de campagne’ın ilk bölümünü çevrimeye başlamıştı ve düzenli bir
şekilde ilerliyordu. Tam o sırada, telefon çaldı. Genelde, Pereira telefonu
işten çekiyordu, çünkü hat kapıcıya bağlandığından beri telefonları
kadının bağlamasından nefret ediyordu, ama o sabah işi çekmeyi
unutmuştu. Alo, Doktor Pereira, dedi Celeste’in sesi, size bir telefon var,
Parede Deniz Mosun Merkezi’nden arıyorlar. Deniz Yosun Merkezi, diye
düzeltti Pereira. Evet, işte öyle bir şey, dedi Celeste’in sesi. Bağlamamı
ister misiniz, yoksa yerinizde olmadığınızı mı söyleyeyim? Bağlayın,
dedi Pereira. Komütatörün klik sesi geldi, sonra bir ses işitildi: Alo, ben
Doktor Cardoso, Doktor Pereira ile görüşmek istiyorum. Benim, diye
yanıtladı Pereira, günaydın Doktor Cardoso, sesinizi duyduğuma
sevindim. Asıl ben sevindim, dedi Doktor Cardoso, nasılsınız Doktor
Pereira, verdiğim rejimi uyguluyor musunuz? Elimden geleni
yapıyorum, diye karşılık verdi Pereira, elimden geleni yapıyorum, hiç de
kolay değil. Bakın, Doktor Pereira, Lizbon trenine binmek üzereyim, dün
Daudet’nin anlatısını okudum, gerçekten harika, sizinle söyleşmek
isterim, birlikte öğle yemeğine ne dersiniz? Café Orquidéa’yi biliyor
musunuz, diye sordu Pereira, Rua Alexandre Herculano’dadır, Yahudi
kasabın hemen yanında. Evet, biliyorum, dedi Doktor Cardoso, saat
kaçta buluşalım Doktor Pereira? Birde, dedi Pereira, sizin için uygunsa
tabii. Güzel, diye yanıtladı Doktor Cardoso, birde görüşmek üzere,
hoşçakahn. Pereira, Celeste’in konuşmayı dinlediğinden emindi, ama
bundan kaygı duymuyordu, çekineceği bir şey söylememişti. Pereira,
Bernanos’un romanının ilk bölümünü çevirmeyi sürdürdüğünü ve bu
kez telefonu işten çektiğini iddia ediyor. Saat bire çeyrek kalaya kadar
çalıştı, sonra ceketini giydi, boyunbağını cebine koyup dışarı çıktı.
Café Orquidéa’ya vardığında, Doktor Cardoso daha
gelmemişti. Pereira, vantilatörün yanındaki masayı hazırlattı ve oturdu.
Apéritif niyetine bir limonata söyledi, çok susamıştı, ama şeker
koydurmadı. Garson limonatayla geldiğinde, Pereira sordu: Haberler
nasıl Manuel? Çelişkili haberler var, diye yanıtladı garson, Ispanya’da bir
çeşit denge kurulmuş şimdilik, Milliyetçiler Kuzey’i ele geçirmişler, ama
Cumhuriyetçiler de merkezde zafer kazanmış, söylendiğine göre,
Onbeşinci Uluslararası Tugay Zaragosa’da yiğitçe davranmış, merkez
Cumhuriyetçiler’in elinde ve Franco’ya destek veren Italyanlar, iğrenç
bir şekilde hareket ediyorlarmış. Pereira gülümseyip sordu: Siz, siz
kimlerden yanasınız, Manuel? Kimi zaman binlerinden, kimi zaman
ötekilerden yanayım, diye yanıtladı Manuel, çünkü her iki taraf da çok
güçlü, ama Cumhuriyetçiler’e karşı savaşmak için giden bizim Viriato
Taburu’ndaki gençlerin durumu hiç hoşuma gitmiyor, temelde biz de
bir cumhuriyetiz, bindokuzyüzonda kralı alaşağı ettik, bu yüzden bir
cumhuriyete karşı çarpışmamızın nedenini anlamıyorum. Doğru, diye
onayladı Pereira.
Tam o sırada, içeri Doktor Cardoso girdi. Pereira, onu hep
beyaz önlüğüyle görmüştü ve böyle normal bir biçimde giyinmiş olarak
karşısına çıkınca, daha genç göründü gözüne. Doktor Cardoso, çizgili
gömlek ve açık renk ceket giymişti, biraz huzursuz bir hali vardı.
Gülümsedi, Pereira da karşılık verdi. El sıkıştılar ve Doktor Cardoso
sandalyelerden birine yerleşti. Harika, Doktor Pereira, dedi Doktor
Cardoso, harika, gerçekten çok güzel bir öykü, Daudet’nin bu kadar
güçlü olduğunu bilmiyordum, sizi kutlamaya geldim, ama çeviriye imza
atmamış olmanız yazık, anlatının sonunda parantez içinde adınızı
görmek isterdim. Pereira, sabırla imza atmama nedeninin
alçakgönüllülük, daha doğrusu gurur olduğunu açıkladı, çünkü
okurlarının sorumlusu olduğu sayfanın bütünüyle onun elinden
çıktığını anlamalarını arzu etmiyordu, başka çalışanları da olan, ciddi
bir gazete izlenimi vermek istiyordu, kısaca: Bunu Lisboa için yapmıştı.
iki
balık salatası ısmarladılar. Pereira, maydanozlu omleti
yeğlerdi, ama Doktor Cardoso’nun karşısında söylemeye cesaret
edemedi. Belki de yeni üstün ben’iniz birkaç puan kazanmıştır, diye
fısıldadı Doktor
Cardoso. Hangi anlamda, diye sordu Pereira. ‘Yaşasın
Fransa’ yazabilmeniz anlamında, dedi Doktor Cardoso, başka birinin
ağzından olsa da. Keyif aldım, diye kabullendi Pereira, sonra da bilgi
sahibi biri tavrı takınıp konuşmasını sürdürdü: Onbeşinci Uluslararası
Tugay’ın Ispanya’nın merkezinde galip geldiğini biliyor musunuz?
Söylendiğine göre, Zaragosa’da kahramanca çarpışmışlar. Görünüşe
aldanmayın Doktor Pereira, diye karşılık verdi Doktor Cardoso,
Mussolini, Franco’ya bir sürü denizaltı gönderdi, Almanlar da hava
kuvvetleriyle destek veriyorlar, Cumhuriyetçilerin kaçışı yok. Ama
Sovyetler onlarla beraber, diye karşı çıktı Pereira, uluslararası birlikler
de; onlara yardım elini uzatmak için Ispanya’ya üşüşen bütün halkları
bir düşünün. Ben fazla hayale kapılmazdım, diye tekrarladı Doktor
Cardoso, St. Malo’daki klinikle bir anlaşmaya vardığımı haber vermek
istiyordum size, on-beş gün sonra yola çıkıyorum. Beni terketmeyin
Doktor Cardoso, demek istedi Pereira, yalvarırım beni terk etmeyin.
Tersine, bizi terketmeyin Doktor Cardoso, dedi, buradaki insanları
terketmeyin, ülkemizin sizin gibi insanlara gereksinimi var. Işin aslına
bakarsanız, ne yazık ki gereksinim duymuyorlar, en azından ben bu
ülkeye gereksinim duymuyorum, yıkımdan önce Fransa’ya gitmem
daha iyi olacak. Yıkım mı, diye sordu Pereira, ne yıkımı? Bilmiyorum,
diye yanıtladı Doktor Cardoso, bir yıkım bekliyorum, genel bir yıkım,
ama sizi bunalıma sokmak istemem Doktor Pereira, belki yeni üstün
ben’inizi özümlemektesiniz ve sakin olmaya gereksiniminiz var, bana
gelince, ben gidiyorum, ama sormak istediğim, sizin gençlerin ne
âlemde olduğuydu, tanıştığınız ve gazeteniz için çalışan şu gençler ne
yapıyor? Sadece biri benim için çalışıyor, diye yanıtladı Pereira, ama
daha yayınlanabilir bir tek makale yazmadı, daha dün Mayakovski
üzerine bir yazı gönderdi, bir düşünün hele, yazı Mayakovski’nin
Bolşevik devrimciliğini ululuyor, asla yayınlanamayacak makaleler için
neden hâlâ para verdiğimi bilmiyorum, belki başı dertte olduğu için,
başının belâda olduğundan eminim, kız arkadaşı da sıkıntıda, onlara
yardım elini uzatabilecek bir ben varım. Onlara yardım ediyorsunuz,
dedi Doktor Cardoso, bunun farkındayım, ama gerçekten yardım etmek
istediğiniz kadar değil, ama eğer yeni üstün ben’iniz yüzeye çıkarsa
daha iyisini de yaparsınız Doktor Pereira, açık sözlülüğümün kusuruna
bakmayın. Dinleyin öyleyse Doktor Cardoso, bu delikanlıyı önceleri
ölüm yazıları ve anımsamalar hazırlaması için aldım işe, sadece delice
ve devrimci makaleler gönderdi şimdiye dek, sanki hangi ülkede
yaşadığımızı bilmezmiş gibi, gazeteye yük olmamak ve müdürü işe
karıştırmamak daha uygun düştüğü için durmadan kendi cebimden
para verdim ona, onu esirgedim, bana sorarsanız garibanın teki olan ve
Ispanya’daki Uluslararası Tugay’da çarpışan kuzenini sakladım, şimdi
de para göndermeye devam ediyorum, o da Alentejo’da sürtüp duruyor,
daha fazla ne yapabilirim? Delikanlının yanına gidebilirsiniz, diye
karşılık verdi Doktor Cardoso sade bir şekilde. Yanına gitmek mi, diye
haykırdı Pereira, Alentejo’ya peşinden gitmek ha, kaçak yolculuklarında
ardına takılmak, üstelik onu nerede bulabilirim? Oturduğu yeri
bilmiyorum. Kız arkadaşı biliyordur kuşkusuz, dedi Doktor Cardoso, kız
arkadaşının bildiğinden eminim ve size söylememesinin nedeni,
bütünüyle güven duymuyor olması, Doktor Pereira, ama belki de
güvenini kazanabilirsiniz, biraz daha az sakınımlı davranabilirsiniz, çok
güçlü bir üst ben’iniz var Doktor Pereira ve bu üst ben yeni üstün
ben’inize karşı savaşıyor, ruhunuzu sarsan bu çatışmada kendi
kendinizle çelişkidesiniz, üst ben’inizi başınızdan atmalısınız, onu bir
döküntü gibi kendi haline bırakmaksınız. O zaman benden geriye ne
kalırdı, diye sordu Pereira, anılarımla, geçmiş yaşamımla, Coimbra’nın
ve karımın anılarıyla, büyük bir gazetede yerel haberlerle uğraşmaya
adanmış bir yaşamla ben neysem oyum, benden geriye ne kalır? Yas
özümlemesi, dedi Doktor Cardoso, Freudcu bir deyimdir, kusura
bakmayın, ben bağdaştırmacıyım, oradan buradan bir şeyler ekleyip
karıştırdım biraz, ama yasınızı özümlemeniz gerekiyor, geçmiş
yaşamınıza veda etmeniz gerekiyor, şimdide yaşamanız gerekiyor, bir
insan sizin gibi yalnızca geçmişi düşünerek yaşayamaz Doktor Pereira.
Ya belleğim, diye sordu Pereira, ya yaşadıklarım? Sadece bir bellek
olsaydı, diye yanıtladı Doktor Cardoso, bugününüze böylesine zorbaca
bir biçimde el koymazdı. Kendinizi geçmişe yansıtarak yaşıyorsunuz,
hâlâ otuz yıl öncesinde Coimbra’daymışsımz, karınız da yanı
başınızdaymış gibi, böyle yapmayı sürdürürseniz, bir çeşit anı fetişisti
olursunuz, belki de karınızın resmiyle konuşmaya başlarsınız. Pereira
peçeteyle ağzını sildi, sesini alçaltarak lafa karıştı: Yapmaya başladım
bile Doktor Cardoso, Doktor Cardoso gülümsedi. Klinikteki odanızda
karınızın portresini gördüm, dedi ve düşündüm: Bu adam zihninde
karısının portresiyle konuşuyor, daha yas özümlemesini yapmamış, işte
aynen böyle düşündüm Doktor Pereira. Doğrusu, onunla zihnimde
konuşmuyorum, diye ekledi Pereira, yüksek sesle konuşuyorum,
yaşamımda olanların hepsini anlatıyorum, sanki portre beni
yanıtlıyormuş gibi. Bunlar üst ben’in zorla kabul ettirdiği düşlemler,
dedi Doktor Cardoso, bunları biriyle konuşmaksınız.
Ama konuşacak kimsem yok, diye itiraf etti Pereira, yalnızım, Coimbra
Universitesi’nde öğretim üyeliği yapan bir dostum var. Buçaco
kaplıcalarında onu görmeye gittim ve ertesi gün dönüp geri geldim,
çünkü adama katlanamadım, üniversite profesörlerinin hepsi bugünkü
politik ortamdan yanalar, o da istisna değil, ayrıca müdürüm var, ama o
da kolunu mızrak gibi ileriye uzatarak bütün resmi gösterilere katılıyor,
onunla konuştuğumu bir düşünün hele, sonra yazı işlerindeki kapıcı
kadın Celeste var, polisin muhbirlerinden biri kadın, üstelik
telefonculuğumu da yapmaya başladı artık, bir de Monteiro Rossi
olabilir, ama Monteiro Rossi, şu tanıştığımız delikanlı mı, diye sordu
Doktor Cardoso. Yanımdaki stajyer, diye yanıtladı Pereira,
yayınlayamadığım makaleleri yazan çocuk. Oyleyse onu arayın, diye
karşılık verdi Doktor Cardoso, daha önce de söylediğim gibi bulun onu
Doktor Pereira, genç o, geleceği temsil ediyor. Bir gençle görüşmeye
gereksinim duyuyorsunuz, gazetenizde yayınlanamayacak makaleler
yazsa bile, bırakın geçmişle uğraşmayı, gelecekle görüşün. Ne güzel bir
deyim, dedi Pereira, gelecekle görüşmek, ne güzel bir deyim, asla
aklıma gelmezdi. Pereira, şekersiz bir limonata söyledi ve devam etti:
Konuşmayı sevdiğim ve gelecekte de seve seve konuşacağım kişiler
arasında siz de varsınız Doktor Cardoso, ama siz bizi terkediyorsunuz,
beni terkediyorsunuz, beni bu yalnızlığa terkediyorsunuz, sizin de
anlayacağınız gibi karımın portresinden başka kimsem yok. Dokto
Cardoso, Manuel’in getirdiği kahvesini içti. Beni ziyarete gelirseniz, St.
Malo’da konuşabiliriz Doktor Pereira, dedi Doktor Cardoso, bu ülkenin
size uygun olduğu pek söylenemez, ayrıca fazlasıyla anı dolu, üst
ben’inizi lağım çukuruna atmaya çalışın, yeni üstün ben’inize yer açın,
belki de günün birinde farklı koşullarda bir araya gelebiliriz, siz de
başka bir insan olursunuz.
Doktor Cardoso yemeği ödeme konusunda üstelediğinde
hemen razı olduğunu iddia ediyor Pereira, çünkü önceki akşam
Marta’ya verdiği iki banknottan sonra cüzdanı boşalmış sayılırdı.
Doktor Cardoso ayağa kalkıp vedalaştı. Yakında görüşmek üzere Doktor
Pereira, dedi, sizi Fransa’da ya da engin dünyanın başka bir ülkesinde
göreceğimi umuyorum ve inanın bana, yeni üstün ben’inize yer açın,
var olmasına izin verin, doğmaya gereksiniyor, kendini göstermesi
gerekiyor.
Pereira ayağa kalkıp selâm verdi. Arkasından uzaklaşmasını
seyrederken, büyük bir özlem duydu, sanki bu vedanın çaresi yoktu.
Parede Deniz Tedavi Merke-zi’nde geçirdiği haftayı, Doktor Cardoso ile
söyleşilerini, yalnızlığını düşündü. Doktor Cardoso kapıdan çıkıp
sokakta gözden yittiğinde, kendini yalnız, gerçekten yapayalnız hissetti
ve insanın gerçekten yapayalnız kaldığında, birleşik ruhların başını
çekmek isteyen üstün ben’iyle boy ölçüşmesinin de zamanının geldiğini
düşündü. Ama bu düşünce bile içini rahatlatmadı, tersine büyük bir
özlem duydu, neye özlem duyduğunu bilemiyor, ama geçmiş bir yaşama
ve gelecek bir yaşama duyulan büyük bir özlem, diye iddia ediyor
Pereira.
21
Ertesi sabah telefon sesine uyandığını iddia ediyor Pereira.
Düş görmeyi sürdürüyordu, bu düş bütün gece sürmüş gibiydi, çok uzun
ve mutlu bir düştü, bu öyküyle uzaktan yakından bir ilgisi olmadığı için,
içeriğini açıklamanın uygun düşmeyeceğine inanıyor.
Pereira, müdürün sekreteri Bayan Filipa’nın sesini hemen
tanıdı. Günaydın Doktor Pereira, dedi Filipa tatlı dille, size müdür beyi
bağlıyorum. Pereira iyice uyandı ve doğrulup yatağın kenarına oturdu.
Günaydın Doktor Pereira, dedi müdür, müdürünüz konuşuyor. Günaydın
müdür bey, diye karşılık verdi Pereira, tatiliniz iyi geçti mi? Çok iyi, dedi
müdür, çok iyi. Buçaco kaplıcaları gerçekten ne is bir yer, ama bunu
daha önce de söylemiştim, yanılmıyorsam telefonda konuşmuştuk
bundan önce. Evet, elbette, dedi Pereira, Balzac’ın anlatısı
yayınlandığında konuşmuştuk, kusura bakmayın, ama daha yeni
uyanıyorum, aklım başımda değil. Benim de aklımın başımda olmadığı
zamanlar olur, dedi müdür biraz kabaca ve sanırım bu size de olabilir.
Gerçekten de öyle, diye yanıtladı Pereira, genellikle sabahları, çünkü
tansiyonum düşüyor. Biraz tuzla tansiyonunuzu kontrol altında
tutabilirsiniz, diye öğüt verdi müdür, dilinizin altına biraz tuz
koyarsınız. tansiyonunuz dengelenir, ama sizi arama nedenim bu değil,
yani tansiyonunuzdan söz etmek değil Doktor Pereira, nedeni sizi
merkezde hiç görmememiz, sorun burada. Rua Rodrigo da Fonseca’daki
küçücük odaya kapanıyorsunuz ve hiç gelip benimle konuşmuyorsunuz,
bana tasarılarınızı açmıyorsunuz, her şeyi kafanıza göre yapıyorsunuz.
Doğrusu müdür bey, dedi Pereira, kusura bakmayın ama bana tam yetki
verdiniz, kültür sayfasının benim sorumluluğumda olduğunu
söylediniz, kısaca, kafama göre yapmamı söylediniz. Kafanıza göre
tamam, diye sürdürdü müdür, ama arada bir de olsa benimle
görüşmeniz gerektiğini düşünmüyor musunuz? Bu, benim için de
yararlı olurdu, dedi Pereira, çünkü aslında çok yalnızım, kültür yapmak
için fazla yalnızım, siz de kültürle uğraşmak istemediğinizi
söylemiştiniz. Ya yanınızdaki stajyer, diye sordu müdür, işe bir stajyer
aldığınızı söylememiş miydiniz? Evet, diye yanıtladı Pereira, ama
şimdilik yazdığı makaleler biraz ham, ayrıca kayda değer bir edebiyat
adamı da ölmedi, ayrıca söz konu su delikanlı benden tatil istedi, denize
gitti herhalde, ortadan kaybolalı bir ay kadar oluyor. Oyleyse işine son
verin Doktor Pereira, dedi müdür, yazmasını bilmeyen ve tatile çıkan
bir stajyerle ne işiniz var? Ona bir şans daha verelim, diye karşılık verdi
Pereira, işin aslı, mesleği öğrenmesi gerekiyor, sadece deneyimsiz bir
delikanlı, biraz elinin alışması gerek. O anda, Bayan Filipa’nın tatlı sesi
konuşmayı yarıda kesti: Kusura bakmayın müdür bey, size sivil
hükümetten bir telefon var, âcil olmalı. Peki Doktor Pereira, yirmi
dakika kadar sonra sizi yeniden aratacağım, o zamana kadar iyice
uyanın ve dilinizin altında biraz tuz eritin. Arzu ederseniz ben de sizi
arayabilirim, dedi Pereira. Hayır, diye karşılık verdi müdür, rahat rahat
konuşmak istiyorum, bitirince sizi ararım, hoşçakalın.
Pereira kalktı ve çabuk tarafından yıkandı. Kahve içip tuzlu bir
peksimet yedi. Sonra giyinip hole çıktı. Beni müdür aradı, dedi karısının
portresine, bana öyle geliyor ki daha baklayı ağzından çıkarmadı, daha
saldırıya geçmedi, benden ne istediğini bilmiyorum, ama saldırıya
geçeceği belli, sen ne diyorsun? Karısının portresi uzak gülümsemesini
takındı ve Pereira kısa kesti: Peki, sabırlı olalım, bakalım müdür ne
istiyormuş, gazete konusundaysa ondokuzuncu yüzyıl Fransız
öykülerini çevirmekten başka bir şey yapmıyorum.
Salondaki masaya oturdu ve aklına Rilke üzerine bir
anımsama yazma ikri geldi. Ama içinden Rilke üzerine bir şey yazmak
gelmiyordu, yüksek sosyeteye girmiş bu zarif ve snop adamın
cehenneme kadar yolu var, diye düşündü Pereira. O zaman Bemanos’un
romanından birkaç cümle çevirmeye girişti, sandığından daha
karmaşıktı, en azından başlangıçta ve daha ilk bölümdeydi, öyküye
girememişti henüz. O sırada telefon çaldı. Yeniden merhaba Doktor
Pereira, dedi Bayan Filipa’nın tatlı sesi, size müdür beyi bağlıyorum.
Pereira birkaç saniye bekledi, sonra müdürün ağırbaşlı ve ciddi sesi
duyuldu: Evet Doktor Pereira, ne diyorduk? Rua Rodrigo da
Fonseca’daki yazı işlerine kapanıp kaldığımı söylüyordunuz müdür bey,
dedi Pereira, ama ben bu odada çalışıyorum, kültür yapıyorum,
gazetede ne yapacağımı bilemem, gazetecileri tanımıyorum, başka bir
gazetede uzun süre yerel haberlerle uğraştım, ama bu konuda
sorumluluğu bana vermek istemediniz, bana kültür sayfasının
sorumluluğunu vermeyi yeğlediniz, politika yazarlarıyla bağlantım yok,
gazetede ne yapabileceğimi bilmiyorum. içinizi döktünüz mü Doktor
Pereira, diye sordu müdür. Kusura bakmayın müdür bey, dedi Pereira,
içimi dökmek değildi niyetim, yalnızca nedenlerimi belirtmek
istiyordum. Neden gelip müdürünüzle konuşma gereği duymuyorsunuz
hiç? Çünkü bana işinizin kültür olmadığınızı söylediniz müdür bey, diye
tekrarladı Pereira. Bakın Doktor Pereira, dedi müdür, bilmem kulağınız
ağır mı işitiyor yoksa anlamak mı istemiyorsunuz, ama size gazeteye
gelmenizi buyuruyorum, anlıyor musunuz? Arada bir görüşmek için sizi
görüşmeye çağırıyorum. Emrinizdeyim, dedi Pereira, ne zaman
isterseniz emrinizdeyim. Güzel, diye bitirdi müdür, öyleyse saat
onyedide gazeteye gelin, şimdilik iyi günler Doktor Pereira.
Pereria ha iften terlediğini fark etti. Koltukaltları ıslanmış
olan gömleğini değiştirdi ve yazı işlerine gidip saatin akşamüstü beş
olmasını beklemeyi düşündü. Sonra yazı işlerinde yapacak bir şey
olmadığını, aksine Celeste’i görmek zorunda kalacağını ve telefonu
işten çekmesinin gerekeceğini geçirdi aklından, evde kalmak en
iyisiydi. Yeniden yemek masasına oturup Bernanos çevirmeye koyuldu.
Gerçekten karmaşık ve ağır bir romandı, kimbilir Lisboa okurları ilk
bölümü okurken ne düşüneceklerdi? Her şeye rağmen ilerledi ve iki
sayfa çevirdi. Oğlen yemek saatinde, kendine yiyecek bir şeyler
hazırlamak istedi, ama yemek dolabı boştu. Pereira, aklına Café
Orquidéa’da bir şeyler atıştırabileceğinin geldiğini iddia ediyor, biraz
geç olsa da farketmezdi, oradan da gazeteye geçerdi. Açık renk bir
takım elbise giydi ve siyah boyunba-ğını taktı, sonra da çıktı. Terreiro
do Paço’ya kadar tramvaya bindi, orada Rua Alexandre Herculano’ya
giden tramvaya geçti. Café Orquidéa’dan içeri girdiğinde, saat üçe
geliyordu ve garson masaları toplamaktaydı. Gelin Doktor Pereira, dedi
saygıyla Manuel, sizin için yiyecek bir şeyler her zaman bulunur, öğle
yemeği yememişsinizdir herhalde, gazetecilik zor iş. Evet öyle, diye
yanıtladı Pereira, özellikle olan bitenden habersiz bir gazeteci olmak
çok zor, bu ülkede herkesin olan bitenden habersiz olması gibi,
bugünkü haberler neler bakalım? Ingiliz gemilerinin Barcelona
açıklarında bombalandıkları söyleniyor, diye karşılık verdi Manuel,
ayrıca Fransız yolcuları taşıyan bir gemi de Çanakkale Boğazı’na kadar
izlenmiş, Italyan deniz-altıları izlemiş, Italyanlar denizaltı konusunda
çok güçlü, onların uzmanlık dalı bu. Pereira, şekersiz limonata ve
maydanozlu omlet ısmarladı. Vantilatörün yanına oturdu, ama o gün
vantilatör çalışmıyordu. Çalıştırmıyoruz, dedi Manuel, yaz bitti sayılır,
bu gece fırtınayı işittiniz mi? Hayır, işitmedim, diye yanıtladı Pereira,
deliksiz bir uyku çektim, ama bana göre hava hâlâ sıcak. Manuel
vantilatörü çalıştırıp limonatayı getirdi. Biraz da şaraba ne dersiniz
Doktor Pereira, size şarap servisi yapma zevkini ne zaman
bağışlayacaksınız bana? Şarap kalbime iyi gelmiyor, diye yanıtladı
Pereira, bu sabahki gazete var mı? Manuel gazeteyi getirdi. Ana başlık
şöyleydi: Carcavetos Plajı’ndaki Kumdan Heykeller. Milli Propaganda
Dostları ilə paylaş: |