Pereira İddia Ediyor



Yüklə 0,79 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə20/20
tarix28.11.2023
ölçüsü0,79 Mb.
#166952
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   20
Pereira İddia Ediyor - Antonio Tabucchi

Lisboa’yı alırsanız öğrenebilirsiniz, her şeyi apaçık bir şekilde yazıyor
olacak, ama bana büyük bir iyilikte bulunmanız gerekiyor, makalemin
sizin onayınızı aldığını iddia etmelisiniz, anladınız mı? Portekiz
polisinin temiz bir polis olduğunu ve skandallardan yılmadığını
söylemelisiniz. Anladım, dedi Doktor Cardoso, yarın öğlen telefonunuzu
bekliyorum.
Pereira eve döndü. Yatak odasına gidip havluyu Monteiro
Rossi’nin yüzünden çekti. Ustüne bir çarşaf örttü. Sonra çalışma
odasında yazı makinesinin başına geçti. Başlık attı: Bir Gazeteci
Öldürüldü. Sonra satır başına geçip yazmaya başladı: ‘Adı Francesco


Monteiro Rossi idi ve Italyan asıllıydı. Gazetemize makaleleri ve ölüm
yazılarıyla katkıda bulunuyordu. Mayakovski, Marinetti, D’Annunzio,
Garcia Lorca gibi çağımızın büyük yazarları hakkında metinler kaleme
aldı. Makaleleri henüz yayınlanmadı, ama günün birinde
yayınlanacakları muhakkak. Neşeli, yaşamı seven bir delikanlıydı, oysa
ölüm üzerine yazması için işe alınmıştı, ama kendini bu görevde harap
etmedi. Ve bu gece, ölüm onu almaya geldi. Dün akşam: Lisboa’nın
kültür sayfası sorumlusu ve bu makalenin yazarı Doktor Pereira’nın
evinde akşam yemeği yerken, silahlı üç adam daireye baskın yaptı.
Kendilerini siyasi polis diye tanıttılar, ama sözlerini doğrulayan hiçbir
belge göstermediler. Sivil giyimli oldukları için gerçek polis mensupları
olmadığı düşüncesini benimsemekten yanayız, ayrıca ülkemiz polisinin
böylesi yöntemlere başvurmadığını umuyoruz. Kimin desteğini
aldıkları bilinmeyen yaygaracı üç kişiydiler, yetkililerin bu iğrenç olay
üzerine soruşturma açmaları iyi olur. Başlarındaki kısa boylu, sıska bir
adamdı, ince bıyıklı ve top sakallıydı, ötekiler ona komutanım
diyorlardı. Komutan, birkaç kez diğerlerine adlarıyla seslendi. Verilen
adlar sahte değilse diğer ikisinin adları ibnseca ve Lima’dır. Uzun boylu
ve sağlam yapılı, esmer tenli ve pek zeki görünmeyen iki adam. Kısa
boylu sıska olanı, bu makalenin yazarına tabancasını doğrultmuşken,
Ebnseca ve Lima kendi açıklamalarına göre sorgulamak amacıyla
Monteiro Rossi’yi yatak odasına sürüklediler. Bu satırların yazarının
kulağına darbe ve boğuk çığlık sesleri geldi. Ardından iki adam işin
tamamlandığını bildirdi. Uçü birden, bu makalenin yazarını olayı açığa
vurması halinde ölümle tehdit ettikten sonra, aceleyle daireyi terketti.
Bu satırların yazarı yatak odasına gitti ve tek yapabildiği genç Monteiro
Rossi’nin ölümünü tespit etmek oldu. Kan gelinceye kadar dövülmüş,
cop ve tabanca kabzası darbeleriyle kafatası parçalanmıştı. Cesedi
halen bu makale yazarının dairesinde, Rua da Saudade, 22 numaranın
ikinci katında bulunmaktadır. Monteiro Rossi öksüzdü, ayrıca akrabası
da yoktu. Adını bilmediğimiz güzel ve tatlı bir kıza âşıktı. Bu genç kadın
hakkında tek bildiğimiz, bakır renkte saçlara sahip olduğu ve kültürden
hoşlandığıdır. Şu anda bizi okuyorsa, kendisine en içten başsağlığı
dileklerimizi ve en derin sevgilerimizi sunuyoruz. Yetkilileri, onların
adını kullanarak, belki de aralarından birkaçının suç ortaklığıyla, bugün
Portekiz’de işlenen bu tür şiddet suçlarının üzerine dikkatle eğilmeye
davet ediyoruz.’


Pereira satır başına geçti ve sağ köşeye adını koydu: Pereira
Sadece Pereira diye imzaladı, uzun yıllar boyunca yerel haberlerle ilgili
makalelerini hep bu adla imzaladığından herkes onu yalnızca soyadıyla
tanırdı.
Pereira, gözlerini pencereye çevirip karşıki kışlanın
palmiyelerinin üzerinden tansökümünü izledi. Bir borazan sesi işitti.
Koltuğa uzanıp uyudu sonra. Uyandığında gün ilerlemişti ve Pereira
telaş içinde duvar saatine baktı. Acele etmesi gerektiğini düşündü, diye
iddia ediyor Pereira. Tıraş oldu, soğuk suyla yüzünü yıkadı ve evden
çıktı. Katedral’in önünde bulduğu bir taksiyle yazı işlerine gitti. Celeste
kapıcı dairesindey-di ve onu saygılı bir biçimde selamladı. Bana bir şey
yok mu, diye sordu Pereira. Yeni bir şey yok Doktor Pereira, diye
yanıtladı Celeste, sadece bana bir hafta tatil verdiler. Takvimi
göstererek lafını sürdürdü: Gelecek cumartesi döneceğim, bir hafta
boyunca bensiz idare etmeniz gerekecek, bugün devlet en zayı ları, yani
benim gibileri koruyor, birlik içinde olmamız boşuna değil.
Yokluğunuzu fazla hissetmemeye çakşırız, diye mırıldanan Pereira
merdivenleri tırmandı. Yazı işlerine girdi ve üzerinde ‘Ölüm Yazıları’
yazan dosyayı çıkardı, deriden bir çantanın içine koyup dışarı çıktı. Café
Orquidéa’ya uğradı ve beş dakika oturup bir şey içebilecek zamanı
olduğunu düşündü. Masaya yerleşirken Manuel, limonata mı Doktor
Pereira, diye sordu. Hayır, diye yanıtladı Pereira, sek bir porto içeceğim,
canım sek porto istedi. Yeni bu Doktor Pereira, dedi Manuel, hele bu
saatte, neyse, sevindim buna, kendinizi daha iyi hissettiğinizi gösterir.
Manuel ona bir kadeh getirdi, şişeyi de masada bıraktı. Bakın Doktor
Pereira, dedi Manuel, şişeyi bırakıyorum, isterseniz bir kadeh daha
doldurabilirsiniz, ayrıca bir puro da arzu ederseniz hemen getireyim.
Bana ha if bir puro getir, dedi Pereira, sırası gelmişken, Manuel, Londra
radyosunu alan dostundan bahsetmiştin, neymiş haberler?
Cumhuriyetçiler yenilgiye uğruyorlarmış anlaşılan, dedi Manuel sesini
alçaltarak, ama
Doktor Pereira, Portekiz’den de söz ettiler. Oyle mi, dedi
Pereira, bizim hakkımızda ne diyorlar? Başımızda bir diktatörlük
olduğunu söylüyorlar, diye yanıtladı garson, polis de insanlara işkence
ediyormuş. Ya sen ne diyorsun bu konuda Manuel, diye sordu Pereira.
Manuel başını kaşıdı. Ya siz, siz ne diyorsunuz Doktor Pereira, diye
karşılık verdi, gazeteci olan sizsiniz, bu konular hakkında sizin bilginiz
var. Ben Ingilizlerin haklı olduklarını söylüyorum, dedi Pereira.


Purosunu yakıp hesabı ödedi, sonra da çıkıp matbaaya gitmek üzere bir
taksiye bindi. Vardığında, dizgiciyi harıl harıl çalışır buldu. Gazete bir
saat içinde baskıya giriyor, dedi dizgici, Camilo Castelo Branco’nun
öyküsünü koymakla iyi ettiniz, Doktor Pereira çok güzel bir öykü,
çocukken okulda okumuştum, ama güzelliğinden hâlâ bir şey
yitirmemiş. Bir sütunu kısaltmak gerekiyor, dedi Pereira, kültür
sayfasının sonuna gelecek bir makalem var, bir ölüm yazısı. Pereira
kâğıdı uzattı, dizgici okuyup başını kaşıdı. Doktor Pereira, dedi, hassas
bir konu bu, son dakikada getiriyorsunuz ve sansür kurulunun vizesi
yok, sözü edilenler son derece ciddi şeylere benziyor. Bakın Bay Pedro,
dedi Pereira, otuz yıldır birbirimizi tanıyoruz, ta Lizbon’un en iyi
gazetesinde yerel haberlerle uğraştığım dönemden beri hiç başınıza
dert açtım mı? Asla dert açmadınız, diye yanıtladı dizgici, ama zaman
değişti, artık işler eskisi gibi değil, şimdi bütün bu bürokrasi var, ben de
uymak zorundayım Doktor Pereira. Bakın Bay Pedro, sansürden sözlü
izin aldım, yarım saat önce yazı işlerinden telefon ettim. Binbaşı
Lourenço ile konuştum, kendisi razı oldu. Müdüre telefon etmek
yerinde olur, diye karşı çıktı dizgici. Pereira derin derin iç çekip peki,
sorun yok, dedi, telefon edin Bay Pedro. Dizgici numarayı çevirirken
Pereira, yüreği ağzında bekledi. Dizgicinin Bayan Filipa ile konuştuğunu
anladı. Müdür yemeğe çıkmış, dedi Bay Pedro, sekreteriyle konuştum,
saat üçten önce dönmeyecekmiş. Saat üçte gazete çıkmış olacak, dedi
Pereira, saat üçe kadar bekleyemeyiz. Doğru, gerçekten bekleyemeyiz,
dedi dizgici. Ne yapacağımı bilemiyorum Doktor Pereira. Bakın, dedi
Pereira, yapılacak en iyi şey, doğrudan sansür kurulunu aramak, belki
Binbaşı Lourenço ile görüşebiliriz. Binbaşı Lourenço mu, diye haykırdı
dizgici bu isimden ürkmüş gibi, doğrudan onunla mı? Dostumdur, dedi
Pereira sahte bir patavatsızlıkla, makalemi bu sabah okudum kendisine,
kendisi onayını veriyor, her gün konuşuruz onunla Bay Pedro, işim
gereği. Pereira telefon alıp Parede Deniz Tedavi Merkezinin numarasını
çevirdi. Doktor Cardoso’nun sesi işitildi. Alo Binbaşı, dedi Pereira. Ben
Lisboa’dan Doktor Pereira, bu sabah size okuduğum makalenin
gazeteye yetişmesi için şu anda matbaadayım, sorumlu kişi kararsız,
çünkü sizin damganız eksik, telefonu ona veriyorum, belki siz razı
edersiniz. Telefonu dizgiciye uzatıp onun telefonda konuşmasını
dinledi. Bay Pedro başını sallıyordu. Elbette, Binbaşı, dedi, olur Binbaşı
anlaştık. Sonra telefonu kapatıp Pereira’ya baktı. Ee, diye sordu Pereira.


Binbaşı Portekiz polisinin böyle skandallardan korkmadığını söylüyor,
dedi dizgici, ortalıkta kol gezen bu adamların hemen yakalanmaları
gerekiyormuş ve sizin yazınız bugün yayınlanmalıymış, Doktor Pereira.
Binbaşı işte bunları söyledi. Ve ayrıca dedi ki: Doktor Pereira’ya
söyleyin, ruh üzerine bir makale yazsın, çünkü buna hepimizin ihtiyacı
var. Evet, işte Binbaşı böyle dedi Doktor Pereira. Herhalde şaka
yapmıştır, dedi Doktor Pereira. Neyse, yarın nasıl olsa onunla
görüşeceğim.
Pereira makaleyi Pedro’ya bırakıp oradan çıktı. Bitkindi,
ayrıca bağırsaklarında garip bir hareketlenme vardı. Köşedeki kahveye
gidip bir sandviç yemeye karar verdiyse de yalnızca limonata içmekle
yetindi. Sonra taksiye binip Katedral’e gitti. Evinden içeri dikkatle girdi,
birileri onu bekliyor olabilirdi. Ama hayır, evde kimseler yoktu, garip bir
sessizlik vardı, hepsi o kadar. Yatak odasına girip Monteiro Rossi’nin
cansız bedenini örten çarşafa bir göz atı. Sonra küçük bavuluna bir-iki
gerekli eşya, ayrıca dosyayı yerleştirdi. Sonra kütüphaneye gidip
Monteiro Rossi’nin getirdiği pasaportları elden geçirdi. Sonunda
kendisi için uygun düşen bir tane seçti. Güzel bir Fransız pasaportuydu,
çok temizdi, resimde gözlerinin altı torbalanmış çok şişman bir adam
vardı, yaş da tam Pereira’ya uygundu. Boudin’di adı, François Boudin.
Pereira ismi beğendi. Pasaportu bavula koyup karısının portresini
duvardan indirdi. Seni yanıma alacağım, dedi Pereira resme bakıp,
benimle gelmen senin için daha iyi olur. Resmi yüzü öne gelecek şekilde
bavula yerleştirdi, rahat nefes alabilsin diye. Sonra çevresine bir göz
attı Pereira, sonra saatine baktı.
Acele etse iyi olurdu, Lisboa neredeyse çıkmak üzereydi ve
kaybedecek zamanı yoktu, diye iddia ediyor Pereira.


NOT
Doktor Pereira ilk kez 1992 Eylülü’nde bir akşam ziyaretime
geldi. O dönemde adı Pereira değildi henüz, hatları daha
kesinleşmemişti, belirsiz, oynak ve buğulu bir şeydi, ama bir kitabın
başkahramanı olmayı arzu ettiği ortadaydı. Yalnızca bir yazarın
arayışında olan bir kahramandı. Anlatılmak için beni neden gelip
seçtiğini bilmiyorum. Olası varsayımlardan biri, önceki ay, Lizbon’da
kavurucu bir ağustos günü, benim de bir ziyarette bulunmuş olmamdır.
O günü çok açık bir şekilde anımsıyorum. Sabah, kentin günlük
gazetelerinden birini almış ve yaşlı bir gazetecinin Lizbon’un Santa
Maria Hastanesi’nde öldüğü ve naaşnın son bir saygı belirtisi olarak
aynı hastanenin küçük bir kilisesinde görülebileceği haberini
okumuştum. Nezaket gereği, bu kişinin adını açıklamak istemiyorum.
Bu kişiyle altmışlı yılların sonunda, Portekizli bir sürgün olarak
yaşadığı Paris’te, yerel bir gazetede yazdığı sırada kısa bir
tanışıklığımız olduğunu belirtmekle yetineceğim. Kırklı ve ellili yıllarda,
Salazar diktatörlüğü dönemi Portekiz’inde mesleğini icra etmiş bir
adamdı. Ve bir Portekiz gazetesinde rejim karşıtı acımasız bir makale
yayınlayarak Salazar yönetimine güzel bir
oyun
onamayı
başarmıştı.
Daha sonra, doğal olarak başı polisle ciddi derde girmiş, sürgün yolunu
seçmek zorunda kalmıştı. Yetmişdört olaylarından sonra, Portekiz
yeniden demokrasisine kavuşunca, ülkesine dönmüş olduğunu
biliyordum, ama bir daha hiç karşılaşmamıştık. Yazmayı bırakmış,
emekliye ayrılmıştı, nasıl yaşadığını bilmiyorum, ama ne yazık ki
unutulmuştu. O dönemde Portekiz, elli yıllık bir diktatörlükten sonra,
yeniden demokrasisine kavuşan bir ülkenin çırpıntılı ve kargaşalı
yaşamını sürüyordu. Genç insanların yönettiği genç bir ülkeydi. Kırklı
yılların sonunda, kararlılıkla Salazar diktatörlüğüne karşı çıkan yaşlı bir
gazeteciyi kimse anımsamıyordu.
Oğleden sonra ikide naaşı ziyaret edecektim. Hastanenin
küçük kilisesinde kimsecikler yoktu. Tabutun kapağı açıktı. Bu bey
Katolik’ti ve göğsüne tahtadan bir Isa heykelciği bırakılmıştı.
Başucunda on dakika kadar kaldım. Sağlam yapılı, hatta şişman bir
ihtiyardı. Paris’te tanıdığım zaman elli yaşlarında, zinde ve incecik bir
adamdı. Yaşlılık, belki de çetin bir yaşam onu yağlı ve pörsük bir
ihtiyara dönüştürmüştü. Tabutun ayakucunda, ufak bir düzlem
üzerinde, ziyaretçilerin imza attıkları bir defter duruyordu. Birkaç isim


yazılmıştı, ama aralarında benim tanıdığım kimse yoktu. Belki eski iş
arkadaşları, onun yanında aynı mücadeleleri vermiş emekli
gazetecilerdi.
Dediğim gibi, eylülde, Pereira da beni ziyaret etti. O anda ne
diyeceğimi bilemedim, buna karşın edebi bir kişi görünümü altında
ortaya çıkan bu belli belirsiz hayaletin bir simge, bir eğretileme
olduğunu bulanık bir şekilde kavradım. Bir anlamda, son bir saygı
duruşunda bulunduğum yaşlı gazetecinin doğaüstü bir yansımasıydı.
Biraz rahatsızlık duyduysam da yine de onu sevgiyle karşıladım. O eylül
akşamı, yolculuk etmekte olan bir ruhun kendini anlatmak, bir seçimi,
bir acıyı, bir yaşamı betimlemek için bana gereksinim duyduğunu
anladım belli belirsiz. Uyku öncesinin bu ayrıcalıklı alanında ve de
benim başkişilerimin ziyareti için en uygun zaman olduğuna inandığım
alanda, yeniden uğramasını, bana içini dökmesini, öyküsünü
anlatmasını söyledim kendisine. Yeniden geldi ve hemencecik adını
buluverdim: Pereira. Portekizce’de,
Pereira armut ağacı anlamına gelir
ve bütün meyve ağaçları gibi Musevi kökenli bir isimdir. Italya’da
Musevi kökenli isimlerin kent adları olması gibi. Bu yolla da Portekiz
medeniyetinde önemli izler bırakmış ve tarihin büyük haksızlıklarına
katlanmış bir ulusa saygılarımı sunmak istedim. Ama beni bu ada
doğru iten, bu kez, edebi bir neden daha vardı: iki arkadaşın, diyalogları
boyunca, hakkında asla bir şey öğrenemeyeceğimiz Pereira adındaki
gizemli bir Portekizliyi çağrıştırdıkları, Eliot’un ‘What about Pereira?’
başlıklı küçük ara oyunu. Buna karşın, ben kendi Pereira’ın hakkında
çok şey öğrenmeye başlamıştım. Gece ziyaretlerinde dul olduğunu, kalp
hastalığını ve mutsuzluğunu anlatıyordu. Fransız edebiyatını, Mauriac
ve Bernanos gibi iki savaş arası Katolik yazarları özellikle sevdiğini,
ölüm konusunda saplantılı olduğunu, en yakın gizdeşinin Peder Antönio
adında Fransisken mezhebinden bir rahip olduğunu, ona bedenin
yeniden dirilişine inanmama sapkınlığını çekine çekine itiraf ettiğini
öğrendim. Ardından, Pereira’nın itira ları, bu satırları yazanın
imgelemiyle birleşerek gerisini getirdi. Pereira’nın yaşamına çok
önemli bir ay buldum, kavurucu bir ay, Ağustos 1938. ikinci Dünya
Savaşı’nın felaketi eşiğindeki Avrupa’yı, Ispanyol Iç Savaşı’nı, yakın
geçmişimizin trajedilerini düşündüm. Ve doksanüç yazında, artık eski
bir dost olan Pereira, bana yaşamını anlattıktan sonra yazmaya
başlayabildim. Vecchiano’da, iki kavurucu ay boyunca, yoğun ve zorlu


bir çalışmayla yazdım. Mutlu bir rastlantı sonucu, son sayfayı 25
Ağustos 1993 günü bitirdim. Ve bu tarihi sayfaya kaydetmek istedim,
çünkü benim için önemli bir tarihti: kızımın yaş günü. Bu bana bir im,
iyi bir belirti gibi göründü. Çocuklarımdan birinin doğumuyla aynı
mutlu gün, yazının gücü sayesinde, bir adamın yaşamının öyküsü de
doğuyordu. Tanrıların bize hazırladığı olayların akıl ermez örgüsünde,
bütün bunların bir anlamı vardır belki.
Antonio Tabuechi

Document Outline

  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
  • 6
  • 7
  • 8
  • 9
  • 10
  • 11
  • 12
  • 13
  • 14
  • 15
  • 16
  • 17
  • 18
  • 19
  • 20
  • 21
  • 22
  • 23
  • 24
  • 25
  • NOT

Yüklə 0,79 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin