yal olarak âdildir. Çünkü bu toplumda insanlar, cinsiyetlerine, derilerinin rengine veya dinlerine
göre değil, beceri veya çalışma arzularına göre; ya da M artin Luther King’in ifadesiyle, “karakterle
rinin içeriği’ ne göre değerlendirilirler. Geniş anlamda, sosyal eşitlik âdil değildir. Çünkü bu eşitlik,
eşit olmayan bireyleri eşitlermiş gibi telâkki eder.
Ancak liberal düşünürler adâletin bu türden geniş ilkelerinin pratikte nasıl uygulanması gerek
tiği hususunda fikir ayrılığına düşmüşlerdir. Klasik liberaller, hem İktisadî hem de ahlâkî zeminlerde
katı bir liyakat yönetimi benimserler. Klasik liberaller İktisadî olarak, özendirici, teşvik edici şeylere
olan ihtiyacı aşırı derecede vurgulamışlardır. Geniş ölçekli bir sosyal eşitsizlik, hem zengin hem de
yoksullar için çalışmaya yönelik çok güçlü bir özendirici etkendir: Zenginlerin daha fazla servet edi
nebilme ihtimâli ve yoksulların sefaletten kurtulma yönündeki şiddetli arzuları. Bireyler servetlerini
âdil bir şekilde edindiği veya aktardığı sürece, nihaî servet dağılımı ne kadar eşitsiz olursa olsun âdil
olmalıdır. Daha yetenekli olanlar veya çok çalışanlar servetlerini “kazanırlar” ve tembellere ya da
beceriksizlere göre daha müreffeh bir hayatı hak ederler. Bu adâlet teorisi, 17. Yüzyıl’da John Locke
(bkz. s. 54 ) tarafından oluşturulmuş ve daha çok R obert Nozick’in (bkz. s. 107) fikirlerinden
etkilenen neo-liberaller tarafından 20. Yüzyıl’ın sonlarından beri daha da geliştirilmiştir.
Modern liberaller ise sosyal adâleti bir dereceye kadar, sosyal eşitliği ima eder şekilde ele al
mışlardır. Örneğin John Rawls, (bkz. s. 74)
A Theory o f Justice (B ir A dâlet Teorisi, 1970) adlı ese
rinde, İktisadî eşitsizliğin sadece toplumdaki en yoksulların menfaatine işlediğinde haklılaştırılabi-
leceğini öne sürmüştür. Rawls gibi liberaller, âdil toplumun, bir refah sistemi aracılığıyla daha az
iyi durumda olanların menfaatine refahın yeniden paylaştırıldığı toplum olduğu sonucuna varırlar.
Sosyal adâletle ilgili böylesi farklı görüşler, liberalizm içindeki âdil toplumu gerçekleştirebilecek
koşulların neler olduğuna ilişkin temel bir fikir ayrılığının yansımasıdır. Klasik liberallerin inancına
göre, feodalizmin yerini alan piyasa ya da kapitalist ekonomi, her bireyin kendi değerlerine göre
başarılı olabileceği sosyal koşulları yaratmıştır. Bunun aksine modern liberaller ise dizginlenmeyen
kapitalizmin, bazılarına ayrıcalık bazılarına da zarar verecek şekilde yeni sosyal adâletsizlik biçim
lerine yol açtığı inancını taşırlar.
Dostları ilə paylaş: