te geçer! Ona çoraplarını yere atmamasını, ev işlerine yardım
etmesini, mutfakta salatadan daha fazlasını yapmasını ve
özel günlerinde hediyeler almasını öğretecektir. Defalarca
uğraşır, karşısındaki 'taşfırm erkeği'nin direnişiyle sonuç ala
maz. Sonunda kadın kaderine küsüp onu 'olduğu gibi'
kabul
eder!
Bazen fazla kilolardan kurtulmuş halimizi hayal eder, sıkı bir
rejim kararı alırız. Çoğumuz kararı aldığıyla kalır, hiç başla
maz. Bazılarımız birkaç gün diyet yaparız. Sonuç alamayız.
Başka bir diyet deneriz. Yine sonuç alamayız. Sonunda
niyet-
sizliğimizi değil
diyetçileri suçlar, "İşe yaramıyorlar, para
tuzağı bunlar," deyip eski alışkanlıklarımıza aynen devam
ederiz.
İşsiz kalınca iş aramaya karar veririz. Yedinci görüşmeden
de istediğimiz sonuç çıkmayınca, hemen olayı
değiştirilmesi
kendi elimizde olmayan makro ekonomik nedenlere bağ
larız. "Ülkede % 13 işsizlik var! Ekonomi durgun," deriz.
Ülkede 2 milyon işsizin olduğu doğrudur ama o gün iki bin
kişinin yeni bir iş bulduğu da doğrudur!
Üniversite öğrencisi iken harçlığımızı çıkarmak için pazarla
macılık yaparız. Elimize bir ürün verirler, üçüncü, beşinci,
on yedinci, "Hayır, almıyorum!" cevabından sonra satıcılık
kariyerimiz biter. "Millet bu malı almıyor kardeşim!" Oysa
başka bir satıcı, aynı üründen aynı günde çok sayıda satış
yapmıştır. Biz yapamadıysak 'yapılamaz'dır, öyle kendi
eksiğimizi görebileceğimiz 'performans değerlendirme' gibi
ince hesaplara gelemeyiz!
Bazen kötü bir alışkanlığımızdan kurtulmak isteriz. Mesela
sigarayı bırakmaya karar veririz. Kararımıza uymak için, önce
azimle direniriz ama çoğumuz zamanla kendimize yenilir, başa
döneriz.
Üniversite öğrencisiyken sık sık 'memleketi kurtaracak' bir fikir
gelir aklımıza. İdealist bir tavırla fikrimizi yaymaya başlarız.
117.
kişinin de, "Boş
ver abi ya,
memleketi sen mi kurtara-
çaksın?" demesiyle,
başka bir fikir bulur, onu bırakırız! Oysa
Samsun'a çıktığında muhtemelen Mustafa Kemal'e de birile-
ri, "
Boş ver abi ya, kaç bin kişi denedi olmadı, bu memleketi sen mi
kurtaracaksın!" demişlerdi.
•
Bazen siyasi 'eylem yaparak 'tavır koymak', aktif bir yurttaş
olmak isteriz. Bir gösteriye katılırız, biraz ıslanır, cop yeriz,
ikinci, üçüncü gösteriden sonra hiçbir şeyi değiştiremediği
mizi görür, pasif hayatımıza geri döneriz. Birisi hakkımızı
yer, hakkımızı aramak için mahkemeye gideriz. Mahkeme
bir yıl sonrasına gün verir. Hoş geldin öğrenilmiş çaresizlik!
•
En büyük öğrenilmiş çaresizliğimiz kendi milletimizi 'düzelt
me' girişimlerinde defalarca başarısız olup, ''Biz adam olma
yız," diye havlu atmamızdır. Türk'ün Türk'ü modernleştirme
projesi en büyük öğrenilmiş çaresizlik örneklerimizdendir.
•
Çoğu kişinin kendi hayatını düzenleme çabası da öğrenilmiş
çaresizlikle biter. Her yılbaşında irade gücümüzü daha fazla
kullanmaya, hayatı planlı yaşamaya, önce düşünüp sonra
harekete geçmeye, öfkelendiğimizde tepki vermeden önce
içimizden on üçe kadar saymaya karar veririz. Yalan yok,
birkaç kez de aldığımız kararlara uyarız ama bir süre sonra
iç disiplinimiz çözülür, kararlarımız unutulur,
eski halimize
döneriz.
Yaşamak istediğimiz hayat bu değil.
Yaşamamız gereken hayat
da bu değil. Ama maalesef pek çoğumuzun
şu anda yaşadığı
hayat bu. Böyle yaşamak bizi ne hale getirdi?
Dostları ilə paylaş: