BUENA VISTA FİLMCİLİK SUNAR
“FLIGHTPLAN – UÇUŞ PLANI” 11 Kasım 2005’de sinemalarda
Yönetmen: Robert Schwentke
Oyuncular: Jodie Foster, Peter Sarsgaard, Sean Bean, Erika Christensen, Kate Beahan, Marlene Lawston
Yapımcı: Brian Grazer
Senaryo: Peter A. Dowling, Billy Ray
Görüntü Yönetmeni: Florian Ballhaus, Prodüksiyon Tasarımı: Alexander Hammond
Kostüm Tasarımı: Susan Lyall, Kurgu: Thom Noble
Sanat Yönetimi: Kevin Ishioka, Sebastian T. Krawinkel, Müzik: James Horner
Touchstone Pictures / UIP Filmcilik
93 dk.
http://www.image.net ; http://www.uip.com.tr ; hakan_sonok@uip.com KALKIŞA HAZIRLANIN: BİR ANNENİN, KORKUNUN KALBİNE UÇUŞU
Teknoloji harikası bir uçakta kıtalar arası yolculuk yapıyorsunuz. Yerden 37.000 feet (11.300 kilometre) yüksektesiniz. Uçağa beraber bindiğiniz çocuğunuz bir anda yok oluyor; adeta buharlaşıp uçuyor. Üstelik mürettebat dahil, uçaktaki herkes yanınızda zaten bir çocuk olmadığını iddia ediyor. Yeryüzünden bu kadar yüksekteyken bir çocuk nasıl kaybolabilir?
Başrolünde iki Oscar ödüllü Jodie Foster’ın oynadığı gerilim filmi “Flightplan – Uçuş Planı”nın odak noktasında bu sinir bozucu soru yer alır.
Aalto Air’in Berlin – New York uçuşunu gerçekleştiren teknoloji harikası E-474 jumbo jet uçağındayız. Kıtalar arası uçuş yapan yolcular arasında Kyle Pratt (Jodie Foster) adlı bir anne ile altı yaşındaki kızı Julie de (Marlene Lawston) vardır. Çok sevdiği eşi yeni vefat etmiş olan ve bu taze kaybın büyük acısını yüreğinde duyan Kyle, yolculuk sırasında oldukça sıkıntılı ve üzgündür.
Uçağın Atlantik Okyanusunu aştığı sırada küçük kızı aniden ortadan kaybolur. Üstelik arkasında en küçük bir iz bile bırakmadan yok olmuştur…Yoksa bir iz bırakmış mıdır?
Kyle’nin başına gelen bu esrarengiz olay, uçak yolcuları ve mürettebat arasında bazı tartışmalara yol açar. Kyle için çeşitli yorumlar yapılmaktadır. Kocasını yeni kaybetmiş olmanın acısını henüz üzerinden atamayan ve üzüntüden aklını kaybetmek üzere olan bir yolcu mudur? Yoksa çocuğunu kullanarak bütün uçağı tehdit edecek büyük bir tehlikeye yol açmaya kararlı bir anne midir?
Giderek kalınlaşan esrar perdesine bir de, Kyle’nin kızının isminin yolcu listesinde görünmemesi eklenir. Öte yandan uçakta görevli iki hostes de (Erika Christensen, Kate Beahan), uçakta böyle bir çocuk gördüğünü hatırlamamaktadır. Buna karşılık Kyle çocuğunun kaybolduğu iddiasını ısrarla sürdürmektedir. Uçak pilotu Rich (Sean Bean) ile hava polisi Gene Carson (Peter Sarsgaard), her ne kadar Kyle’nin ısrarlı iddialarına inanmak istese de, eldeki tüm kanıtlar Kylie’nin küçük kızının uçağa hiç binmediğine işaret etmektedir.
Kyle Pratt’ın sıkıntısının ardındaki asıl gerçek nedir? Uçakta kime güvenebilir? Ürkütücü gizemi çözebilmek için ne kadar ileri gitmesi gerekir?
Yolcular arasında paranoya ve kuşku ortamı hızla tırmanırken Kyle bir annenin yüz yüze kalabileceği en rahatsız edici korkularla karşı karşıyadır. Çocuğunun nerede olduğunu bilememektedir. Üstelik çocuğunun uçağa binmediği bile söylenmektedir. Hiç kimseden yardım alamayacağı bir tuzağın içine düşmüştür.
Böyle bir ortamda herşeyden önce kendi akıl ve ruh sağlığını korumak zorundadır. Kaybolan kızını bulmak için kendi sınırlarını sonuna kadar zorlamaktan ve akla hayale gelmeyecek adımlar atmaktan başka çaresi kalmamıştır.
Touchstone Pictures’ın sunduğu “Flightplan – Uçuş Planı”nın yönetmenliğini Robert Schwentke üstlendi. Senaryosunu Peter A. Dowling ile Billy Ray’in yazdığı filmin yapımcılığını “A Beautiful Mind – Akıl Oyunları”, “8 Mile” ve “Ransom”un Oscar ödüllü yapımcısı Brian Grazer gerçekleştirdi.
Küçük kızı esrarengiz şekilde ortadan kaybolan anne Kyle Pratt rolünde iki Oscarlı yıldız Jodie Foster’in kamera karşısına geçtiği “Flightplan – Uçuş Planı”nın diğer rollerinde Peter Sarsgaard, Sean Bean, Erika Christensen ve Kate Beahan oynadı. Ortadan kayboluşuyla uçakta kaos ve paranoyaya yol açan küçük kız Julie rolünü ise, sinemaya ilk kez bu filmle başlayan yedi yaşındaki küçük oyuncu Marlene Lawston üstlendi.
PRODÜKSİYON NOTLARI
UÇUŞ BAŞLIYOR: İNSAN RUHUNUN DERİNLİĞİNDEKİ GİZEMLE BULUŞAN YÜKSEK KONSEPTLİ BİR GERİLİM ÇALIŞMASI
11 Eylül faciasıyla birlikte uçak yolculuklarında artık hiçbir şey eskisi gibi değil... Özellikle kıtalararası yolculuk yapanların içini sinsice bir endişe duygusunun kapladığı, uçuş bitene kadar tüm yolcuların adeta diken üstünde olduğu bilinen bir gerçek... Uçakla yolculuk yapanların yakından tanıdığı izolasyon, korku ve endişe duygularının, 11 Eylül sonrasında had safhaya çıktığı gün gibi ortada...
Başrolünde Oscarlı oyuncu Jodie Foster’in oynadığı “Flightplan – Uçuş Planı”nda sinema severler konusu tamamen uçakta geçen gerilim ve heyecan yüklü bir serüvene davet ediliyor.
Çok sevdiği kızını uçağın hiçbir yerinde bulamayınca Kyle Pratt karmakarışık duygulara kapılır. Kızını taparcasına seven genç annenin çevresindeki esrar perdesi hızla kalınlaşmaktadır. Kendisini ihanete uğramış hisseder. Bir komploya kurban gittiğinin farkındadır. İnatla kızının çevresini kaplayan esrar perdesini kaldırmanın mücadelesini verir. İzleyiciyi de bu mücadeleye sürükler.
“Flightplan”ın öyküsü 11 Eylül 2001 olaylarından önce geliştirildiği halde senaryo üzerinde birtakım değişiklikler yapıldı. Özellikle kıtalar arası uçak yolculuğu yapanlar artık endişe ve belirsizlik içindeydi. Artık ,insanlar yanındaki koltukta oturana bile kuşkuyla bakıyordu. Artık ,çocuklarını uçağa bindiren aileler arasında korumacılık duygusu en yüksek seviyeye ulaşmıştı. Tüm bu yeni hassasiyetler dikkate alınarak, 11 Eylül sonrası başlayan yeni dönemdeki endişe ve korkuları yansıtacak bir senaryo hazırlandı.
“Flightplan – Uçuş Planı”nda anlatılan öykü kesinlikle bir terörizm öyküsü değildir. 11 Eylül olayının sonrasında uçak yolculuklarına ilişkin olarak yükselen paranoyanın ve yabancıların kuşkuyla karşılanmasının ön plana çıkarıldığı bir film tanımlaması daha doğru bir yaklaşımdır.
Oscar ödüllü yapımcı Brian Grazer, önündeki senaryoyu incelerken senaryonun en çok insani duygular, ahlaki ikilemler ve diken üstünde gerilim sunan havası dikkatini çekti. “8 Mile” ve “A Beautiful Mind – Akıl Oyunları” gibi ses getiren ödüllü filmlerin yapımcısı Brian Grazer, “Flightplan – Uçuş Planı”nın senaryosunu okurken neler hissettiğini şu sözlerle aktarıyor:
“Bu senaryonun, Imagine Entertainment bünyesinde hayata geçirdiğimiz dinamik yapılı gerilim filmleri serisine önemli bir katkı yapacağını düşündüm. ‘Flightplan’ın senaryosunda Hitchcock filmlerini çağrıştıran esrarengiz bir hava vardı. Kuytu köşeleri, hava bacaları, gizlenme yerleriyle modern bir jet uçağının dış dünyaya kapalı ortamında geçmesi bu durumun göstergesiydi. Gerilim yaratan bütün bu unsurlara, çocuğunu bulamamanın getirdiği endişe duygusunun da eklenmesiyle ortaya insani boyutu da güçlü bir gerilim filmi çıkacağını hissettim.”
SEVDİĞİMİZ BİRİSİ ANİDEN KAYBOLURSA...
“Flightplan”ın senaryo yazarı Peter A. Dowling ise, bu senaryoyu yazarken kafasının içinde beliren çok sade ve basit bir fikirden yola çıktığını belirterek şunları söylüyor:
“Çok sevdiğimiz bir insanın aniden ve açıklanamaz şekilde ortadan kaybolması fikri aklımda oluştu. Sinemanın en baştan çıkarıcı temalarından birisiydi.Üstelik çağdaş öğelerin yüklenmesi halinde sınırsız gizem ve gerilim yaratma olasılığını bünyesinde barındırıyordu. Senaryonun odak noktasında çocuğu aniden ortadan kaybolan bir anne var. Uçakta böyle bir çocuğun olduğunu bile kimse hatırlamaz. Böyle bir çıkış noktasından hareket ederek çok farklı yönlere gidebilirdik. Örneğin bir doğa üstü gerilim öyküsü yazılabilirdi. Veya o çocuğu uzaylılar kaçırmış olabilirdi. Tamamen annenin gördüğü halüsinasyonlar olduğu sonucuna varılabilirdi. Bunların hiçbirisi olmayıp, daha farklı yöne kayarak çok gerçekçi bir gerilim filmine temel oluşturulabilirdi.”
Senaryo yazarı Peter A. Dowling, bu noktadaki tercihini şu sözlerle açıklıyor: “Bunlar arasından en zor olanı, yani gerilim filmi yapmayı seçtim. Çünkü dış dünyaya kapalı olan ve kıstırılmışlık duygusu veren ortamlarda geçen gerilim filmleri her zaman ilgimi çekmiştir. Buna bir de anne karakterinin yüz yüze geldiği kişisel kriz sırasında yaşadığı duygusal dönüşümleri/patlamaları eklersek, gerilim unsuruyla psikolojik boyutun atbaşı gittiği bir senaryo çalışması olduğunu söyleyebilirim.”
Peter A. Dowling’in yazdığı senaryo taslağını alıp Imagine Entertainment’a götüren Prodüksiyon Amiri Robert DiNozzi ise, “Flightplan”ın senaryosu için şunları söylüyor:
“Senaryonun çok sağlam bir dayanak noktasına sahip olduğunu gördüm. Heyecan verici bir fikirden yola çıkıldığına kuşku yoktu ama, daha önemlisi izleyicinin kolayca yakınlık kurabileceği türden bir çıkış noktası sözkonusuydu. Çocuğunuzun aniden ortadan kaybolması düşüncesinin duygusal boyutu çok güçlüydü. Daha sonrasında hiç kimsenin o anneye inanmaması, hiç kimsenin yardım etmemesi, o annenin kime güveneceğini bilememesi, hatta kendi akıl sağlığına dahi güvenemez noktaya gelmesi gibi unsurların hepsi son derece sağlam bir senaryonun habercisiydi.”
Dowling’in yazdığı senaryo taslağını Imagine Entertainment yapımcılarından Brian Grazer da çok beğendi. Senaryoyu okuduğu anda aklına yepyeni bir fikir geldi. Bu tip gerilim filmlerinde başrol geleneksel olarak erkek oyunculara veriliyordu. “Flightplan”da radikal bir değişiklik yaparak filmin başrolünü Oscar ödüllü kadın oyuncu Jodie Foster’a vermeyi düşündü. Başrolde bir kadın oyuncunun yer almasıyla gerilim filmlerine yepyeni bir boyut gelmiş olacaktı.
NEDEN JODIE FOSTER?
Deneyimli yapımcı Brian Grazer, başrol için neden Jodie Foster’ı düşündüğünü şu sözlerle açıklıyor: “Böyle bir gerilim filminin başrolü için Jodie Foster’dan daha iyisi olamazdı. İzleyici üzerinde kolayca empati duygusu uyandırabilen bir oyuncudur. Anne rolünü inandırıcı şekilde oynayacağına emindim. Ayrıca rolü gereği çok önemli bir sınavdan geçeceği sahnelerde olağanüstü fiziksel güç ve sağlamlık sergileyeceğinden kuşkum yoktu. Nitekim en zor sahnelerin bile üstesinden kolayca geldi.”
Filmin kadrosuna Jodie Foster’ın katılmasıyla birlikte prodüksiyon büyük bir enerji kazandı. Öncelikle senaryoyu yeniden ele alma gereğini hisseden Brian Grazer, filmin öyküsünün Jodie Foster’a göre düzenlenip geliştirilmesi görevini senaryo yazarı Billy Ray’e verdi. Billy Ray’in görevi, başroldeki Kyle Pratt karakteri üzerinde bazı düzenlemeler yapmaktı. Bu karakterin yeniden yapılandırılması sırasında ismine dokunulmadı. Baş karaktere hiç kimsenin açıklayamadığı koşullar altında sevgili kızını bulabilmek için canını dişine takan dul anne kimliği yüklendi.
Dowling tarafından yazılan ilk senaryo taslağının psikolojik drama açısından büyük potansiyel taşıdığını ifade eden Billy Ray, senaryoyu yazarken uyguladığı yaklaşımı şu sözlerle açıklıyor:
“Birbirini hiç tanımayan yabancıları aynı uçağa koyduktan sonra bir miktar gerilim ve kuşku unsuru eklerseniz, insanların baskı altında nasıl tepki vereceğini keşfetmek için yaratıcı yöntemler bulmuş olursunuz. İnsanların birtakım zor kararları alması gerektiğinde ortaya koyduğu davranışlar çok farklıdır. Verilecek kararın iyi veya kötü yönde olması fark etmez. Burada önemli olan hangi insanın hangi durumda nasıl karar verdiğinin net şekilde ortaya konulmasıdır.”
Senaryo yazarı Billy Ray sözlerine şöyle devam ediyor: “Bu film herşeyden önce korku ve endişe duyma üzerine bir filmdir. Öykü akışı boyunca olup bitenlerin hepsi, Jodie Foster’ın oynadığı Kyle Pratt karakterinin gözünden anlatılır. Kyle Pratt karakteri son derece zeki ama bir o kadar da istikrarsız ve dengesiz bir kadındır. Böyle bir kadına güvenip güvenemeyeceğinizi bilemezsiniz. Jodie’nin bu karaktere büyük miktarda zeka katacağını biliyordum. Beklediğim gibi de oldu. Oynayacağı karakterin yazılması/geliştirilmesi sırasında sürekli yanımızda bulunarak filmin daha zekice ve olay örgüsünün daha sağlam olması için büyük destek verdi.”
YÖNETMENLİK KOLTUĞUNDA GENÇ BİR İSİM
“Flightplan”ın başrolünü Oscarlı yıldız Jodie Foster’a veren Brian Grazer, yönetmenin belirlenmesi aşamasında hiç beklenmeyen bir tercih yaptı ve yönetmenlik koltuğunu çok genç bir yönetmene teslim etti. Brian Grazer’ın sürpriz kararı sonucunda “Flightplan”ın yönetmenliği, daha önce “Tattoo” ve “The Family Jewels” gibi küçük bütçeli ama cesur yapımlarıyla adını duyuran Alman asıllı genç yönetmen Robert Schwentke’ye emanet edildi.
Yapımcı Brian Grazer, sürpriz kararının gerekçesini şu sözlerle açıklıyor: “Robert’in daha önce yönetmiş olduğu ‘Tattoo’ adlı gerilim filmini izledim. Mantıktan ziyade duygulara dayanan bir gerilim çalışmasıydı. İzleyiciyi nasıl korkutacağını, nasıl gerilim yaratacağını, filmin her saniyesindeki gerilimin bir sonraki gelişmeye doğru nasıl tırmandırılması gerektiğini biliyordu. Aynı zamanda gerilim filmleri tarzına yepyeni bir anlayış getirmek istediğimizi kavradı.”
Tek mekanda geçen sıradışı gerilim filmi fikrini cazip bulduğunu ifade eden yönetmen Robert Schwentke, “Flightplan – Uçuş Planı”nda anlatılan konuyu şu sözlerle özetliyor:
“Filmde anlatılan öykünün merkez noktasında, kocasının ani ölümünden sonra ruh sağlığını tekrar toparlamaya /kazanmaya çalışan bir kadın vardır. Kocasının nasıl öldüğü konusu filmin sonlarına kadar açıklanmaz. Ancak yaşadığı acı gerçeğin sonucu olarak, hayata sarılma gücünü kaybetmeye başladığı açıkça ortadadır. Eşini kaybetmenin acısını üzerinden atamadan bir de 6 yaşındaki kızının bakımını tek başına üstlenmek durumunda kalmıştır. Acısı henüz taze olmasına rağmen kızı için hayata sarılmak zorundadır.”
Yönetmen Scwentke sözlerini şöyle sürdürüyor: “Anlatılan bu öykü sayesinde çok ilginç dönüşümlerle dopdolu bir puzzle filmi yapma fırsatını buldum. Üstelik duygusal boyutu da güçlü bir öykü vardı karşımda. Ayrıca konusunun tamamı tek bir mekanda geçen film yapma fikrini de çok sevdim. Filmde kontrol kulesini ve yerde bekleyen insanları göstermeme gibi radikal bir yaklaşım sergiledik. Herşey bir uçağın klostrofobik ortamında kaldı. İzleyicinin de kendisini o karakterlerle birlikte 11 bin kilometre yüksekte tuzağa düşmüş gibi hissetmesini istedik. Esrar perdesini kaldırma mücadelesine izleyiciyi de ortak etmeyi hedefledik.”
11 BİN KİLOMETREDE ORTADAN KAYBOLMAK: YÜREKLERİ BURKAN BİR MUAMMANIN OYUNCU KADROSU BELİRLENİYOR
KYLE PRATT ROLÜNDE JODIE FOSTER
“Flightplan – Uçuş Planı”nın gerilimli ortamının odak noktasında Kyle Pratt adlı dul bir kadın vardır. Eşini yeni kaybetmiş olmanın acısını henüz üzerinden atamamış olan bu kadın, kendisini akla hayale gelemeyecek bir pozisyonda bulur: Küçük kızının ortadan kaybolduğuna hem uçak mürettebatını hem de diğer yolcuları inandırmak zorundadır.
Olağanüstü fiziksel enerji ve duygusal karmaşa gerektiren Kyle Pratt rolünde, kendi kuşağının en başarılı başrol oyuncularından Jodie Foster kamera karşısına geçti. Bir dönem yönetmenlik de yapmış olan Jodie Foster, Hollywood’daki ilk büyük çıkışını Martin Scorsese’nin yönettiği “Taxi Driver – Taksi Şoförü” adlı filmde portresini çizdiği ergenlik çağındaki fahişe rolüyle yapmış ve o filmdeki rolüyle Oscar adaylığı elde etmişti.
Sonraki yıllarda başarılı çıkışını devam ettirdi. “The Accused” adlı filmdeki tecavüz kurbanı olmuş kadın rolüyle ilk Oscar ödülünü kucakladı. Ardından “The Silence of the Lambs – Kuzuların Sessizliği” filminde canlandırdığı FBI ajanı Clarice Starling rolüyle ikinci Oscar’ını aldı.
Jodie Foster çok yönlü oyunculuk yeteneğini sergilemeyi sonraki yıllarda da sürdürdü. Gerilim unsurunun en üst düzeyde olduğu “Panic Room – Panik Odası”ndan, tarihsel drama ağırlıklı “Anna and the King”e ve Fransızca konuştuğu Jean-Pierre Jeunet’in romantik savaş filmi “Kayıp Nişanlı-A Very Long Engagement”e kadar çok farklı tarzdaki filmlerde yeteneğini kanıtladı.
Gerçek yaşamında iki çocuk sahibi bir anne olan Jodie Foster, Brian Grazer’dan duyduğu andan itibaren “Flightplan”ın öyküsüne yakınlık duyduğunu belirterek şöyle konuşuyor:
“Bu projenin beni en çok etkileyen yanı, çocuğunu kaybetmiş bir kadının, hiç kimsenin bu olaya inanmamasından dolayı kendi akıl sağlığını sorgulayacak aşamaya kadar gelmesidir. Zaten çok büyük acılar çekmekte olduğu için çıldırma noktasına gelip gelmediğini merak eder. Öte yandan uluslararası uçuş yapmakta olan bir uçağın kendine özgü tuhaf ortamındadır. Bu tip uçuşlarda hemen herkes birbirine yabancı olduğundan zaten herkes birbirinden kuşkulanır. Böyle bir ortamın varlığı da, zaten acılı olan annenin hissettiği karmaşık duygulara artı gerilim unsurları ekler/katar.”
Jodie Foster sözlerine şöyle devam ediyor: “Kıstırılmışlık duygusu veren kapalı mekanlarda geçen öyküleri her zaman sevmişimdir. Böyle bir ortamdaki insanların birbiriyle nasıl başa çıktığı, ne gibi değişimler gösterdiği gibi konularda gelişen öyküler ilgimi çeker. Bu film bir gerilim olmasının yanısıra aynı zamanda kişisel bir yolculuktur. Büyük stres ve panik koşulları altındaki bir kadının nasıl tepkiler verdiğine bir bakıştır. Kendisini o derin acı/üzüntü koşullarından nasıl çekip çıkardığını; tekrar nasıl bütünleştiğini anlatır. Kyle karakterinin karmaşık bir kişilik yapısı vardır. Ona kesinlikle kahraman diyemeyiz. Kimi zaman küstah ve saygısız: kimi zaman irrasyonel; kimi zaman da çıkarcı ve manipülatif davranır. Kızını bulabilmek için ne gerekirse yapmaya hazırdır.”
HAVA POLİSİ GENE CARSON ROLÜNDE PETER SARSGAARD
Kızının ortadan kaybolmasından itibaren Kyle Pratt’ın içine düştüğü terör ve paranoya duygusu hızla tırmanırken genç kadının yüreğinde küçük de olsa bir umut ışığı doğar. Yolculardan bir tanesi, 11 Eylül faciasının ardından ABD’deki uçuşlarda uygulamaya konulan hava polislerinden olduğunu açıklayarak konuyla ilgilenmeye başlamıştır.
Gene Carson adlı bu hava polisinin herşeyden önce Kyle’nin gerçek niyetini ortaya çıkartması gerekmektedir. Acaba Kyle söylediği gibi sadece küçük kızı kaybolunca çılgına dönmüş bir anne midir, yoksa diğer yolcular için tehdit oluşturabilecek tehlikeli bir kadın mıdır? Gene Carson’un öncelikle bu sorunun cevabını bulması gerekir.
Film yapımcıları bu rol için, “Kinsey”, “Garden State” ve “Shattered Glass” gibi filmlerdeki başarılı performansıyla eleştirmenlerin beğenisini kazanan Peter Sarsgaard’ı düşündüler. Gerilim yüklü bir öykünün son derece sofistike şekilde işlenmesi nedeniyle “Flightplan”da oynamayı kabul ettiğini belirten genç aktör, filmle ilgili düşüncelerini şu sözlerle dile getiriyor:
“Bu yapımda birçok film tarzının müthiş kombinasyonu olduğunu düşünüyorum. Başlangıçta acı, umutsuzluk ve keder üzerine bir film gibi geldi. Ancak sonradan kendisini gerilim filmine dönüştürdü. Ardından da çok sayıda esrarlı dönüşümle dopdolu bir drama olduğu izlenimini edindim. Bir tür labirent gibi diyebilirim. İçeriğinde Hitchcock tarzını anımsatan çok şeyler var.”
Filmde üstleneceği hava polisi Gene Carson rolü genç aktöre ilginç gelmişti ama bir o kadar da zor olacağının farkındaydı. 11 Eylül faciası sonrasında gündeme gelen bu işi yapan polislerin nasıl insanlar olduğu konusunda küçük bir araştırma yapınca epeyce tedirgin oldu. Bir hava polisinin en önemli özelliğinin, bulunduğu ortam içinde adeta eriyerek kendisini belli etmemek/gizlemek/saklamak olduğunu öğrendi. Genellikle halkın içinden geliyorlar ve hava polisliği için çok ağır ve sıkı bir eğitim alıyorlardı.
Hızla yaygınlaşan bu mesleğin inceliklerini öğrenmek için gerçek hava polisleriyle tanışan Peter Sarsgaard, bu görüşmeler sonucunda edindiği izlenimi şu sözlerle aktarıyor:
“Hava polislerinin herşeyden önce ağırbaşlı, ağzı sıkı, ketum, tedbirli ve nazik insanlar olması gerektiğini öğrendim. Aynı zamanda da çevresine otoriter bir hava yayabilmesi gerekiyordu. Oldukça büyüleyici bir işleri vardı. Son derece ilginç uçak yolculukları yapıyorlardı. En büyük uçaklarda farklı tipte yolcular arasına karışarak yüksek riskli uçuşlarda görev alıyorlardı.”
Peter Sarsgaad sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bu meslek olağanüstü sabır gerektiren bir meslekti. Görevin neredeyse yüzde 99.9’luk bölümünde hiçbir şey yapmadan uçakta oturmak, diğer yolcuların farkında olmak, ne yaptıklarını dikkatle izlemek gerekiyordu. Bir tür dayanıklılık ve sabır testi gibiydi. Sıra dışı bir olay olduğu zaman da hemen tepki vermeye hazır olmak zorundaydılar.”
Portresini çizdiği Gene Carson karakterinin, uçakta meydana gelen beklenmedik durum karşısında ne tepki verdiğini ise şu sözlerle değerlendiriyor:
“Gene Carson’un yaptığı yolculuklar genellikle sakin geçmektedir. Ancak bu uçuş sırasında küçük bir kız çocuğunun aniden ortadan kaybolmasıyla beklenmedik bir durum meydana gelir. Peki o çocuk gerçekten kaybolmuş mudur, yoksa ortada aklını kaybetmekte olan bir kadın yolcu mu vardır? Bu sorunun yanıtı, hangisine inanmak istiyorsanız odur şeklinde verilebilir. Zaten bu film, herşeyden önce ilk izlenimler ve farklı perspektifler üzerine bir filmdir. Bir esrar perdesinin çözümünün farklı yöntemleri olduğu, olaya neresinden baktığınıza bağlı olarak değişkenlik gösterdiği anlatılır. Filmde anlatılan konunun en çok bu yönünü ilginç buldum.”
Jodie Foster gibi deneyimli bir oyuncuyla omuz omuza çalışmaktan büyük heyecan duyduğunu belirten Peter Sarsgaard bu konuda da şöyle konuşuyor: “Jodie Foster her sahneyi tam bir istek ve tutkuyla oynadı. Kariyerinde bunca başarıya imza atmış olmasına rağmen her yeni filminin her sahnesindeki en ince detaylara bile dikkat ederek oynadığını görmek harika bir duyguydu.”
Yönetmen Robert Schwentke ise, Peter Sarsgaard’ın rolüne çok özgün bir yaklaşım getirdiğini ifade ederek şunları söylüyor: “Peter gerçek hayatında sıkı bir satranç oyuncusudur. Bu yüzden rolüne bir satranç oyuncusu beyniyle yaklaştı. Satranç oyuncularını bilirsiniz. Çok uzun süreler boyunca derin derin düşünerek otururlar ve hiçbir şey yapmazlar. Ancak yerinden oynattıkları her taş büyük heyecan verir. Peter’la oturup Gene karakterini planlarken, bu adamın uçakta saatlerce hiçbir şey yapmadan derin derin düşünen, bu arada çevresini gözlemeyi ihmal etmeyen bir adam olmasına karar verdik. Ancak bu durum onu her an patlamaya hazır bombaya çevirmeliydi. Satranç bilgisi sayesinde Peter bu zor rolün üstesinden başarıyla gelmesini bildi.”
KAPTAN PİLOT RICH ROLÜNDE SEAN BEAN
Hava polisi Gene Carson’un uçakta hesap vereceği tek kişi, uçağın pilotluğunu yapmakta olan Kaptan Rich’tir. Dolayısıyla Kyle ile kızının kaderini elinde tutan tek kişi odur. Küçük kız gerçekten var olsa da, olmasa da bu gerçek değişmeyecek, son kararı Kaptan Rich verecektir.
“Flightplan – Uçuş Planı”nın yapımcıları, Kaptan Rich rolü için oyuncu ararken “The Lord of the Rings – Yüzüklerin Efendisi”, “National Treasure – Ulusal Hazine” ve “GoldenEye – Altın Göz” gibi epik ağırlıklı aksiyon filmlerinde güçlü karakterleri oynayan Sean Bean üzerinde karar kıldılar.
Yönetmen Robert Schwentke bu rol için Sean Bean’in neden seçildiğini şu sözlerle açıklıyor: “Filmin gerilim yüklü atmosferine ek katkı sağlayacak bir aktör gerekliydi. Komuta etme gücü yüksek ve çelik gibi sağlam irade sergileyecek görüntüsü olmalıydı. Kaptan Rich karakterinin gerektirdiği niteliklerin hepsi Sean Bean’de fazlasıyla vardı. Aynı zamanda bu karaktere yüksek miktarda hümanizm katmasını bildi. Bu karakter en doğru kararı vermek istiyordu ama kurallar kitabında yazılı olmayan farklı bir durumla karşılaşmıştı. Doğru kararı vermekte zorlanmasının sebebi buydu. Sean Bean bu karakterin portresini kusursuz şekilde çizmesini bildi.”
Kaptan Rich rolünü üstlenen deneyimli aktör Sean Bean, portresini çizdiği bu karakter için şunları söylüyor: “Pilot bu soruna el koyduğunda tam bir belirsizlik vardır. Uçağa binerken Kyle’nin yanında bir çocuk olup olmadığından hiç kimse emin değildir. Hatta bazı yolcular, genç kadının hayallerini yansıttığını iddia etmektedir. Kendisi de baba olan Kaptan Rich, genç kadına empatiyle yaklaşmaya çalışır. Kadının anlattığı şeylere inanıp inanmaması gerektiğinden bile emin değildir. Ona inanmak istediği halde bir yandan da kuşku duymaktadır. Kadının uçaktaki diğer yolcular için tehlike oluşturacağından kuşkulanmaktadır. Güvenlik herşeyden önce geldiği için Kyle’den kuşkulanmak zorundadır.”
“FLIGHTPLAN”IN UÇUŞ HOSTESLERİ
Kyle Pratt kayıp çocuğunu bulabilmek için uçuş hosteslerinden yardım istediğinde durum daha da karmaşık hale gelir. Çünkü hostesler uçakta böyle bir çocuğun olup olmadığından emin değildir. Kyle’nin yardım çağrısı herşeyi daha da karıştırmaktan başka bir işe yaramaz.
Filmin üç başrolü için Jodie Foster, Peter Sarsgaard ve Sean Bean gibi deneyimli oyunculara yer veren yapımcılar, uçuş hosteslerini daha genç isimlerin canlandırmasını istediler. Genç oyuncuların sergileyeceği gençlik dolu performanslar, bağımsız filmlerdeki ruha da uygun olacaktı.
İki hostes rolü için iki genç kadın oyuncu üzerinde karar kılındı. “Traffic” filminde Michael Douglas’ın uyuşturucu bağımlısı kızı rolüyle izleyicinin beğenisini toplayan Erika Christensen, sempatik hostes Fiona rolünde kamera karşısına geçti. Kuşkucu hostes Stephanie rolü ise, “Chopper” filmindeki rolüyle yıldızlaşan Avustralyalı genç kadın oyuncu Kate Beahan’a verildi.
SEMPATİK HOSTES FIONA ROLÜNDE ERIKA CHRISTENSEN
Hostes Fiona rolünü üstlenen Erika Christensen, “Flightplan” projesine en başından beri ilgi duyduğunu ama oyunculuk açısından ürkütücü bulduğunu belirterek şöyle konuşuyor:
“Olaya oyunculuk açısından bakınca ‘Flightplan’ın zor bir film olacağını düşündüm. Çünkü filmin konusu baştan sona uçakta geçiyordu. Tek mekan olması nedeniyle çekimler sırasında hangi oyuncunun nerede duracağının ve ne yapacağının haritası kesin olarak çizilmeliydi. Öte yandan filmin senaryosu da, günümüzün hassasiyetlerine uygun şekilde düzenlenmişti. Günümüzde uçak yolculuğu yapmanın risklerini/tehlikesini herkes kabul ediyor. Senaryo bu endişe ve korkuları yansıtacak şekilde yazıldığı için hepimiz rolümüzü rahatça yapma fırsatını bulduk.”
Erika Christensen rolüne nasıl hazırlandığını şu sözlerle dile getiriyor: “Günümüzde hosteslik kavramı çok değişti. Yakın zaman öncesine kadar yolculara çay – kahve servisi yapan hosteslerin artık başka görevleri de var. Uçak güvenliği olgusunun ön cephesinde yer aldıkları için yeni ve tehlikeli durumlar karşısında her an alarmda olmaları gerekiyor. Rolüme hazırlanırken Robert Schwenke’nin büyük yardımını gördüm. Bana ,
günümüz hosteslerinin bilmesi gerekenleri anlatan çok kalın bir el kitabı verdi. El kitabını dikkatle okuyarak bu mesleğin tüm inceliklerini öğrendim. Ayrıca profesyonel uçuş hostesi eğitmeninden özel dersler alarak deneyimimi artırdım.”
KUŞKUCU HOSTES STEPHANIE ROLÜNDE KATE BEAHAN
Uçaktaki diğer hostes Stephanie rolünde kamera karşısına geçen Avustralyalı kadın oyuncu Kate Beahan ise, “Flightplan” projesiyle ilgili şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Fiona’ya kıyasla daha deneyimlidir. Ancak hayli yorgun ,bezgin ve bıkkın bir görüntüsü vardır. O güne kadar birçok olayla karşılaştığı için herşeye daha kuşkucu yaklaşmayı öğrenmiştir. Bu yüzden Kyle’nin her söylediğine kuşkuyla bakar. Filmin senaryosu birçok gerilim filminden daha kapsamlı hazırlanmıştı. Günümüz koşullarında uçak yolculuğu yapmanın başlıbaşına bir cesaret işi olduğunu tam olarak yansıtıyordu. Zor koşullar altında tuzağa düşmüşsünüz ve sesinizi duyacak hiç kimse yok. İşte bu evrensel korkuyu iliklerime kadar hissettim.”
KAYBOLAN KÜÇÜK KIZ JULIE ROLÜNDE MARLENE LAWSTON
“Flightplan – Uçuş Planı”nın önemli karakterlerinden birisi de, Kyle Pratt’ın uçakta ansızın kaybolan küçük kızı Julie karakteriydi. Ortadan kaybolduğu ana kadar olan her sahnede annesinin yanında göründüğü için Julie rolü çok önemliydi. Film yapımcıları bu rolde, 7 yaşındaki küçük oyuncu Marlene Lawston’un oynamasına karar verdiler.
KEMERLERİNİZİ BAĞLAYIN: AALTO AIR’İN E-474 JUMBO JETİNDE BİR GEZİNTİ
Oyuncu kadrosunun belirlenmesinin ardından “Flightplan – Uçuş Planı”nın tasarım hazırlığına başlandı. Filmin prodüksiyon tasarımları yapılırken izleyiciyi direkt olarak olayın içine çekmeyi öngören bir tasarım anlayışı egemen oldu. İzleyici herşeyden önce kendisini kıtalar arası yolculuk yapan devasa görünümlü uçakta tuzağa düşmüş gibi hissetmeliydi.
Karakterler açısından olduğu gibi izleyici açısından bakılınca da, filmin tamamı, Aalto Air’in E-474 jumbo jet’i olarak adlandırılan ,yakın geleceğin yüksek teknoloji ürünü , süper yolcu uçaklarından birinde geçiyordu. Yolcuların en üst düzeyde konforuna önem veren, en ileri teknolojiyle donatılmış bir uçak olmalıydı. Aynı zamanda da küçük bölmelerinde bir çocuğun kaybolabileceği kadar da büyük olması gerekiyordu.
Yapımcı Brian Grazer ile yönetmen Robert Schwentke, beraber tasarladıkları E-474 jumbo jet uçağının, 700’ün üzerindeki yolcu kapasitesiyle yeni jenerasyon uçakların örneği olmasını istediler. Stilize tasarımıyla geleceğin uçak tasarımlarını şimdiden gündeme getiren uçağın son derece şık görünümlü üst güvertesinde şu bölümler yer alıyordu:
-
Pilotların görev yaptığı kokpit;
-
Geniş ve ferah yapılı first-class yolcu koltukları;
-
Koridoru ve mutfağıyla turuncu-beyaz renklerin hakim olduğu first-class yolcu salonu;
-
Koltuklarda oturan yolcuların her hareketini gözleyen video monitörleriyle donatılmış iki dev yönetim kabini.
Alt güvertede ise geniş bir alana yayılan business-class bölümü yer alıyordu. Kırmızı renkli koltuklarla döşenen bu bölümde iki mutfak ve bir ana kabin daha vardı. Bu bölümler spiral şeklindeki merdivenle üst güvertedeki first-class yolcu salonuna açılıyordu.
Filmde gerilim unsuru yaratmanın anahtarı, bu tek setle ilgili düzenlemelerin gerçekçi şekilde yapılmasından geçiyordu. Aslında var olmayan böyle bir uçağın en detaylı şekilde hayata geçirilmesi görevini Hollywood’un iki önemli ismi üstlendi. Prodüksiyon tasarımlarını Alexander Hammond yaparken, görüntü yönetmenliğini Florian Ballhaus gerçekleştirdi. Yönetmen Schwentke her ikisiyle yakın işbirliği halinde çalışarak görsel vizyonunu onlarla paylaştı.
Daha önce “Dr. Seuss’ The Cat in the Cat” adlı filmin prodüksiyon tasarımlarını hayata geçirmiş olan Alexander Hammond, “Flightplan”daki görevine başlarken öncelikle modern uçak tasarımı prensipleri üzerinde yoğunlaştı. Binlerce uçak görüntüsünü tarayarak düzinelerce proje hazırladı. Bunların çoğunun planlarını bizzat kendisi çizdi. Çeşitli uçak üreticisi şirketlerin hazırladığı farklı uçak modellerinden yola çıkarak daha önce hiç görülmemiş unsurlar içeren modeller hazırladı.
Prodüksiyon tasarımcısı Alexander Hammond ve ekibi, öncelikle 90 metre uzunluğundaki uçak setini hayata geçirdi. Bu setin her iki tarafına büyük yapay köpük bloklarından oluşan iki yan panel yapıldı. Böylelikle uçağın iki yanındaki duvarlar hayata geçirilmiş oldu. Los Angeles’ta stüdyo ortamında oluşturulan uçak setinin hazırlanması 16 hafta sürdü.
Hammond’un bu noktadaki tercihi, iki katmanlı bir uçak seti yaratmak yerine iki aşamalı kullanıma uygun set tasarlamak şeklinde oldu. Çekimlerin ilk günlerinde üst güvertedeki first-class yolcu salonu işlevini gören bu set, daha sonra gerekli düzenlemeler yapılarak alt güvertedeki business-class yolcu salonuna dönüştürüldü. Uçağın iç mekan tasarımlarında, günümüz uçaklarındaki çağdaş stil vurgusunu sağlamak amacıyla retro görünüm amaçlandı.
Hazırlanan ikinci sette ise, uçak yolcularının görmediği bölümler hayata geçirildi. Kyle Pratt’ın umutsuzca kızını aradığı kargo bölümü, mürettebatın yatak odaları, pilot kabini, ısıtma ve havalandırma bölümleri, kablo sistemleri, elektronik odası, yere iniş cihazları gibi uçağın beyni kabul edilen bölümlerle ilgili çekimlerin tamamı bu sette gerçekleştirildi.
“Flightplan – Uçuş Planı”nın yönetmeni Robert Schwentke, uçak setinin sıfırdan kurulmasının getirdiği avantajları şu sözlerle değerlendiriyor:
“Sıfırdan uçak seti hazırlamanın en önemli avantajı, belirli sahnelerin gerektirdiği alanların özgürce tasarlanabilmesiydi. Örneğin parlak beyaz renklerin hakim olduğu mutfak bölümü, Jodie Foster’in canlandırdığı karakterin hissettiği ürkütücü altüst olmuşluk duygusunu yansıtan bir ayna işlevi gördü. Tavanların yüksekliğini azaltmak suretiyle Kyle ve diğer yolcuların hissettiği tuzağa düşmüşlük duygusunu arttırdık. Alexander Hammond bu setleri hazırlarken iki farklı açıdan yola çıktı. Bunlardan birisi istenen psikolojiyi uyandırması, diğeri ise işlevsellikti. Uçak tasarımlarını hazırlarken filmdeki karakterlerin içinde bulunduğu psikolojik duruma öncelik verdik. Onların hissettiği herşeyi izleyicinin de hissetmesini sağlayacak şekilde bir tasarım çalışması yaptık.”
Aalto Airlines’a bağlı uçak aslında var olmadığı halde E-474’ün uçuş halindeyken dışarıdan siluetinin gösterilmesi gerekiyordu. Film yapımcıları bunun çaresini Rob Hodgson - Henric Nieminen ikilisine bağlı görsel efekt çalışmasında buldular. Hammond’un hazırladığı tasarımın 9 metre yüksekliğinde bir maketi hazırlandı. Çalışır durumdaki bu dev maketin, uçağın uçuşunun dışarıdan gösterildiği sahnelerde kullanılması yoluna gidildi.
Film yapımcılarının önem verdiği bir başka konu da, uçak yolcularını canlandıracak figüranların dikkatle seçimiydi. Yapımcı Brian Grazer bu konudaki yaklaşımını şu sözlerle açıklıyor:
“Uçağımızı uluslararası uçuşlar sırasında gördüğümüze benzer yolcularla doldurmayı hedefledik. Gürültücü ailelerden tutun da, çeşitli etnik gruplardan yolculara kadar farklı kişilikler vardı. Bunların bir kısmı her konuya burnunu sokan insanlar oldu. Bir kısmı kuşkucuydu. Bazıları da Kyle karakterine destek çıkıyordu. Kısacası yolcular da ilginç ve gerçekçi oldular.”
AZ SAYIDAKİ DIŞ ÇEKİMLER
Uçak setinde görev yapan aktörler ve teknik ekiplerin, bu çalışmalar sırasında klostrofobik duygular hissetmesi kaçınılmazdı. Görev yapan herkes bu duyguyu sonuna kadar hissetti. Prodüksiyon ekiplerinin belli ölçüde rahatlama hissettiği dönemler de vardı. Bunların başında Long Beach’te gerçekleştirilen birkaç günlük dış mekan çekimleri geliyordu. Ayrıca Mojave Çölündeki küçük bir havaalanında yapılan dış mekan çekimleri de önemli rahatlama sağladı.
Bu ikisinin dışında filmin tek dış mekanı ise Almanya’nın başkenti Berlin oldu. Prodüksiyon ekipleri Berlin’de iki hafta süreyle çekim yaptılar. Her ikisi de Alman asıllı olan yönetmen Robert Schwentke ile görüntü yönetmeni Florian Ballhaus, Berlin kentinin çağdaş ve klasik mimari yapılardan oluşan özgün atmosferini yakalayacak nitelikte çekimler gerçekleştirdiler.
Berlin’in yanısıra Leipzig kentinde de üç günlük çekim yapıldı. Bu kentteki çekimlere, tamamen cam ve çelikten oluşan yeni havaalanı ev sahipliği yaptı.
Yönetmen Robert Schwentke, filmin başlangıç sahneleri için neden Berlin’in tercih edildiğini şu sözlerle açıklıyor: “Çekim mekanlarının belirlenmesi sırasında karakterlerin iç dünyasını yansıtması hedeflenir. Bu durum özellikle Berlin için doğruydu. Bağlantısızlık, kopukluk ve tutarsızlık hissi veren, biraz da sürreal öğeler içeren bir kent olsun istedik. Berlin’de sayısız kış geçirmiş bir Alman olarak bu kentin filmin başlangıç sahneleri için istenen duyguyu sağlayacağını biliyordum.”
Yönetmen Robert Schwentke’nin “Flightplan – Uçuş Planı”yla ilgili son sözleri ise şöyle: “Benim vizyonumda atmosfer ve ambians gibi unsurlar hayati önem taşır. Ulaşmak istediğim gerilim unsuruna atmosfer ve ambians aracılığıyla varmaya çalışırım. Bir yönetmen olarak kendine özgü bir dünya yaratmayı severim. Bu dünyanın kendi kuralları, sesleri, renkleri, dokusu vardır. Bunu yaparken izleyicinin duygusal düzeyiyle yakından ilgilenmeye devam ederim. Umarım ki, bu filmde kurduğum ortam da ürkütücü, ilgi çekici ve etkileyici olacaktır.”
Dostları ilə paylaş: |