Konuşma metinleri ve biLDİRİ Özetleri Kİtabi



Yüklə 6,44 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə37/73
tarix03.02.2017
ölçüsü6,44 Mb.
#7521
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   73

Amaç:
İrinotekan ve metabolitlerinin hepatik metabolizması ve bilyer 
sekresyonu  kompleks  olup,  sitokrom  p450  izoenzim  sistemi, 
karboksilesteraz, glukuronoziltransferaz ve ATP bağımlı atılım 
pompa  sistemleri  (MRP2  ve  MXR)  ile  olmaktadır.  Fenitoin 
gibi  mikrozomal  enzim  indüksiyonu  yapan  ilaçlar,  irinotekan 
eliminasyonunda  rol  alan  pek  çok  yolağı  indükler.  Fenitoin, 
irinotekanın  hem  farmakokinetik  hem  de  farmakodinamiğini 
etkiler.  İrinotekanın  kan  seviyelerini  düşürür.  İrinotekan 
steatohepatit  ve  hepatik  yetmezlik  yapabilir.  Bevacizumab 
gibi  hedefe  yönelik  tedavilerin  ise  karaciğer  toksisitesini 
arttımadığına,  hatta  önlediğine  dair  yayınlar  da  mevcuttur. 
Ancak sekonder sklerozan kolanjite de sebep olabilmektedir.
Gereç ve Yöntem:
17  yaşında  nüks  glioblastoma  multiformeli  bir  hastayı  ilaç 
toksisitesi nedeniyle olgu sunumu yapmayı hedefledik.
Bulgular:
17  yaşında  erkek  hasta,  2010  yılında  intrakranial  kitle 
nedeniyle opere olmuştu. Adjuvant tedavi olarak temozolamid 
ve radyoterapi almıştı. Şubat 2011’de nüks talamik kitle gelişti. 
Patolojisi glioblastome multiforme, grade IV, sol lateral ventrikül 
çevresi, GFAP fokal pozitif, p53 yaygın nükleer 3 pozitif, EGFR 
negatif  olarak  saptandı.  Hastanın  ek  hastalığı  mevcut  değildi 
ve  laboratuvar  parametreleri  normal,  hepatit  markerları 
başlangıç döneminde negatifti. Hastaya bevacizumab 10 mg/
kg  ve  irinotekan  340  mg/m
2
  kemoterapisi  başlandı.  2  kür 
sonrasında  karın  ağrısı,  halsizlik,  yorgunluğu  gelişen  hastada 
bakılan AST: 100 mg/dl, ALT: 223 mg/dl, ALP: 450 mg/dl, GGT: 
1202  mg/dl,  LDH:  355  mg/dl  olarak  saptandı.  Hastanın  tüm 
abdomen  USG’si  iki  kez  tekrarlandı,  normal  olarak  saptandı. 
Hepatit markerları negatif saptandı. CMV, toksoplazma, EBV, 
VZV, herpes, mycoplazma ve rubella Ig M antikorları negatif 
olarak  saptandı.  ANA  (-),  AMA  (-),  anti  ds-DNA  (-),  SMA  (-), 
anti Sm (-) saptandı. Hastanın bu dönemde sağda ana femoral 
venden başlayıp popliteal vene uzanan, solda ana iliak venden 
başlayıp  popliteal  vene  uzanan  kronik  minimal  kanalize 
trombüsü  gelişti.  Düşük  molekül  ağırlıklı  heparin  tedavisi 
başlandı.  Hastanın  irinotekanı  kesilerek  bevacizumab  5  mg/
kg’a  inildi  ve  tedaviye  temozolamid  150  mg/m
2
  (1-5  gün,  28 
günde  1)  eklendi.  Hastanın  karaciğer  enzimleri  ve  kolestaz 

160
enzimleri normale döndü. Hastanın kliniğimizden takibi devam 
etmektedir.
Sonuç:
Onkoloji  multi-disipliner  bir  bölüm  olup,  ilaç  etkileşimleri  iyi 
bilinmelidir. En az toksik gözüken ilaçlar bile kanser hastalarında 
çeşitli sebeplerle toksisiteye neden olabilmektedir. Glioblastome 
multiformeli  hastalarda  kanser  kemoterapisine  ek  olarak 
kullanılan antiepileptik ilaçlar kolaylıkla ilaç etkileşimine neden 
olabilmekte,  keza  gene  tedavisinde  kullanılan  bevacizumab 
en  çok  bilinen  trombotik  yan  etkisine  ek  olarak  sklerozan 
kolanjite de sebep olabilmektedir. Dolayısıyla hem irinotekan, 
hem  de  bevacizumabı  beraber  kullanan  hastalarda,  her  ne 
kadar mikrozomal enzim indüksiyonu yapan fenitoin gibi ilaçlar 
irinotekanın kan seviyelerini düşürse de fatal hepatotoksisite 
olabilmektedir.
EP-42
NÖROFİBROMATOZİS TİP 1 ZEMİNİNDE GELİŞEN 
GLİOBLASTOMA MULTİFORME: OLGU SUNUMU
DURİYE ÖZTÜRK 
2
, MUSTAFA YILDIRIM 
1
, EDA PARLAK 
3

MUSTAFA YILDIZ 
1
, DİNÇ SÜREN 
4
  
 

ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, TIBBİ ONKOLOJİ 
KLİNİĞİ 

ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, RADYASYON 
ONKOLOJİSİ 

ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, RADYOLOJİ 
KLİNİĞİ 

ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, PATOLOJİ 
KLİNİĞİ
Amaç:
Nörofibromatozis Tip 1 klinik bulguları çocukluk çağında ortaya 
çıkmaya  başlayan  ve  klinik  karakterlerle  tanı  konabilen  bir 
nörokütan  hastalıktır.  Astrositomlar  %15-20  bening  natürde 
görülmesine  rağmen  NF-1’de  yüksek  grade  astrositoma 
(WHO  grade  IV)  normal  populasyona  göre  5  kat  daha  fazla 
görülmektedir.
Gereç ve Yöntem:
intrakranyal  kitle  nedeniyle  opere  edilen  28  yaşındaki 
erkek  hastamızda  tespit  ettiğimiz  glioblastome  multiforme 
nörofibromatozisli  hastalarda  artan  sıklığının  vurgulanması 
amacıyla tartışılacaktır.
Bulgular:
Vücudunda ilk nörofibromlar 18 yaşında ortaya çıkan 28 yaşında 
erkek hastamızın  gövdesinde  daha  çok  olmak  üzere  multiple 
nörofibrom mevcuttu. Yaklaşık 2 ay önce klinik semptom olarak 
bulantı, kusma, görme azalması üzerine çekilen Beyin MRG’de 
sol frontal lobda belirgin çevresel ödem temporal ve parietal 
loba uzanan lateral ventriküle basılayan orta hatta şift yapan 
42x38  mm  kontrast  tutan  kitle  tespit  edilip  hastanemizde 
grosstotal eksize edildi. Operasyon sonrası hastanın patolojisi 
glioblastome  multiforme  olarak  değerlendirildi.  Hastaya 
radyoterapi eş zamanlı temozalamid başlandı, tedavisi devam 
etmektedir.
Sonuç:
Fizik  inceleme  ile  saptanabilen  tanısal  kriterlerin  sıklığı 
ve  günümüzde  görüntüleme  yöntemlerindeki  gelişmeler. 
Nörofibromatozis  Tip  1  (NF-1)  nöroradyolojik  bulguların 
tanımlanmıştır. Malıng ve bening tümörlerin yatkınlığı olan ve 
NF-1 ilgili komplikasyonların sıklığının yüksek olması nedeniyle 
bu  hastaların  yakın  izlemi  malıng  hastalıklarda  erten  tanı 
şansını sağlayacaktır.
EP-43
NÜKS GLİOBLASTOME MULTİFORME(GBM) VAKALARINDA 
İRİNOTEKAN-BEVASİZUMAB KOMBİNASYON KEMOTERAPİSİ 
SONUÇLARIMIZ
DİDEM TUNALI , BURCU ÇAKAR , UĞUR MUSLU , UMUT 
VAROL , PINAR GÜRSOY ÖNER , ZEKİ GÖKHAN SÜRMELİ, 
BURÇAK KARACA , CANFEZA SEZGİN , BÜLENT KARABULUT , 
RÜÇHAN USLU  
 
EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TÜLAY AKTAŞ ONKOLOJİ 
HASTANESİ
Amaç:
Adjuvan  tedavi  prensiplerindeki  gelişmelere  rağmen 
glioblastome  multiformede(GBM)  hastalık  rekürrensi  sık  ve 
prognoz  kötüdür.  Tümörün  anjiyogenetik  faktörler  açısından 
zenginliği  sitotoksik  kemoterapilerle  anti-VEGF  ajanların 
kullanımını  gündeme  getirmiştir.  İrinotekan  ve  bevasizumab 
kombinasyonunun daha iyi yanıt oranları ile ilişkisi bilinmekle 
birlikte sağkalım üzerindeki etkisi net değildir. Biz çalışmamızda, 
GBM  hastalarımızda  irinotekan-bevasizumab  kemoterapi 
kombinasyonun  etkinliği  ve  toksisitesini    değerlendirmeyi 
amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Onkoloji  ünitemizdeki    GBM    hastalarının  klinikopatolojik 
verileri  retrospektif  olarak  gözden  geçirildi.  Nüks  GBM 
nedeniyle 
irinotekan-bevasizumab 
başlanan 
hastalar 
çalışmaya  alındı.  Hastaların  ilk  hat  tedavileri,  operasyon 
öyküsü, kemoterapi esnasında gelişen toksisiteler kaydedildi. 
Kombinasyon  tedavisi  ile  hastalarda  elde  edilen  yanıt  stabil, 
regresyon veya progresyon olarak değerlendirildi.
Bulgular:
Toplam 23 hasta çalışmaya alındı (kadın n:11, %47.8; erkek n:22, 
%52.1).  Ortalama  yaş  52.26  idi.  Hastaların  tamamında  kitle 
rezeksiyonu,  2  hastada  nüks  nedeniyle  reoperasyon  öyküsü 
mevcuttu. Hastaların tamamına postoperatif radyoterapi (RT) ile 
eş zamanlı temozolamid başlandı.. Hastaların 21(%91.3)’inde RT 
sonrası adjuvan temozolamid ile idame tedavisi aldı,  2 hastada 
(%8.7) ise RT ve temozolamid sonrası nüks gelişti, birinde 1. hat 
tedavi  olarak  fotemustin,  diğerinde  irinotekan-bevasizumab 
kombinasyonu  uygulandı.  Tüm  hastalarda  bevasizumab  10 
mg/kg/gün  D1,  irinotekan  enzim  indükleyici  antiepileptik 
kullanım  durumuna  göre  125  veya  340  mg/m²/gün  D1,  14 
günde  bir  şeklinde  uygulandı.  23  hastanın  5  (%21.7)’i  tedavi 
altında progrese olmuştur, 10 hasta (%43.4) halen stabil yanıt 
ile aynı tedavi altında izlenmektedir, 6 hasta (%26.0) ortalama 
6.5  kür  sonrası  genel  durum  bozukluğu  nedeniyle  takipten 
çıkmıştır, 2 hastada (%8.6) radyolojik regresyon elde edilmiş, 

TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
161
iki hastanın birinde  performans düşüklüğü nedeniyle  tedaviye 
devam  edilememiştir.  Hastaların  hiçbirinde  ilaç  dozunun 
kesilmesini gerektiren HT, proteinüri, hemorajik veya trombotik 
komplikasyonlar gelişmemiştir.
Sonuç:
Tedavi  seçenekleri  sınırlı  olan  nüks  GBM’de  mevcut  verilerle 
irinotekan-bevasizumab  kombinasyonu  yan  etki  profili 
açısından  güvenilir  görünmekte  ve    hastaların  %52.1’de 
stabil-regresyon  yanıtı  sağlamaktadır.  Randomize  kontrollü 
çalışmalarla  daha  standart  sonuçların  elde  edilmesi  nüks 
GBM’de bu kombinasyonun rolünü daha iyi tanımlayacaktır.
EP-44
OLGU BİLDİRİMİ: TEKRARLAYAN DÜŞÜK GRADLI GLİAL 
TÜMÖRDE BEVASİZUMAB VE İRİNOTEKANLA TAM YANIT
LEYLA KILIÇ , MELTEM EKENEL , İBRAHİM YILDIZ , FATMA ŞEN , 
SERKAN KESKİN , FATMA AYDOĞAN , MERT BAŞARAN   
 
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, MEDİKAL 
ONKOLOJİ BİLİM DALI 
Amaç:
Yüksek  gradlı  glial  tümörlerde  bevasizumab  ve  irinotekanın 
etkinliği  bildirilmiştir  ancak  tekrarlayan  oligodendroglial 
tümörlerde bu ajanların etkisi konusunda yeterli veri yoktur.
Gereç ve Yöntem:
25  yaşında  kadın  hasta  2007’de  nöbet  nedeniyle  tetkik 
edilirken  sağ  frontal  lobda  kitle  saptanmış  ve  opere  edilmiş. 
Düşük gradlı glial tümör tanısıyla takibe alınmış. 2008’de nüks 
kitle nedeniyle yeniden opere edilen hastada tümör patolojisi 
grad  2  oligodendroglial  tümör  olarak  gelmiş.  Postop  60  Gy 
radyoterapi uygulanmış. 2009-2010 yıllarında nüks nedeniyle 
toplam  5 kez opere edilen hastada her defasında  grad 2 diffüz 
glial tümör saptanmış.  
Bulgular:
Şubat 2010’da sol früst hemiparezi ve kranyal sinir tutulumu ile 
Medikal Onkoloji’ye yönlendirilen hastaya bir kür prokarbazin, 
vinkristin ve karmustin verilmiş, Stevens-Johnson benzeri ilaç 
reaksiyonu  gelişince  kesilmiş.  Temozolamid    tedavisi  ile  de 
lezyonlar  progrese  olunca  Ağustos  2010’da  bevasizumab  (5 
mg/kg/2haftada bir) ve irinotekan (120 mg/m2/2 haftada bir) 
başlanmıştı. 1,5 yıl süreyle bu tedaviyi alan hastanın kranyal 
MRG’sinde tama yakın yanıt elde edildi, tedavi iyi tolere edildi 
ve nörolojik semptomlarda gerileme kaydedildi.
Sonuç:
Tekrarlayan düşük gradlı glial tümörlerde cerrahi ve radyoterapi 
gibi  lokal  seçenekler  tükendiğinde  bevasizumab-irinotekan 
kombinasyonu  iyi  bir  alternatif  olabilir.  Bevasizumab’ın 
önerilenden  daha  düşük  dozlarda  kullanıldığı  bu  olguda  iyi 
yanıt elde edilmiş olması ve tolerans sorununun olmayışı  farklı 
klinik uygulamaları desteklemektedir. 
EP-45
GLİOBLASTOMA MULTİFORME VARYANT ÖZELLİKLERİ VE 
SAĞKALIMA ETKİLERİ
ALİ ALKAN 
1
, GÜLİZ ZENGİN 
1
, ZAFER ARIK 
2
, MELİKE MUT 
3

MUTLU HAYRAN 
4
, İSMAİL ÇELİK 
2
  
 

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ HASTALIKLARI 
ANABİLİM DALI 

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ HASTALIKLARI 
ANABİLİM DALI, MEDİKAL ONKOLOJİ ÜNİTESİ 

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ BEYİN CERRAHİSİ 
ANABİLİM DALI 

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ONKOLOJİ 
ENSTİTÜSÜ, PREVENTİF ONKOLOJİ ANABİLİM DALI
Amaç:
Glioblastoma  multiforme  (GBM)  morfolojik  olarak  oldukça 
heterojen bir neoplazmdır. Tek bir tümör içerisinde bile hücresel 
içerik  çok  farklı  histolojik  özellik  gösterir.  Son  yıllarda  GBM 
varyantlarının klinik önemi giderek artmaktadır. Çalışmamızda 
GBM varyantlarının klinik özellikleri ve sağkalım üzerine etkileri 
incelenmiştir.
Gereç ve Yöntem:
Merkezimizde  takip  edilen  GBM  vakalarının  patolojik 
incelemesinde tanımlanan GBM varyantları incelenmiştir. Dev 
hücreli  GBM  (D-GBM),  gliosarkom,    oligodendroglial  özellik 
gösteren  GBM  (GBM-oligo)  ve  küçük  hücreli  GBM  (K-GBM) 
tanıları alan vakalar analiz edilmiştir
Bulgular:
GBM alt grupları tanımlanan 99 hasta incelenmiştir. Bunların 
48’i  (%48.5)  GBM-oligo,  10’u  (%10.1)  K-GBM,  27’si  (%27.3) 
D-GBM,  14  ‘ü  (%14.1)  gliosarkom  olarak  saptandı.  Vaka 
sıklıkları ve tanı yaşları literatürle benzerdir. Oligodendroglial 
özelliklerin  varlığı  sağkalım  avantajı  sağlamıştır  (OS:14.8 
ay- 12.9 ay, P=0.902). Dev hücreli GBM çok değişkenli analiz 
neticesinde  kötü  prognostik  faktör  olarak  karşımıza  çıkmıştır 
(OS:8.5- 13.8 ay, P=0.04). K-GBM ve gliosarkom varyantlarında 
benzer sağkalım sonuçları bulunmuştur.
Sonuç:
Glioblastoma  multiformenin  histopatogenezi  ve  tanı 
anındaki  histopatolojik  özellikleri  son  yıllarda  giderek  önem 
kazanmaktadır.  İlerleyen  yıllardaki  çalışmalarla  tümörün 
patolojik  özelliklerinin  iyi  analizi;  gerek  prognostik  gerekse 
etkin tedavi planı hakkında bize yol gösterici olacaktır.

162
EP-46
CYBERKNİFE® FRAKSİYONE STEREOTAKTİK RADYOTERAPİ 
UYGULANAN OPTİK SİNİR MENENGİOMU: OLGU SUNUMU
ELA DELİKGÖZ SOYKUT , NURİ USLU , YILDIZ GÜNEY , DİNÇER 
YEĞEN , BERAT ARAL , KAAN AHMET GÜNDÜZ   
 
ANKARA ABDURRAHMAN YURTASLAN ONKOLOJİ HASTANESİ, 
RADYASYON ONKOLOJİSİ KLİNİĞİ
Giriş: 
Primer  intrakranial  neoplazilerin  %  15-20’  sini  oluşturan 
menengiomlar  sıklıkla  serebral  konveksiteler,  falks  serebri, 
tentoryum  serebelli,  serebellopontin  köşe  ve  sfenoid  üstü 
lokalizasyonda  yerleşirler.  Optik  sinir  menengiomu  ise  tüm 
menengiom  olgularının  %  1-2’  sini  oluşturur.  Yavaş  büyüyen 
benign tümör olup optik sinir basısına bağlı olarak görme kaybı 
ile semptom verir. Tedavi kararı belirti ve tümör boyutuna bağlı 
olarak verilir, gözlem, cerrahi, radyoterapi tedavi yaklaşımlarını 
oluşturur.
Amaç:
Optik  sinir  menengiom  tanılı  hastamızda  CyberKnife® 
Fraksiyone    Stereotaktik  Radyoterapi  uygulamamızı  sunmayı 
amaçladık.
Metod:
Yaklaşık  2  yıldır  sol  gözde  devam  eden  görme  kaybı  ve  ağrı 
şikayeti  olan  51  yaşında  bayan  hasta  Ocak  2011  tarihinde 
dış  merkezde  göz  hastalıkları  kliniğine  başvurmuş.  Yapılan 
orbital  manyetik  rezonans  görüntümede  (MRG)  sol  optik 
sinir  kılıfı  boyunca  orbital  alandan  başlayıp  inrtrakanaliküler 
ve  prekiazmatik  segmentlerde  optik  siniri  çepeçevre  sarıp 
sıkıştıran kontrast tutan kitle lezyonu tespit edilmiş. Sonrasında 
operasyon  düşünülen  hasta  optik  sinir  intakt  olduğundan 
sadece  biyopsi  alınabilmiş  ve  patolojik  olarak  optik  sinir 
menengiomu  ile  uyumlu  gelmiş.  Hasta  cerrahi  açısından 
uygun  olmadığından  merkezimize  radyoterapi  için  refere 
edildi. Hastanın yapılan fizik muayenesinde sol gözde belirgin 
görme kaybı mevcuttu. Sol gözde direk ışık refleksi, sağ gözde 
indirek  ışık  refleksi  alınamadı.  Oftalmolog  tarafından  yapılan 
muayenede sol gözde görme el hareketleri düzeyinde ve optik 
atrofi mevcuttu. Cerrahi prosedür için uygun olmayan hastaya 
CyberKnife  ile  fraksiyone  stereotaktik  radyoterapi  (FSRT) 
endikasyonu konularak simülasyon tomografisi ve füzyon için 
kullanılmak  üzere  beyin  MRG  çekildi.  Risk  altındaki  organlar 
(göz,  retina,  lens,  optik  sinir,  lakrimal  gland,  optik  kiazma, 
beyin  sapı)  ve  gros  tümör  volüm  konturlandı.  5-13  Mayıs 
2011 tarihleri arasında %88’ lik izodoz eğrisine 2500 cGy doz 
5  fraksiyonda  olmak  üzere  tedavi  uygulandı.  Akut  yan  etki 
görülmedi.
Sonuç: 
Hasta  3  ay  aralıklar  ile  2  kez  kontrol  muayenesi  için  geldi. 
Takip değerlendirmesi oftalmolojik muayene ve orbital MRG 
ile  yapıldı.  Hastanın  sol  gözde  ağrı  şikayeti  geçti.Görme  ise 
FSRT  öncesine  göre  iyileşti,  hasta  kaba  hareketleri  daha  iyi 
gördüğünü söylüyordu. Oftalmolojik muayene ile teyit edildi. 
Orbital MRG’ de tümör boyutunda farklılık yoktu, stabil olarak 
değerlendirildi.
Karar: 
Menengiomlar  yavaş  büyüyen  tümörler  olduğundan 
radyoterapiye  tümör  yanıtı  da  uzun  dönemde  ortaya  çıkar. 
Olgumuzda FSRT üzerinden henüz 6 ay geçmiş olup radyolojik 
olarak  stabil  tümör  yanıtına  rağmen  klinik  olarak  vizyonda 
iyileşme sağlandı. Optik sinir menengiomlarında CyberKnife ile 
FSRT umut vermektedir.
EP-47
NADİR BİR BİRLİKTELİK: AKUT TRANSVERS MİYELİT VE 
KANSER
GALİP BÜYÜKTURAN 
1
, BİROL YILDIZ 
1
, GÖKHAN 
ERDEM 
2
, NURİ KARADURMUŞ 
2
, SELMİN ATAERGİN 
2
, ŞÜKRÜ 
ÖZAYDIN 
2
, TAYFUN KAŞIKÇI 
3
, MUSTAFA ÖZTÜRK 
2
, TÜRKER 
ÇETİN 
4
, FİKRET ARPACI 
2
  
 

İÇ HASTALIKLARI BD, GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ, 
ETLİK, ANKARA 

TIBBİ ONKOLOJİ BD, GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ, ETLİK, 
ANKARA 

NÖROLOJİ BD, GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ, ETLİK, 
ANKARA 

HEMATOLOJİ BD, GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ, ETLİK, 
ANKARA
Amaç:
Akut transvers miyelit (ATM), hızla gelişen kas güçsüzlüğü, duyu 
kaybı  ve  sfinkter  kusuru  ile  karakterizedir.  Enfeksiyon,  aşılar, 
otoimmünite, paraneoplastik durumların seyrinde görülebilir. 
Olguların %15-30%’u idiopatiktir. Burada kliniğimizde son 15 yıl 
içerisinde kanser tedavisi gören iki ATM olgusunu sunduk.
Gereç ve Yöntem:
OLGU -1:
15 yıl önce, 53 yaşında erkek hastaya, IgG tipi Multipl Myelom 
tanısı konulan hastaya 4 kür VAD tedavisi verildi. Konsolidasyon 
tedavisi  olarak  yüksek  doz  kemoterapi  ve  OKİT  uygulandı. 
Nakilden bir yıl sonra hastada yavaş gelişen, alt ekstremitede 
motor  ve  duyu  kaybı,  idrar  yapamama,  gaita  inkontinansı 
başladı. Muayenede alt ekstremite 0/5 kas gücü, yüzeyel duyu 
kaybı vardı. Derin tendon refleksleri abolikti.  Beyin manyetik 
rezonans  görüntülemesi  (MRG)  normal  olarak  saptandı. 
Servikal ve torakal-lumber  MRG,  C2-T1, T5-6, T7-8 vertebra 
arasında servikal spinal kordda kalınlaşma ve diffüz sinyal artışı 
transvers miyelit ile uyumlu bulundu. Hastaya 5 gün boyunca 
1 gr/gün metilprednizolon tedavisi verildi. Yakınmaları belirgin 
gerileyen  hasta  6  yıllık  hastalıksız  takibinde,  ATM  tanısından 
6  yıl  sonra  hastalığının  seyri  sırasında  fırsatçı  enfeksiyon 
nedeniyle kaybedildi.  
OLGU-2:
1 yıl önce, 24 yaşında erkek hasta kronik öksürük şikayetiyle 
hastaneye müracaatinde akciğer grafisi ve toraks tomografisinde 
mediastinal  bölgede  kitle  saptandı.  Biyopside    ekstragonadal 
germ hücreli tümör tanısı konularak 4 kür BEP  kemoterapisi 
uygulandı. Kontrol PET’de tam  remisyon  saptandı ve takibe 
alındı. 3 ay sonra hasta her iki alt ekstremitede güçsüzlük, duyu 
kaybı, idrar yapamama yakınmaları ile başvurdu. Muayenesinde 
üst  ekstremiteler  normal,  alt  ekstremitelerde  1/5  kas  gücü 

TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
163
(solda  daha  belirgin),  T6  seviyesine  uzanan  duyu  kaybı 
mevcuttu. DTR alt akstremitelerde azalmış bulundu. Babinski 
refleksi bilateral pozitifti. Beyin MRG normal olarak saptandı. 
Servikal ve torakal  MRG’da  servikal bölgede spinal korda hafif 
ekspansiyon  oluşturan,  sinyal  değişiklikleri  izlendi  (Şekil  1-a, 
1-b).  ATM  tanısı  sonrası  hastaya  1  gr/gün  metilprednizolon 
tedavisi  7  gün  ve    5  seans  plazmaferez  uygulandı.  1  hafta 
sonrasında  hastanın  muayenesinde  alt  ekstremite  kas  gücü 
3/5  olarak  saptandı,  halen  rehabilitasyon  tedavisi  altında 
yakınmaları azalarak devam etmektedir.
Bulgular:
ATM’nin  prognozu  değişkendir  ve  ani  başlangıçlılarda  ve 
gençlerde seyir  daha kötüdür. Olgulardaki klinik düzelme en 
sık ilk 1 ay içindedir.
Sonuç:
ATM,  kanserli  olgularda  paraneoplastik  veya  idiopatik  olarak 
karşımıza  çıkabilmektedir  ve  tedavide  vakit  kaybetmeksizin 
pulse steroid ve plazmaferez tedavilerine başlanılmalıdır.
EP-48 
FOLİKÜLER LENFOMA VE NADİR BİR DURUM: KEMOTERAPİ 
VE RADYOTERAPİ KOMBİNASYONU İLE BAŞARIYLA TEDAVİ 
EDİLMİŞ SEREBELLAR METASTAZ
NURİ KARADURMUŞ 
1
, SELMİN ATAERGİN 
1
, GÖKHAN 
ERDEM 
1
, MUSTAFA ÇAKAR 
2
, ÖZDEŞ EMER 
3
, ŞÜKRÜ 
ÖZAYDIN 
1
, MUSTAFA ÖZTÜRK 
1
, MÜKERREM SAFALI 
4
, FİKRET 
ARPACI 
1
 
 

TIBBİ ONKOLOJİ BD, GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ, ETLİK, 
ANKARA 

İÇ HASTALIKLARI BD, GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ, 
ETLİK, ANKARA 

NÜKLEER TIP BD, GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ, ETLİK, 
ANKARA 

PATOLOJİ BD, GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ, ETLİK, 
ANKARA
Amaç:
Santral  sinir  sistemi  (SSS)  tutulumu  yüksek  gradlı  ve  agresif 
primer ve sekonder lenfomalar için önemli bir tutulum alanıdır. 
Foliküler lenfoma düşük gradlı bir lenfoma olmasına rağmen, 
nadir de olsa SSS tutulumu gösterebilir. Bu vakada serebellar 
tutulum yapan foliküler lenfomalı bir hastamızı sunduk.
Gereç ve Yöntem:
57 yaşında erkek hasta halsizlik, dispne ve günlük aktivitelerinde 
solunum  sıkıntısı  yakınmaları  ile  doktora  başvurdu.  Akciğer 
grafisinde bilateral, masif plevral efüzyon saptandı,  torasentez 
sonucunda  efüzyon  şilotoraks  ile  uyumlu  bulundu.  Toraks- 
abdomen BT’de ön ve arka servikal, supraklavikuler, mediastinel 
bölgelerde bilateral, büyük, konglomere lenf nodları saptandı 
ve  supraklavikuler  nodun  eksizyonel  biyopsisinde  Grade-2 
Foliküler Lenfoma tanısı konuldu (Şekil-1a,1b,1c).  Kemik iliği 
biyopsisinde  paratrabeküler  B  hücreli  lenfoma    infiltrasyonu 
saptandı  ve  vaka  Evre  IV-B  kabul  edildi.  Bu  nedenle  6  kür 
R-CHOP  kemoterapisi  verildi.  Bir  yıl  sonra  sol  servikal  ağrısız 
şişlik,  baş  dönmesi  ve  denge  kaybı  tarifleyen    hastanın 
PET/BT’de  sağ  serebellar  diffüz  ve  sol  supraklavikuler  lenf 
nodlarında artmış FDG tutulumu saptandı (SUV max sırasıyla 
11.3  ve  12.3).  Sol  supraklavikuler  lenf  nodundan  yapılan 
eksizyonel  biyopsi  sonucu  Grade-2  Foliküler  Lenfoma  ile 
uyumlu  geldi  (Şekil  2a,2b).  Beyin  MRG’de  sağ  serebellumun  
inferolateralini  tutan,  duramatere  uzanım  gösteren,  1.5  cm 
çapında homojen kontrastlanan bir lezyon saptandı (Şekil 2c). 
Lokalizasyonu  nedeni ile Nöroşirurjik  operasyon  için uygun 
görülmeyen  hastaya    ikinci  hat  kemoterapi  olarak  Rituximab 
375 mg/m
2
 1.gün, Fludarabin 20 mg/m
2
 ve Siklofosfamid 240 
mg/m
2
  1-3  gün  verildi,  tüm  kranyum    radyoterapi  30  cGy/
gün  10  gün  uygulandı.  Kemo-radyoterapi  sonrası  takip  eden 
süreçte hastanın semptom ve bulguları geriledi.
Yüklə 6,44 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   73




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin