tarihin akışının önceden belirlendiği şeklindeki inancı, özgür iradeye ya çok az ya da hiç yer bırak
mayan determinist bir insan tabiatı modeline dayandırılarak anlaşıldı. Marksizmin bilimsel iddiaları
üstü kapalı bir biçimde baskıcı olarak da görüldü; zirâ bu iddialar, ileri sürdükleri görüşlerinde Mark
sist liderlerin kendilerinden emin olmalarım sağladı ve sosyal ve siyasî yeniden yapılanmayla ilgili
cüretkâr programlara girişmeleri için onları teşvik etti. Alternatif olarak Marksizm, içsel olarak tekçi
olarak görüldü; öyle ki, rakip fikirler “burjuva ideolojisi” olarak bir kenara atıldı ve beşerî toplumun,
sosyal örgütlenmeyle ilgili tek bir komünist model etrafında bir araya geliyor olduğu düşünüldü.
Diğer taraftan, Marx’m komünizm modeli ile -M arksizmin mekanik veya “genel” bir yorumu
üzerinde yoğunlaşmaya eğilimli Soğuk Savaş dönemi M arx eleştirileri tarafından gizlenmiş bir ger
çek olan - M arx adına Rusya, Çin ve başka yerlerde yapılan şeyler arasında önemli farklılıklar vardı.
Bu farklılıklar M arx’in, üretim araçlarının millîleştirilmesinden (devlet sahipliği) ziyade sosyalleşti
rilmesini (kolektif sahiplik) önerdiğini; devletin sürekli artan ölçüde güçlü ve bürokratik bir hâl al
masından ziyade “sönümleneceğini”; maddî ödüllerin komünist elitin himmetinden ziyade ihtiyacı
esas alan eşitlik ilkesine göre dağıtılacağını; kararların tek düze bir parti-devlet aparatının yerleşik
leşmiş gücünden ziyade taban demokrasiyle alınacağını da içeriyordu. Ayrıca, Sovyet Bolşevikliği
nin eleştirisini yapan pek çok M arksist’in işaret etmiş olduğu gibi hem Leninizm hem de Stalinizm,
Marksizmden bir ayrılma ve hatta Marksizmin yozlaştırılması olarak görülebilir. Örneğin, Polonyalı
Marksist devrimci Rosa Luxemburg (18 7 1 -1 9 1 9 ), Lenin’in parti teorisinin Marksizmi “ikamecili-
ğe” sevk edeceği uyarısında bulundu. Luxemburg a göre, “ikamecilik” şöyle işleyecekti: Önce iktidar
partisi kendisini proletaryanın, sonra da parti lideri kendisini partinin yerine ikame edecekti. Leon
Troçki (bkz. s. 187), Stalin (bkz. s. 141) idaresindeki Sovyetler Birliğinin “bürokratik bozulma”-
dan muzdarip olduğunu ileri sürdü ve devletin avantajlı bürokratik katmanlarını yok etmek ve Sov
yetler Birliğini tekrar sosyalizm yoluna sokmak için siyasî bir devrimin gerekli olduğunu belirtti.
1989-1991 arası dönemde çökmüş olanın Marksizm değil de Marksizm-Leninizmin Stalinci
versiyonu olduğuna işaret etmek, yine de Marksizmin hâlen uygun bir ideoloji olarak devam ettiği
ni göstermekten hayli uzaktır. Marksizm için daha ciddî bir sorun, Marx’in kapitalizmin kaçınılmaz
bir biçimde çöküşü ve onun yerini komünizmin almasıyla ilgili tahminlerindeki yanılgısıdır. Çok
basit bir şekilde ifade etmek gerekirse gelişmiş sanayi toplumları “komünizm hayâleti”yle
korku-
tulmamışlardır. Bazı eleştirmenler bunun, sadece M arx’m tarih ve toplumla ilgili yaklaşımının esas
itibariyle kusurlu ve güvenilmez olduğu hakikatini yansıttığını ileri sürmüşlerdir. Örneğin, Kari
Popper (1 9 5 7 ) M arx’i “tarihselcilik”le suçladı. Ona göre Marx, beşerî tarihin hayli karmaşık ya
pısının bir dizi tarihsel “ kanunlar”a indirgenebileceği şeklinde yanlış bir inanca sahipti. Modern
Marksistler de M arx’m “ekonomiciliği”ni, yani tarihsel ve sosyal değişmenin izahında ekonomik
veya maddî faktörlerin gereğinden fazla abartılmasını eleştirmişlerdir.
Diğer taraftan, ekonomik
“temel” artık siyasî ve ideolojik “üstyapı”yı belirlemiyorsa şu hâlde Marksizm, tahmin yürütme
kapasitesini yitirmektedir. M arx’m yabancılaşma ve sömürü gibi konular üzerindeki düşüncele
rinin geçerli
olduğuna inananlar bile, klasik Marksizmin kapitalizmin kayda değer esnekliğini ve
kendisini yeniden üretme kapasitesini teşhis etmede başarısız olduğunu kabul etmelidirler. Bu, ka
pitalizmin görünüşe bakılırsa teknolojik yenilik isteğinde açıkça görülebilir; derin krizler yaşamak,
proletaryayı devrimci sınıf bilincine ulaştırmak yerine kapitalizm, daha az etkili krizler yaşar hâle
gelmiş ve sınıf bilinci de hayat standartlarının artmasıyla birlikte azaltılmıştır. Aynı şekilde kapita
lizmin kültürel kaynaklarının ve onun özellikle tüketimcilik ve rekabetçi bireycilik (bkz. s. 4 5 )
gibi yerleşik değerleriyle sosyalizme yönelik desteğin altını oyma kapasitesinin, Marx’in tahmin
ettiğinden daha güçlü olduğu görülmüştür.
Bazı Marksistler bu sorunları “post-Marksist” fikirler ve teoriler geliştirerek aşmaya çalış
mışlardır.
Post-Marksizm, yine de, iki imaya sahiptir. Birincisi, Marksist projenin, ve onun üze
rine dayandırıldığı tarihsel materyalizmin, genellikle post-modernizmden (bkz. s. 3 0 6 ) elde
edilen alternatif fikirler uğruna bir kenara bırakılması gereğidir. Bu,
bir zamanlar Marksist olan
Jean-François Lyotard’ın (1 9 8 4 ) yazılarında belirgindir. Lyotard, tarihin tamamıyla ilgili bir teori
olarak Marksizmin ve bundan dolayı bütün “büyük anlatılar”ın, post-modernitenin ortaya çıkışıyla
birlikte işlevsiz hâle gelmiş olduklarını ileri sürdü. Alternatif versiyonunda post-Marksizm, Marksiz-
mi post-modernizm ve post-yapısalcılığm önermeleriyle bağdaştırmaya yönelik bir çabayla belirli
Marksist fikirleri kurtarma çabasını içerir. Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe (1 9 8 5 ), geleneksel
olarak sosyal sınıfa hasredilen önceliğin ve sosyal değişimi meydana getirmede çalışan sınıfın mer
kezî konumunun, artık sürdürülemez olduğunu kabul ettiler. Böyle yaparak onlar Marksizmde, ge
nellikle kadın hareketi,
ekolojik hareket, gay ve lezbiyen hareketi gibi yeni sosyal hareketler olarak
adlandırılan hareketlerle bağlantılı diğer mücadele “biçim ler’’inden oluşan geniş bir yelpaze için bir
alan açtılar. Siyasetin çoğul yapısı artan bireycilikle ve post-modernitede bulunan farklılıkla uyum-
lulaştırılabilir ama ekonomik meselelerde yerleşik olmayan bir sosyal ve kişisel özgürleşme imajı
geliştirerek bu bakış açısı, galiba, Marksist düşüncenin ayırt edici yanını ortadan kaldırmaktadır. Bir
başka ifadeyle post-Marksit duruş, “Marksist”ten daha çok “post” üzerine vurgu yapmaktadır.
Dostları ilə paylaş: