T .C.
Sağlık Bakanlığı
Bakırköy Prof. Dr. Maz har Osman
Ruh Sa ğlığı ve Sini r Hastalıkla rı Eğitim ve Araştırma Hastanesi
12 . Psikiyatri Bi rim i
Başhekim: Doç. Dr. E rhan Kurt
Klinik Şefi: Dr. R. Latif Alpkan
DENTAL FOBİSİ OLAN HASTALARDA DİĞER ANKSİYETE
BOZUKLUKLARI EŞTANISI
P S İ Kİ Y ATRİ UZ M ANL I K TE Z İ
Dr. S ü l eym a n GÜNDÜZ
İ S TANBUL 20 09
2
ÖNSÖ Z
B a şh ekimimiz Do ç. Dr. E rhan Ku rt’a ,
Uzma n lık eğ itimim sü resin ce ka tıld ığ ım h er vizitin i ö zlemle h a tırla ya cağ ım,
b ilg i
ve
d en eyimlerin d en
ya ra rlan dığ ım,
h er
za ma n
d estekl erin e
b a şvu rab ileceğ imi b ild iğ im Klin ik Ş efim Dr. R . La tif A lp kan ’a ve Ş ef
Mu a vin im Dr. Nezih E rada mla r’a ,
Tez jü rimd e yer a la n ve ya kından ilg ilen en Uzm. Dr. Nih a t A lpa y ve Do ç. Dr.
M. E min Ceyla n’ a
R o ta syon eğ itimlerim sıra sı n da tecrü b elerin d en ya ra rlan ma fırsa tı bu ld u ğu m
Do ç. Dr. Du ra n Ça kma k, Do ç. Dr. S evim B a yba ş, Uzm. Dr. Niya zi Uyg u r,
Do ç. Dr. Pey ka n Gö ka lp , Do ç. Dr. Yü kse l A ltu n ta ş, Pro f. Dr. L even t
Ka yaa lp’ e
B era b er ça lışma mızı keyifl e a n ımsa ya cağım Uzm. Dr. E rd o ğan Öz men , Uzm.
Dr. S ıla Ya za r, Uzm. Dr. Neşe Ü stü n , Uzm. Dr. A h met Co şkun ve Psik. Nu rsu
Ma rma ra ’ ya
1 2 . Psikiya tri Klin iğ ind e b era b er ça lışma ktan zevk a ld ığ ım a sista n
a rkad a şla rıma ve tü m sağ lık ekib in e,
Tezim e emeğ i g eçen tez dan ışma n ım Uzm. Dr. Ş eref Özer’ e
B a h çelievle r A ğ ız ve Diş S ağ lığ ı Merke zi B a şh ekimi Diş Hekimi Mu sta fa İşca n
ve h a stan ed eki tü m sa ğ lık ekib in e ,
S evg isin i, d esteğ in i h iç esirg emeyen ve h ep yan ımda o lan eşim Diş Hekimi
Hicra n A teş Günd ü z’ e
Ço k teşekü r ed eri m.
3
SİMG ELER VE KIS ALT M AL AR
DS M : Ruhs al Bo zu k lu klar ın Tan ıs al v e Say ıms al El Kitab ı
DFS : Di ş heki ml iğ i Korku Skalas ı
DAS : Diş he ki mliğ i Ka yg ı Skalas ı
MDAS : Modi fi ye D iş Heki ml iği Ka yg ı S kala s ı
SP SS : Sos yal Bi li ml er İç i n İs tatis ti ks el Paket
HAD : Has tan e An ks iyete v e Depres yon ölç eği
NO : Ni tri k o ks it
BDZ : Ben zodia zepin
CRF : Ko rti ko tropi n Sal ıv eric i F aktör
ACTH : Adreno korti kotropi k hor mon
4
İÇİ NDE KİLER
G İRİŞ
1. ANKSİ YET E VE ANKSİYET E BO ZUKLUKLARI
1.1
Anks iy ete ka vramı
1.2
Anks iy etenin belirtileri
1.2.1 Anks iy etenin fiz yolojik belirtileri
1.2.2 Anks iy etenin affektif belirtileri
1.2.3 Anks iy etenin davranışsal beli rtileri
1.2.4 Anks iy etenin bilişsel belirtileri
1.3
Anks iy ete boz uklukları
1.4
Anks iy ete ka vramının tarihçesi
1.5
Anks iy ete kuramları
1.5.1 Psikodinamik kuram
1.5.2 Gelişim kuramları
1.5.3 Öğrenme kura mları
1.5.4 Bilişsel kuramlar
1.6
Anks iy ete ve Nörok im ya
1.6.1 Anks iy ete ve L imbik sistem
1.6.2 Anks iy ete ve Amigdala
1.6.3 Anks iy ete ve G AB A
1.6.4 Anks iy ete ve Norad renalin
1.6.5 Anks iy ete ve Se rotonin
1.6.6 Anks iy ete ve Kolesistokinin
1.6.7 Anks iy ete ve P maddesi
1.6.8 Anks iy ete ve Adenoz in
1.6.9 Anks iy ete ve NO
1.6.10 Anksiyete ve CRF
5
2. Ö ZGÜL FO Bİ
2.1.T anım
2.2.T anı
2.3.Öz gül fobi tipleri
2.4.Öz gül fobilerin klinik öz ellikleri
2.5.Öz gül fobilerin etiyolojisi
2.5.1.Psikodinamik kuram
2.5.2.Öğrenme kura mla rı
2.5.3.Bilişsel kuram
2.6.Öz gül fobi ve genetik
2.7.Öz gül fobi ve beyin görüntüleme
2.8.Öz gül fobilerin psikofiz yolojik y önleri
2.9.Öz gül fobi ve eştanı
2.10.Öz gül fobi ve te da vi
3. DE NT AL FOBİ
3.1
T anım
3.2
De ntal fobi e tiyolojisi ve komorbidite
3.3
De ntal fobi tedavisi
4. G ERE ÇLER
5. YÖ NT EM
6. İST ATİST İKSEL DEĞ ERLE NDİRM E
6
7. B ULG UL AR
7.1
Araştırm a gruplarında cinsiyet
7.2
Araştırm a gruplarında yaş
7.3
Araştırm a gruplarında medeni durum
7.4
Araştırm a gruplarında öğrenim durumu
7.5
Araştırm a gruplarında ekonomik durum
7.6
Araştırm a gruplarında ailede dental fobi öyküsü
7.7
Araştırma gruplarında diş hekimliği travması öyküsü
7.8
Araştırm a gruplarında diğer anksiyete boz uk lukları eştanısı
7.9
Araştırm a gruplarında öz gül fobi eş tanısı
7.10 Araştırm a gruplarında major depres yon eştanısı
7.11 Araştırm a gruplarında depresyon ve anksiyet e düz eyleri
8. T ART IŞMA ve SO NUÇ
9. Ö ZET
10.
SUMM ARY
11.
KAY NAKL AR
12.
EKLER
7
GİRİŞ ve AMAÇ:
Dental fobi; Diş tedavileri ile ilgili her türlü işlemden, uyaranla orantılı olmayan
şiddette ortaya çıkan anksiyete ve bu abartılı anksiyete tepkisinin mantıksız olduğunu
bilmesine karşın bireyin kaçınma davranışlarını engelleyemediği ya da belirgin bir
sıkıntı ile bu duruma katlandığı bir özgül fobi tipidir.
Dental fobi DSM-IV-TR’ de bir özgül fobi olarak sınıflandırılmıştır. Şiddetli
dental korku ve dental fobi arasındaki başlıca fark kişinin işlevselliği üzerindeki
etkisiyle ilişkilidir. Fobi olarak sınıflandırılabilmesi için korku duyulan durumlardaki
kaçınma, kaygılı beklenti ya da sıkıntının kişinin normal rutin, mesleki (ya da
akademik) işlevselliğini ya da sosyal etkinliklerini ve ilişkilerini anlamlı derecede
bozması gerekir.
Epidemiyolojik çalışmalar genel popülasyonun %3 ila %20’sinde diş tedavisi
konusunda sorun olarak kabul edilebilecek düzeyde korku ve anksiyete olduğunu
düşündürmektedir (1,2). Oranlardaki bu büyük çeşitlilik bazı çalışmaların dental fobiyi
bazılarının ise ilişkili olsa da farklı yapıya sahip olabilen dental anksiyeteyi
ölçmesinden kaynaklanıyor olabilir.
Pek çok çalışmada dental korku ve anksiyetenin gelişmesinde koşullayıcı
deneyimlerin rolü araştırılmışsa da, dental korku ve anksiyetesi olan kişilerde
psikiyatrik bozuklukların prevalansı konusunda veriler sınırlıdır.
Birkaç çalışmada dental anksiyetesi olan ve olmayan kişilerde psikolojik
özellikler karşılaştırılmış ve anksiyetesi olanlarda ağrı, kan korkusu ve bedensel
yaralanma korkusu gibi pek çok başka korku, agorafobik semptomlar, yaygın
anksiyete ve anksiyete hassasiyetinin varlığının dental anksiyetesi olmayanlara göre
daha fazla olduğu gösterilmiştir (1,2). Ancak, bu çalışmalarda tanısal aygıtlardan
ziyade psikolojik ölçekler kullanılmıştır. Sonuçta, bu çalışmalar psikolojik sorunları
sınıflandırılmış bir tanı koymaya yetecek kadar ciddi olan bu kişilerin oranı hakkında
bir bilgi sağlamamaktadır.
8
Dental fobisi olan bazı kişilerde diğer özgül fobiler, yaygın anksiyete ya da
panik bozukluklarının varlığıyla da kanıtlandığı üzere, anksiyete bozukluklarına
yapısal bir hassasiyet olduğu ileri sürülmüştür (1). Dental fobi ve diğer anksiyete
bozuklukları arasında bir ilişki olabileceğini düşündüren veriler bulunmasına rağmen
bu konuda kesin bir yargıya varabilmek ve bu ilişkinin teorik nedenlerini anlamak için
daha fazla sayıda çalışmaya gereksinim olduğu görülmektedir.
Bu çalışmanın amacı dental fobisi olan hastalarda diğer anksiyete bozuklukları
eştanısının incelenmesidir.
9
1. ANKSİYETE VE ANKSİYETE BOZUKLUKLARI
1.1.Anksiyete kavramı:
Anksiyete hemen her insan tarafından zaman zaman yaşanan bir duygudur.
Türkçede iç sıkıntısı, kaygı, bunaltı gibi sözcüklerle anlatılmaya çalışılan anksiyete,
tehlike durumunda aktif hale geçen biyolojik uyum düzeneği ile oluşturulur ve tüm bu
uyum sağlayıcı özellikleri nedeniyle insan yaşamının sürdürülebilmesi için var olması
gereklidir (3,4).
Anksiyete açıkça ayırt edilebilir bir uyaranla ilişkili ya da ilişkisiz olabilen korku
ve endişe ile belirli bir duygudur. Bireyi çevresinde olan değişikliklere hazırlayan veya
yanıt vermesini sağlayan bir emosyondur. Önemli yaşam stresörlerine karşı oluşan
yaygın bir tepkidir. Hemen her psikiyatrik bozukluğa eşlik eden ve bir çok organik
bozuklukta görülebilen bir semptomdur (3).
Normal anksiyete organizmanın biyolojik bir korunma sistemidir ve potansiyel
bir tehlike algılandığında ortaya çıkarak organizmanın tehlikeli durumdan kendini
sakınarak yaşamını devam etmesini sağlar. Eğer anksiyete objektif bir tehlike durumu
olmaksızın sanki varmış gibi algılanarak abartılı ve kişinin günlük yaşam kalitesini
olumsuz yönde etkileyen subjektif bir beklenti hissi, dehşet, endişe veya bir felaketin
yaklaştığı duygusu ile karakterize ise “anormal anksiyete” den söz edilir (4).
Korku, yaşamı veya güvenliği tehdit eden mevcut veya olası bir tehlike
karşısında ortaya çıkan emosyonel bir tepkidir. Güvenliği tehdit eden herhangi bir
durumda böyle bir tepkinin ortaya çıkışı, yaşamın devamı için gerekli, hatta şarttır.
Duyulan korku sayesinde tehdit edici uyarana karşı gerekli acil önlemler alınır ve
yaşam güven içinde sürdürülür. Anksiyete, korkuya benzer bir duygu olmakla birlikte,
anksiyeteyi ortaya çıkaran uyaran, korkuyu ortaya çıkaran etmen gibi net olarak
belirlenmemiştir (5).
10
1.2. Anksiyetenin belirtileri:
1.2.1. Fizyolojik belirtiler:
Bunlar genellikle organizmanın kendini korumaya yönelik bir savunma durumu
içine girdiğini gösterir. Hormonal, sempatik ya da parasempatik sinir sisteminin
çalışmasındaki değişiklikler sonucu ortaya çıkarlar (6).
Kalp-Damar sistemi belirtileri
Çarpıntı
Kalp hızında artma
Arteriel kan basıncı değişiklikleri
Bayılma hissi
Gerçek bayılma
Yüz kızarması
Aritmi
Solunum sistemi belirtileri
Solunum sayısında artma ve derin soluma
Göğüste ağrı, yanma, basınç ve sıkışma hissi
Nefes darlığı
Hava açlığı
Kesik soluma
Bronşial spazm
Kas-İskelet ve Sinir sistemi belirtileri
Kaslarda gerginlik, spazm
Reflekslerde artma
Yorgunluk hissi ve çabuk yorulma
Ağrılar ve yalancı romatizmal ağrılar
Titreme
Yüzde ve göz kapaklarında daha fazla olmak üzere seyirme
Uykuya dalma güçlüğü, uykusuzluk, kabuslar, huzursuz uyku
11
Sindirim sistemi belirtileri
Karın ağrısı, karında huzursuzluk, spazm
İştahsızlık
Bulantı-kusma, ishal
Yutma güçlüğü
Ağızda kuruma ya da sulanma
Boşaltım ve Genital sistem belirtileri
Sık idrara çıkma
İdrar miktarında artma
Cinsel güçsüzlük
Erken boşalma
Cilt belirtileri
Yaygın terleme
Lokal terleme
Soğuk ve nemli eller
Kaşınma krizleri
Sıcak ve soğuk basma krizleri
Ateş basması
1.2.2. Affektif belirtiler:
Kişinin yaşadığı ve onu rahatsız eden çeşitli duygulardır.
Korku
Endişe
Sinirlilik
Dehşet duygusu
Tedirginlik
Alarm durumuna geçme
Gerginlik
Çaresizlik
12
1.2.3. Davranışsal belirtiler:
Normal davranışların hiperaktivasyonu ya da inhibisyonu şeklinde izlenir. Bu
davranışlar her ne kadar başlangıçta anksiyeteyi azaltma amacı güderlerse de,
sonuçta aksine anksiyeteyi artırıcı özellik göstermeye başlarlar.
Kaçma
Kaçınma
Huzursuzluk
Olduğu yerde hareketsiz donakalma
Davranışlarda inhibisyon
Konuşma akışında bozukluk
Koordinasyon bozukluğu
1.2.4. Bilişsel belirtiler:
Normal bilişsel fonksiyonların abartılı hale gelmesi ya da normal işlevlerin
inhibisyonu söz konusudur. Kişi kendisini huzursuz eden düşünce ve duygulardan
rahatsızlık duyar.
Dikkat dağınıklığı
Önemli şeyleri hatırlayamama
Düşüncede duraksamalar, kesintiler
Aşırı uyanıklık hali
Kendini aşırı gözleme
Korku veren görsel imgeler
Başa çıkamama korkusu
Aklını yitirme korkusu
Fiziksel zarar görme ya da ölüm korkusu
Yineleyici korkulu düşünceler
Gerçek dışılık hisleri ve depersonalizasyon
Bu belirtiler normalde zaman zaman herkeste yaşanan durumlardır. Çoğu ya
normal işlevlerin abartılı hale gelmiş şekilleri ya da normal işlevlerdeki
baskılanmalardır. Hastaları hekime getiren belirtiler ve hastalığın şiddeti kişiden
kişiye değişkenlik göstermektedir.
13
Anksiyete belirtilerinin egemen olduğu psikiyatrik rahatsızlıklar olarak
tanımlanabilecek Anksiyete bozuklukları, kişinin hayat kalitesi yanı sıra toplum
sağlığını da ciddi boyutlarda tehdit eden psikiyatrik hastalıklardır. Toplumun yaklaşık
%10’unun anksiyete bozukluğu teşhisi aldığı sanılmaktadır. Anksiyete bozukluklarının
tedavisi için harcanan tutar, toplam sağlık giderlerinin %5’ini, ruh sağlığına harcanan
toplam giderlerin de ortalama %30’unu meydana getirmektedir. Daha da önemlisi, bu
ekonomik giderin dökümü yapıldığında ortaya çıkmaktadır ki, ekonomik zararın
%23’ü doğrudan gider olarak nitelenen hekim, ilaç, hastane bakımı ücretlerinden
meydana gelirken, %77’si dolaylı giderler olarak kabul edilen üretkenlik ve işgücü
kaybına bağlı giderlerdir (7).
Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından yayımlanan Ruhsal Bozukluklar için Tanı
ve İstatistik El Kitabının dördüncü basımının yeniden gözden geçirilmiş metni (DSM-
IV-TR) Anksiyete Bozukluklarını aşağıdaki gibi kategorize etmiştir (8).
1.3. Anksiyete Bozuklukları:
Agorafobi Olmadan Panik Bozukluğu
Agorafobi ile Birlikte Panik Bozukluğu
Panik Bozukluğu Öyküsü Olmadan Agorafobi
Özgül Fobi
Sosyal Anksiyete Bozukluğu
Obsesif-Kompulsif Bozukluk
Posttravmatik Stres Bozukluğu
Akut Stres Bozukluğu
Yaygın Anksiyete Bozukluğu
Genel Tıbbi bir Duruma Bağlı Anksiyete Bozukluğu
Madde Kullanımının Yol Açtığı Anksiyete Bozukluğu
Başka Türlü Adlandırılamayan Anksiyete Bozukluğu
Ayrılma Anksiyetesi Bozukluğu
14
1.4. Anksiyete kavramının tarihçesi;
Tıbbi anlamını 19. yüzyılın sonunda kazanmış olan “anksiyete” sözcüğü,
Hint-Germen dilleri kökeninden ortaya çıkan “Angh” sözcüğünden türemiş olup
“sıkıca bastırmak, boğazını sıkmak, sıkıntı ve tasalanma” anlamına gelmektedir. Bu
duyguyla ilgili ilk yazılı kanıt, Sümerler’in Gılgamış destanında bulunmaktadır.
Milattan önce 3. bin yıldan günümüze kadar gelen bu destanda Gılgamış, kendi
ölümlülüğü ile ilgili endişelerini dile getirmektedir (9).
Antik çağlardan beri, insanlar anksiyeteyi açıklamaya ve onunla başa
çıkmaya çalışmıştır. Çoğu zaman anksiyetenin tanrılardan, kötü ruhlardan ya da
büyüden kaynaklandığı düşünülmüştür.
Anksiyete belirtileri, çok eski zamanlardan beri birçok hekimin ve yazarın
dikkatini çekmiş ve değişik toplumsal ya da tıbbi bağlamlar içerisinde çeşitli yazılarda
dile getirilmiştir. Mani, histeri ve paranoya gibi terimleri psikiyatriye kazandırmış olan
Hipokrat’a göre, her türlü psikiyatrik belirtinin kaynağı beyindir.
17. yüzyılda dilbilimciler tarafından paroksismal olarak ortaya çıkan şiddetli
huzursuzluk, yerinde duramama ve endişe durumları için kullanmıştır. Benzer
durumlar için, aralarında bazı anlam farklılıkları olmakla birlikte Fransızlar Angoisse,
Almanlar Angst ve İspanyollar Angustia sözcüklerini kullanmışlardır (9).
1800’lü yılların ilk yarılarına dek anksiyetenin fiziksel belirtilerinin her biri kalp,
kulak, gastrointestinal ya da merkezi sinir sistemi gibi bazı organ ya da sistemlerin
ayrı ayrı hastalıkları olarak düşünülürdü. Buna karşı anksiyetenin ruhsal belirtileri ise
melankolik durumların bir parçası olarak değerlendirildi.
1894’de Freud, anksiyetenin fiziksel ve ruhsal belirtilerini bir araya getirerek
“anksiyete nevrozunu” tanımlamış ve anksiyeteyi nevrasteni kapsamının dışına
çıkartmıştır. Bu dönemde Freud, yazılarında, histeri ve hipokondriyazis gibi
geleneksel nevrozların psikolojik olduğunu söylerken, buna karşı anksiyete nevrozu
ve obsesyonel durumların organik kökenli olduğunu öne sürmüştür.
15
Bu gelişmelere karşın yine de anksiyete kapsamına giren çeşitli klinik
durumların birbirlerinden ayrılarak farklı özellikleri olan, farklı birer hastalık olarak
sınıflandırmalarda yer alması, ancak 1960’lardan sonra elde edilen veriler sonucu
1980’de DSM-III ile gerçekleşebilmiştir (9).
1.5. Anksiyete Kuramları:
1.5.1. Psikodinamik Kuramlar
Anksiyeteye yönelik psikodinamik kuram Freud’la başlamıştır. Freud’un
anksiyete konusundaki ilk yazısı 1894’te, son yazısı ise 1926’da yayımlanmıştır.
Freud, ilk çalışmalarında anksiyetenin ruhsal aygıtın dürtüsel yanı olduğuna, yani “id”
ile “ego” nun çatışmasına karşı koymak için ortaya çıkan bastırma mekanizmasının
bir sonucu olarak ortaya çıktığına işaret etmektedir. Daha sonra bu çatışmaya
dürtüleri kontrol altına almak için süperegonun da karıştığını belirtmektedir (10).
Freud daha sonra anksiyeteyi psikolojik yaklaşımla ele almış ve iki döneme
ayırmıştır.
Birincil anksiyete
İkincil anksiyetedir.
Birincil anksiyete doğum süreciyle başlar. Doğum anında bebek savunmasızdır
ve birçok yabancı uyaranla karşılaşır ve yoğun bir anksiyete ortaya çıkar.
Freud’un birincil anksiyete kavramında dört etken vardır:
Ruhsal aygıtın aşırı uyarılması;
Çaresizlik;
Ayrılma korkularının varlığı
Örselenmeyle duygusal yaşantının dinamik varlığı.
Birincil anksiyeteden sonra yaşam anksiyetelerine geçiş ruhsal aygıtın id, ego,
süperego süreçlerinin ayrımlaşarak olgunlaşmasıyla ilgilidir.
16
Freud bunu iki grupta ele almaktadır:
Nesnel anksiyete;
Nevrotik anksiyete.
Nesnel anksiyete normal anksiyeteyle aynıdır, nevrotik anksiyete dürtüsel
kaynaklıdır. Bu tür anksiyete içrel bir tehlike tarafından uyandırılır, id ve süperegodan
doğar. İd kaynaklı anksiyete bir anlamda bu ilkel dürtüler engellenmediği zaman
ortaya çıkacak sonucun korkusudur. Süperegoya bağlı anksiyetede ise egoda utanç
ve suçluluk olarak algılanan durumlar etkilidir (10,11,12).
Freud, yeni görüşler, deneyimler ve tartışmalarla kuramını yenilemiştir. Son
yazısında Freud anksiyetenin bilinçdışı olarak birey fark etmeden oluştuğunu
tartışmaktadır. Anksiyete bir sinyaldir, egonun travmatik yaşantıya bir tepkisidir.
Örneğin sevilen birinden ayrılma, onu kaybetme, onun sevgisini kaybetme korkusu.
Çocukluk döneminde bunlar gerçek yaşantılar olabilir ve çocuk bunlarla başa
çıkmada kendini çaresiz hisseder. O dönemde yaşadığı anksiyete, Yetişkinlikte
çocukluk döneminde yaşanan tehlikeyle benzerlik ya da ilişkili bir durum ya da
imgede anksiyeteyi yeniden ortaya çıkarmaktadır. Psikolojik savunmalar anksiyeteyi
ortadan kaldırma ya da azaltmada kullanılır.
Freud’un anksiyete modeli bilinçdışı düşünceler ve fantezileri içermektedir.
Bunun nedenleri çocukluktaki olaylardır. Anksiyetenin bilinçdışı belirleyicileri
psikodinamik süreçlerde açıklanmıştır (10,11,12).
Freud’ a göre anksiyeteyi ortaya çıkaran tehlikeli durumlar şunlardır:
Doğum anksiyetesi: Freud, doğumun ilk anksiyete deneyimi olduğuna
inanmakta, bunun anksiyete duygudurumunun kaynağı ve prototipi olduğunu
belirtmektedir.
Ayrılma anksiyetesi: İlk bakımı veren ve bağımlılık geliştirilen kişinin sevgisini
kaybetme korkusu. İkinci büyük anksiyete bebeğin annesinden ayrılması
yaşantısına dayanmaktadır.
Sevgiyi kaybetme anksiyetesi: Çocuk anneden geçici ayrılmalarda onu
kaybetmeyeceğini düşünür, artık onun ya da sevilen birinin sevgisini kaybetme
korkusu anksiyete doğurur.
17
Kastrasyon anksiyetesi ve bedensel cezalandırılma: Freud özellikle hayvan
fobisi olanlarda kastrasyon anksiyetesinin temel olduğunu ifade etmiştir.
Freud’ un Küçük Hans ve Kurt Adam olgularını incelemesi onun anksiyeteye
ilişkin görüşlerini değiştirmiştir.
Süperego korkusu: Freud anksiyetede ortaya çıkan duygudurumun cinsel
dürtülere dayandığını ifade etmektedir (10,11,12).
Freud, anksiyeteye ilişkin yazılarında cinsel dürtüleri temel almıştır. Diğer
analitik kuramcılar ise saldırgan dürtüler üzerinde durmaktadırlar. Yeni grup
analistler, kişiler arası ilişkiler üzerinde durmaktadır. Bunlar, anksiyeteyi aşağılanma
duygusunun, benlik saygısını yitirmenin, benlik-özdeşimi sorunlarının ortaya
çıkardığını ifade etmişlerdir.
Özetle anksiyetenin psikanalitik modelinde anksiyete, içrel dürtüler veya dış
durumlardan kaynaklanan bilinçdışı fantezilere karşı bir sinyaldir. Anksiyeteyi ortaya
çıkaran fanteziler, gelişimsel süreçte olgunlaşma ve öğrenmeyle bağlantılıdır.
Nevrotik davranışlar anksiyeteden kaçınmanın bir yoludur. Psikodinamik kuram
anksiyetenin tedavisine ilişkin farklı görüşler ileri sürmekte, düşünce, duygu,
görünüm, ve davranışlarla ilişki kurmaktadır.
Psikodinamik kuramların önemli gözlemleri şunlardır:
Anksiyete evrensel bir olaydır;
Birey anksiyete yaşayabilir, fakat bunun farkında değildir;
Birey anksiyeteli olabilir fakat nedenlerini bilmez;
Anksiyete ile birlikte ortaya çıkan duygu, düşünce, hayal ve fanteziler
anksiyeteyi arttırır.
Terapide ortaya çıkan anksiyete önemli olaylarıda beraberinde getirir.
18
1.5.2. Gelişim Kuramları
Anksiyete bozukluğu olan hastaların erken dönem anılarında, ayrılma sorunu
olduğu saptanmıştır. John Bowlby anksiyeteye temel oluşturan içrel dürtüler üzerinde
durmaktadır. Bowlby modern etnolojik görüşleri, çocukluk dönemindeki gözlem
verilerini psikanalitik ve sistem kuramları ile birleştirerek bebeğin anneye
bağlandığını, ayrılma sürecini ve bunun ortaya çıkardığı etkileri araştırmıştır (11).
Bowlby’ye göre, bebek ve bakımveren arasındaki ilişkinin kalitesi psikososyal
gelişimin en önemli belirleyicisidir. Bebeklik döneminde anne ile bebek arasında
yakın bir ilişki vardır. Bebek dış çevreyi bu ilişki aracılığı ile tanır. Bu ilişki ne denli
sağlıklı ve sürekli ise bebek o denli sağlıklıdır. Ancak anne-bebek ilişkisi kesintili ya
da sağlıksız ise bebekte temel güven duygusu tam oluşmayacağı için, anne- bebek
ilişkisi sağlıksız olacaktır. Çocukluk ya da sonraki dönemlerde anneden (ya da başka
kişi ya da nesnelerden) ayrılma ya da ayrılma riski karşısında yoğun bir anksiyete ve
çaresizlik ortaya çıkacaktır. Bu ayrılık anksiyetesi olarak adlandırılır. Çocukluk
döneminde bağlantı nesnesi ile ilişkileri sağlıklı olmayan, uzun süreli ve sık ayrılıklar
ya da sürekli terk edilme tehdidi altında kalan kişiler, ileriki yaşamlarında sık sık
ayrılık anksiyetesi yaşamaya devam ederler (12,13).
Bowlby, bebekte bağlılığın onun gereksinimlerine veya dürtülerine bağlı
olmadığını, belirli davranış sistemlerinin harekete geçmesi sonucu olduğunu ifade
etmektedir. Bağlılığı, çocuğun içinde bulunduğu durum (yorgunluk, açlık, hastalık,
ağrı veya üşüme), annenin bebeğe davranışı ve çevresel etkenler ortaya
çıkarmaktadır. 9-18’inci aylarda beş davranış örüntüsü (süt emme, emekleme,
izleme, ağlama ve gülme) çocuğun anneye yakınlığını gösterir. Onsekizinci aydan
sonra bağlılık eski yoğunluğunu yitirir. Bağlılık davranışını, çocuğun dış dünyayla
olan ilişkisi de etkiler. Erken dönemde yaşanan ayrılmalar veya cezalandırma,
bağlılığın yoğunluğunu arttırır. Bowlby, çocukta bağlılık davranışının üç yaşında
azaldığını fakat bütün yaşam boyunca önemli olduğunu belirtmektedir (11).
19
Bowlby anksiyeteyi korkunun bir parçası olarak görmektedir. Korku davranışsal
anlamda bağlanılan nesneden geri çekilme, kaçınma ya da yakalanma ve
bağlanmadır. Korku uyandıran davranış, tehlikeli durumlarda ortaya çıkar; çocuğun
temel güvenliğine ilişkin tehlike de anksiyeteyi doğurur. Bowlby, agorafobiyi bağlılık
duyulan nesnenin olmamasından kaynaklanan korku olarak tanımlamaktadır (11,13).
Davranış sisteminde neyin davranışı ortaya çıkardığı ve bastırdığı önemlidir.
Davranış sistemleri iç ve dış olaylar veya uyaranlar tarafından uyarılır. Bunun yanı
sıra bu sistemler ontogenetik gelişimin de temelidir. Ontogenetik için klasik örnek
“basımlama”dır. Buna örnek olarak kaz civcivlerinin yumurtadan çıkar çıkmaz
çevresinde hareket eden ilk gördükleri nesneyi izlemeleri verilebilir. Davranış
sistemindeki “basımlama” özelliği gelişim sürecinde doğumdan sonra ya ortadan
kalkmakta ya da bastırılmaktadır (11).
1.5.3. Öğrenme kuramları
Korku ve anksiyetenin koşullanma aracılığı ile öğrenilmesi sürecinin temelleri
Pavlov’a kadar gider. Klasik uyaran-tepki kuramında, yansız uyaran başka bir deyişle
doğal olarak korkutucu olmayan uyaran (koşullu uyaran-kırmızı ışık), doğal olarak
korkutucu bir uyaranla (koşulsuz uyaran-şokla) eşleştirildiğinde; koşullu uyaran
yansız olma özelliğini kaybederek itici-korkutucu bir uyaran (koşullu uyaran) özelliği
kazanır.
Klasik koşullama ilkelerine göre özünde korkutucu olmayan her türlü yansız
uyaranın (basit veya karmaşık) korkutucu bir uyaranla eşleştirilerek yansız olma
özelliğini kaybedip, itici-anksiyete uyarıcı bir özellik kazanabileceği belirtilmiştir.
Koşullanma, koşullu uyaran ancak hemen ardından gelen koşulsuz uyaran hakkında
bilgi verdiği müddetçe devam eder (11).
Edimsel (operan) koşullanma bir davranış parçacığının kendi doğurduğu
sonuçlara bağlı olarak değişikliğe uğrama sürecini tanımlamak için kullanılır. Belirli
davranışlarının anksiyeteyi ortaya çıkaran uyaranlardan kurtulmaya yaradığını ve
anksiyetesini azalttığını gören kişi giderek bir kaçınma repertuvarı geliştirir. Kaçma ve
20
kaçınma davranışları kişiyi anksiyeteden koruduğu için bir tür dış pekiştireç gibi işlev
görerek anksiyetenin devamına neden olur (11).
Mowrer’in iki basamaklı öğrenme kuramı klasik ve edimsel koşullanma
kuramlarını bir araya getirerek anksiyete bozukluklarının oluşumunu açıklar. Bu
kurama göre klasik koşullanma ile edinilen korku, kaçınma davranışları ile edimsel
olarak koşullanmaya devam ederek pekişir. Yani kaçınma davranışları anksiyetenin
azalmasına ve böylelikle korkunun pekişmesine neden olmaktadır (11).
Eysenck bireyleri nevrotik yapan kişilik özellikleri üzerine odaklanmış ve
emosyonel olarak tutarlılık göstermeyen içe dönük kişilerin koşullu anksiyete
tepkilerini öğrenmeye daha yatkın olduklarını belirtmiştir. Buna karşın emosyonel
olarak tutarlılık göstermeyen dışa dönüklerin ise davranış bozuklukları, kişilik
sorunları ve histeri tabloları göstermeye daha yatkın olduklarını söylemiştir (11).
Eysenck’in anksiyete nevrozları üzerine ilk çalışması, kendisinin kişilik ile ilgili
iki boyutlu modeli üzerine kurgulanmıştır. Bu iki boyuttan biri emosyonel tutarsızlık,
diğeri ise içe dönüklük/dışa dönüklük boyutlarıdır. Kurama göre içe dönükler daha
kolay koşullanarak korku ve anksiyeteyi daha çabuk kazanmakta, buna karşılık
psikopat ve erkek mahkumları içeren dışa dönükler daha az koşullanabilmekte ve
aslında bu nedenle sosyalleşme süreçleri daha zor olmaktadır.
Koşullu anksiyete tepkileri tek bir travmatik olay ya da bir dizi eşik altı
travmatik olay sonucunda ortaya çıkmakta ve güçlü otonomik sinir sistemi tepkilerini
içermektedirler. Önceden yansız özellik taşıyan bir uyaranın koşulsuz bir uyaranla
eşleştirilmeyi izleyerek travmatik emosyonel tepkilere neden olabilmesi mümkün
olduğundan, zaman içinde hem koşullu hem de koşulsuz uyaran aynı uyumsuz
emosyonel tepkilere neden olabilmektedir. Nevroz oluşumunda böyle bir öğrenme
süreci varsayılmaktadır. Koşullu tepkilerden pekiştirilmeyenler zaman içinde sönmeye
başlar ve bu durum koşullu anksiyete tepkilerinin kendiliğinden iyileşmesini
açıklayabilir (14).
21
Wolpe, nevrozun temel özelliği olan anksiyetenin koşullanma yolu ile ortaya
çıktığını ve kaçınma davranışları ile devam ettiğini vurgulamıştır. Daha sonra bu
koşullu anksiyetenin inhibe edilmesi için çeşitli laboratuar çalışmaları yapmış ve
sonunda sistematik duyarsızlaştırma adı ile bilinen tekniğini geliştirmiştir (11,14).
Gray, cezalandırma ile ödüllendirici olmayan sinyallerin davranışsal
sonuçlarının benzerlik gösterdiğini belirtmiştir. Cezalandırıcı veya ödüllendirici
olmayan sinyaller, Gray tarafından tanımlanan davranışsal inhibisyon sistemini
tetiklemektedir. Bu davranışsal inhibisyon sistemi ayrıca yeni ve doğuştan itibaren
korku uyarıcı uyaranlarla da tetiklenebilmektedir.
Gray,
“güvenlik
sinyalleri”
kavramını
anksiyetenin
süregenleşmesini
açıklamakta kullanmaktadır. Bu sinyaller beklenen cezalandırılmanın geçiştirilmesini
sağlarlar ve böylelikle bir ödül gibi işlev görürler. Bu güvenlik sinyalleri, bireylerin ya
da deney ortamındaki hayvanların cezalandırılmaktan kurtulmayı bekledikleri yer ve
zaman dilimlerini simgeler. Böylelikle güvenlik sinyalleri bir yandan korkuyu azaltıp
kaçınma davranışları gibi ikincil bir ödül sağlarken, diğer yandan korkunun bütüncül
bir “sönme” sürecinden geçmesini engelleyerek süregenleşmesinde rol oynarlar
(11,14).
Seligman, bazı korku ve anksiyetelerin diğerlerinden çok daha kolaylıkla
kazanılmasını türe özgü “biyolojik bir ön hazırlılık” ile açıklar. Fobilerin çoğunun türün
devamlılığını tehdit edebilecek nesnelere yönelik olarak ortaya çıktığını kabul eder
(11,14).
1.5.4. Bilişsel kuramlar
Bilişsel kuramlar, korkunun kazanılmasında öğrenme kuramlarının ve
koşullanmanın önemini kabul etmekle birlikte, en önemli vurguyu ister koşullu ister
koşulsuz olsun bireyin olayla ilgili yorumlarına yaparlar. Daha da önemlisi, bilişsel
kurama göre anksiyete tepkisinin devam etmesi değiştirilmemiş ya da ortadan
kaldırılmamış çeşitli bilişsel hataların halen devam ediyor olmasıyla ilgilidir.
22
Temel/kritik/anahtar ya da sorunlu biliş olarak bilinen bu bilişsel hatalar pek çok
anksiyete bozukluğunun devamından sorumlu olmaktadır (11,14).
Değişik anksiyete bozukluklarını anlamakta kullanılan bilişsel modeller, bir dizi
ortak özellikler taşırlar:
Anksiyete bozukluklarında, belirli uyaranlara anksiyete tepkisi ile yanıt veren
kişiler, bu uyaranları gerçekte olduğundan daha tehlikeli/tehdit edici olarak
algılarlar.
Anksiyete hastaları korktukları olumsuz sonuçların oluşma olasılığını da
gerçekte olduğundan daha abartılı olarak algılarlar
Anksiyete hastaları korktukları sonuç oluştuğunda, bunun bir felaket olacağını
düşünürler.
Anksiyete hastaları korktukları sonuç olmaması için bir dizi bilişsel ve
davranışçı stratejiler (kaçma, kaçınma, ilgiyi dağıtma, düşünmemeye çalışma,
yanında ilaç taşıma, tehlikeli gibi algıladığı yerlere yalnız gitmeme gibi)
kullanırlar.
Pek çok anksiyete bozukluğunda, anksiyetenin bedensel belirtileri tehlike/tehdit
algısının gerçek olduğunu gösteren bir başka kanıt gibi algılanır. Anksiyete arttıkça
bedensel belirtiler artar, bedensel belirtiler arttıkça tehlike-tehdit algısı artar ve
böylelikle kısır bir döngü oluşarak anksiyetenin devamı sağlanır (14).
Dostları ilə paylaş: |