*“ Liberal” terimi burada Avrupa’daki devletin
müdahalesinin asgariye indirilmesini içeren klasik anlamında
değil. Amerika Birleşik Devletlerindeki devletin gelirin
yeniden bölüşümü ve sosyal hizmetlerin sağlanması yoluyla
müdahaleci bir tutum benimsemesini savunan konum
anlamında kullanılmaktadır (ç.n.).
Rawls'un bu orijinal pozisyonunun avantajı yerel ve bireysel
önyargılardan kaçınma çabası içinde olmasıdır. Çünkü bir
tartışmacı temsilci olarak siz kim veya ne olduğunuzu
bilmiyorsunuz, dolayısıyla bir bakıma kendinizi farklı
düşünmeye zorlanıyorsunuz. Bunu eleştirenlerin işaret ettiği
ilk sorun burada yatar. Aynen toplumsal sözleşme teorisinin
birçoklarınca gerçekçi olmamakla eleştirildiği gibi
(anayasaların oluşumu esnasında hiçbir zaman gerçekten
demokratik organlar oluşmamıştı), Ravvls da içinde
bireyselliğin ve kültürün yok sayıldığı, ilginç ama hayal
ürünü olan bir senaryo oluşturmakla eleştirilmiştir.
İnsan, bedenlerinden ayrılmış birtakım benliklerin
tartışmasını hayal ediyor; bu senaryo Kartezyen düalizmi
çağrıştırıyor, ama muhalifleri için tam da bu nedenle gerçekçi
değil. Bu teoriye karşı çıkanlara göre, siyasi tartışma kendi
hayatlarını ve deneyimlerini, ayrıca kendi kültürel
beklentilerini masaya taşıyan insanlar arasında yapılır. Bunlar
tartışmaya kaçınılmaz biçimde etki yapar. Sadece bunların
görmezlikten gelinemeyeceği anlamında değil, aynı zamanda
yerel beklentiler ve normların, bir liberale çok ters gelse bile,
bir kenara atılamayacağı anlamında da. Rawls’un çözümünü,
kendisinin insanların teorik olarak üzerinde ortaklaşacağını
öngördüğü liberalizmden çok uzak olan halklara dayatmak da
çok kabul edilebilir görünmemektedir. Bazı bakımlardan, bu
eleştiri hattı ABD’nin ya da Batı’nın, demokrasinin önceliğini
ve parlamenter hükümet biçimini evrensel bir siyasi
tarz olarak dayatan siyasi müdahaleleri için de
kullanılabilir (Rawls'un teorisi bu tür müdahalelere cevaz
verir).
Muhafazakârlar hayal ürünü karakterlerin Platonik, uhrevi
dünyasından hareket etmek yerine, adalet ihtiyacının
evrilmesi ve tikel koşullara adapte olması gerekliliğini
vurgularlar. Bu tutum, görünürde bir göreciliğin gelişmesine
olanak tanıyor gibi görünse de (bir kültürde adil olan başka
ülkelerin kültüründe adil olmayabilir), aynı zamanda
birbiriyle ilgisiz birtakım kültürlerin altında ortak yapılar
yattığını ve tikel konulardaki farklılıkların yalnızca dünyanın
farklı yörelerinde giysi modasının farklı olması gibi
olduğunu, ama herkesin giysi giydiğini ileri sürebilir. Tamam,
herkesin doğum, cinsellik, aşk ve ölüme dair ritüelleri vardır.
Ama bunun adaletle ilişkisi nedir? Muhafazakâr, adaletin
insanlara kendi tikel kültürleri çerçevesinde sosyal
pozisyonlarının gerektirdiği kadarını yansıttığını ileri sürmek
zorundadır, hepsi bu. Uluslararası adalet fikirlerine en
iyisinden kinik ya da kuşkucu bir tavırla yaklaşılır.
Haklar teorisyenleri başka bir açıdan yola çıkarlar: Her
bireyin hakları olduğu, bu hakların ihlal edilemeyeceği
söylenir. Buna göre, adalet bu hakların korunmasıyla ilgilidir.
Herhangi bir insan bunları ihlal etmeye kalkışırsa, bu insanın
işlenmiş suça orantılı olarak cezalandırılması gerekir, çünkü
adalet durumun uygun biçimde telafisini gerektirir. Bu
hakların sınırlarını çizmek söz konusu olunca karşımıza
felsefi sıkıntılar çıkar: Ravvls’un modeli yaratıcı bir senaryo
çerçevesinde dikkatimizi bencil çıkarlarla ilgili olan “haklarca
(bunlara "ayrıcalıklar'' demek daha doğru olur) çeker. Robert
Nozick bunları sadece varsayar. Murray Rothbard türünden
doğal haklar teorisyenleri ise bunların insan doğasından
kaynaklandığına inanır. Rasyonalistler bunların kökeninin akıl
yürütme kapasitemize dayandığını söylerler vesaire.
Hakların kökenine ya da gerekçelendirilmesine ilişkin
argümanlar çok büyük farklılıklar gösterir. Peki, hakların
kendisinin ne olması gerektiği konusunda bir mutabakat var
mıdır?
Bu, hakkın nasıl tanımlandığına bakar. Eğer hak, başkalarının
her hangi bir davranışına karşı savunulması gereken bir şeyse
ve kullanılan dil katı bir biçimde dakik değilse, gerçekten de
bulanık bir kavram demektir. Ben "çekirdek haklar''
kavramını tercih ediyorum çünkü bu herkes için
genelleştirilebilir ve çelişik olmayan haklar anlamına gelir.
Örneğin başka bir insanın geliri, zamanı veya hayatı üzerinde
bir hak, hak olamaz, çünkü bu dolaysız biçimde bir çelişki
yaratır. Bunun anlamı, aynı zamanda bir hakkın eşit bir
biçimde herkese ait olması gerektiğidir. Bu tür haklar az
sayıda olabilir ve muazzam sorunlar taşıyabilir, ama berrak
bir kıyaslama, Rawls'unkinin liberaller için yaptığı gibi, çoğu
zaman insanın kendi haklar felsefesini geliştirmesi
kadar başkalarınınkini incelemesi açısından da son derecede
yararlıdır.
AKIL
Makul ol: sık sık duyduğumuz bir rica veya emir. Ne
düşündürüyor bu insana? Akla dayalı düşünmeyi mi öneriyor,
daha bükülebilir olmayı mı, yoksa insani kalıtımımızın
parçası olan akılcı hayatı yaşamamızı mı? Burada
temizlenmesi gereken epeyce şey var.
Aklı imanla karşılaştıralım: İman, çeşitli teorileri veya
öyküleri, delile yaslanma veya mantığa uygunluk olmaksızın
kabul etmemizi talep eder bizden. Örneğin, Noel Baba’nın
dünyanın dört bir köşesinde bacalardan evlere girişi gibi.
Buna karşılık akıl ne yapardı? Olguları kontrol eder,
kullanılan mantığı dikkatle izler, iddiayı deneyimle
ilişkilendirir, öteki doğrulanmış teoriler ışığında
değerlendirme yapardı. Duygularımızı kullanmamız söz
konusu olunca, durum daha az berraktır. Duygular, insanlar
veya durumlar hakkında hızlı analizler
gerçekleştirebilir. Bazen akılla birlikte çalışır duygular; belki
de akıl yürütmenin üzerinde yükselebileceği bir temel taşı
oluştururlar. Hume’un aklın tutkuların kölesi olduğu yollu
nüktesi de buradan kaynaklanır. Ama düalistler için akıl
duygulardan tamamen ayrılabilir, onlardan bağımsız olarak
çalışabilir olmalıdır.
Akıl yürütme, öncüllerden tümdengelim yoluyla argümanlar
türetme ve bunların geçerliliğini sağlamaya çalışma
anlamına gelebilir. Örneğin, şu iddiada bulunduğumu
düşünelim: “Eğer kar yağarsa, hava soğur. Kar yağıyor,
dolayısıyla hava soğuyacak.” Hayatında hiç kar, hatta soğuk
hava görmemiş biri bile bu argümanın mantığını kabul
edebilir. Argümanın hakikatle ilgisi olmayabilir, ama hiç
olmazsa geçerlidir. Akıl yürütme aynı zamanda tümevarımcı
da olabilir. Bu, bilimde hâkim yöntemdir. “Bu muz eğri;
ikinci muz da eğri, üçüncüsü de. Binlerce muzda aynı şey
görülüyor. Demek ki bütün muzlar eğridir.” Bir kez daha
düşünürsek, itiraz edebiliriz: Düz muz da yok mu? Ben
hayatımda hiç düz muz görmüş değilim. Ama biyolojik
çeşitlilik hakkında bildiklerimden çıkarıyorum ki, düz bir
muza rastlanması gayet mümkündür. Bu da bize tümevarımın
doğası konusunda biraz daha düşünme (akıl yürütme) fırsatı
veriyor. Tümdengelime dayalı geçerli bir argüman
oluşturabildiğim tarzda tümevarıma dayalı bir geçerli
argüman da oluşturabilir miyim? Tümevarıma dayalı bir
argüman, tanımlar temelinde çalışmanın ve zaten verilmiş
olan şeylerden hareketle sonuçlara ulaşmaya yönelmenin
ötesine geçtiğine göre, bu anlamda geçerli olamaz. Bunun
yerine bir ampirik hakikate işaret eder, bu da
beraberinde doğrulama, yanlışlama ve olasılıkla ilgili sorunlar
getirir. Büyük analitik filozofların birçoğu (Russell,
Wittgenstein vb.) bunların üzerinde çalışmıştır.
Öte yandan, akıl, üzerinde akılla düşünülmüş argümanlara
göre yaşamayı ima eder, yani rasyonel olmayı. Ama bu ne
demektir? Anne veya babanız sizden daha makul olmanızı
istediğinde, bu sizin onların çıkarlarına ve taleplerine boyun
eğmeniz gerektiği anlamına mı gelir, yoksa Kant’ın önerdiği
gibi sonuçta ilkeleri evrensel olarak bağlayıcı olan, akıl
yürütme yoluyla ulaşılan bir ahlaki programı benimsemeniz
anlamına mı? Eğer sizden makul olmanız isteniyorsa, örtülü
öncülleri açığa çıkarmanız ama aynı zamanda kişinin makul
olma kapasitesini göz önüne almanız gerekir. Bir bebeğe
makul olmasını söylemek makul olmayan bir taleptir. Peki,
neden makul değildir bu? Çünkü bebeklerin,
konuşamamalarından da anlaşıldığı gibi, akla
dayalı argümanlar geliştiremediklerini öğrenmişizdir. Ama bu
onların hiçbir şey anlayamadıkları, kendilerini
anlatamadıkları ve olayları ve sonuçlarını birbirine
bağlayamadıkları anlamına gelmez. Bebeğin davranışlarında
ilkel bir akıl yürütme biçimine mi tanık oluruz? Bebekleri
evrimde göreli olarak yüksek bir aşamada olan hayvanlarla
karşılaştırdığımızda, bu ikisinin akıl yürütme kapasiteleri
bakımından ortak yanları olduğunu söyleyebilir miyiz?
Burada karmaşık bir bataklık sezebiliriz. Ama batağın büyük
kısmı belirsiz biçimde ima edilmiş tanımlardan
kaynaklanır. Bunlar ise belirli felsefi (ya da siyasi)
programlara uyacak şekilde kalıba dökülebilir.
Akıl yürütme, bazı bakımlardan disiplinler arası bir faaliyeti
ima eder. Hem tümevarım, hem de tümdengelim
süreçlerine başvururken kestirimleri tahayyül edilmiş
senaryolarla test eder ve sonra bazen ortaya, dile
getirilebilecek ya da sadece aklımızda evirip
çevirebileceğimiz bir paket (bir argüman veya komut veya
arzu) çıkarır.
|