İçimizde Bir Yer



Yüklə 0,64 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə5/31
tarix24.01.2023
ölçüsü0,64 Mb.
#80440
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   31
İçimizde Bir Yer - Ahmet Altan

Hazzın Haritası...
Ben onu tanıdığımda artık neredeyse yaşlılığını bile geride
bırakacak çağlardaydı, yaşını kimse bilmezdi, ıssız bir
peronda son treni beklerken ayaklarının dibindeki bir karınca
yuvasını seyrederek oyalanmaya çalışan gamsız bir yolcu gibi
hayata da, insanlara da aldırmaz bir ilgi göstererek yaşardı.
İri gövdesini, koca memelerini rahatça taşıyarak hep dik
tutar, ilgimi çekecek bir iştahla yemek yerdi.
Artık hiçbir yaşla tanımlanamayacak kadar yaşlı olmasına
karşın garip bir cinsellik rayihasını hep kendisiyle birlikte
dolaştırırdı, aşk hikâyelerini, küçük kaçamaklara ait
dedikoduları yemeklere gösterdiği iştahla öğrenmek isterdi,
duyduklarını bizim bilmediğimiz gizli bir tarihin ona bıraktığı
anılarla kıyaslar gibi elindeki altının değerini dişine vurarak
anlayan bir sarrafın dikkatiyle gözlerini kısarak dinler, sonra
da çizgilerin arasında kaybolmuş dudaklarında beliren alaycı
bir gülümsemeyle "hıh" derdi.
Herkesi ve her şeyi küçümserdi.
Bir kez bile kendisinden ya da geçmişinden söz ettiğini
duymamıştım, dillere destan güzelliğini başkaları anlatırdı.
Bazen, ikimiz yalnız olduğumuzda inanılmaz derecede açık
saçık hikâyeler anlatır, sonra da sanki anlattığı hikâyeyle beni
bir oyunda mat etmiş gibi neşeli bir kahkaha atardı.
Öğüt verdiğini, akıl öğrettiğini, başkalarının işine
karıştığını, yaşlılığın kendisine verdiği haklan başkalarına
kendi görüşlerini kabul ettirmek için kullandığını hiç


görmemiştim, ciddi konulardan konuşmaktan, dertleşmekten,
acılarından, hastalıklarından, tecrübelerinden bahsetmekten
hoşlanmazdı.
Yalnız bir keresinde, bir konuşmanın ortasında, "Herkes
hazza koşar" demişti, sonra başını sallayıp, "Çok azı onun
başında beklemeyi bilir" diye eklemişti. Ne dediğini
anlamamıştım. Doğrusu pek aldırmamıştım da. Bu iki cümle
zihnimin karanlıklarında, kendisine anlam kazandıracak
hiçbir tecrübeye rastlamadan denize bırakılmış iki balık gibi
kaybolup gitmişti.
Hazzı ondan daha iyi bildiğimi, daha çok tadına vardığımı
ve hazzın keyfini çıkartmak için kimsenin kılavuzluğuna
ihtiyacım olmadığını sanıyordum.
Bir define avcısı gibi hazzı arıyordum, bulduğumda
başında beklemek aklıma bile gelmiyordu, gençliğin o
inanılmaz açgözlülüğüyle hemen tüketmeye uğraşıyordum,
döküp saçarak, bulduğum hazdan alabileceğim zevkten çok
daha azını alarak sarılıyordum hazza.
Aç birinin iyi bir yemeğin tadını almasının neredeyse
imkânsız olduğunu, yemeğin gerçek lezzetini fark edebilmek
için biraz doymuşluk gerektiğini çok sonraları öğrenecektim.
Rastladığım birkaç define sandığını yağmalarken
aceleciliğimle neler kaybettiğimi kavrayamıyordum henüz.
Aradan yıllar geçti.
Hazzı, aceleyle ganimet çantasına dolduran telaşlı bir
korsan gibi davranmak yerine daha telaşsız hareketlerle
hazzın sahibi olabileceğimi fark etmeye başladım.
Hazzın başında beklemeyi öğrendim.


Önümde bir mücevher kutusunun kapağı açıldığında,
gördüklerimi kapıp kaçmaya çalışmıyordum, duruyor, o
rengârenk ışıltıyı seyrediyor, parlak taşlara teker teker
dokunuyor, onların değerini tartıyor, okşuyor sonra kutunun
kapağını kapatıyordum.
İçindekinin ne olduğunu bilerek kapağı kapalı bir
mücevher kutusunun başında durmanın yarattığı o sancılı
zevki hissediyordum.
Onunla aramda duran yasakları, günahları, cezaları
görüyor, sadece taşların ışıltısını değil, o yasaklara
başkaldırmanın tadını da tadıyordum.
Tuhaf, anlaşılması zor bir sihri vardı hazzın, kutunun
kapağını kapatıp bekledikçe kutu büyüyor, içindeki değerli
taşların miktarı artıyordu.
Bazen kutuyu açıyor, içinden bir zümrüt, bir yakut, bir
pırlanta alıyor, sonra kapağı kapatıp elimdeki o küçük parçaya
bakarak kutunun içindeki hazineyi hayal ediyordum.
Hazzı çoğaltan büyüyü keşfetmiştim.
Kendi arzusuyla dövüşen sabrın yarattığı muhteşem hayal
gücüydü dokunulmamış hazzı her an biraz daha büyütüp
çoğaltan.
Hazzın sahip olduğu parlaklıktan daha büyük bir parlaklığı,
getirdiği zevkten daha büyük bir zevki, verdiği heyecandan
daha büyük bir heyecanı hayal gücüm yaratabiliyor, hiçbir
hazzın tek başına sahip olamayacağı bir zenginliği ona hayal
gücüm katıyordu.
Kaybolmuş iki cümle ortaya çıkmış, yalnız bir yolcuyu
kutsanmış kıyılara götüren denizkızları gibi bana kılavuzluk
etmeye başlamıştı.


Hazzın başında beklemeyi, ona dokunmayı ertelemeyi
öğrenmiştim.
O yaşlı kadının bana ne anlatmak istediğini, aceleci
insanları niye küçümsediğini, hazza, hayatın bana gösterdiği
yoldan değil, sabrımla inşa ettiğim bambaşka bir yoldan
ulaşmanın lezzetini anlamıştım.
Hazzı ertelemek, o hazza sahip olmak için çırpınan
bedeninle zihnini o hazdan uzak tutmak sanki kendi varlığını
inkâr etmek gibiydi, kendinden, benliğinden, sınırlarından
kopup uzaklaşıyor, kendini neredeyse tümüyle unutuyor ve
hayal gücünün genişlettiği hazzın içine, uzun bir bekleyişten
sonra daldığında artık orada kayboluyordun.
Hazzın senin zerrelerine yayılmasına engel olacak hiçbir
sınırın kalmıyordu, haz kendisini engelleyebilecek hiçbir
barikata çarpmadan seni kendi içinde eriterek bütün hayatını
kaplıyor, sen hazzın kendisine dönüşüyordun.
Kendini ve geçmişini yok ediyordun.
Hazzın içinde yok olmayı öğrendiğinde arılıyordun, neden
bütün dinlerin hazzı yasakladığını; bu menzilde kendi
dünyanı yaratıp kendi tanrın haline geliyor, hazza
tapınıyordun çünkü.
Ürkütücüydü.
Ve çıldırtıcı.
Büyük bir sihrin gücünü eline geçiriyor, bir sihirbazın
tavşanını bir şapkada kaybetmesi gibi kendini hazdan bir
dünyanın içinde kaybediyor, onu her seferinde bambaşka
âlemlerde, bambaşka günahlarda, bambaşka biri olarak
gezdiriyordun, gittiğin yerlerde gördüklerini kimseye


anlatmıyor, her seferinde oraya yeniden dönmek isteğiyle geri
geliyordun.
O yaşlı kadının neden hiç kendi hayatından söz etmediğini,
neden kendi haz yolculuklarından örnekler vermediğini,
neden her dinlediği hikâyeden sonra öyle gülümsediğini,
sıradan iki cümleyle aslında karşısındaki genç çocuğa
günahlarla ve zevklerle dolu bir dünya bağışladığını
anlıyordum.
Kendi gezdiği toprakların haritasını iki cümleyle çizmişti.
O haritayı insanların önüne bırakıyordun.
Bazıları onun peşinden gidiyordu, o yolculuğun neler vaat
ettiğini sezen bazıları da korkuyla kaçıyor, hazzı reddediyor,
kendilerini kurallarla yasaklardan oluşan kalelere hapsediyor,
manastırlara kapanıyorlardı.
Korkmakta haklıydılar belki.
Kaybolmak ve geriye bir daha dönmemek de mümkündü.
Bazıları kaybolmuştu.
Ama o yaşlı kadın gibi olanlar, gidiyorlar ve dönüyorlardı.
Eğer hazzı sadece kendin için değil de, o hazzı seninle
paylaşacak olan insan için de erteler, onun hayal gücünü de
hareketlendirir ve onu zengin bir sofrada aç tutarsan, o zaman
bir başka insanın, hazzın yanı sıra sana da bağlanmasına,
büyük bir bağımlılığa tutsak olmasına yol açıyordun.
Hayal gücünün her an biraz daha büyüttüğü o hazdan
tatmadan, beklemenin yarattığı vaatlerin karşılığını görmeden
yanından ayrılamıyorlardı.
Kendi hayal güçlerinin esiri oluyorlardı.


Beklemek, bir yayı germek gibiydi, ne kadar beklersen yay
o kadar geriliyor ve sen kendinden o kadar uzağa düşüyor,
hazzın o kadar derinine giriyordun.
Ah, ne çılgın yolculuklardan geçer böyle fırlatılan bir ok.
Bir filmde Romy Schneider, tanıştıktan kısa süre sonra
seviştiği erkeğe, "Ben kendimi çabuk teslim ettiğim erkeklere
âşık olmam" diyordu.
İnsan da çabuk teslim olduğu hazlara esir olmuyordu
sanırım.
Onlar, 
hayallerimizin 
bereketli 
topraklarında
büyüyememiş, 
serpilememiş, 
güçlenememiş 
hazlar
oluyorlardı, hızla tadıyor, hızla unutuyordun.
"Hazzın başında beklemeyi çok az insan bilir."
Öyle demişti.
Sanırım çok beklemiş, ödülünü almıştı.
Hayata ve ölüme omuz silkecek, kendisini almaya gelecek
son trene aldırmayacak kadar büyük ödüllerle ödüllendirilmiş
olmalıydı, yaşadıklarının gücü o yaşlı bedenine son âna kadar
bir tazelik katmıştı.
Başkalarının hikâyelerini dinlerken onları hep kendi
yolculuklarıyla, kendi yaşadıklarıyla kıyaslamış, kendi geçtiği
yollardan geçen olup olmadığını anlamak istemiş, belki de
son günlerinde bunları paylaşabilecek, bunları bilen biri olsun
istemişti.
Öyle birilerine rastladı mı bilmiyorum.
Bana haritasını bıraktı sadece.
İki cümlelik bir harita.
Geçtiğim yollarda onun alaycı tebessümünü göreyim diye.


Onunla, birgün onun gittiği yerde buluştuğumuzda, ona,
"Neler yaptığını, neler yaşadığını biliyorum" diyeceğim.
Ve, ekleyeceğim, "Senin bana verdiğin haritayı onlara
bıraktım."
Sanırım gülümseyecektir.
***



Yüklə 0,64 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   31




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin