campagne’ın bir-iki bölümünü yayınlamayı düşünüyorum, ne dersiniz?
Bana harika bir ikir gibi görünüyor, diye yanıtladı Peder Antonio, ama
metni yayınlamana izin verirler mi bilmiyorum. Bernanos bu ülkede
pek sevilmez, Viriato Taburu, yani Franco sa larında çarpışmak için
Ispanya’ya giden Portekizli askeri birlik hakkında yumuşak şeyler
yazmadı, kusura bakma Pereira, ama şimdi hastaneye gitmem
gerekiyor, hastalarım bekliyor.
Pereira kalkıp vedalaştı. Görüşmek üzere Peder Antonio, bu
kadar zamanınızı aldığım için özür dilerim, gelecek sefer günah
çıkarmaya geleceğim. Gerek yok senin için, diye karşılık verdi Peder
Antonio, hele bir günah işlemeyi düşün önce de öyle gel, boş yere
harcama zamanımı.
Pereira dışarı çıkıp binbir güçlükle Rua da Imprensa Nacional’i
tırmandı. San Mamede Kilisesi’nin önüne gelince, küçük meydandaki
sıralardan birine oturdu. Kilisenin önünde istavroz çıkardı, sonra
bacaklarını uzattı ve biraz serinliğin tadını çıkardı. Canı bir limonata
çekti, hemen yanda da bir kahve vardı. Ama tuttu kendini. Gölgede
dinlenmekle yetindi, ayakkabılarını çıkarıp ayaklarını biraz
havalandırdı. Sonra da ağır adımlarla yazı işlerinin yolunu tuttu, kafası
anılarla doluydu. Pereira çocukluğunu, Provoa do Varzim’de dede ve
ninesiyle geçirdiği mutlu çocukluğunu düşündüğünü iddia ediyor,
çocukluğunu mutlu olarak kabul ediyor, ama çocukluğundan söz etmek
istemiyor, çünkü bunun ne anlattığı öyküyle ne de yazın yavaş yavaş
uzaklaştığı ve kafasını karmakarışık hissettiği bu ağustos sonu günüyle
ilgisi olduğunu iddia ediyor.
Merdivenlerde, kapıcı kadınla karşılaştı, kadın onu saygıyla
selamlayıp günaydın Doktor Pereira, dedi. Bu sabah size mektup yok,
telefon da çalmadı. Telefon çalmadı mı, nasıl yani, diye sordu Pereira
hayretler içinde, yazı işlerine mi girdiniz? Hayır, dedi Celeste utku dolu
bir tavırla, ama bu sabah telefon dairesinden memurlar, bir komiserle
birlikte geldiler, telefonunuzu kapıcı odasına bağladılar, yazı işlerinde
kimse yoksa, telefonlara birinin cevap vermesi iyi olur, dediler, benim
güvenilir biri olduğumu söylediler. Bu insanlar için siz son derece
güvenilir birisiniz, diye yanıtlamak isterdi Pereira, ama bir şey
söylemedi. Sadece sormakla yetindi: Ya telefon etmek istersem?
Santraldan geçmek zorundasınız, bundan böyle santralınız benim,
numaraları bana söylemek zorundasınız, bana sorsalar istemezdim
Doktor Pereira, bütün sabah çalışıyorum ve dört kişiye yemek
hazırlamam gerekiyor, çünkü doyuracak dört boğaz var, ben ve azla
yetinen çocukların dışında, çok mızmız bir de kocam var, saat ikide
karakoldan gelince, kurtlar gibi aç oluyor ve çok titiz davranıyor.
Merdivenlerde dalgalanan kızartma kokusundan belli oluyor, diye
yanıtladı Pereira, başka da bir şey söylemedi. Yazı işlerine girdi,
telefonu işten çekti ve önceki akşam Marta’nın verdiği kâğıdı cebinden
çıkardı. Mavi mürekkeple elle yazılmış bir yazıydı, başına ‘Anımsamalar’
diye not konmuştu. Metinde şöyle deniyordu: ‘Sekiz yıl önce, 1930’da,
büyük şair Vladimir Mayakovski, Moskova’da aramızdan ayrıldı. Mutsuz
bir aşk sonucunda, bir tabanca kurşunuyla kendini öldürdü. Bir orman
koruyucusunun oğluydu. Çok genç yaşta Bolşevik Partisi’ne yazıldıktan
sonra üç kere tutuklandı ve Çar polisi tarafından işkence edildi.
Devrimci Rusya’nın büyük propagandacısıydı, politik açıdan Italyan
fütüristlerinden ayrılan
Rus fütüristleri arasında yer aldı ve bir
lokomotife binerek ülkeyi boydan boya dolaştı, devrimci koşuklarını
köylülere okudu. Halk, onu coşkuyla karşıladı. Sanatçı, çizimci, şair ve
tiyatro adamı oldu. Eserleri Portekizce’ye çevrilmedi, ama Fransızcası
Lizbon’da Rua do Ouro’daki kitapçıda bulunabilir. Büyük sinema ustası
Ayzenştayn’ın dostuydu, birçok ilmde birlikte çalıştılar. Düzyazı, şiir ve
tiyatrodan oluşan dev bir eser bırakıyor ardında. Büyük demokrat ve
ateşli Çar muhali ini burada selamlıyoruz.’
Hava çok sıcak olmamasına karşın, Pereira bir ter
örtüsünün
boynuna yayıldığını duyumsadı. Makaleyi çöpe atmak geçti içinden,
çünkü son derece budalaca bir yazıydı. Atmak yerine, ‘Ölüm Yazıları’
dosyasını açıp kâğıdı içine koydu. Sonra ceketini giydi ve eve dönme
saatinin geldiğini düşündü, diye iddia ediyor Pereira.
20
O cumartesi, Alphonse Daudet’nin Son Ders çevirisi Lisboa’da
yayınlandı. Yazı, sansürden rahatça geçti ve Pereira temelde ‘Yaşasın
Fransa’ yazılabileceğini, Doktor Cardoso’nun haksız olduğunu
düşündüğünü iddia ediyor. Bu sefer de Pereira çeviriye imza atmadı.
Imzalamaktan kaçındı, çünkü bir gazetenin kültür sayfası
sorumlusunun, bir öykü çevirisine imza atması hoş kaçmazdı, diye
iddia ediyor, yoksa kültür sayfasını tek başına hazırladığını üstü kapalı
da olsa okurlara belli ederdi, bu da canını sıkardı. Bunun gurur meselesi
olduğunu iddia ediyor.
Pereira, büyük bir zevkle öyküyü okudu, saat sabahın onuydu,
Pazar günüydü, yazı işlerindeydi, çünkü erken kalkmış, Journal d’un curé
Dostları ilə paylaş: |