İçimizde Bir Yer



Yüklə 0,64 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə25/31
tarix24.01.2023
ölçüsü0,64 Mb.
#80440
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   31
İçimizde Bir Yer - Ahmet Altan

İğde Kokuları
Gece, damlaları iğdeçiçeği kokan lacivert bir nehir gibi
sakin bir vakarla akıyor, kızıl sardunyaların arasından.
Mahzun bir genç kız gibi duran limon ağacı, bir türlü
çiçeklenemeyen hanımeli, annesinin allığını sürmüş bir kız
çocuğuna benzeyen, açtığı zaman bile boyu bir tomurcuğun
boyunu geçmeyen minik çiçekleriyle gül fidanı uzun bir
uykuya dalmışlar.
İnsanların, seslerin, ışıkların çekildiği bir zamandayız.
Kokular imparatorluğunun bendeleriyiz artık, ruhumuz bir
buhurdan gibi tüten kokularla dalgalanıyor.
Ne kadar kalabalık bir yalnızlığa sahibiz.
Ne yana dönsek kendimize çarpıyoruz.
Kendi yıldızlarıyla çoğalan karanlık kainat gibi uzak şimdi
dünya, iğde, limon, hanımeli ve gül kokularıyla bezenmiş
tehlikeli yalnızlığımızda geçmişimiz de geleceğimiz kadar
muğlak ve meçhul gözüküyor.
Hatalarımızı ve pişmanlıklarımız, çıkarsak bizden geriye ne
kalır.
Hayatımıza alevli galaksiler gibi ışıklar içinde giren nice
insan, çarptığı yeri kanatan, ateşini kaybetmiş bir taşa
dönmedi mi?
İşlediğimiz günahlar değil mi, bizi başkalarının
günahkârlığına inandıran?


Kendimizi affetmemizdeki bu korkunç hoşgörü değil mi,
başkalarını affetmemizi bu kadar zorlaştıran?
Kendimizle her karşılaştığımızda sevimsiz bir yabancı
görmüş gibi başımızı çeviriyoruz, kendi yüzümüze
yerleştireceğimiz bir başka yüz arıyoruz.
"Bu değil benim yüzüm" diyoruz, "bu olmamalı."
Kendimizin çocuğu gibiyiz, her gece kendimize kendimizle
ilgili bir masal anlatıyoruz, bir prens oluyoruz, bir prenses,
dürüst, içten, cesur oluyoruz, iyiliklerle donanıyor,
sevecenliklerle yüceliyoruz.
En çok yalanı en yakınlarımıza söylüyoruz.
Önce kendimize, sonra en sevdiğimize.
İhanetin zamanını biliyorum.
Sizi vuran hançeri, size en yakın olan tutacak, size en yakın
olan ona en çok sokulduğunuzda vuracak.
Ve, siz içinizdeki hançeri çıkartıp vurmak için onun size
sokulduğu zamanı bekleyeceksiniz.
İhanet hançerini sokmak için, dokunabilecek kadar yakın
olmak gerektiğini sezeceksiniz.
Şöyle haykırmayı öğreneceksiniz:
"Yaralanmışlardan korkun."
Yaralanmamış kim var peki?
Ve, yaralanmamış kimse yoksa siz kime sarılacaksınız?
İğde kokularının içine incecik limon çiçeği kokuları
sızıyor, minicik bir gül var, koyu karanlığın içinde, çiçeksiz
bir hanımeli.
Sessiz ve mükemmel gece.


Ve, biri eksik.
Biri her zaman eksik.
Biri, geldiğinde bile eksik.
Öyle eksildik ki yaşarken, bize dokunan herkesi
eksiltiyoruz.
Yalnızlığımızla çoğalıp kalabalığımızla eksiliyoruz ve
öylesine kalabalık ki yalnızlığımız.
Ne yana dönsek kendimize çarpıyoruz.
Hayat bize hep aynı şeyi öğretiyor, "Mükemmel biri yok."
Ve, en maceraperest olanlarımız, en gözü karalarımız, en
çılgınlarımız şöyle diyor:
"Biri var ve ben onu bulacağım."
Ve, o zaman bir ses bize diyor ki:
"Sen mükemmel değilsen başkası niye olsun?"
Ve, o zaman biz diyoruz ki:
"Ben mükemmel olsaydım, mükemmel birini niye
arayacaktım?"
Hepimiz kendimizde olmayanı arıyoruz.
Ve, hepimiz ancak kendimizde olanı buluyoruz.
Yaralanıyor ve yaralıyoruz.
Gökyüzü karanlık ve yıldızlar parlıyor.
Ruhumuz karanlık ve iyiliklerimiz mi parlıyor, yoksa geniş
bir iyiliğin içinde kristal iğneler gibi parıldayanlar
kötülüklerimiz mi?
Sonsuz, sessiz ve geniş bir iyiliğin içine mi yerleştirilmiş
kötülüklerimiz, yoksa sonsuz kötülüğün içinde parlayan ışık


vahaları mı iyiliklerimiz?
Ve biz bunlardan hangisini isteriz?
İyiliklerimizin parıldamasını mı, yoksa kötülüklerimizin
parıldamasını mı?
Niye hepimiz biribirimize benziyoruz?
Nasıl oluyor da bir vakit yaşadıktan sonra insanların ne
zaman, ne yapacağını öğreniyoruz, nasıl oluyor da birbirine
hiç benzemeyen insanlar bile birbirine benzer şeyler yapıyor?
Başkalarının da bize benzediğini görmekten bir teselli mi
bulmalıyız, yoksa başkalarına bu kadar benzemek bizi
utandırmalı mı?
Zehirin panzehirini de zehirden yaptıkları gibi acının
panzehirini de acıdan mı yapıyorlar?
Canımızı acıtanın canını acıtmak geçiriyor mu acımızı?
Yaralandıkça yaralıyoruz.
Yaraladıkça yaralanıyoruz.
Bu kadar basit mi gerçekten yaşadıklarımız?
Böylesine ufuksuz bir gerçeği gördüğümüzde bütün gerçeği
görmüş mü oluyoruz?
Ve, biz bu kadar sığ mıyız?
Peki, ya kendimize ve sevdiklerimize anlattığımız o oymalı
masallar, içimizi serinleten o, "ben farklıyım" inancı.
Şöyle mi demeliyiz: "Ben farklı değilim ve kimse farklı
değil."
Acaba onun için mi filmleri ve romanları seviyoruz, bize
farklı olanları anlattıkları ve bizi farklı birilerinin de
olabileceğine inandırdıkları için mi?


Yeryüzünde dürüst birilerinin de olabileceğine inanıp onu
mu aramalıyız, yoksa acının başladığı her yerde dürüstlüğün
bittiğini kabul edip dürüstlüğü istemekten vaz mı geçmeliyiz?
Herkes yalan söylüyorsa en dürüstümüz, "Ben yalancıyım"
diyenler mi?
Dürüst olduğunu söyleyenlerden mi korkmalıyız, yoksa
yalancı olduğunu söyleyenlerden mi?
Kendimizi kimden sakınmalıyız?
Ve, kendimizi sakınmalı mıyız?
Neden dürüst birine, güvenebileceğimiz birine bu kadar
ihtiyacımız 
var, 
kendimize 
ve 
dürüstlüğümüze
güvenemediğimiz için mi?
Bizi, dürüstlüğün gerçekten var olduğuna inandırması, bizi
de dürüstlüğün güvenilir sularına çekmesi için mi insanlara
dürüst olmaları için yalvarıyoruz?
Niye kendimizde olmayanı başkasından istiyoruz?
Kendimizde olmadığı için mi?
Yalandan en çok yalancılar, günahtan en çok günahkârlar,
ihanetten en çok hainler mi korkuyor?
Yalanın, günahın ve ihanetin çizgisini ne kadar çabuk ve
kolay geçtiğimizi bildiğimizden mi başkalarının da o kadar
kolay ve çabuk o çizgileri geçeceğine inanıyoruz?
Günahın ve ihanetin o muhteşem lezzetini tattığımız için
mi başkalarının da onu tatmak isteyeceğini düşünüyoruz?
Hiç yalan söylemeyen, belki de başkasının yalan
söyleyebileceğini hiç düşünmez.
İhaneti aklından geçirmeyen, başkasının da ihanetinden o
kadar kuşkulanmaz.


Bu sorularla ne kadar yalnızız.
Ve ne kadar kalabalık yalnızlığımız.
Herkeste kendimize çarpıyoruz.
Ve, bir ses bize diyor ki:
"Sen mükemmel değilsen, başkasının mükemmel olmasını
niye istiyorsun?"
Ve, biz diyoruz ki:
"Ben mükemmel olsam, başkasının mükemmel olmasını
niye isteyeyim?"
Kara ipekten bir yorgan gibi üstümü örtüyor, iğde kokuları,
limon çiçeklerinin incecik kokusu, kızıllığı karanlığın içinde
bile sezilen sardunyalar, minicik saplarının ucunda sessizce
duran minicik güller, çiçeklenmemiş bir hanımeli.
Sessiz, sakin ve mükemmel gece.
Kokular imparatorluğunun bendeleriyiz bu saatlerde,
ruhumuz kokularla dalgalanıyor.
Ne kadar kalabalık yalnızlığımız.
Hepimiz yaralanmayı biliyoruz.
Yaralamamayı bilen birisini arıyoruz hepimiz.
***



Yüklə 0,64 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   31




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin