İçimizde Bir Yer
Ahmet Altan
Bir Kadın, Bir Erkek...
Nice aşk yitirdim ben.
Kışkırtıcı bir bakışıyla çılgına döndüğüm, bir dudak
büküşüyle ağulu acılar çektiğim, kahkahalarıyla şenlenip
gözyaşlarıyla kederlendiğim, bir tanrıça katına çıkartıp
tapındığım, kutsal mabetlerinin sunaklarına hayatımı bir adak
gibi bırakmayı arzuladığım, memelerinde, kasıklarında,
kalçalarında, bacaklannda, boyunlarında adanmış topraklarda
dolaşan bir sofu gibi vecd içinde kendimden geçerek
dolaştığım, ayaklarına kapandığım, göğüslerinde ağladığım,
saçının bir teline halel gelmesin diye fütursuzca ölüme
yürüyeceğimi hissettiğim, bazen öldürmeyi şiddetle istediğim,
onda yok olup onla var olduğum, bana her defasında aşkı,
acıyı, sevinci, hayatı ve ölümü yeniden öğreten kadınlar
yitirdim ben.
Kızıl bir kor gibi örslerine bıraktığım ruhumu bazen sert
darbelerle, bazen yumuşak dokunuşlarla şekillendiren, benden
bir başka ben yaratan, onun her şeyi, babası, oğlu, kardeşi,
kocası, sevgilisi olduğum, onu her şeyim yaptığım, varlığıyla
her şeyin tadını, kokusunu, görüntüsünü değiştiren, sıradan
birçok
davranışı
olağanüstü
maceralara
dönüştürüp
olağanüstü maceraları olağanlaştıran kadınlar.
Yitirmenin ne olduğunu biliyorum.
Kendi hayatını hayatından çıkartmayı, kendi tanrıçanın
mabedinden uzaklaşmayı, bir kadını öldürüp kendi
cinayetinle ölmeyi biliyorum.
Niye öldürdüm onları?
Onlar beni niye öldürdüler?
Neden hayatlarımıza, içlerinde yaralı bir ölü taşıyan
yabancılar olarak devam etmek zorunda kaldık?
Onları benden, beni onlardan alan neydi?
İki yabancıdan, hangisinin nerede bitip hangisinin nerede
başladığı anlaşılamayan tek bir varlık yaratıp, tek bir varlığı
parçalayıp ondan iki kederli yabancı çıkartan korkunç
büyünün büyücüsü kimdi?
Tanrı bir anlığına yeryüzüne eğilip usulca üfleyerek
hafızamızı silseydi ve biz yaşanmış her şeyi unutarak, iki
yabancı gibi yeniden karşılaşsaydık ne olurdu?
Birbirimize aldırmadan geçer miydik?
Yaşadıklarımızı bir daha yaşamak için birbirimize doğru bir
daha yürür müydük?
Tuhaf maceralar var hayatta.
Asla cevabını bulamayacağımızı sandığımız sorulara
cevaplar bulmamıza yardım eden tuhaf maceralar.
Yüzüne karton bir maske takmış bir kadın gördüm
geçenlerde.
Karşısında, aynı maskeden takmış bir adam oturuyordu.
Birbirlerinin yüzlerini görmüyorlardı ama birbirlerinin
yüzlerini biliyorlardı.
Onların kim olduklarını bilmeyen bizdik.
Birbirlerini
sevmişler,
birbirlerine
âşık
olmuşlar,
evlenmişlerdi.
Mutlu zamanlar geçirmişlerdi.
Sonra erkek uzun yolculuklara çıkmaya başlamış, kadın
yalnızlığın, ateşsiz taş odalar gibi insanın içini üşüten
soğukluğunu hissetmişti.
Aynı yalnızlık erkeği de esir almıştı.
Gerçek hayatın soğukluğundan ve yalnızlığından
kurtulabilmek için "sanal" bir dünyanın meçhul kalabalığına
bırakmışlardı kendilerini.
Harfleri yan yana dizerek, madeni pırıltılı bir ekranda
kendilerine arkadaşlar aramaya başlamışlardı.
Kadın bir adam bulmuştu.
Erkek de bir kadın.
Erkek karısından, kadın kocasından uzaklaşırken ikisi de
yeni buldukları "arkadaşlarına" yaklaşmaya koyulmuştu.
Yeni bulduklarına, çoktandır hayatlarından çıkmış
hoşluklarını, zekâlarını, çekiciliklerini, azgın arzularını
gösteriyorlar, gördükleri kadar gösterdiklerinden de
etkileniyorlardı.
İkisinin hayatında da yeni bir aşk tomurcuklanmıştı.
Sonunda, erkek tanımadığı yeni aşkının yüzünü merak
etmiş, kadından bir resmini göndermesini istemişti.
Ekranda, dekolte giysili şuh bir kadın yüzü belirmişti.
Beliren yüz, karısının yüzüydü.
Adam ayrılmaya karar vermişti.
Birbirlerini
sevmişler,
birbirlerinden
uzaklaşmışlar,
milyonlarca insanın içinde dolaştığı bir meçhule dalmışlar ve
o milyonlarca insanın içinde yeniden birbirlerini bulup
yeniden birbirlerine âşık olmuşlardı.
Erkek kendini ihanete uğramış hissediyordu.
Karısının onu "aldatmak" için seçtiği erkek yine kendisiydi.
Nasıl bir isim vermeliyiz sizce bu maceraya?
Bu bir ihanet öyküsü mü yoksa, korkunç bir aşk öyküsü
mü?
İki insanın ortak hafızası olan "ilişkiyi" unutup o ilişkiden
bağımsız bir macera aradıklarında gene birbirlerini buluyor,
gene birbirlerine âşık oluyorlardı.
Her
defasında
birbirlerine
âşık
olabileceklerini
görüyorlardı.
Niye yan yanayken birbirlerine âşık olmuyorlardı da ancak
hafızaları silindiğinde, birbirlerini bir yabancı sandıklarında
yeniden ortak sevgilerini yaratıyorlardı?
Bir kadınla bir erkek yaklaştıklarında, birbirlerini
sevdiklerinde aralarında yeni bir canlı, "ilişki" dediğimiz yeni
bir varlık doğuyordu; birbirini seven her kadınla her erkek
kaçınılmaz olarak iki insandan üç "canlı" çıkartıyorlardı,
kendileri ve ilişkileri.
Önce, onları birbirine yaklaştıran "ilişki" büyüdükçe sanki
onları iki yana doğru itiyor, mutlu anlardan çok mutsuz
anlardan beslenerek irileşiyor, ikisinin arasında bir bağ
olmaktan çıkıp onların arasında bir duvara dönüşüyordu.
Aşılması çok güç bir duvara.
İlişki dediğimiz, iki insanın ortak hafızası.
Hafıza, sahibini tehlikelerden korumak için iyiliklerden çok
kötülükleri biriktiriyor, acıların, tehlikelerin, öfkelerin altını
koyu koyu çiziyor, kuşkulan arttırıyor, kızgınlıkları
körüklüyordu.
Biz üç kişiyiz.
Ben, sevdiğim ve ilişkimiz.
Beni sevdiğime bağlayan ilişki, bir zaman sonra beni
sevdiğimden ayırıyor.
İlişki olmadığında ben sevdiğimin ruhuna ulaşamıyorum,
onunla kaynaşıp tek bir varlık haline dönüşemiyorum, ilişki
olduğunda ortak hafızanın lekelerinden sevgimi, kendimi,
sevdiğimi koruyamıyorum.
Sevgimiz ilişkimizle lekeleniyor.
Biz ilişkimizle birbirimizden kopuyoruz.
Bizi bağlayan bizi ayırıyor.
Nice aşk yitirdim ben.
Onda yok olup onla var olduğum, bana her defasında aşkı,
acıyı, sevinci, hayatı ve ölümü yeniden öğreten kadınlar
yitirdim.
Sevdim.
Çok sevdim.
Ama sevdiğimi, sevgimi, aramızdaki üçüncü canlıdan,
ilişkimizden koruyacak kadar güçlü olamadım.
Birçok insan da olamadı.
İlişkimiz düşmanımıza dönüştü.
Hafızamız olmasa birbirimize yeniden sevgiyle sarılırdık
biliyorum, yeniden tanrıçam olurdu, yeniden onun
mabedindeki adak yerine hayatımı yatırırdım.
O kadınla o erkek bunu yapmayı becermişlerdi ama ikinci
şanslarını bir armağan gibi değil, bir ihanet gibi gördüler.
Bir daha kaybettiler.
Eski ilişki yenisini de öldürmeyi başardı.
Tanrıya, bize, acılar kadar sevinçleri, kötülükler kadar
iyilikleri de aynı güçte hatırlatacak bir hafıza bahşetmesi, bizi
kendi hafızamızdan ve ilişkimizden koruması için
yakarmaktan başka elimizden ne gelir?
O güne dek ayrılışlar ve acılar çekmekten başka...
***
Dostları ilə paylaş: |