir; ilim-

den ve amelden yoksundurlar. Onlar âhir zaman şeyhleridir ama cahildirler; 

onlar riyakârdırlar… Ve onlar himmet ehl-i gibi görünen ama gerçekte tüm 

himmetleri dünya malını yığmak olan, “kuyruksuz eşek” ve hatta hayvandan 

da beter kişilerdir…

Hikmet- 147

Âhir zaman şeyhlerinden söz edeyim

İman İslam bilmeden şeyhlik kılar imiş

İlim öğrenmez, amel eylemez, ma’na anlamaz

Âhirette kara yüzlü olur imiş.

Şeyhim diye mihrap içre otururlar

Halka içre halka zAhmed yetirirler

Hay u Hu deyip sermestliğin bildirirler

Öyle cahil nasıl şeyhlik kılar imiş.

Böyle şeyhin kıyamette yüzü kara

Nâdânlık şeyhlik eyler, işi riya

Mahşer günü rezil olur gözü âmâ

Evvel âhir dalâlette olur imiş.

Cahil şeyhler kulak, kuyruksuz eşek olur, 

Himmetleri dünya malını yığar olur.

Cemaati yoldan azdırıp gider olur,

Öyle şeyhler hayvanattan beter imiş


Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 655


Yesevî Düşüncesinde Çocuk ve Çocukluk:  

Eserde yeni Türk toplumu (Is-

lamiyet’le tanışmış Türk toplumu) için ihtiyaç duyulan insan modelinin olu-

şumunda  çocuk  öğesinin  dolaylı  bir  biçimde  takdim  edildiği,  betimlendiği 

görülür. Yesevî’nin bu amaca yönelen yönteminin ilk basamağında Islâmiyet 

öncesi Türklerde ağır basan “Alp İnsan” tipinden farklı olarak manevi derinli-

ğe sahip içe dönük (alperen, sufî, veli) insan oluşturma çabası yer alır.

Divan-ı Hikmet’te çocukluğa işaret eden doğrudan imge ve betimlemeler 

olmamasına karşılık bizzat Divan yazarının kendi kişisel öyküsünde bu ko-

nudaki  duyarlılıklara  tanık  olunmaktadır.  Ana  rahmine  intikalinden  altmış 

üç  yaşına  kadar  olan  ömrünün  uzun  döneminde  her  bir  yaşa  tekâbül  eden 

olayları  dizelerde  dile  getirmektedir.  Bu  süreç  çocukluk,  gençlik  ve  yaşlılık 

dönemleri halinde düşünüldüğünde çocukluk döneminin onun düşüncesinde 

nasıl ele alındığı, hangi etkenlerin ve hangi değerlerin Yesevî’nin çocukluğun-

da rol oynadığını izlemek mümkündür. 

Bir yaşımda ruhlar bana nasip verdi;

İki yaşta Peygamberler gelip gördü;

Üç yaşımda Kırklar gelip halimi sordu;

O sebepten altmış üçte girdim yere.

(....)

Dört yaşımda hak Mustafa hurma verdi;



(....)

Beş yaşımda tâbi olup tâat kıldım;

(....)

Altı yaşta durmadan kaçtım insanlardan;



(....)

Yedi yaşta Arslan Babam arayıp buldu;

(....)

Sekizimde sekiz yandan yol açıldı;



(....)

Dokuzumda dolanmadım doğru yola;

(....)

On yaşında oğul oldun Kul hâce Ahmed;



(....)

On birimde rAhmed denizi dolup taştı;

“Allah!” dedim şeytan benden uzaklaştı;

Geçici heves, ben - sen fikri durmayıp göçtü;

On ikide bu sırları gördüm işte.


656  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

On üçümde nefs arzusuna kapılıverdim;

Nefs başına yüz bin bela tutup saldım;

Kibirlenmeyi yere vurup yenebildim;

On dördümde toprak gibi oldum işte.

  

On beşimde hûri gılmân karşı geldi;



Baş eğerek, el bağlayıp tazim kıldı;

Firdevs adlı cennetinden haberci geldi;

Dîdar için hepsini terk ettim işte.

  

On sekizde Kırklar ile şarap içtim;



Zikrini diyip, hazır durup göğsümü deştim;

Nasip kıldı, cennet gezip huriler kucakladım;

Hak Mustafa cemâlini gördüm işte.

Görüldüğü gibi bu dizelerde çocuk Yesevî Ilâhî (Tanrısal) bir koruma altın-

dadır. Onun on sekiz yaşına kadar geçen bütün çocukluğu Tanrısal bir eğitime 

tabi  tutulmuştur.  Tanrı  adeta  Yesevî’yi  bütün  kötülüklerden  koruyarak  eğit-

miştir. Yesevî’nin şahsında bu öykünün tüm çocuklara mesajlar taşıdığı söyle-

nebilir. Bu mesaj edepli ve terbiyeli bir çocuğun nasıl olabileceğini, nelerden 

hangi kötülüklerden uzak olmak suretiyle yetişeceğini içerir.


Yüklə 6,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   51   52   53   54   55   56   57   58   59




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin