29
KAŞAĞI
Ömer Seyfettin
Küçüktüm. Ahırın avlusunda oynuyordum. Aşağıdaki söğütlerin al-
tında bir dere vardı. Sürekli derenin sesini işitirdik. Evimiz büyük kes-
tane ağaçlarının arkasındaydı. Annem, İstanbul’daydı. Benden bir yaş
küçük kardeşim Hasan’la beraberdik. Atlarımızın
seyisi Dadaruh’un
yanından hiç ayrılmıyorduk. Dadaruh yaşlı bir adamdı. Sabah erkenden
ahıra koşuyorduk. Bizim için en güzel şey atlardı. Dadaruh’la birlikte
onları suya götürmek, çıplak sırtlarına binmek, çok büyük bir zevk-
ti. Hasan korkar, yalnız binemezdi. Dadaruh onu kendi önüne alırdı.
Torbalara arpa koymak, yemliklere ot doldurmak eğlenceli bir oyundan
daha çok hoşumuza gidiyordu. Ama en zevkli şey
tımardı. Dadaruh
eline
kaşağıyı alıp işe başladıktan sonra çok heyecanlanırdım:
30
TÜRK HİKÂYELERİ I
- Ben de yapacağım! derdim.
O zaman Dadaruh, beni Tosun’un sırtına koyar, elime kaşağıyı verir,
- Hadi yap! derdi.
Bu demir aracı hayvanın üstüne sürter, ama o uyumlu tıkırtıyı çıka-
ramazdım.
- Kuyruğunu sallıyor mu?
- Sallıyor.
- Hani bakayım?..
Eğilirdim, uzanırdım. Ama atın kuyruğu görünmezdi.
Her sabah ahıra gelir,
- Dadaruh, tımarı ben yapacağım, derdim.
- Yapamazsın.
- Niçin?
- Çünkü daha küçüksün.
TÜRK HİKÂYELERİ I
31
- Yapacağım.
- Büyüdükten sonra yaparsın.
- Ne zaman?
- Boyun at kadar olduktan sonra.
Ahır işlerinde sadece tımarı beceremiyordum. Boyum, atın karnına
kavuşmuyordu. Aslında en keyifli, en eğlenceli şey buydu. Sanki ka-
şağının düzenli tıkırtısı Tosun’un hoşuna gidiyor, kulaklarını indiriyor,
kuyruğunu kocaman bir püskül gibi sallıyordu. Tımar bitmeden biraz
|