HAYVAN HAKLARI
İnsan düşüncesinin, bilimin, kültürün, müziğin ve sanatın en
erken dönemlerinden beri, hayvanlar, totem, sembol, geleceği
öngören, tanrıların cisimleşmiş hali olduğu kadar, yırtıcı
hayvan, haşarat ve aile olarak da önemli bir yer tutmuşlardır.
İşlevleri genellikle yerel olmuş, belirli hayvanlarla gelişmiş
ilişkileri yansıtmıştır. Hayvanlarla ilişki, özellikle de
edebiyatımızın hayal gücümüze yerleştirdiği hayvanlarla
ilişki, zaman zaman hayvanlar âlemi üzerine gelişen felsefi
söyleme hâkim olan bir kültürel güçtür. Bir bakıma, bu,
hayvanlar üzerine düşünüşümüzün Önceden oluşmuş
anlayışlarını çarpıtır. Dolayısıyla, düşüncelerimizi tikelden
(yumuşak tüylerden) soyuta çevirmemiz, yerel olarak
tanımlanmış duygularımızı öteki hayvanlan da göz önüne
alacak şekilde bir kenara bırakmamız yararlı olacaktır.
Genellikle türümüz ile hayvanlar âleminin geri kalanı
arasında bir çizgi çekilir. Kimileri için, akıl ilahi olanın bir
yansımasıdır, bu yüzden de insanlığı ontolojik (veya teolojik)
olarak öteki hayvanlardan ayrı bir yere yerleştirir. Bizim
aklımız vardır, onların yoktur. Rasyonalist eğilimde olanlar
açısından akıl yürütmenin o inanılmaz yükselişi, hiçbir
teolojik argümana gerek bırakmayan biçimde bizi ayırt etmek
için yeterlidir. Her iki kamp da, hayvanlar âleminin geri
kalanını, irrasyonelitesi dolayısıyla bizim ihtiyaçlarımıza ve
gücümüze tabi kabul eder, ama farklı vizyonlarla: ya
bütünüyle tabi ya kısmen. Ancak, rasyonalite öznenin
çıkarlarının sağlanması anlamında kullanılacak olursa,
o zaman bütün canlılar rasyonel olurlar. Dolayısıyla insan
merkezci rasyonalistler kavrama ilave bazı özellikler eklemek
zorunda kalırlar: örneğin özbilinç, geleceği hayal edebilme
veya dil gibi.
Sextus Empiricus akıl yürütme kapasitesine sahip bir köpeğin
avını izlemesi üzerinde durmuştur: Köpek mümkün olan üç
yoldan ikisini kokladıktan sonra bir şey bulamayınca
derhal üçüncü yola girmiştir. Felsefeciler köpeğin “Eğer A ya
da B değilse, o zaman C” türünden bir akıl mı yürüttüğünü,
yoksa yalnızca koku mu almış olduğunu tartışmışlardır. Bu
ampirik bir meseledir, ama çözmesi kolay değildir, çünkü
köpeklerin koku alma duyusu bizimkine göre o kadar daha
keskindir ki - acaba köpek üçüncü denemede basbayağı
kokuyu aldı mı? Yine de avcıların kurnaz köpekler (ve kurnaz
tilkiler) üzerine anlattıkları bazı öyküler insana bunların
önceden bekleme yeteneği olduklarını düşündürüyor. Ama
Descartes bütün hayvanları birer makine olarak betimlemekle,
hiçbir şey düşünmediklerini ve hissetmediklerini söylemekle
(bu görüş canlı hayvanlar üzerinde yapılan testlere gerekçe
olmuştur), köpeğin rasyonalitesini reddetmiş olur. O bu
olağanüstü teoriyi, yalnızca insanların bir ruha (uh-revi bir
rasyonel melekeye) sahip olduğu türünden bir gerekçeyle
savunmuştur. Bu anlayış birçok önemli din tarafından
paylaşılır.
Kimi (kültürel ve felsefi) gelenekler ise insanlığa en
fazlasından primus inter pares (eşitler arası birinci) ya da
eşitler arası bir eşit gibi bakmayı tercih eder; kimileri ise
insanları hayvanlar âleminin geri kalanından daha kötü görür.
Bu son teori çerçevesinde, insanların özellikleriyle
karşılaştırıldığında başka hayvanlar daha iyi durumda görülür:
Bazı hayvanlar hızlı koşar; bazıları uçar; bazıları daha
güçlüdür; bazıları daha derin sularda yüzer vb. Ne var ki, bu
popüler mantık pek de doğru değildir: Farklı türlerin
yeteneklerini aynı zemin üzerinde karşılaştırmak bir mantık
hatasıdır. Bunun bir sonucu da, başka hayvanları
konuşamıyorlar ya da akıl yürütemiyorlar diye küçümsemenin
de bir mantık hatası olduğudur.
Bentham bu mantıktan yararlanarak hayvanlar âlemiyle yeni
bir ilişki önermek için daha derinlere giden bir ortak zemin
aramıştır: acı çekmenin ortaklığı. Ne var ki, gereksiz acıya
ve amaçsız şiddete karşı belki de insana özgü olan bir
duygusal tepkiden hareket eden bu adım da, varsayılan
ortaklık gerçekten insana özgü ise sorunlarla karşılaşır: Yırtıcı
hayvanlar (görünüşe göre) kurbanlarının acı çekmesine
aldırmazlar; ne de başkalarının yaralanması veya ölmesi
karşısında matem tutarlar, bunlar kendi türlerinden olsa bile
(belki filler bir istisnadır).
Hayvan hakları teorisyenleri hakların insanlık âleminin
ötesine doğru genişletilmesi gereğini gerekçelendirmek için
bir dizi argüman geliştirmiştir. Kimileri insanın insana
(bazen) gösterdiği saygıyı bütün canlıların hak ettiğini ileri
sürer. Buradan hareketle hayvanların avlanmaması,
vurulmaması, kontrol altına alınmaması, yönetil memesi ya
da ister zevk ister yemek amacıyla evcilleştirilmemesi
gerektiğine ilişkin gerekçeler sunarlar. Peter Singer gibi az
sayıda insan Budizm veya Caynizm doğrultusunda manevi
kişilik kavramının kapsamının, mikroskobik âlemi ya da insan
hayatına yakm ve açık tehlike oluşturduğu düşünülen
hayvanları da kapsayacak biçimde genişletilmesinden
yanadır; belki insanların, insan saldırganlara olduğu gibi
hayvan saldırganlara karşı da kendilerini savunma hakkını
tanıyarak.
Bazı türlere yönelik tarafgirlik yine de kabul edilebilir bir
şeydir: Hayatta kime âşık olacağımızı gayet tarafgir biçimde
seçiyoruz. Birinin çıkıp herkese eşit derecede âşık olmamız
gerektiğini ileri sürmesi doğrusu birçok nedenle çok zayıf bir
argüman olurdu. Bazı hayvanların ötekilere göre daha yüksek
bir statüde görülmesi, ötekilerden daha eşit olması anlamlı bir
adımdır. Buradaki felsefi problem, ne tür bir statünün
tanınıyor olduğudur.
Genellikle bu ilke ahlaki bir ilkedir. Kişilere zarar vermek
ahlak dışı ya da kötü olarak görülür. “Kişi”, manevi bir
statüsü olan birini betimlemek için kullanılan bir terimdir.
Bunun anlamı, söz konusu felsefenin tercih ettiği dile bağlı
olarak, kişinin saygı, hak veya onur sahibi olmaya layık
olmasıdır. Ne var ki, manevi kişiliği tanımlamak zorlu bir
süreçtir: Kişilik, kendi türümüzün özellikleri dışında hangi
zeminde ele alınabilir ki? İnsan dili ve kavramları dışında bir
şey konuşmak güç bir şeydir. Bunu da öteki hayvanlar
yapamaz.
Kant, popüler bir argüman temelinde hayvanlara karşı
gaddarca davranmaya karşı çıkıyordu. Gerekçesi de bu tür
davranışların bunu yapanlarda gaddarca eğilimler
doğuracağıydı. Kant için ironik bir şey ama bu sonuççu bir
argümandır, yani eylemin sonuçlarına bakan bir yaklaşım.
Kant deontolojist olarak ün kazanmıştır, yani sonuçları
düşünmek yerine doğru davranışı benimsemeyi savunan
biridir. Bu noktayı ele alan Nozick, ras-
yönel seçim yaparken inek türü hayvanların faydacı
düşünceyi deontolojik düşünceye tercih edeceğini, çünkü
ilkinde daha çok sayıda hayvanın daha az sayı için
yaşayacağını, İkincisinde ise daha az sayıda hayvanın daha
uzun yaşayacağını belirtir.
Hayvan hakları teorileri, insan haklarını reddedenler için ek
sorunlar yaratır. Ama bu tür hakları destekleyenler için de
reddedenler için de, hatta evcilleştirmeyi, avlanmayı hayvan
çiftlikleri kurmayı, balık avlamayı ve haşeratla mücadeleyi
savunanlar için bile, hayvanların manevi anlamı görmezlikten
gelinemez. Bazı hayvanlar için (bu arada kendi türümüz için)
haklar savunurken veya hukuki koruma talep ederken başka
hayvanları görmezlikten gelmek şeytanın bile çözemeyeceği
güçlükler yaratır. Burada tipik örnek memelileri korumak ama
böcekleri görmezlikten gelmektir ya da büyük ve kürklü
hayvanları küçük ve dikenli hayvanlara tercih etmektir. Belki
bir gün Disney, virüslerin umutları ve aşkları konusunda bir
çizgi film yaparsa...
Dostları ilə paylaş: |