Standartlarını uygulayarak, Avrupa’nın birçok ülkesinden daha
iyi duruma yükselmeyi başardık. 2012 yılında aile hekimliğine
entegrasyonla beraber KETEM’ler kanser taramalarında
dünyada en hızlı toplum kapsama hızına ulaşması hedeflendi.
KETEM’lerin son üstlendiği görev ise personelin bu konudaki
eğitimi ile birlikte sigara bıraktırma konusunda aktif hizmet
vermek oldu. Her KETEM birde sigara bıraktırma polikliniği
kurarak bu konuda hizmet vermeye başladı.
KETEM’lerle ilgili her tür bilgiye “www.ketem.org” sayfasından
ulaşabilirsiniz.
4)
Kanser Tedavisi ve Palyatif Bakım:
Sağlık Bakanlığı olarak tüm birimlerin işbirliği ile kanser
tedavisine yönelik detaylı planlamalar yapıldı. Bu kapsamda
önümüzdeki 10 yıl için yapılacak Onkoloji Vizyon Çalışması
içerisinde belirtildi. Ülkemizde kanserli hastaların tüm
tedavileri ücretsiz yapılmaktadır. Artık ülkemizde kanser
tedavisi konusunda gelişmiş ülkelerde mevcut her türlü
modern ve üst düzey imkan mevcuttur ve artık kanser tedavisi
için yurt dışına gidilmesi gereksizdir.
Palyatif bakım konusunda da son yılda ciddi atılımlarda
bulunuldu. Kişi başı morfin tüketim oranlarımız diğer
ülkelerden çok gerilerde bulunmakta idi. Halkımızın da gelişmiş
ülkelerdeki gibi bu hızlı etkili ve palyatif bakımın olmasa olmazı
olan morfinlere ulaşabilmeleri için merkezi olarak uluslar arası
morfin ithalatı ihalesi başlatıldı.
Yıllardır ülkemizde birinci basamakta palyatif bakım hizmetleri
göz ardı edilmişti. Palya-Türk adı verilen yeni başlayan uluslar
arası bir projemiz bugün pek çok yabancı kurum tarafınca ilgi
ile takip edilmektedir. 2009 yılında evde bakım üniteleri ile
başlayan bu proje, 2012 yılında aile hekimliğinin entegrasyonu
ile devam edecektir. 2011 yılında yapılacak olan sertifikalı
palyatif bakım kurslarının programı oluşturuldu ve standart
eğitim setleri hazırlandı.
5)
Hasta Savunuculuğu, Eğitim ve Farkındalık Programları:
Hasta haklarına 2002 yılından sonra ciddi bir önem verildi.
Bakanlığımız desteği ile 24 kanserli hasta ve hasta yakınları
derneği bir araya gelerek bir federasyon haline gelmesine
yardımcı olduk. Kansere Karşı El Ele Federasyonu adında
çalışan bu kuruluştan bir yetkili, Bakanlığımız Kanser Danışma
Kurulu içerisine entegre ettik ve böylece kanser hastaları her
türlü sıkıntılarını direkt olarak Bakanlık yetkililerine iletme
imkanına kavuşmuş oldu. Bu şekilde sağlık politikalarının
geliştirilmesinde hastalar aktif rol alır hale getirildi. Bunun
yanı sıra, Sayın Bakanımızın da iştirakleri ile, yurdun dört bir
köşesinde “Hasta Okulları” adı verilen yüze yakın eğitim yaptık.
Bu eğitimlerde kanser hastaları ve onların yakınları; Kanser
Nedir? Kanserde Nasıl Beslenmelidir? Kemoterapi Nedir? gibi
akıllarındaki yüzlerce sorunun cevabını işin uzmanlarından
öğrenme şansına sahip oldular.
Farkındalık çalışmalarımızda sağlıkta dönüşüm programına
paralel olarak önemli bir artış sağladık. “Farkındayız, kanseri
yeneceğiz” sloganı ile bir yıldır yürütmekte olduğumuz ulusal
farkındalık çalışması tüm yurtta geniş ses getirdi. Halkımızın
kanserler konusunda merak ettiği tüm sorulara yanıt
bulabileceği “www.kansernedir.net ” isimli bir web sitesi
kurduk.
Farkındalık çalışmalarımız uluslararası platformlarda da devam
etti. Türkiye 2009-2010 yılında Asya Pasifik Kanser Önleme
Derneği Başkanlığı(APOCP) yürüttük. Aynı yıl içerisinde Dünya
Kanser Örgütü (UICC)’nün resmi üyesi olduk. 2011 yılında
Uluslar arası Kanser Araştırmaları Derneğinin (IARC) 21.üyesi
olduk. Bu üyelik sonrası Türkiye’nin IARC’ın Doğu Avrupa
Bölgesinde Araştırma Merkezi olabilmesi için temasları
tamamladık. 2008 yılında Ortadoğu Kanser Konsorsiyumu
(MECC) başkanlığı ve 2010 yılında da Karadeniz Ülkeleri Meme
ve Servikal Kanser Önleme Konsorsiyumu Eş Başkanlığı görevi
yürüttük.
Asya pasifik ülkelerinde yürüyen kanser problemleri ve
kanser kontrol aktivitelerinin anlatıldığı Uluslar arası Kanser
Önleme Kitabı 2010’u yayınladık. Kanser konulu birçok kitabın
tercümesini yaptık ve yayınladık.
Kanserle Savaş Dairesi olarak onkoloji alanında hizmet veren
onkoloji uzmanları ile beraber temel sağlık hizmetlerinde
danışmanlık hizmetleri veren ve tarama programlarını yürüten
birinci basamak hekim ve hemşirelerimizin eğitimlerine de
önem verdik. Bu anlamda hekimlere eğitim ve iletişim becerileri
kursları, pratik uygulama kursları, kolposkopi kursları, kanser
önleme, beslenme ve kanser ilişkisi, sigara bıraktırma tedavileri
gibi pek çok farklı konuda düzenli olarak eğitimler düzenledik.
Kanserle Savaş Dairesinin her türlü faaliyetini “www.kanser.
gov.tr” adresinden izleyebilirsiniz.
DR. NEJAT ÖZGÜL
BAŞKAN
SAĞLIK BAKANLIĞI
KANSERLE SAVAŞ DAİRESİ
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
69
PANEL - Kemik ve Yumuşak Doku Sarkomları
K42
RABDOMYOSARKOM
Çocukluk çağı yumuşak doku sarkomlarının yaklaşık %50’sini
rabdomyosarkom (RMS) oluşturur. Yirmi yaş altında insidansı
milyonda 4-5 olarak bildirilmiştir. Çocuklarda ekstrakranial
solid tümörler arasında nöroblastom ve Wilms tümöründen
sonra 3. sırada yer almaktadır. SEER kayıtlarında çocukluk
çağı kanserlerinin %7’sini yumuşak doku sarkomları, %3’ünü
rabdomyosarkomlar oluşturmaktadır. Ülkemizde tüm çocukluk
çağı kanserlerinin %6.5’unu rabdomyosarkomlar ve diğer
yumuşak doku sarkomları oluşturduğu belirlenmiştir. İnsidansı
erkeklerde kızlardan biraz daha yüksektir (erkek/kız: 1.4/1).
Adölesanda ve 1-5 yaş arasında olmak üzere iki dönemde daha
sık görülür. Erişkinlerde oldukça nadirdir. Onbeş yaş üstünde
yumuşak doku sarkomlarının %2’sini RMS oluşturur. Beckwith
Wideman sendromu, Li Fraumeni sendromu, neurofibramatozis
tip-I, Costello sendromunda rabdomyosarkom görülme riski
artmaktadır. Embriyonal RMS’larda bir tümör supresör gen
olan 11p15’de heterozygosite kaybı (LOH) saptanmıştır. Bu
bölgedeki tümör supresör genin kaybı IGF-2’nin aşırı üretimi
ile sonuçlanmaktadır. Alveolar RMS’da t(13 q14; 2q35) ve
t(13q14;1p36) ile FKHR geninin PAX3 veya PAX7 gen bölgesine
translokasyonu sonucu ortaya çıkan füzyon proteini, PAX
transkripsiyon faktörünün aktivasyonuna neden olur. Ayrıca
embriyonal RMS olgularının % 35’inde N-ras onkogeninde
aktivasyon bildirilmiştir.
Rabdomyosarkom çizgili kas hücrelerinden kaynaklanır.
İmmunhistokimyasal olarak aktin, demsin, myosin, myoglobin,
Z-bant protein, MyoD gibi çizgili kas antijenleri pozitif bulunabilir.
Histolojik olarak olarak 4 alt grubu tanımlanmıştır: embriyonal
(%60), alveolar (%20), pleomorfik ( % 5) ve undiferansiye (%5)
tipler. Embrional rabdomyosarkomun (ERMS) hücre kökeni
7-10 haftalardaki fetal çizgili kas hücresine karşılık gelmektedir.
Orta derece yoğunluktaki hücresel stromada hiperkromatik
nukleuslu, iğsi hücrelerden oluşur. Daha çok baş-boyun,
genitoüriner sistem, ve abdominal yerleşimli; erken çocukluk
döneminde görülen RMS’lar embriyonal tiptedir. Embriyonal
RMS’ın %5-10’u botroid alt tipte olup prognozu daha iyidir.
Botroid RMS bol gevşek miksoid stroma içinde iğsi eozinofilik
sitoplazmalı, çapraz çizgilenme içermeyen hücrelerden oluşur.
Morfolojik olarak üzüm salkımı şeklinde olup özellikle vajina,
uterus, mesane, dış kulak yolu gibi lümenli organlarda görülür.
Alveolar tip (ARMS) adölesanlarda ve genç erişkinde , daha çok
ekstremite ve gövde lokalizasyonunda görülür. Hücre kökeni
fetal 10-21. haftalardaki çizgili kas dokusuna karşılık gelmektedir.
Pleomorfik ve undiferansiye tipler daha çok erişkinde görülür,
erişkin RMS’larınnın yaklaşık %40’ı pleomorfik tiptedir. Bu son
üç alt grubun prognozu daha kötüdür.
Lokalizasyona göre değişmekle birlikte klinik olarak en sık
rastlanan bulgu ağrısız kitledir. Tümör hastaların % 40’ında
baş-boyunda (%9 orbita, %25 parameningeal), %20’sinde
genitoüriner sistem ( 14% paratestiküler, %10 mesane-prostat,
%5 vajina uterus), %20’sinde ekstremiteler ve 10%’unda
gövdeden yerleşmiştir. Erişkin yaşta RMS sıklıkla ekstremite ve
baş boyun bölgesinde görülür. Olguların %15-20’sinde tanıda
metastatik hastalık saptanmaktadır. Erişkin hastalarda ise bu
oran %30-45’e ulaşmaktadır. Akciğerler (%40), lenf nodları
(%30), kemik iliği (%30) ve kemik (%27) en sık metastaz
saptanan bölgelerdir. Bölgesel lenf nodu metastazı ekstremite
ve paratestiküler tümörlerde %50 ‘e ulaşırken baş boyun
bölgesinde sadece %5 olguda görülür.
Evrelemede Avrupa grubu TNM sistemini tercih etmektedir.
Kuzey Amerika Çocuk Onkoloji Grubu (COG) ise İntergrup
Rabdomyosarkom Çalışma Grubu (IRSG) tarafından geliştirilen
iki sistemi birlikte kullanmaktadır. Bu iki sistemden ilki tümör
lokalizasyonunun da dahil edildiği COG-TNM sistemi (Tablo-I),
ikincisi cerrahi rezeksiyon sonrası yapılan klinik gruplamadır
(Tablo-II). Tedavi planı yapılırken bu iki evreleme birlikte göz
önünde bulundurulmalıdır. Primer bölgeyi değerlendirmek için
tomografi (CT) ve MRG, metastaz taraması için kemik sintigrafisi,
toraks CT önerilmektedir. PET özellikle lenf nodu metastazlarını
saptamada değerli olmakla birlikte henüz evrelemede rutin
olarak kullanılmamaktadır. Tümörün lokalizasyonu, boyutu,
histopatolojik tipi, evresi ve cerrahi çıkarılabilirliği en önemli
prognostik faktörlerdir. On yaş üstü ve 1 yaş altında prognozun
daha kötü olduğu saptanmıştır (Tablo III).
TABLO-I. COG-TNM Evreleme Sistemi
TABLO-II. IRS- Cerrahi Sonrası Klinik Gruplama
Grup I. Rezidü yok
IA. Köken aldığı anatomik bölgeye sınırlı tümör
tümüyle rezeke edilmiş
IB. Çevre dokuya infiltre tümör tümüyle rezeke edilmiş
Grup II. Mikroskopik rezidü
II.A Cerrahi sınır (+), lenf nod (-)
II.B Cerrahi sınır (-), lenf nod (+)
II.C Cerrahi sınır (+), lenf nod (+)
Grup III. Makroskopik rezidü
III.A Sadece biyopsi
III.B tümörün %50’den fazlası rezeke
Grup IV. Uzak metastaz
70
TABLO-III. Rabdomyosarkomda Prognostik Sınıflama
RİSK
Prognoz
Evre
Grup
Bölge*
Boyut
Yaş
Histoloji
Metastaz
Lenf nodu
DÜŞÜK
RİSK A
EFS>%85
1
I
İyi riskli
a veya b
<21
ERMS
M0
N0
1
II
İyi riskli
a veya b
<21
ERMS
M0
N0
1
III
Orbita
a veya b
<21
ERMS
M0
N0
2
I
Kötü riskli
a
<21
ERMS
M0
N0/ Nx
DÜŞÜK
RİSK B
EFS~ %70-%85
1
II
İyi riskli
a veya b
<21
ERMS
M0
N1
1
III
Orbita
a veya b
<21
ERMS
M0
N1
1
III
İyi riskli (-orbita)
a veya b
<21
ERMS
M0
N0/N1/Nx
2
II
Kötü riskli
a
<21
ERMS
M0
N0/Nx
3
I - II
Kötü rskli
a
<21
ERMS
M0
N1
3
I -II
Kötü riskli
b
<21
ERMS
M0
N0/N1/Nx
ORTA
RİSK
EFS ~%50-%70
2
III
Kötü riskli
a
<21
ERMS
M0
N0/Nx
3
III
Kötü riskli
a
<21
ERMS
M0
N1
3
III
Kötü riskli
a
<21
ERMS
M0
N0/N1/Nx
1-2-3
I-II-III
İyi-Kötü riskli
a veya b
<21
ARMS
M0
N0/N1/Nx
YÜKSEK
RİSK
EFS<%30
4
IV
İyi-Kötü riskli
a veya b
herhangi
ERMS
M1
N0/N1
4
IV
İyi-Kötü riskli
a veya b
herhangi
ARMS
M1
N0/N1
* İyi riskli bölgeler: orbita, nonparameningeal baş boyun,
prostat ve mesane dışı genitoüriner
Kötü riskli bölgeler: parameningeal bölge, ekstremite, , gövde,
retroperiton, mesane, prostat
Hem Amerika’da hem de Avrupa’da yürütülen çok merkezli
çalışmalarla RMS tedavisinin ana ilkeleri belirlenmiştir.
Avrupa Pediatrik Onkoloji Grubu (SIOP) (MMT-84,89,95);
Alman Yumuşak Doku Çalışma Grubu (CWS-81, 86,91, 96);
İtalyan RMS Çalışma Grubu (ICS-79, 88), Kuzey Amerika’da
İntergrup Rabdomyosarkom Çalışma Grubu (IRS I-V) tarafından
yürütülen randomize çalışmalar sayesinde RMS tedavisinde
önemli aşamalar kaydedilmiştir. Son IRS çalışmalarında evre,
lokalizasyon, klinik grup ve histolojiye dayanan risk tabanlı
tedavi uygulaması önerilmektedir.
Tedavide ilk basamak cerrahidir. İlk olarak tanı amaçlı biyopsi
yapıldıysa veya malign tümör düşünülmeksizin cerrahi girişim
gerçekleştirildiyse, makroskobik/mikroskobik rezidü kaldıysa
kitlenin cerrahi sınır negatif olacak şekilde tekrar çıkarılması
önemlidir. Ancak özellikle baş boyun bölgesinde kozmetik
nedenlerle total cerrahi rezeksiyon mümkün olamamaktadır.
Hayati organ veya yapılara komşuluk nedeniyle de kitle
total olarak çıkarılamayabilir. Ayrıca vajina, uterus, mesane,
orbita gibi bölgelerde fonksiyonel kayba yol açan agresif
cerrahiden, ekstremitelerde de amputasyondan kaçınılması
gerekmektedir. Rutin olarak bölgesel lenf nodu diseksiyonu
ektremite tümörlerinde ve 10 yaş üstünde paratestiküler
RMS’de (ipsilateral retroperitonel lenf nodları) önerilmektedir.
Bölgesel lenf nodu örneklemesi bunun dışında sadece, klinik
olarak şüphe edilen lenf nodunun patolojik olarak pozitif
bulunması tedavi yaklaşımını değiştirecekse önerilmektedir.
Bazı durumlarda kemoterapi (KT)/radyoterapi (RT) sonrası
ikincil cerrahi girişim gerekmektedir. Başlangıçta grup III olan
hastalarda indüksiyon sonrası klinik olarak saptanan çıkarılabilir
rezidü kitlenin rezeksiyonu ile radyasyon dozunu azaltmak
amacı ile ikincil cerrahi girişim uygulanmaktadır.
İndüksiyon kemoterapisi ve radyoterapi sonrası görüntüleme
yöntemleriyle saptanan ve canlı tümör dokusu olduğundan
şüphe edilen rezidü kitlenin çıkarılması önerilmektedir (Klinik
ve radyolojik olarak tümör negatif olduğu düşünülen, PET (-)
rezidü kitlenin çıkarılması gerekmez).
Rabdomyosarkomun sistemik tedavisinde etkili olan ajanlar
arasında vincristin, siklofosfamid, aktinomisin-D, doxorubisinin,
ifosfamid, platin, DTIC, etoposid, topotecan, irinotekan ve
vinorelbin sayılabilir. Tedavide altın standart vincristin,
alkiileyici ajan ve actinomisin-D kombinasyonudur. Avrupa
kökenli protokollerde alkiileyici ajan olarak ifosfamid tercih
edilirken, Amerika kökenli IRS çalışmalarında siklofosfamid
içeren
VAC
(vincristin+actinomisin-D+Siklofosfamid)
protokolü kullanılmaktadır. Intergrup RMS-IV çalışmasında
VAC, VAI (vincristin+aktinomisin-D+ifosfamid) ve VIE
(vincristin+ifosfamid+etoposid) protokolleri karşılaştırılmış,
ifosfamid ve etoposidin anlamlı bir yaşam avantajı
sağlamadığı belirlenmiştir. Alman çalışma grubu ise VAIA
(vincristin+actinomisin-D+ifosfamid+adriamisin)
kullanılan
CWS-86 ile VACA (vincristin+actinomisin-D+Siklofosfamid+
adriamisin) kullanılan CWS-81 protokollerini karşılaştırdığında
ifosfamidin belirgin yaşam avantajı sağladığı sonucuna (%71 vs
%55) varmıştır. Avrupa MMT-84 çalışmasında da IVA (ifosfami
d+vincristin+actinomisin-D) ile daha iyi sonuçlar bildirilmiştir.
IRS-I ve II’de grup-I ve II ERMS’da Vincristin+Actinomisin-D
tedavisinin VAC ile eşit etkinlikte olduğu, grup-I’de 1 yıl süreli
tedavinin yeterli olduğu gösterilmiştir. Bununla birlikte IRS-
IV’de orbita ve paratestikuler bölge dışındaki tüm hastalara
VAC protokolü uygulanmış ve belirgin olaysız yaşam avantajı
sağlandığı görülmüştür. Özellikle orta risk grubunda IRS-IV‘de
IRS-III’e göre daha yüksek yaşam oranlarına ulaşılmasında
siklofosfamid dozunun 1.2 gr/m
2
’den 2.2 gr/m
2
’e çıkılmasının
rolü olduğu vurgulanmıştır. Bu nedenle son IRS çalışmalarında
düşük risk grubunun tedavisinde ilk 10 hafta VAC uygulanıp
daha sonra VA ile devam edilmesi planlanmıştır. Çok merkezli
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
71
çalışmalarda diğer araştırılan konu tedaviye antrasiklin
eklenmesinin katkısıdır. Toplam 1431 hastanın randomize
edildiği IRS I-III çalışmalarında VAC tedavisine adriamisin
eklenmesinin ek bir fayda sağlamadığını gösterilmiş
olmakla birlikte halen hem SIOP-MMT hem de Alman CWS
protokollerinde antrasiklinler yer almaktadır. Son olarak
Avrupa Pediatrik Yumuşak Doku Sarkom Grubu’nun (EpSSG)
gerçekleştirdiği pencere çalışmasında IVADo (ifosfamid+
vincristin+
actinomisin-D+doksorubisin)
protokolü
ile
adriamisinin cevap oranlarını iyileştirdiği sonucuna varılmıştır.
IRS çalışmalarında platin tabanlı tedaviler de araştırılmış,
sisplatin+etoposid, sisplatin+doxorubisin tedavilerinin klasik
VAC tedavisine üstünlüğü gösterilememiştir. Alman CWS
çalışmalarında VAIA ile EVAIA protokolü karşılaştırılmış ve
tedaviye etoposid eklemenin katkısı olmadığı belirtilmiştir. Son
IRS çalışmasında (D-9803) orta risk grubunda VAC’a ilave olarak
VTC (vincristin+topotecan+siklofosfamid) protokolü dönüşümlü
olarak uygulanmış ancak olaysız yaşam oranlarının klasik VAC
protokolünden iyi olmadığı görülmüştür. IRS çalışmalarında
Evre-IV hastalıkta gerçekleştirilen faz-2 pencere çalışmalarında
VAC öncesi vincristin+melfelan, ifosfamid+etoposid, İfosfamid+
adriamisin uygulanmış bunlardan ifosfamid+ etoposid
daha umut verici bulunmuştur. Yine metastatik hastalarda
irinotekan, taksanlar ve vinorelbin içeren tedavi şemaları ile
çalışmalar sürdürülmektedir. Evre-IV hastalarda yüksek doz
kemoterapi ve kök hücre naklinin prognoza katkısı tartışmalıdır.
Lokal kontrol için ikinci basamak radyoterapi (RT) olup genel
olarak induksiyon kemoterapisi (KT) sonrası 12. haftada yapılan
değerlendirmeye göre uygulanır. Radyoterapi endikasyonu
ve dozu tümörün lokalizasyonuna, cerrahi sonrası klinik
grubuna, 12. haftada yapılan değerlendirme sonucuna göre
uygulanan ikincil cerrahiden sonraki cerrahi sınır ve rezidüye
göre değişmektedir. MMT-84 çalışmasında 12 yaş altındaki
hastalara tanıda hangi evrede olursa olsun indüksiyon sonrası
tam yanıt elde edilmişse RT uygulanmamış ancak çok yüksek
oranda lokal relaps izlenmiştir. IRS çalışmalarında ise sadece iyi
riskli bölgelerdeki Grup-I ERMS’da radyoterapi verilmemesinin
hem lokal kontrol hem de genel yaşam açısından dezavantaj
yaratmayacağı belirlenmiş ve bu grup hastalarda RT tedaviden
çıkarılmıştır. CWS-91 ve IRS-IV çalışmasında hiperfraksiyone RT
uygulanmış ancak anlamlı bir yaşam avantajı sağlanamamıştır.
Parameningeal lokalizasyonda eğer intrakranial uzanım
varsa histopatolojik tipden bağımsız olarak RT’nin hemen
0. günde KT ile birlikte başlaması, 50 Gy dozda uygulanması
tavsiye edilmektedir. Bu bölge tümörlerinde aşikar menengial
tutulum olmadıkça kranial ışınlama önerilmemektedir. Grup
III hastalarda indüksiyon tedavisi sonrasında tümör saptanırsa
ve çıkarılabilir ise radyoterapi sekonder cerrahi sonrasında
uygulanmaktadır. Bu durumda cerrahi sınırın (–) veya (+) olması,
mikroskopik rezidünün (-) veya (+) olması veya sekonder cerrahi
yapılmamış olması verilecek RT dozunu değiştirmektedir. Klinik
grup-III orbital tümörlerde indüksiyon kemoterapisi sonrası
tam yanıt olması durumunda, Avrupa grubu geç yan etkileri
önlemek ve görmeyi korumak için RT uygulamamayı tercih
etmektedir. Bu durumda lokal nüks riskinin artığı ancak genel
yaşam oranlarının değişmediği gösterilmiştir. Amerika kökenli
IRS çalışmalarında ise yüksek orandaki nüks ve nüks sonrası
tekrar yoğun KT ve RT uygulanması ile toksitenin artacağı
gerekçesiyle dozu düşürülerek (45 Gy) RT uygulanmasına
devam edilmektedir. Özellikle genitoüriner sistem ve ekstremite
tümörlerinde brakiterapi uygulanabilmektedir.
Tüm bu tedavilerle genel yaşam oranları klinik grup I-II
ERMS’de %94’ü bulurken, yüksek riskli bölgelerdeki klinik
grup III’de %80’i aşamamaktadır. Metastatik hastalıkta ise
%30’un altındadır. Erişkin hastalarda da pediatrik protokoller
kullanılmakla birlikte metastatik olmayan grupta bile yaşam
oranları %35-45 arasında bildirilmiştir.
PROF. DR. NİLGÜN KURUCU
A.Y. ANKARA ONKOLOJİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ,
ÇOCUK ONKOLOJİSİ KLİNİĞİ
72
PANEL - Pankreatikobilier Kanserler
K43
Metastatik Pankreas Kanserinde Tedavi
En öldürücü kanserlerden biri olan pankreas kanserleri,
kansere bağlı ölüm nedenleri arasında 4.sırada yer almaktadır.
Bu hastalarda, etkin bir tarama testinin olmaması, pek çok
hastada ileri hastalık evresinde tanı konması ve etkili bir tedavi
yönteminin olmaması problemin ciddiyetini göstermektedir.
Hastaların küçük bir kısmı operabıl olsa bile, opere edilen
pankreas kanserli olguların %80’inden fazlasında ilk iki yılda
relaps görülmektedir. Adjuvan kemoterapi ve radyoterapi
çalışmalarında, tedavi-ilişkili artmış morbidite ve mortalite
oranlarıyla birlikte, tedavi başarısında küçük kazanımların
sağlandığı faz III çalışmalar literatürde yerini almış olup,
onkoloji pratiğinde kullanılagelmektedir.
Her hasta için en uygun destek tedavilerinin ivedilikle
başlanması gerekliliğinin bilindiği ileri evre/metastatik
pankreas kanserinde ortanca sağkalımın 3-4 ay iken, 1997’de
tek ajan gemsitabin tedavisi ile 6 aya uzadığının gösterilmesi
buruk bir sevincin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Daha
sonra, tek ajan gemsitabin tedavisine farklı ajanların ilaveleri
yapılarak çok sayıda faz II ve faz III klinik araştırmalar yapılmıştır.
Maalesef bu çalışma sonuçlarının çoğunluğu sağkalım üzerinde
olumlu bir etkiyi gösterememiştir. Tartışmalı bir konu olarak,
sisplatin-gemsitabin kombinasyonunun en etkili bir tedavi
rejimi olduğu söylenmiş olsa da, 2010 yılında GIP-1 çalışma
grubunun yaptığı meta-analiz sonucunda, gemsitabine
sisplatin eklemenin sağkalım üzerine anlamlı bir etkisi olmadığı
gösterilmiştir. Kanserde moleküler patolojik bilgilerde yaşanan
yeni gelişmelerden yola çıkılarak, hedefe yönelik ajanlardan
erlotinib etkinliğinin araştırıldığı Kanada çalışmasında,
gemsitabine erlotinib eklenmesinin tek ajan gemsitabine
göre istatistiksel anlamı olan ancak klinik fayda açısından çok
küçük bir sağkalım avantajının gösterilmesi onkolojide hayal
kırıklığına neden olmuştur.
Geçtiğimiz yıllarda, yeni kombinasyon tedavi rejimleri
sonuçları umutları arttırmıştır. Bunlardan en önemlisi bir
Fransız çalışması olan, toplam 342 ileri evre pankreas kanserli
hastada, tek ajan gemsitabine karşı FOLFIRINOX (folinik asit,
florourasil, irinotekan ve okzaliplatin kombinasyonu) tedavi
kollarının olduğu faz III çalışmadır. Bu çalışma sonuçlarına göre,
FOLFIRINOX kolunda objektif yanıt %31 olup ortanca sağkalım
11 ay olarak gözlenmiştir. Bu bulgularla, ileri evre pankreas
kanserinde ortanca sağkalım süresi, ilk defa 1 yıla yaklaşmış oldu.
Toksisite bakımından, FOLFIRINOX kolunda ciddi nötropeni,
diyare ve nöropati anlamlı şekilde daha yüksek bulunmasına
rağmen, tedavi-ilişkili mortalitede artış olmamıştır. Diğer umut
verici yeni kombinasyon rejimi ise gemsitabin, kapesitabin ve
dosetakselden oluşan kombine tedavidir. Bu tedavi rejiminin
erken sonuçlarına göre, ortanca sağkalımın daha da artabileceği,
hatta 12 ayın üzerine çıkabileceğini göstermektedir. Bu
gelişmeler dışında bevasizumab, trastuzumab, erlotinib ve
COX-2 inhibitörleri gibi hedefe yönelik tedavilerin gemsitabin
içeren kombine kemoterapi rejimlerine eklenmesi ile ilgili
çalışmalar devam etmektedir. Yine, hangi hastalarda tedavinin
(özellikle gemsitabinli) daha etkili olabileceğini araştıran
farmakogenetik ve translasyonel çalışmaların yapılması hız
kazandığını görmekteyiz.
Birinci basamak tedavi olarak yaşanan bu güzel gelişmelere
rağmen, progresyon sonrası ikinci sıra tedavide bir standart
bulunmamasına rağmen, kapesitabin, okzaliplatin ajanlarıyla
yapılan küçük çalışmalar dikkat çekmektedir.
Sonuç olarak, pankreas kanseri patogenezinde rol alan
moleküler yolaklar ve defektler üzerine bilgilerin artması,
yeniden şekillendirilecek translasyonel ve farmakogenomik
çalışmalar pankreas kanseri tedavisinde olumlu gelişmelere yol
açacak olması bir gerçektir.
21>21>21>21>21>21>21>21>21>21>21>21>21>21> Dostları ilə paylaş: |