EP-339
SUNİTİNİB İLE TEDAVİ EDİLEN METASTATİK KANSERLİ
HASTALARDA KORONER AKIM REZERVİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
FATMA ŞEN
1
, İBRAHİM YILDIZ
1
, MERT BAŞARAN
1
, MELTEM
EKENEL
1
, LEYLA KILIÇ
1
, FAHRETTİN ÖZ
2
, HUSEYİN OFLAZ
2
,
SEVİL BAVBEK
1
1
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ
2
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ,
KARDİYOLOJİ ANABİLİM DALI
Amaç:
Sunitinib bir anjiogenez inbitörüdür ve metastatik renal
hücreli kanserler (mRHK) ve gastrointestinal stromal tümörler
(mGIST) başta olmak üzere çeşitli solid tümörlerin tedavisinde
etkili bir hedefe yönelik ajandır. Hipertansiyon başlıca yan
etkilerinden biridir. Endotel disfonksiyonu ateroskleroz
patogenezinde erken fakat reversibl bir olaydır ve anjiyogenez
inhibitörlerinin neden olduğu hipertansiyona neden olan
olası mekanizmalardan biri olabileceği ileri sürülmektedir.
Trans-torasik Doppler ekokardiyografi (TTDE) ile koroner
akım rezervinin değerlendirilmesi, koroner mikrovasküler ve
endotel fonksiyonları yansıtır, kolay ve ucuz bir tarama testidir.
Bu çalışmada mRHK ve mGIST nedeni ile sunitinib tedavisi
almakta olan hastaların endotel fonksiyonlarınının ve koroner
mikrovasküler fonksiyonlarınının TTDE ile değerlendirilmesi
amaçlandı.
Gereç ve Yöntem:
Onsekiz metastatik kanserli (16 mRHK ve 2 mGIST) sunitinib
tedavisi almakta olan hasta ve 27 sağlıklı birey bu kesitsel
çalışmaya alındı. Hastaların TSH, lipid düzeyleri, kreatinin,
hemoglobin, glukoz, C-reaktif protein (CRP) ve eritrosit
sedimentasyon hızı (ESH), antropometrik ve fiziksel
parametreleri kaydedildi. Koroner kan akım hızları Vivid 7
ekokardiyografi cihazı ile ölçüldü. Ortalama diastolik pik hız
(ODPH) bazal ve hiperemik durumda olmak üzere 2 kez ölçüldü.
Koroner akım rezervi hiperemik durumda ölçülen ODPH’ın
bazal ODPH’a oranı olarak tanımlanır.
Bulgular:
Koroner akım rezervi, kontrollere (2.71±0.8) göre hastalarda
(1.82±0.4) belirgin düşük bulundu (P < 0.001). Koroner akım
rezervi 13 hastada (%72) düşük bulunurken kontrollerin
hepsinde normal bulundu. Koroner akım rezervi sunitinib
kullanma süresi (r = -0.36, P = 0.01), hsCRP (r = -0.574, P = 0.01)
ve ESH (r = -0.5, P = 0.02) ile ters orantılı bulundu.
Sonuç:
Sunitinib tedavisi almakta olan kanser hastalarında koroner
akım rezervi belirgin olarak bozuk bulunmuştur. Tedavi
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
295
süresinin uzaması ile koroner akım rezervinin azalması ilişkilidir.
Sunitinib almakta olan hastalarda non-invazif bir yöntem olan
TTDE ile koroner akım hızı ölçülmesi ile erken kardiyovasküler
yan etkiler değerlendirilebilir.
EP-340
ERİŞKİN WİLMS TÜMÖRÜ
VEHBİ ERÇOLAK
1
, İ.OĞUZ KARA
1
, ÇİĞDEM USUL AFŞAR
1
,
MERAL GÜNALDI
1
, ŞEYDA ERDOĞAN
2
, BERNA TOTAN ATEŞ
2
1
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ ONKOLOJİ
BİLİM DALI
2
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ ANA
BİLİM DALI
Amaç:
Wilms Tümörü(WT) çocuklarda en sık görülen primer malign
renal tümörü iken erişkinlerde nadir görülür. Metanefrik
blastemin totipotansiyel hücrelerinden gelişen böbreğin
malign embriyonik tümörüdür. Erişkinde daha agresiftir ve
tedaviye cevabı daha kötüdür. Tedavi stratejilerinin pediatrik
gruplara göre düzenlenen bu tümör nedeniyle vakayı klinik
karakter ve evresine göre tedavisini literatürü gözden geçirerek
tartışıldı.
Gereç ve Yöntem:
Erişkin Wilms Tümörü olan hastayı tanı, tedavi yönüyle olgu
sunumu olarak paylaştık.
Bulgular:
Hasta 31 yaşında kadın, yaklaşık son 3 yıldır sağ yan ağrısı tarif
ediyor. Bu nedenle yapılan Batın USG’de sağ böbrekte solid
kitle lezyonu izlenmiş ve ilk planda Renal Hücreli Karsinom
düşünülmüş. Abdominopelvik MR’da sağ böbrek orta-alt pol
düzeyinde böbrek parankimini destrükte eden en geniş yerinde
14x12x8 cm boyutlarında dev kitle ve retrokaval yumuşak doku
kitlesi (metastatik LAP) saptandı. Toraks CT’de her iki akciğerde
metastaz ile uyumlu lezyonlar mevcuttu. Hastaya Üroloji
tarafından sağ radikal nefrektomi+sürrenalektomi yapıldı.
Patolojisi Wilms Tümörü Trifazik Tip anaplazi içermeyen olarak
raporlandı. İki adet perikaval bölge metastatik lenf nodülü,
8 adet perikaval reaksiyoner lenf nodülü vardı ve tümörde
nekroz yoktu. Böbrek kapsülü, perinefritik yağ dokusu ve
sinuslerin infiltreydi, sürrenal intaktı ve lenfovasküler tümör
invazyonu vardı. İmmünohistokimyasal yöntem ile uygulanan
üreter cerrahi sınırlar intakttı. Cerrahi sonrasında bakılan
Toraks CT’de her iki akciğerde subplevral yerleşimli nodüler
yaygın yumuşak doku kitleleri, karaciğer sağ lobda yaklaşık13
mmçaplı düzgün sınırlı hipodens alan saptandı. Hastaya SIOP-9
protokolü başlandı. Hastanın tedavisinin 5. haftasında EMG’de
üst ve alt ekstremite incelemesinde motor sinirlerin etkilendiği
polinoropati bulguları saptanmasıyla Vincristine 7. haftaki
dozunda kesildi. Hastanın 9. hafta tedavisinden sonra kontrol
CT’de tedavi öncesi ile karşılaştırıldığında her iki akciğerde ve
karaciğer sağ lobdaki lezyon boyutunda da belirgin regresyon
izlenmişti, sağ nefrektomi, operasyon lojunda nüks saptandı.
Hastaya üroloji tarafından cerrahi düşünülmedi. Bunun
üzerine tümör alanına ve lenfatiklere eksternal radyoterapi
verildi. Tedaviye radyoterapi sonrası devam edildi. Hastaya
radyoterapi sonrası yapılan MR’da operasyon lojunda yumuşak
doku lezyonunun yeni tetkikte mevcut olmadığı, fakat sağ
alt kadranda 4x2 cm ve sağ over yan lojda 2cm boyutunda
tariflenen kitlesel lezyonlar öncelikle nüks ile uyumlu
düşünüldü. Toraks CTde mediastende subkarinal, prevasküler
karinal lenfadenopatiler, parankimal yerleşimli metastatik
lezyonlar saptandı. Bu sonuç üzerine hastanın 24. haftada
ki tedavisi sonlandırıldı. Hastaya yüksek doz KT ve kök hücre
nakli düşünüldü. Hastaya Ifosfomide-Carboplatin-Etoposid’den
oluşan protokol verildi.
Sonuç:
Primer tümörün histolojisi ve hastalığın yaygınlığı yani evresi
adjuvan tedaviyi yönlendirir. Bu grup hastalar için Avrupa’da
SIOP ve Kuzey Amerika için NWTS olmak üzere iki farklı
tedavi modaliteleri mevcuttur. Vincristine, dactinomisin ve
doksorubisin WT’ün tedavisi için birçok kombinasyonun
omurgasını oluşturur. Renal kitle ve yan ağrısı ile gelen
erişkin bir hastada Adült WT olasılığı düşünülmelidir. Tedavi
protokollerinin pediatrik gruplara göre yapılması ve yüksek
hasta sayılarına sahip randomize çalışmaların olmaması
nedeniyle erişkin Onkologlar tarafından zorlanılan bir hastalık
grubu olarak WT çocuklara göre daha kötü prognozlu olsa da
sonuçlar sürekli iyileşmektedir.
EP-341
GENÇ ERKEK HASTADA SAĞ OMUZDA DEV KİTLE İLE
PREZENTE OLAN,PRİMERİ BİLİNMEYEN KARSİNOM OLGUSU;
PROSTAT ADENOKARSİNOMU
FATOŞ DİLAN KÖSEOĞLU
1
, MENİCE GÜLER ŞEN
1
, MEDİHA
TÜLİN BOZKURT
2
, GÖNÜL DEMİR PİŞKİN
2
, İLKAY TUĞBA
ÜNEK
3
, ÇAĞATAY ARSLAN
3
1
İZMİR TEPECİK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ İÇ
HASTALIKLARI KLİNİĞİ
2
İZMİR TEPECİK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
RADYASYON ONKOLOJİSİ BÖLÜMÜ
3
İZMİR TEPECİK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ MEDİKAL
ONKOLOJİ BÖLÜMÜ
Amaç:
Genç erkek hastada omuzda dev kitle ile prezente olan
primeri bilinmeyen metastaz araştırmasında saptanan prostat
adenokarsinomunu sunmak.
Gereç ve Yöntem:
49 yaşında erkek hasta, nisan 2010 da sağ omuzda kitle, ağrı
şikayeti ile başvurdu. Fizik muayenede sağ omuzun hareketini
kısıtlayan, sert kitle olduğu görüldü. Sağ omuz MRG’de
omuz ekleminde, skapula kökenli, primer veya metastatik
kemik tümörü olabileceği düşünüldü. Trucut biyopsi, sonucu
metastatik adenokarsinom olarak geldi. 18-FDG PET-BT çekildi.
Prostat bezi sol tarafında tümöral kitlede, omurgada yaygın
litik kemik lezyonlarında artmış aktivite tutulumları izlendi.
Hastanın PSA değeri 300 ng/ml olarak tespit edildi.
Bulgular:
Olgu metastatik prostat karsinomu tanısı aldı. Sağ omuzdaki
kitleye ve T 7-8 vertebraya RT aldı. Zoledronik asit, goserelin
ve bicalutamid tedavisi başlandı. Tedavinin 3. ayında PSA
değerleri saptanamayacak değerlere indi, sağ omuzdaki kitle
296
küçüldü ve hareket açıklığı arttı. Bicalutamide kesilerek sadece
goserelin ile tedaviye devam edildi. 3. ay MRG kontrolünde
parsiyel yanıt olduğu görüldü. Hasta halen tama yakın parsiyel
yanıt ile hormonoterapiye devam etmektedir.
Sonuç:
Erkek primeri bilinmeyen karsinomlu olgularda yaş genç de
olsa prostat kanseri akılda tutulmalıdır ve PSA rutin olarak
istenmelidir. Bu olgunu prezentasyonu primer kemik tümörünü
taklit etmiştir. Hormon duyarlı bir solid tümör olan prostat
karsinomunun başlangıç tedavisinde endokrin tedavi ile yanıt
oranları yüzgüldürücüdür.
EP-342
METASTATİK RENAL HÜCRE KARSİNOMLU HASTALARDA
SUNİTİNİB ETKİNLİK VE TOKSİSİTESİNİN BELİRLENMESİ
BURCU ÇAKAR , UĞUR MUSLU , UMUT VAROL , DİDEM
TUNALI , PINAR GÜRSOY ÖNER , ZEKİ GÖKHAN SÜRMELİ ,
BURÇAK KARACA , CANFEZA SEZGİN , BÜLENT KARABULUT ,
RÜÇHAN USLU
EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TÜLAY AKTAŞ ONKOLOJİ
HASTANESİ
Amaç:
Metastatik renal hücre karsinomlu(RCC) hastalarda mevcut
verilerle sitokin tedavisi ile vasküler endotelyal büyüme
faktörü ve mTOR yolağını etkileyen hedef ajanlar tedavi
seçeneklerinin başında yeralmaktadır. Biz çalışmamızda
metastatik RCC’li hastalarımızda sunitinibin etkinlik ve
toksisitesini değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Onkoloji ünitemizdeki RCC hastalarının klinikopatolojik verileri
retrospektif olarak gözden geçirildi. Tanı esnasında metastatik
olan ve herhangi bir hat seçeneğinde sunitinib kullanan
hastalar çalışmaya alındı. Hastaların tamamında sunitinib
başlangıç dozu 50 mg/gün, 4 hafta ve takibinde 2 hafta ara
şeklinde planlanmıştı. Hastalardaki klinik yanıt, progresyonsuz
sağkalım (PFS) ve yan etkiler kaydedildi.
Bulgular:
Toplam 40 hasta çalışmaya alındı (kadın n:10, %25; erkek n:30,
%75). Ortalama yaş 58.55 idi. 7 hastaya (%17.5) ilk hatta, 33
hastaya(%82.5) 2.hatta sunitinib başlandı. 33 hastanın 31’i ilk
hat tedavide interferon kullandı. Sunitinib toleransı genellikle
iyi olmakla birlikte gözlenen grade 3-4 yanetkiler tablo 1 de
gösterilmektedir. Hepatotoksisite, kardiyotoksisite ve ciddi
hipertansiyon hiçbir hastada izlenmedi. Üç hastanın tedavisi
yan etkilerle ilişkili olarak kesildi(%7.5). Doz redüksiyonu 24
hastaya uygulandı(%60). Bu hastaların 10(%25)’unda doz 37.5
mg’a, 14 (%35)’ünde 25 mg’a düşürüldü. Ortalama PFS 1. ve 2.
hatta sunitinib alanlarda sırasıyla 13.57 ve 11.36 ay idi (p>0.05)
(Şekil 1)
Sonuç:
Sunitinib metastatik RCC li hastalarda yan etki profillerine göre
doz modifikasyonu optimal şekilde uygulandığında hastaların
büyük bir kısmında PFS avantajı sağlayabilmektedir. Diğer hedef
tedavilerle karşılıklı değerlendirileceği çalışmalar sunitinibin
rolünü daha net ortaya koyacaktır.
Tablo 1: Tedavi ile ilişkili grade 3- 4 yan etkiler
Tedaviyle ilişkili yanetki
Grade 3 n(%)
Grade 4 n(%)
Halsizlik
5 (12.5)
Dermatit
2 (5.0)
Trombositopeni
3 (7.5)
1 (2.5)
Şekil I: 1. ve 2. hatta sunitinib alan hastaların PFS değerleri
EP-343
METASTATİK RENAL HÜCRELİ KARSİNOMDA İNTERFERON
ALFA TEDAVİSİ SONRASI SUNİTİNİB İLE TEDAVİ EDİLEN
HASTALARDA HEMATOLOJİK PARAMETRELERİN PROGNOSTİK
VE PREDİKTİF ÖNEMİ
AHMET DİRİCAN , YÜKSEL KÜÇÜKZEYBEK , IŞIL SOMALİ ,
ÇİĞDEM ERTEN , K.BAHRİYE PAYZIN , LÜTFİYE DEMİR , ALPER
CAN , İBRAHİM VEDAT BAYOĞLU , MURAT AKYOL , MEHMET
KÖSEOĞLU , M. OKTAY TARHAN
İZMİR ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTENESİ
Amaç:
Lokal ileri ve metastatatik renal hücreli karsinomda uzun süreli
sağkalım elde edilememektedir. Renal hücreli karsinom (RCC)
tedavisinde küçük moleküllü tyrosine kinase (TK) inhibitorü
olan sunitinib tedavide kullanılmaktadır.Metastatik RCC
tedavisinde sunitinib ikinci basamak tedavide kullanımı ile
ilgili datalar sınırlıdır.RCC lu hastalarda prognozu göstermek
üzere MSKCC kriterleri sıklıkla kullanılmaktadır.Son yıllarda
bir çok kanserde kullanımı kolay daha ucuz prognostik
faktörler geliştirilmeye çalışılmaktadır. Periferal hematolojik
parametreler bir çok kanser çeşidinde prognostik ve prediktif
önemi gösterilmiştir
Gereç ve Yöntem:
Bu çalışmada birinci basmak interferon alfa (IFN-α) tedavisi
ile progresyon gelişen ve sonrasında ikinci basamak sunitinib
tedavisi alan 23 metastatik RCC tanılı hastanın dataları
retrospektif olarak tarandı ve sunitinib tedavisinin etkinlik ve
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
297
yan etki profili değerlendirildi.Metastataz tespit edildiğinde
hematolojik parametreleri ( nötrofil , lenfosit , trombosit , mean
platelet volümü , nötrofil / lenfosit oranı , trombosit / lenfosit
oranı) kaydedildi. Hematolojik parametrelerin prognostik ve
prediktif faktör olup olmadığı değerlendirildi.
Bulgular:
Overall response rate (ORR) % 34,8 saptandı (7 Partial
Response , 1 Complet Response ).Median progression-free
survival (PFS) 16,53 ay (95% CI, 0 to 34,5 ay)saptandı. Median
overall survival (OS) 25,71 ay (95% CI, 10,82 to 40,01 ay)
saptandı .En sık hematolojik yan etki nötrepeni (n:12 52,2%)
ve non-hematolojik yan etki ise stomotit (n:6 26,1%) ve hand-
food sendrom (n:6 26,1%) saptandı.Nötrofil /lenfosit ratio
(NLR)>3 vs NLR≤3 olan hastalarda PFS değerleri 3,13 ay vs 17,09
ay (p:0,012) saptandı (şekil 1). NLR>3 vs NLR≤3 göre median
overall survival (OS) değerleri ise 6,96 ay vs 27,12 ay (p:0,001)
saptandı (şekil 2). Sunutinib tedavisine yanıt ( PR ,SD ,CR )
alınan hastaların 75% ‘de NLR≤3 ve sunitinib yanıt alınamayan
hastaların 72%’de NLR>3 saptandı (p:0.036). MSKCC kriterleri
ile NLR oranı araşında ilişkiye bakıldığında kötü risk grubunda
hastalarının hepsinde NLR>3 saptanmıştır ve iyi risk grubundaki
hastaların 77% ‘de NLR≤3 , orta risk grubundaki hastaların ise
70%’de NLR≤3 saptanmıştır (p:0,022).
Sonuç:
Metastatik RCC tanılı hastalarda sitokin tedavisi sonrası ikinci
basamak tedavide sunitinib kullanımının dataları sınırlıdır.
Çalımamıza göre IFN-α tedavisi sonrası sunitinib tedavisinin
etkin ve yan etki profili açısından tolere edilebilir olduğu
görüldü. NLR değerinin prognostik ve prediktif olduğu
gösterilmiştir.
EP-344
İSKELET KASI METASTAZI İLE BAŞVURAN RENAL HÜCRELİ
KARSİNOM: OLGU SUNUMU VE LİTARATURUN GÖZDEN
GEÇİRİLMESİ
İ.VEDAT BAYOĞLU , YÜKSEL KÜÇÜKZEYBEK , AHMET DİRİCAN ,
LÜTFİYE DEMİR , ALPER CAN , MURAT AKYOL , IŞIL SOMALİ ,
M. OKTAY TARHAN
İZMİR ATATÜRK E.A.H TIBBİ ONKOLOJİ KLİNİĞİ
Amaç:
Renal hücreli karsinom (RHK) genelikle erken dönemde
belirgin semptom ve klinik bulgusu olmayan bir tümör olup,
sitotoksik kemoterapi ve radyoterapiye dirençli olması en
önemli özelliğidir.
Gereç ve Yöntem:
RHK’ nin, bölge ve organ ayrımı gözetmeksizin her bölgeye
metastaz yapma potansiyeli vardır. En sık gözlenen metastaz
bölgesi akciğerler, lenf nodları, kemikler ve beyindir.
Bulgular:
Yapılmış otopsi serilerinde RHK’ nin iskelet kası metastazı %0,4
olarak tespit edilmiştir.
Sonuç:
Bu olgu sunumunda 57 yaşında sağ alt extremitede yavaş
büyüyen şişlik şikayeti ile başvuran ve yapılan tetkikler
sonucunda RHK metastazı tanısı konan olgu sunulmuştur.
EP-345
NADİR GÖRÜLEN BİR BÖBREK TÜMÖRÜ: RENAL EPİTELOİD
ANJİOMYOLİPOM
MEHMET METİN ŞEKER
1
, TUĞBA KÖŞ
2
, BURAK CİVELEK
2
,
SERCAN AKSOY
2
, NURİYE ÖZDEMİR
2
, DOĞAN UNCU
2
,
NURULLAH ZENGİN
2
1
CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ ONKOLOJİ
BİLİM DALI
2
ANKARA NUMUNE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ TIBBİ
ONKOLOJİ KLİNİĞİ
Amaç:
Renal epiteloid anjiomyolipom (REA) nadir bir böbrek
tümörüdür. Hastalık “ Tuberous Sclerosis Complex”in bir parçası
olabilir veya sporadik olarak da görülebilir.
Semptomatik olanlarda veya 4cm’den büyük tümörlerde parsiyel/
total nefrektomi veya anjiografik embolizasyon önerilmektedir. Bazı
vakalarda nüks/metastaz görülebilir. Kontrollü çalışma olmamasına
rağmen doksorubisin, dakarbazin, ifosfamid, siklofosfamid ve
sisplatinin etkin olabileceğini gösteren vaka takdimleri vardır.
Vaka :
Otuzaltı yaşında erkek hasta. Sol böbrekte 7x7cm kistik kitle
saptandı ve sol nefrektomi uygulandı. Tümör perirenal yağ
dokuya ve medüller damarlara invazeydi. İmmünhistokimyasal
incelemede HMB-45 ve melan-A (+), S-100, HMWCK, EMA,
CK-7 ve sitokeratin (-) idi.
Ameliyat sonrası 4. ayda sol iliak boşlukta ve sol
hipokondriumda solid kitle ve intraabdominal multipl
lenfadenopati saptandı. Hastaya 3 kür doksorubisin
uygulandı. Progresyon saptanan hastaya sisplatin/dakarbazin
planlandı. Üçüncü kür sonunda stabil yanıt elde edildi. Altıncı
kür sonunda progresyon saptandı.
Bulgular:
REA epitelyal membran antijenleri ve sitokeratin içermemesi,
HMB-45, melan-A içermesiyle böbrek hücreli karsinomdan
ayrılır. Klasik anjiomyolipomların aksine epiteloid varyant
agresif seyre sahiptir. L’Hostis ve ark. renal anjiomyolipomu
olan 46 hastanın sadece birinde REA saptamışlardır.
Takiplerde fatal seyreden tek vaka bu olmuştur. Varma
ve ark. total nefrektomiden 9 yıl sonra multipl karaciğer
metastazı ile prezenteolan bir vaka bildirmişlerdir. Cibas veark.
nefrektomiden 3 yıl sonra nüks eden bir vakada doksorubisin ile
%50 küçülme elde etmişlerdir. Higa ve ark. sirolimus uygulamış
ancak yanıt elde edememişlerdir.
Sonuç:
REA’nın RCC’den ayrımı için mutlaka tüm vakalarda
immünhistokimyasal inceleme yapılmalıdır. Tedavide ilk tercih
cerrahi olmasına rağmen yüksek nüks/metastaz riski nedeniyle
adjuvan tedavi düşünülmelidir. Ancak ideal rejim halen net
değildir.
298
EP-346
BLEOMİSİN’E BAĞLI AGRESİF PULMONER TOKSİSİTE
AKIN ÖZTÜRK , MUSTAFA BOZKURT , ESAT NAMAL , KEZBAN
NUR PİLANCI , KÜBRA AYDIN , OSMAN GÖKHAN DEMİR
İSTANBUL BİLİM ÜNİVERSİTESİ
Amaç:
Bleomisin’in ileri yaş hastalarda, hızlı pulmoner toksisite ve
agresif pulmoner fibrozis ile sonuçlandığını ve tedavi için
hala güncel, etkin yaklaşımların yetersiz kaldığını vurgulamak
istedik.
Gereç ve Yöntem:
Evre IIIc mixt germ hücreli testis tm tanılı hastanın dördüncü
siklus kemoterapi sonrası başlayan ve hızla ilerleyen nefes
darlığı şikayeti oldu.
Bulgular:
PA AC grafisinde bilateral intersitisyel patern, PET BT’de alt,
orta zonlarda pnömonitis gözlendi.
Sonuç:
Bleomisin renal ve akciğer fonksiyonları bozuk, yaşlı hastalarda
dikkatle kullanılmalıdır. AC toksisitesi geliştiğinde tedavide
kullanılan ajanların etkinliği sınırlıdır. Bleomisin uygulanan
hastaların böbrek ve AC fonksiyonlarının, yaşlarının mutlaka
bazal olarak değerlendirilmesi ve takibi daha da önem
kazanmaktadır.
EP-347
DOSETAKSEL’E DİRENÇLİ PROSTAT KANSERİ HÜCRE
HATLARINDA DOSETAKSEL’İN SİTOTOKSİK VE APOPTOTİK
ETKİSİNİN ZOLEDRONİK ASİT ÖN MUAMELESİYLE
ARTTIRILMASI
UMUT VAROL
1
, ZEKİ SÜRMELİ
1
, PINAR GÜRSOY
1
, BURCU
ÇAKAR
1
, UĞUR MUSLU
1
, ASLI KISIM
2
, EMİR BOZKURT
2
,
HARİKA ATMACA
2
, CANFEZA SEZGİN
1
, BÜLENT KARABULUT
1
,
RÜÇHAN USLU
1
, BURÇAK KARACA
1
1
EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ,TÜLAY AKTAŞ,ONKOLOJİ
HASTANESİ,İÇ HASTALIKLARI AD, MEDİKAL ONKOLOJİ BD,
BORNOVA/İZMİR/TÜRKİYE
2
CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ, FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ,
BİYOLOJİ BÖLÜMÜ,MURADİYE/MANİSA/TÜRKİYE
Amaç:
Dosetaksel (DOC) içeren rejimlerin prostat kanserli hastalarda
sağ kalımı uzattığı kanıtlansa da, direnç gelişen prostat kanseri
hastalarında etkili bir ikincil kemoterapi rejimi yoktur. Bu
nedenle DOC’un etkinliğini arttıracak yeni kemoterapotik
ajanlar araştırılmaktadır. Zoledronik asit (ZA), çeşitli kanser
hücrelerinde etkinliği kanıtlanmış güçlü bir bifosfonattır. Bu
çalışmada DOC dirençli insan prostat kanseri hücre hatlarında
(PC-3 ve DU-145), ZA ön muamelesiyle DOC’un sitotoksik ve
apoptotik etkilerinin arttırılması amaçlanmıştır.
Dostları ilə paylaş: |