KÖ KLERİ VE G E L İŞ İM İ
“Fundamentalizm” kelimesi, Lâtince temel anlamına gelen
fundamentum kökünden türetilmiştir.
Bu kavram ilk olarak 20. Yüzyıl’ın başlarında Amerikan Protestanlığı tartışmalarında kullanılmış
tı. 1910 ve 1915 yılları arasında Evanjelik [İncil’i öğretmeye/yaymaya çalışan] Protestanlar,
The
Fundamentals
adlı kitapçık serisi yayınlamışlardı, burada Hıristiyanlığın “modern” yorumları ba
kımından Incil’in hatasız esası veya gerçek anlamı desteklenmiştir. Güncel kullanımında ise fun
damentalizm, (bkz. s. 287), dünyanın büyük dinleri -İslâmiyet, Yahudilik,
Hinduizm, Sihlik ve
Budizm - ile bağlantılıdır ve kutsal metinlerin kitabî anlamının açıklamasından çok dinî-kültürel
hareketin veya projenin bir türü olarak görülür (oysa bu belirli fundamentalizm şekillerinin bir
özelliği olarak kalır).
Fundamentalizm kavramı oldukça tartışmalıdır. Birçoğu için baskı ve hoşgörüsüzlük anlamı
taşıyan, fundamentalizm liberal değerler ve kişisel özgürlüğün düşmanı olarak görülür. Bu eğilim,
Komünizmin yıkılmasıyla
yoğunlaşan; gelişmiş Batı’daki birçok kişide dinî fundamentalizmin
özellikle de İslâmî fundamentalizmin dünya düzeninin öncelikli tehdidi olarak Marksizmin yerine
geçtiği inancını uyandırmıştır. Soğuk Savaş’ın sonu böylece küresel bir “medeniyetler çatışması’ nın
(Huntington, 1993) doğmasına neden olmuştur. Fundamentalizm sabitlik,
dogma ve otorite ile
ilişkilendirildiğinden fundamentalist olarak sınıflandırılanların çoğu bu kavramı, basitleştirici veya
küçük düşürücü buldukları için reddederler. Ancak “gelenekselcilik”, “muhafazakârlık”, “ortodoks-
luk” ve “uyanışçılık” gibi alternatif kavramların aksine fundamentalizm, siyasî olguyla ilgili ayırt
edici bir özellik taşıma avantajına sahiptir.
20. Yüzyıl’ın son on yıllarındaki dinî fundamentalizmdeki duygu patlaması, laikleştirme, se-
külerleşme tezinin savunucularını allak bullak etmiştir (modernleşme ve özellikle de sanayileşme
nin mantığın din üzerindeki zaferi ve mânevî değerlerin maddî değerlerin yerini alması ile birlikte
düşünülmesi söz konusudur). Dünyanın birçok kesiminde dinî hareketler yeniden bir güç kazan
mıştır. Dahası fundamentalist kisvesinde bu dinî yeniden canlanış açık siyasî bir şekil almıştır. Dinî
fundamentalizmin kendi doğruları içinde bir ideoloji olarak ele alınması gerektiği iddiası, dinin,
toplumu yeniden canlandırma ve kapsamlı biçimde yeniden inşa etme girişimlerinde kendini gös
teren hukuk ve siyasetten ayrılamayacağı varsayımına dayanır.
Geriye bakan vurgusuna ve modernizm karşıtlığına rağmen dinî fundamentalizm,
modern
dünyanın bir ürünüdür. Gerçekten de çoğu yorumcu bunu açık bir biçimde modern bir olgu ola-,
rak ele alır ve tarihî paralelleri olduğunu reddeder. Bunun muhtemel istisnaları köylü savaşını y ö
neten Alman vaiz ve Anabaptist Thomas Müntzer (1489-1525) ve de hemen hemen bütün kent
işlerini denetleme imkânını veren Cenevre’de teokrasiyi kurmuş olan Fransız Protestan reformcu
Jean Calvin’dir (1509-1564). Benzer biçimde Püritenler, 17. Yüzyıl İngiliz Devrimi’ni başlatmada
önemli bir rol oynamışlardır ve de “dünyevî” ilgilerini Yeni [bir] İngiltere kurmak için Kuzey A m e
rika’ya doğru giderek yeni bir siyasî ve sosyal sistem oluşturmakla ortaya koymuşlardır.
20. Yüzyıl’m sonlarından beri meydana gelen fundamentalist patlamaların kaynaklarını genel
leştirmek zordur, çünkü, fundamentalizm dünyanın farklı yerlerinde farklı doktrin şekilleri almışlar
ve zıt ideolojik özellikler göstermişlerdir. Yine de açık olan fundamentalizmin, derin sorunları olan
toplumlarda, özellikle de kimlik bunalımı yaşayan çatışmalı toplumlarda ortaya çıkmasıdır. Bu tür
krizlere katkısı olan faktörler arasında özellikle üçü, dinî fundamentalizm ile ilgilidir: Sekülarizm, sö
mürgecilik sonrası dönem ve küreselleşme. Sekülarizmin -dinî veya kutsal değer veya fikirlerin yeri
ni dünyevî veya akılcı değer ve fikirlerin alması- geleneksel dinin önemini yitirmesine
ve toplumun
“ahlâkî dokusu” olarak görülen şeylerin zayıflamasına katkısı olmuştur. Bu anlamda fundamentalizm,
yozlaşma ve ikiyüzlülüğe karşı ahlâkî bir tepkiyi temsil eder; “doğru” düzeni oluşturmayı ve beşerî
dünya ve İlâhî dünya arasındaki bağı yeniden oluşturmayı amaçlar. Bu tür ahlâkî muhafazakârlık,
1970’lerden beri yayılan ABD'deki sözde Yeni Hıristiyan Sağında açığa çıkmıştır ve İran, Mısır, Tür
kiye, Pakistan ve Afganistan gibi ülkelerde İslâmî fundamentalizmin önemli bir unsuru olmuştur.
Sömürgecilik sonrası dönemin etkisi fundamentalizm dünyanın her yerinde görülse de, fun
damentalizm, en güçlü ve etkili iddialarının neden gelişmekte olan dünyada görüldüğünü açıkla
maya yardımcı olur. Sömürge sonrası topluluklar, bir dizi ciddî problemlerle boğuşmuştur. Ö rne
ğin, sömürge kültürü, yerli kültürleri aşağılamış ve baskı altında tutmuştur; bunun sonucunda da
sömürge sonrası topluluklar, özellikle elit gruplar arasında Batılı değer ve kurumlara zayıflatıcı bir
bağlanmayı da içeren zayıflatılmış bir kimlik duygusu miras almışlardır. Dahası bağımsızlık elde
edildikten sonra genellikle biraz sosyalizm bağı da olan birleştirici sömürgecilik karşıtı mücadele
nin ardından millet oluşturma ve rejim sağlamlaştırma gibi daha karmaşık konular ortaya çıkmıştır.
Siyasî bağımsızlık özgürleşmeyi de beraberinde getirmedi; daha çok geleneksel emperyalizmin ye
rini, Batılı güç ve çıkarlara boyun eğmeye ve küresel eşitsizliğe neden olan yeni-sömürgecilik aldı.
Bu tür şartlar altında dinî fundamentalizm, hem Batılı olmayan hatta, Batı karşıtı olan siyasî bir
kimlik nümunesi sağladığı hem de 1970’lerden beri devrimci sosyalizmin inişe geçmesiyle kentsel
fakirlerin ve alt orta sınıfın umutlarını ifade ettiği için cezbedici gelmiştir.
Son olarak fundamentalizm, küreselleşmenin ilerlemesinden güç almıştır. Küreselleşme, gü
venli ve istikrarlı kimlikler oluşturmak için “medenî” milliyetçiliğin gücünü zayıflatmıştır. Bu yüz
den din, kolektif kimliğin temel kaynağı olarak milletin yerini almıştır; yani fundamentalizm etnik
milliyetçiliğin bir alt çeşidi biçiminde ortaya çıkmıştır. Bu, özellikle millî kimliğe meydan okunan
veya kimliği tehdit edilen bölgelerde önem kazanmıştır. Etnik seferberlik olarak fundamentalizm,
örneğin Sri Lanka’daki Seylanlı militan Budizminde, İsrail’deki
Yahudi yerleşimci hareketinde,
Hindistan’daki Hindu ve Sih aşırıcılığın ve de birleşik İrlanda’daki Ulster Protestanlarının direni
şinde görülebilir. Fundamentalizm için küreselleşmenin anlamı yine de karmaşıktır. Gittikçe kar
şılıklı bağımlılıkların arttığı bir dünyada toplumu belirli millî, dinî ve siyasî planlara göre yeniden
yapılandırma kapasitesi, sınırlıdır. 1989’da Ayetullah Humeyni’nin (bkz. s. 292) ölmesinden beri
“pragmatik fundamentalizm” adı verilen durumun ortaya çıkması, iktidardaki fundamentalistler
üzerindeki uygulamaya ilişkin kısıtlamaları vurgular. Pragmatizmin (bkz. s. 27) söz konusu re
jimdeki fundamentalist itikatları eleştirdiği nokta ise başka bir konudur.