1524
Amerikan Yerlileri ve Türk Dünyasının Kültür Varlığı Arasındaki Paralellikler / Doç. Dr. Ahmet Ali
Arslan [p.897-912]
DOÇ. DR. AHMET ALİ ARSLAN
Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi /Türkiye
Amerikan Yerlilerinin geçmişinde, onlar ailelerini koruyup, düşmanca saldırılara karşı
savaştıkları ölçüde hürmetle karşılanır, kahramanlıklarına göre verilen adlarla şereflenirlerdi. ‘Soluk
Benizli’ler, Yerliler arasında, yaşamanın yegane sebebi olan “şeref”i de sulandırdılar. Eskiden mensup
oldukları kabilelerinin varlığı ile övünen Yerliler, Amerikalılar gibi ‘dünya vatandaşı’ oldular. Yerliler
arasında Amerikan resmi dairelerinin lütfettiği ölçüde sözde hayat standardı yükseldikçe, Yerli
Kızılderili savaşçıları arasında büyük önemi olan şeref ve onurun kalitesi de aynı ölçüde zirvelerden
ayağa doğru düşüş gösterdi… Sonunda, ‘White Man’ (Soluk Benizli) galip geldi… Amerikan Yerlilerini
kendisine benzetti…” (Bir Garibin Not Defterinden. Washington-D.C. 1989)
Gök Tanrının onları “Kara Kazın” deryaların dibinden gagasında getirdiği çamurdan yaratıp, can
verip, “…Konuş!…” dediği günden beri gururluydular. Onurlu ve merhametliydiler. Üzerinde doğup,
büyüyüp, öldükleri topraklarını ve inançlarını tahrip edenlere karşı, aynı ölçüde merhametsizdiler. Türk
yürekli ve su karakterliydiler.
Amerikan Yerlilerinin bu insanüstü özelliği bundan 510 yıl önce Kristof Kolomb’un Yerlilerin
ülkesine ayak bastığı günden bugüne kadar hiç değişmedi. Onlar çocuklarını hep bu terbiye ile
büyüttüler.
Bir genç kız buluğ çağına girdiğinde onun “toprak ana” gibi mukaddes bilinip, onda görülen bu
değişikliğin sebepleri ve sonuçları özel bir merasimle kendisine anlatılırken, Lakota Yerli Kızılderili
kabilesinin “aksakalı” ve bilge kişisi olarak hürmet edilen Şamanı, Slow Buffalo (Sakin Buffalo)’nun
merasim sırasında dile getirdiği sözlerden Yerli Amerikalıların ruh dünyasını ve hayat felsefesini
anlama fırsatı bulmaktayız.
Lakota Yerlilerinin inançlarına göre, insan oğlu Wakan-Tanka (Gök Tanrı)’nın yarattığı en
mükemmel varlıktır. İnsanın varlığına saygı, onu yaratanın değerine eş tutulur. Lakota Yerlilerinin Gök
Tanrı inancına göre, genç bir kız, Wakan-Tanka’nın kutsadığı “Tree-of-Life” (Hayat Ağacı) dır.
Kabilenin Şamanı, kuzey-doğu-güney ve batıya dönerek Ulu Ruhlara ve onların vasıtasıyla Gök
Tanrıya yalvarır. Merasim bittikten sonra, genç kıza hitaben konuşmasını sürdüren Lakota Şamanı
Slow Buffalo, son öğüdünü herkesin duyabileceği bir tonda şöyle dile getirir: “… Şimdi mensup
olduğun kabilene ve insanlarının arasına dönüp, gururunla ve onurunla rahatça, hiç kimseden
çekinmeden yaşayabilirsin. Unutma! Toprak Anamız kadar alçak gönüllü ve bir o kadar bereketli
olacaksın. Gök Tanrı, atacağın adımlarında ve sahip olacağın çocuklarını büyütmende sana yar
olsun. Gök Tanrının senden esirgemediği merhametini, sen de başkalarından esirgeme. Özellikle,
kimsesi olmayan yetim çocuklardan merhametini ve yardımını sakın eksik etme. Eğer bir gün,
1525
kimsesiz, aç ve yoksul, yardıma muhtaç bir çocuk senin Tee-Pee (Tipi-Çadır)’ine girerse ve sen, sahip
olduğun en son lokma etini ağzına koymuş olsan bile, onu ağzından çıkar ve o yoksul çocuğa ver.
Gök tanrının sana bağışladığı merhamet ve bağışın sınırı sonsuz olur…”1
“White Men” (Soluk Benizliler) Yerli Amerikan Kızılderililerinin ülkesini 1492’de işgal edip,
sonradan Amerika denen kıtaya yerleşmeden önce, onların hayatı güzelliklerle doluydu.
“Soluk Benizli”ler Amerika’ya ayak bastığında bu toprakların asırlardan beri asıl sahibi olan
Yerlilerle karşılaştılar. Kendilerine gö
re daha koyu ve güneşten yanmış düzgün bir cilde sahip olan Yerlileri gören Avrupalı “Soluk
Benizli”ler, ilk defa karşılaştıkları bu Yerlileri derilerinin renginden dolayı, “Red Man” ve “Red Skin”
(Kızılderili) olarak adlandırdılar. Oysa, Amerikan Yerlileri kendilerinin asla “Kızılderili” olarak
çağrılmasını istemiyorlar. Amerika Yerlileri Federasyonu, Amerika’nın en güçlü Futbol Klüplerinden
başkent Washington D. C.’nin takımı Redskins Futbol takımını izin almadan kullandıkları bu ismi
değiştirmeleri için mahkemeye verdi ve mahkeme devam ediyor. Amerikan Yerlileri bu adın
“Beyazlar”ın sahip olduğu bir futbol kulübü tarafından kullanılmasını bütün Amerikan Yerlilerine
“hakaret” olarak kabul ediyor.
Bu topraklara Avrupa’dan gelen “Beyazlar”ı kendi evlerinde misafir eden, kışlık yiyeceklerini
onlarla paylaşan ve sonunda misafirlerinin saldırısına uğrayarak topraklarını kaybeden bu Yerliler,
Amerika denen bu kıtaya nereden gelmişlerdi?
Amerikan Yerli kabilelerinin asıl kaynağı ile ilgili bilimsel araştırmalar ve münakaşalar özellikle
son yıllarda giderek yaygınlaştı ve önem kazandı. Bu konularda araştırmalarını sürdüren bağımsız
uzmanlar, Bering Boğazı’nın her iki yakasında, Sibirya, Alaska ve Alaska’nın güneyinde bulunan
insan kemikleri ve toprakta varlığını koruyan insan yağı kalıntıları üzerinde yaptıkları “gen”
araştırmalarının sonunda, Asya ve Amerika kıtalarında zamanında yaşamış bu insanların birbirleriyle
yakın akraba olduklarını kesin bilimsel delillerle tespit ettiler. Amerika’ya Avrupa üzerinden gelmiş
insanların soyundan olan bilim adamları bulunan ve gün ışığına çıkarılan bu gerçeklere sırt
çevirmekte ve bu tutumlarından vazgeçmemekte şimdilik ısrar ediyorlar.
Yapılan kazılardan elde edilen fiziki deliller, kesinlikle Asya’dan Amerika kıtasına Bering Boğazı
üzerinden büyük göçlerin olduğunu ortaya koyuyor.
Alaska’nın batısında Aleutian (Ana uut-Ana Uç) adaları, Pasifik Okyanusu’nun sularının
kapsadığı bir bölgede Asya topraklarına doğru bir şahadet parmağı gibi uzanır. Binlerce
kilometrekarelik bir okyanus sahasını kapsayan bu adaların Asya’daki doğma ana topraklarından
koparak Kuzey Amerika’ya doğru göç etmeğe başlayan Asyalı kavimlere “atlama taşı” olduğu
Amerikan Yerlilerinin nereden, 1492’den sonra Amerika adını alan bu kıtaya geldiğini araştıran bilim
adamlarının kafasını meşgul etmektedir.2
Asya’dan Amerika kıtasına geçen bu insanlara ait fiziki deliller kesinlikle bulundu ve gün ışığına
çıkarıldı. Bu fiziki delillere bir de onların gelirken hafızalarında yaşatarak getirdikleri ve genç nesillere
öğreterek, şifahi halk edebiyatının örneklerinden destanları, halk masallarını, efsaneleri ve diğer
folklor ürünlerini bu listeye ekleyince durum ciddileşiyor ve manzara tamamen değişiyor. Kuzey
1526
Amerika’da özellikle Bering Boğazı’nın her iki yakasında yaşayan ve güneye doğru kayan ve Kayalık
Dağlarını (Rocky Mountains) güneye doğru takip eden bölgelerde yaşayan Yerli kabileler arasında
derlenen folklor numunelerinin Orta Asya ve Orta Asya’nın kuzeydoğusundaki Türk soylu insanların
arasında da yaşadığının tespit edilmesi, dünyanın bu konu ile ilgili uzman ve araştırmacıları
tarafından paha biçilmez deliller olarak nitelendirilmektedir.3
Kaliforniya eyaletinin sahil bölgelerinde okyanus kıyısına yakın yerlerde yaşayan Pala Yerli
kabilesinin ileri gelenleri, çok uzaklardan “Gün batımı tarafındaki ulu topraklardan” büyük atalarının
asırlar önce, Kuzey Amerika denen topraklara nasıl göç ettiklerini halk destanlarında canlı tutarak,
nesilden-nesle şifahi edebiyat yoluyla aktarmaktadırlar. Bu geçişi anlatan destanlardan biri şöyle
başlıyor: “… Asırlar ve asırlar evvel, mensup olduğumuz halk, büyük denizlerin ötesinde Gün batımı
tarafındaki topraklarda mutlu ve mesut yaşıyorlardı. Bugün yaşadığımız Amerika topraklarına doğru
büyük göç başlamadan önce, ulu atalarımız, büyük denizlerin diğer yakasında mesken kurmuşlardı…”
“… Büyük atalarımızın o zaman inandıkları en büyük ilah, Göktanrı Sivaş’tı. Uyot ise, mensup
olduğumuz milletin Savaş tanrısıydı. Düşmanlarımızla yaptığımız savaşlarda bize daima o yardım ve
öncülük ederdi. Milletimin mutluluğunu temin etmek için gereken işlerin tamamlanması ve yerine
getirilmesinden Göktanrı Sivaş’a karşı sorumluluk taşıyan tek otorite Uyot’tu…”
“… Ulu atalarımız Gün batımı tarafındaki topraklarda yaşarken, Gün doğan taraftaki topraklara
doğru göçmemiz gerektiğini milletimin kaderinden sorumlu olan Uyot emretti. Bugün üzerinde
yaşadığımız bu topraklar bize Göktanrı tarafından vaat edilmiş topraklardır. ‘Göç!’…Uyot tarafından
atalarıma bildirilen buyruk, bu bir tek kelimeden ibaretti…”
“… Doğduğumuz Ana Yurttan kopup, yaptığımız sağlam kayıklarla Gün doğan taraftaki
bilmediğimiz topraklara ulu atalarımız ayak bastıklarında, her şey yeniden başlamıştı…”
“… Bu büyük göçte başımıza gelebilecek felaketlerden korunmak ve sakınmak için, her çareye
başvurup,
bir-birimizi kaybetmemek arzusundaydık. Kalın sis içerisinde kayıklarımızla yolumuza devam
ederken, diğer kayıklardaki kardeşlerimizi kaybetmemek için ana dilimizde milli destan ve türkülerimizi
toplu olarak yüksek sesle bağıra-bağıra söylüyorduk…”
“… Nihayet Gün batan taraftaki kara bulutlar, donuk bir ışık huzmesi tarafından derinlemesine
yarıldı. Bu bulutlar geride bıraktığımız Ana Yurt toprakları üzerindeki kara bulutlardandı. Gün batan
taraftan başlayan bu ışık huzmesi, yavaş-yavaş Gün doğan tarafa doğru yayılmağa başladı. Bu ışık ilk
önce boz renkliydi. Daha sonra sarı ve sonunda bu sis alev rengini aldı. Arkasından alemi aydınlatan
Güneş bizlere yüzünü gösterdi…”4
Kuzey Amerika yerlilerinden Nootka kabilesi, kendi Totem direklerinde kullandıkları “Bozkurt”
motifini kulakları hücum halindeyken arkaya yatmış, uzun ve sivri dişli, yukarıya doğru kalkmış sivri
burunlu ve alev-alev yanan keskin gözlerle tasvir etmektedir. Nootka kabilesinin reisi Assu, “Bozkurt
Destanı” hakkındaki destanı açıklarken, bu destanın Nootka kabilesinden bir kadınla evlenen Cape
Mudge’li, We-Wa-Kai’nin söylediği destan olduğunu kaydetmiştir. Reis Assu’ya göre, Nootka Kabilesi
1527
bir Bozkurttan türemiştir. Bu Nootka Kabilesi, diğer komşu Yerli Kabileleri tarafından “Bozkurttan
Türemiş” Yerli Kızılderili kabilesi olarak bilinmektedir.
Nootka Yerli Kızılderili kabilesinin reisi Assu, Bozkurt Destanının başlangıç sözlerini şöyle
açıklıyor:
“…He ji he he
Ji ha ha i ha ha ji
Wa ka gin ko ko kelah-(Bir sağa, bir sola sallanıyorum,)
Ise Iah in wa uk-(Benimle kol-kola girip oynayanlarla birlikte.)
Ge sa kolah-(İlk defa ben yaratıldım ki,)
Que os oguala-(Benden önce ulu olarak kimsenin yaratılmadığını haber vereyim.)
Wa la sa lekua glukwalah-(Tanrı onu ulu olarak yarattı ki,)
Gel sa Kwlah i jun tla-(İlk akla gelen o olsun.)5
Bu konuda işin en can alıcı yanı, Amerika’da bugün varlıklarını devam ettiren Yerli Kabilelerle
Sibirya’da yaşayan Saha Sire, Altay, Hakas, Tuva Televit ve Şor Türklerinin yaşatmakta oldukları
adet, anane, gelenek ve mevsimlik dini merasimlerin birbirlerine benzemesi ve büyük paralellikler
göstermesidir.
Burada üzerinde durmak istediğimiz asıl konu, kaynağı ve kökü asırlara dayanan yaşanmış bir
medeniyetin “gen” parçaları olarak kabul edebileceğimiz kelimeler ve folklor malzemelerinin akademik
bir terbiye çerçevesi dahilinde tahlil edilmesidir.
Bu araştırmanın başlangıcı, rahmetli doktora hocam Prof. Dr. Ahmet Edip Uysal’ın denetiminde
1970’lerde başladığım akademik araştırma yıllarına rastlamaktadır. Kars ve Kars’a bağlı 16 kazanın
köylerinden teyple derlediğim 250 tane halk masalından bazılarını Amerikan Yerlilerinin masalları
arasında bulmam cesaretimi artırdı. Bu tespit, Amerikan Yerlileriyle Türk Dünyasının kültür hazinesi
arasındaki paralelliklerin gün ışığına çıkarılması açısından ileriye doğru atılmış ilk adımlardan
sayılabilir.
Amerika Yerlileri arasında yaşatılan mevsimlik ve dini maksatlı merasimler şehirli ve yerleşik
olanlara kıyasla toprakla ve tarımla uğraşan ve nispeten göçebe olanlar arasında daha yaygındır.
Mevsimlik kutlama ve geleneksel merasimlerin başında Amerikan Yerlilerinin “Yeni Yılın Başı”
dedikleri ve Mart ayında yaptıkları kutlama törenleri ve şenlikleri gelmektedir.
Amerika’daki Yerliler arasında her yıl tekrarlanan mevsimlik “Yeni Yılın Başı” kutlamaları,
“…Eski bir yıldan yeni bir yıla, ölümden yeniden dirilişe geçişi, kısırlıktan kurtulup yeniden üremeğe
dönüşü anmak ve kutlamak gayesiyle yapılmaktadır…”6
Amerika’nın Batısında Kaliforniya eyaleti ve buna yakın bölgelerde dağınık bir şekilde yaşayan
Amerikan Yerli kabilelerinden Yurok, Karuk, Hupa, Yuki, Pomo, Modoc ve Maidu kabileleri yeni yılın
başlangıcı olarak kabul edilen Mart ayında, tabiatın yeniden canlanması ve uyanmasına bağlı olarak
1528
yeniden doğuşu kutlarlar. Bu tür merasimleri, her kabilenin bilge kişisi olarak kabul edilen o kabilenin
Şamanı yönetmektedir.
Saha Sire’de kutsal olarak bilinen ve özel bir hürmet ve saygı gören “direğe” Saha Türkleri
“Serge” diyorlar. Bu direk, Alaska ve Alaska’nın güneyindeki Yerlilerin hazırladıkları gibi, çeşitli motif
ve simgelerle bezenerek en önemli meydana veya kabilenin çadırlarının kurulduğu alanın orta yerine
dikilir. Amerikan Yerlileri bu “direk”lere Totem diyor. Saha Sire’ye yaptığım araştırma gezisinde bu
Sergelerden birisinin İlimler Akademisi’nin giriş kapısının önüne dikilmiş olduğunu gördüm. Sahaların
Serge dedikleri bu direk, Gök Tanrı’nın yer yüzündeki simgesi olarak bilinir. Uçmağa, bu direği takip
eden ve gökyüzünün derinliklerine uzanan yoldan gidilir.7
Saha Sire’de olduğu gibi, Yeni Yılın başlangıcında “diriliş”le ilgili kutlamalarda Amerikan Yerlileri
kabilenin yaşadığı köy veya kampın orta yerine uzun ve düzgün bir direk dikerler. New Mexico,
Arizona ve Kaliforniya eyaletlerinde yaşayan yerli kabileler köyün orta yerine dikilen bu direğin
kainatın ekseni olduğuna ve dün
yayı yaratan “Bir”i, yani Wakan Tanka’yı (Gök Tanrı) temsil ettiğine inanırlar. Aynı inanç, yerleşik
Yerliler anlamına gelen Pueblo yerlileri arasında da aynı şekliyle yaygındır.8
Maidu yerli kabilesi Kaliforniya eyaletinde yaşayan kalabalık Yerli kabilelerinden biridir. Wakan
Tanka’ya daha yakın olmak, Yeni Yılda saadet, sağlık ve bol ürün bahşetmesi için Mart ayında
yakarış merasimi düzenlenir. Bu yakarışla ilgili olarak yapılan merasim sırasında kabilenin Şaman’ı bu
düz direğe tırmanır.9 Köyün tam orta yerine dikilmiş olan bu direk, ölümlü dünya (Sahalar buraya Orta
Dünya diyorlar) ile ahret arasında kurulan mistik bağı ve mukaddes ruhsal köprüyü temsil eder. Bu
“direk”le sembolleşen “Bir”, kainatı “Bir”den yaratmıştır. Amerikan Yerli kabilelerin inancına göre her
şeyi yoktan var eden “Bir”, her şeyi sonunda yine “Bir”in etrafında geri toplayacaktır. Saha Sire’de
“Serge” olarak saygı duyulan ve meydana dikilen direk, Saha Sire’de Saha Türklerinin inançlarına
paralel olarak, Amerikan Yerlileri tarafından da Gök Tanrının yer yüzündeki sembolü olarak kabul
edilmektedir.
Kuzey Amerika’da yaşayan Yerli kabilelerden Kutenai ve Crow (Karga) kabileleri de köylerinin
orta yerine dikilen “direği” kabileleriyle Gök Tanrı arasında kurulan bağ ve mukaddes bağlılığın
köprüsü olarak kabul ederler.10
Amerikan Yerlileri tarafından “Great Spirit” (Büyük Ruh), “Manitu” (Tanrı), “Wakan Tanka”
(Kutsal Yaratan-Gök Tanrı) olarak adlandırılan Gök Tanrı’ya daha yakın olmak, O’nunla konuşmak,
O’ndan yardım dilemek maksadıyla dünya ve kainatın orta direği ve ekseni olarak kabul edilen bu
“direğe” tırmanma merasimi, Orta Asya, Sibirya, Altay, Hakas, Tuva Şamanizm’i, bu bölgelerde
yaşayan Türk topluluklarının ve boylarının geleneklerinde de yaygın bir şekilde görülmektedir.11
Orta Asya’da yaşayan Türk boyları arasında her yıl tekrarlanan dini maksatlı mevsimlik
merasimlerde Gök tanrıya daha yakın olmak maksadıyla köyün ortasına dikilen düz “direğe” tırmanma
merasimi ile ilgili olarak yaptıkları araştırmalarla Batılı alimler ve araştırmacılar da konuya açıklık
getirmeğe çalışmıştır.12
1529
Kaliforniya eyaletinde yaşayan Yurok yerli kabilesi, Martta düzenlenen Yeni Yılın Başı
merasimlerinde özel hazırlanan ve Big House (Büyük Ev) olarak adlandırılan yerde yaparlar.
Delaware eyaletindeki Lenape ve Cheyenne (Çayan) yerlileri yine Big House dedikleri yerde Yeni Yıl
merasimlerini Mart ayında yerine getirirler. Baharın gelişi ve tabiatın yeniden canlanarak hayat
bulması ile ilgili merasimlerin yapıldığı “Büyük Ev”in dini açıdan derin ve mistik bir manasının olduğu
kaydediliyor.
Sözü edilen bu “Büyük Ev”in kendisi Gök Tanrının yarattığı kainatı, onun dört köşesindeki dört
direği, üzerine oturtturulan kubbesi Gök Tanrı’nın kudretini, Büyük Evin orta yerine dikilen “direk” ise
Gök Tanrı’nın yer yüzüne bastığı “ayağının” yerini sembolize etmektedir.13
Amerika Yerli kabileleri ve Orta Asya, Sibirya Türkleri ve diğer Türk boyları arasında “Ağaç”ın
çok önemli bir yeri vardır. Amerikan Yerlileri ve Türk Dünyasında ortak olarak yer alan “Tree-of-Life”
veya “Hayat Ağacı” üzerinde durulması ve derinliğine araştırılması gereken konulardan biridir.
Rusya Federasyonu’na bağlı Kuzeydoğu topraklarında yaşayan Saha Sire, Altay, Hakas,
Televit, Tuva ve Şor Türklerinin adetleri ve gelenekleri yanında Gök Tanrı inancının bugün asırlar
boyu sürdürülen tahribata rağmen Amerikan yerli kabileleri arasında aynen yaşadığına şahit
olmaktayız. İki Kıtanın ayrı-ayrı yakalarında yaşayan ve Bering Boğazı ile bir-birinden ayrılan bu
insanların asırlar önce aynı olan kültür değerlerinin ana gövdesi dağıldığı ve yok olduğu için
araştırmalarımızda bütünden başlayarak detaya inmemiz mümkün olmuyor. Bulabildiğimiz en küçük
ortak unsur ve parçalardan başlayıp, küçük kırıntıları bir araya getirerek daha mürekkep ve karmaşık
ana parçaya ve bütüne varmayı mecbur eden yolu takip etmek zorundayız.
700’den fazla Amerikan Yerli kabilesinin dilinde bugün yaşamakta olan “üç harfli” bir Türkçe
kelime bile bizleri bir anda kaybolmuş gibi görünen gizli hazineye götüren ana unsur olup çıkıveriyor.
Sioux (Su) Yerli kabilesinin dilinde bugün yaşamakta olan Ina (Ana) ve Ate (Ata) kelimelerinin
varlığı,14 Amerikan yerlileri ile Türk dünyası arasındaki kültür ilişkileri üzerinde “iğne ile mezar
kazarcasına” yılmadan araştırma yapanlar için geçide götüren bir ışık kadar önem kazanmaktadır.
Türk dilinin “genlerinden” diyebileceğimiz en önemli iki Türkçe kelimenin Sioux yerli kabilesinin dilinde
yaşadığı ve bu kabilenin çocuklarının anne ve babalarını isimleriyle çağırmaktan kaçındıkları ve
annelerine “Ina” (Ana), babalarına ise, “Ate” (Ata) dedikleri The Sacred Pipe adlı eserde yer
almaktadır. İşin en ilginç yanı, Türkiye Türkçesinde babaya “ata” demiyoruz ama, Azerbaycan’da
babaya “ata”, dedeye ise “baba” denmektedir. Türk dünyasında Sioux Yerli kabilesinin kullandığı “ate”
sözüne en yakın olanı Azerbaycan Türkçesinde yer almaktadır.
1990’da, Washington’da “Toprak Ana” günü ile ilgili yıllık toplantıda iştirak eden Montana’dan
gelmiş Yerli Şaman’ın, kendi ana dili ile dua ederken “Ey toprak Ana” ve “…ey Gök Ata…” derken,
“Ina” ve “Ate” kelimelerini açıkça telaffuz ettiğine şahit oldum.
Bunun yanı sıra, yine parçalardan başlayarak asıl ana kültür kütlesine varacağımız konulardan
birisi de Türk Dünyası ve Amerikan Yerlilerinin folklor ve mitolojisinde yer alan Yerlilerin “Tree-of-Life”
dedikleri “Hayat Ağacı”dır.
1530
Bugün, British Columbia’da yaşayan ve “Thompson Indians” olarak tanınan Yerli kabilesi, insan
ruhunun bedeni terk ettikten sonra, onun bir Hayat Ağacı ile birlikte yaşamağa başladığına inanır. Bu
Yerlilere göre, Hayat Ağacı devamlı olarak “uçmak” ile ölümlü dünya atasında kurulmuş olan bağın
başlangıç noktasını oluşturur. Bu yerliler, normal insanın çözmesi mümkün olmayan bu sırların ancak
kabilenin Şamanı tarafından çözülebileceğine inanıyorlar.15
Maya kültüründe de kainatın kudreti bir ağaçta sembolleşir. Mayaların Yağmur Tanrısı Chac
arkasında Ölüm Tanrısı Ah Puch ve genç bir ağaçla dolaşır. Ölüm Tanrısı Ah Puch bu Hayat Ağacını
kudretini kullanarak ikiye böler. Ölüm getiren kötü ruh ve kudretin genellikle ağacın gömülü olduğu
toprak altında olduğu, iyilik seven ruh ve kuvvetin ise ağacın boy atarak büyüdüğü toprağın üstündeki
kısımda olduğuna inanılır. Yağmur Tanrısı Chac, her zaman insanlara ve canlılara iyilik dağıtmaz.
Onun da kızdığı anlar olur. O kızdığı zaman, insanları cezalandırmak için bazen dolu göndererek ekin
tarlalarını mahveder. Ağacın içinde gizli olarak yaşayan iyi ve kötü ruhlar icabında bir tek tanrının
bedeninde ve şahsında bütünleşebilir. Mayalar buna bu şekilde inanıyorlar.16
Tanrıya yakın olmak maksadıyla çeşitli dini maksatlı merasimlerin yapıldığına şahit
olunmaktadır. Ulu ruhların içinde yaşadığına inanılan hayat Ağacı burada ön plana çıkmaktadır.
Amerika’da Kolarado eyaletinin Kayalık Dağlar (Rocky Mountains) bölgesinde ve Kanada’nın Güney
sınırına yakın yörelerde yaşayan Yerli kabileler, Tanrıya, ulu ruhlara ve süper güçlere yakın olması
maksadıyla ölülerini mukaddes bildikleri Hayat Ağacının üzerine bırakarak defin merasimini
tamamlarlar.17Aynı duruma, Saha Sire’de bulunduğum sırada Taygaların derinliklerine yaptığım bir
araştırma gezisinde, Kangalas vilayetinin yakınlarında Lena nehrine bakan yamaçlarda mukaddes
bilinen Hayat Ağacı’nın dalları arasına yerleştirilmiş içinde ölmüş insanların cesetlerinin bulunduğu
yuvarlak tomruktan yapılmış çok süslü tabut-mezarlar gördüm. Burada da aynı duyguyla hareket
edilerek Gök tanrıya daha yakın olmak maksadıyla ölüler Hayat Ağacı’nın yüksekteki “kolları” arasına
yerleştirilmişlerdi.
Mexico Yerlileri ateşi kontrol ve ona hükmeden ulu ruhlara ve güçlere şükran maksadıyla
yapılan merasimlerde mukaddes bildikleri bir ağacı ormandan özenle keserek onu kabilenin
meydanına dikerler. Bu direğin dikilişindeki maksat her şeyi var eden ve her şeyin sahibi olan “Bir”e
gösterilen saygı ve bağlılıktır. Mexico Yerlileri bu ağacın içinde ulu ruhların yaşadığına inanırlar. Bu
Hayat Ağacı’nın tepesine Ağaç Tanrısı Xocotl’un hamurdan yapılarak pişirilmiş bir heykelciğini
dikerler. Sonra kabilenin gençleri arasında kıyasıya bir yarış başlar. Gençlerden hangisi bu ağacın
başına tırmanmayı başarırsa, hamurdan yapılmış heykelciği aşağıda bekleyen kalabalığa atar. Bu
heykelcik ekmek şeklinde pişirilmiş olduğu için küçük parçalara bölünerek kalabalık tarafından yenir.
Ağaç Tanrısı’nın ekmek şeklinde hamurdan yapılmış bu heykelciği hayat veren bereketin sembolü
olarak kabul edilir.18
Sibirya’ya yaptığım araştırma gezisi sırasında Saha Sire’de Saha Türklerinin tanınmış Şamanı
Vasiliy Nikiforov’u Kangalas vilayetine bağlı Loomtuka köyündeki “Balağan”ında ziyaret etme fırsatını
buldum. Bu ziyaret sırasında, sözünü ettiğimiz Hayat Ağacı’ndan birisini Şaman Nikiforov’un evinin
bahçesinde gördüm. Şaman Nikiforov bu “Mukaddes Hayat Ağacı”nın yerini Sibirya Taygalarındaki
yüz binlerce ağacın içinde gördüğü mistik bir rüyada belirledikten sonra gidip o “ağacı” büyük bir
1531
özenle ve merasimle kestikten sonra getirip evinin bahçesine diktiğini anlattı bana. Nikiforov’un evinin
bahçesine diktiği Hayat Ağacı “on bir” dallıydı ve bunun Şaman Nikiforov için çok özel bir anlamı
vardı.19
Amerika’nın Delaware eyaletinde yaşayan Algonkin Yerli kabilesinin Lenape boyunun inançları,
yeryüzünün koruyucusu Manitu’nun bütün güç ve kudretini elinde tutan yegane güç kaynağına sıkıca
bağlıdır. Algonkinlerin 19. yüzyılın başlarında derlenerek yazıya geçirilen “Walam Olum” adlı Yaratılış
destanında kainatı yaratan ulu ruh20 Gicelamu-Kaong adlı Tanrı’nın sonsuz kudretinden ve bu
Tanrı’nın Hayat Ağacı’nın içindeki gizli ilahi güçle olan yakın ilişkisinden bahsedilmektedir. Bu destana
göre, Algonkinlerin bu Tanrısı kainatı kendi istediği şekilde yaratmıştır. Algonkin Yerlilerinin inancına
göre, dini merasimlerin yapıldığı “Uzun Ev”in orta yerine dikilmiş olan Hayat Ağacı, göğün 12. katına
ka
dar uzanmaktadır. Kendilerinin inandıkları Gök Tanrı Gicelamu-Kaong eli ile bu Hayat Ağacı’nı
12. katta tepesinden tutmaktadır.
Orta Asya Türk boylarında olduğu gibi, Amerikan Yerlileri arasında da Hayat Ağacı’na büyük
değer verildiğine şahit oluyoruz. Korkunç İvan tarafından Hıristiyan dinine sokulan Çuvaşistan
Türkleri, yaşamak zorunda bırakıldıkları zor şartlara rağmen eski Milli inançları olan Gök Tanrı Dini’ne
ve Gök tanrı Salti-Tura’ya olan bağlılıklarını devam ettirmişlerdir. 1997’nin Ağustos ayında
Çuvaşistan’a yaptığımız araştırma gezisinde Çuvaşistan Türklerinin bu inançla yaşamakta olduklarına
şahit oldum. Başkent Şubaşkar’a yakın, İdil nehrinin kıyısında ormanlık bir alan içerisinde Akça Kayın
ve çam ağaçlarıyla kaplı alanın içindeki Şaman Tepesi olarak anılan yere gittik. Gök Tanrı Salti-
Tura’ya adanacak kurbanın kesileceği yerdeki Hayat Ağacı olarak asırlardır saygı duyulan görkemli ve
bir o kadar da sağlıklı olan büyükçe bir ağacın etrafında toplandık. Yapılan merasime başlamadan
önce, koyun sürüsünün köye gelmesini bekledik. Sürüden, koçlardan en güzeli seçilerek, kurban
edilmek üzere Gök Tanrı’nın birliğinin sembolü olan Hayat Ağacı’nın yanına yatırıldı. Ayakları ikişer
ikişer bağlandı. Yakılan ateşin alevleri bir adam boyunu aştı. Çuvaşların “Yumzya” dedikleri Şaman
Tepesi’nde Çuvaşların Gök Tanrısı Salti-Tura’ya adanacak kurbanın ayinini yönetmek için gereken
emirleri vermeğe başladı. Şaman Tepesi’ndeki bu ayini yöneten Yumzya, yakılan bu ateşin etrafındaki
insanları, yüzleri Hayat Ağacı’na dönük olmak üzere hilal şeklinde dizdi. Yumzya’nın verdiği emirlere
uygun olarak, sağ el, sol elin üzerine gelecek şekilde eller göbek üzerinde bağlandı. Tek Tanrılı
dinlerin her birinden bazı kısımların alınarak ortak bir ibadet şekline dönüştürülen Salti-Tura ayini
başladı. Salti-Tura’ya yakarış bittikten sonra sıra kurbanın kesilmesine geldi. Merasimin bu
safhasında, yüzü Hayat Ağacı’na doğru gelecek şekilde yere yatırılmış koçun başından başlayarak
sırtına kadar un ve bu unun üzerinden de su döküldü. Merasimi yöneten Yumzya (Şaman) “Eğer Gök
Tanrı kurbanımızı kabul ederse bu koç şimdi titreyecek ve biz bunu göreceğiz,” dedi. Koç gerçekten
titredi ve başını salladı ve koçun etrafında halka olanlarla beraber bunu hepimiz gördük. Yumzya,
“Gördüğünüz gibi Gök Tanrı bizim kurbanımızı kabul etti,” dedi. Kurban edilen koçun kanı yere
akıtılmadan büyükçe bir leğenin içinde toplandı. Sonra Yumzya bunu alarak Gök Tanrı’nın “Bir”liğini
temsil ettiğine inandıkları Hayat Ağacı’nı dört bir yanından bu kanla ıslattı. Bununla, Çuvaş Türklerinin
Şaman Tepesi’nde yaptıkları adak merasimi tamamlandı.21 Çuvaşlar tarafından çok büyük bir değer
1532
verilen bu Hayat Ağacı, ölümlü insan oğlu ile her şeyin sahibi Gök Tanrı arasında kurulmuş yegane
bağ ve köprü olma özelliğini taşımaktadır. Hayat Ağacı’na aynı şekilde yaklaşım ve değer verilmesini
Amerikan Yerlileri arasında da görüyoruz.
Amerika’nın Kuzeybatı sahil şeridi ve Kanada’nın Güneybatı kısımlarında ve yüksek platolarda
yaşayan Yerli Kızılderililer arasında kainatı kendi istediği gibi yaratan Gök Tanrı “Wakan-Tanka” ile
Hayat Ağacı arasında kopmaz bir ilahi bağın mevcut olduğu inancı hakimdir.22
Bella Coola’da yaşayan Amerikan Yerlilerinin inançlarına göre, Hayat Ağacı’ndan kesilerek
köyün meydanına dikilen direk, gök kubbeye destek vermekte ve Güneşin kopup yere düşmesine
mani olmaktadır. Bu direğin tam tepesinde ise, ulu ruhların yardımıyla gözcülük etmesi için dikilmiş bir
kartal vardır.23
Kuzey Amerika Yerlileri arasında dini inanç yönünden büyük değer verilen ve Hayat Ağacı’nın
tepesinden onu koruyan, etrafı gözeten kartal motifi her zaman pozitif bir karakter taşımakta ve her
zaman iyilikten ve yardımdan yana olan bir ruhun timsali olarak bilinmektedir. Bunun tam zıttı olan,
devamlı olarak Gök Tanrı’nın yarattıklarına ve insanlara kötülük etmek isteyen Karanlık Dünyadaki yer
altı ruhlarını ise yılanın temsil ettiğine inanan Yerli kabileleri, bütün kötülüklerin anasının karanlık
dünya olarak adlandırılan Yer altı dünyasında saklandığına kendi mitolojilerinde yer vermektedirler.
Kartalın yılana düşman olmasını ve onu parçalayıp yemekten bu kadar zevk almasını yine kendi
mitolojileri içinde değerlendiriyorlar. Avcılık ve balıkçılıkla geçinen yarı göçebe Yerli kabileleri
kesinlikle bir Hayat Ağacı’nın var olduğuna inanıyorlar. Bu inanç, Alaska’nın Güneyi ve Amerika’nın
Kuzeybatı sahillerinde yaşayan, Orta Asya’daki Televitlerin akrabaları olduklarını kaydeden Tilingit
Yerli kabileleri arasında oldukça yaygındır.24
Türk dünyasında tek Tanrılı dinler kabul edilmeden önce, Gök Tanrı inancının prensipleri
arasında Hayat Ağacı’nın önemli bir yeri vardı. Türk boyları İslamiyet’i kabul ettikten sonra bile, Gök
Tanrı inancının bazı bölümlerini İslam’la beraber yaşamış, yaşatmış ve bundan hiçbir rahatsızlık
duymamıştır. Türk devlet adamları en güçlü ve haşmetli oldukları devirlerde bile Türk insanını kültür
mirası yoluyla tarihine ve geçmişine bağlayan Gök Tanrı inancını korumuş ve nesillere taşımışlardır.
Bugün, Erzurum’daki Çifte Minareler Medresesi’nin ana giriş kapısının sağ ve sol yanındaki sütunların
üzerine işlenen ve tepesinde,Yerli Kızılderililerin Hayat Ağacı’n
daki gibi, kartal olan ağaç motifi, Türk dünyasında ve Yerli Kızılderililer arasında yaygın olarak
yaşayan Hayat Ağacı’ndan başka bir şey değildir.
Erzurum Çifte Minareler Medresesi’nin girişinde yer alan Hayat Ağacı motifi, Mayaların
medeniyetinde, özellikle Palanque’deki meşhur Maya tapınağının duvarlarındaki taş kabartmalarda
yaşatıldığını görüyoruz. Mayalarda ve Türk mitolojisinde canlı olan bitkilerin ve hatta insanların var
oluşunun ana kaynağının Hayat Ağacı olduğu inancı yer almaktadır. H. Wassen’in 1934 yılında
İsviçre’de yayınlanan bir makalesinde bu konu derinliğine incelenmektedir. Acawai, Cuna ve Choc
Yerli kabileleri bitkilerin, hayvanların ve hatta insanların Hayat Ağacı’ndan türeyerek yer yüzüne
dağıldıkları inancındadırlar.
1533
Mayaların Palanque’deki mabedin duvarlarında günümüze kadar yaşattıkları ve Acawai, Cuna
ve Chock Yerlileri arasında yaşatılan bitkilerin, hayvanların ve insanların Hayat Ağacı’ndan türedikleri
yolundaki inanç, Türk Dünyası destanlarında, en belirgin örneği ile gökten bir ağacın başına inen
ışıktan Türk boylarının atalarının türemesi şeklinde yaşamaktadır.25
Altay Türklerinin inançlarına göre, kainatın tam orta yerinden gökyüzüne yükselen yer yüzünün
en büyük ve ulu ağacı Bay Ülgendir. Türk dünyasının kültüründe Hayat Ağacı olarak bilinen Bay
Ülgen’in yaprakları gümüştendir. Sumeru Dağında yetiştiğine inanılan bu Hayat Ağacı, dünyanın
merkezinde bulunan yüce dağlarda boy atarak büyümüştür. Altay Türklerinin bir halk şiirinde Hayat
Ağacıyla ilgili olarak”…Dünyanın tam orta yerinde demirden bir dağ var, bu dağın üzerinde yedi dallı
ulu bir Kayın (Huş) ağacı var…” denmektedir.26
Tatar Türklerinin inancına göre, Hayat Ağacı, dünyanın orta direği olan ulu ağaçtan dallarının
güzelliği yanında canlı bir ağaç olması, sağlıklı ve gümrah olmasıyla farklılık gösterir. Anlatılan Altay
destanları ve masallarında olduğu gibi, Tatar masallarında da Hayat Ağacı çoğu zaman gürül-gürül
akan bir suyun başında, bir göl veya bir denizin kenarında ve bazen bir suyun ortasında bitmiş olarak
tasvir edilmektedir. Bazen Türk Dünyasının Hayat Ağacı’ın kendisinin gençlik suyu ürettiği kaydedilir.
Tatar Türklerinin bir halk şiirinde Hayat Ağacı şöyle tasvir edilmektedir:
“Göğün on iki katına yükselen
Bir dağın tepesinde
Göğün katına yükselen bir Huş Ağacı
Kabuğu altın
Köklerinin olduğu yer altın kaplı
İçi hayat suyu dolu bir göl içinde…”
Bu Tatar şiirinin devamında bu Hayat Ağacı’nın bakımını Tatarların ulu atalarının üstlendiği ve
bu görevin Gök Tanrı tarafından Tatarların atası Tata’ya bir hediye olarak verildiği kaydedilir.
Sibirya’da, Saha Türklerinin ülkesinde yaşayan Hayat Ağacı inancı, Türk Dünyası içerisinde en
köklü olan inançların başında gelir. “…Sahaların bir halk masalında yer alan hayat Ağacı, göğün
sekizinci katındadır ve sekiz dalı vardır. Bu Hayat Ağacı’nın kabuğu ve kozaları gümüşten, suyu
altından kozaları yumruk büyüklüğünde, yapraklarının her biri bir at gönü genişliğindedir. Hayat
Ağacı’nın tepesinden mis gibi kokan temiz bir su akmaktadır. Onun suyundan içenin bütün ağrı ve
sızıları yok olur. Acıkmış olanların karnı bu suyu içtikten sonra doyar…”27
Saha Türklerinin destanlarına göre, insana hayat ve gençlik veren bu Hayat Ağacı’nın olduğu
yer, ilk insan oğlunun yaratıldığı yerdir ve Sahalar bu ağacın bulunduğu yere Uçmak olarak bakarlar.
Sahalar, ilk insan yaratıldığında Gök Tanrı’ya, “…Neden yaratıldım?” diye sorduğuna inanırlar. İlk
insan yaratıldıktan sonra tepesi göğün üçüncü katına ulaşan Hayat Ağacı’nın yanına gelir. Bu ağacın
altın sarısı yapraklarından duru ve berrak bir suyun aktığını görür. Bu sudan içmesi için Gök Tanrı
tarafından özel olarak seçilmiş olan bu insan, bu sudan içtikten sonra, Hayat Ağacı’nın gövdesinden
1534
bir kapının açıldığını görür. Açılan bu kapıdan bir kadın çıkar ve bu insana Gök tanrı tarafından
beşeriyetin ulu atası olarak görevlendirildiği müjdesini verir.28
Saha Türklerinin başka bir halk masalında ise, yaratılan bu ilk insan “…Beyaz tenli bir gençtir…”
Yukarıda boşluğa giden sonsuz bir yol, onun aşağısında yedi kat gökyüzü ve Cennetin dokuz
mertebesi, orta yerinde ayın hiç batmadığı, güneşin kaybolmadığı hiç kışı olmayan bir yazın hüküm
sürdüğü ve guguk kuşunun devamlı öttüğü bir ortamda yaratılan “…Genç beyaz bir insan…”
yaratıldığı yeri gezip görmek ister. Doğuya doğru baktığında geniş gövdeli, ışık saçan bir ağaç görür.
Bu ağaç, yüksekçe bir tepenin üzerinde büyüyen bir ağaçtır. Gördüğü bu ağaç, etrafına güzel kokular
saçmakta kabuğu hiçbir zaman kurumayan, kozaları tersine dönmüş iri kadehlere benzeyen görkemli
bir ağaçtı. Ağacın tepesi göğün yedinci katına kadar yükseliyordu. Bu Hayat Ağacı’nın tepesi Gök
Tanrı “Yergün Ay Toyon”un olduğu kata kadar varmıştı. Kökleri ise akıl almaz hakikatların yattığı yerin
derinliklerine kadar uzanıyordu. Bu ağacın yaprakları cennette insanı yaratan Gök Tanrı ile
konuşabiliyordu. Güneye doğru
yönelen bu yaratılan ilk insan, sakin, dup-duru ve berrak bir süt gölü gördü. Yeşillikler
arasından uzanan bu gölün üzerinden rüzgar bile esmiyordu. Kuzeye baktığında karanlık sık
ormanlıklar gördü. Gece gündüz demeden bu ormanlıktaki ağaçlardan çatırtılı sesler çıkıyor ve bu ses
hayvanları ürküterek onların sağa-sola kaçışmasına sebep oluyordu. Deli gibi esen fırtınadan bu
Hayat Ağacı’nı korumak için onun etrafını başı tavşan derisi gibi bembeyaz dağlar çevirmişti. Batıda
ise başı açık dağlar ve alçak dallı ağaçlar uzanıyordu. Saha Türkleri arasından Gök Tanrı’nın yarattığı
ilk insan ve Sahaların ilk atası Ar-Sogotaç (Tek Adam) bir kutsal evin içinde oturmaktadır. Onun
oturduğu yer, dört köşelidir. Bu yerin kırk penceresi, elli direği, otuz tane atması, duvarları ve
döşemesi altından, çatısı gümüştendir. Sahaların atasının yaşadığı bu yer yedi katlıdır. Hayat Ağacı,
Saha Türkleri arasındaki tarifini bu şekliyle bulur.
Sahaların atası, oturduğu evin balkonuna çıkıp Doğuya doğru baktığında o otlar arasından
yükselen ağaçların en ulusunu görür. Bu ağacın tepesi mavi göklere kadar yükselmektedir. Ağacın
yaşı asırlara beraberdir. Bu Hayat Ağacı’nın kökleri ölülerin ruhlarının bulunduğu yere kadar uzanır.
Tepesi ise göğün dokuz kat üstüne ulaşır. Hayat Ağacı’nın her bir yaprağının genişliği yedi kulaç, ve
bu ağacın köklerinin arasından ölümsüzlük suyu kaynayıp akar. Yaşlanan aç ve zayıf ala sığırlar uçan
ve kaçan av hayvanları bu ağacın köklerinin arasından kaynayan bu sudan içer, ağaçların dalları ve
kozalarından akan sakızdan yaladıklarında yeniden eski gençliklerine kavuşurlardı. Hayat Ağacı’nın
bu yüksek ruhundan yararlanan Sahaların ulu atası Ar-Soğotaç, bütün bilgilerini Cennette oturan ve
bu “Tek Adamın” atası olan Ar-Toyon (Gök Tanrı) dan alır. Sahaların ilk atası olan Ar-Soğotaç’ın
anası ise Kubay Hatun’dur. Kubay Hatun Sahaların ilk atasını doğurduktan sonra hemen onu göğün
üçüncü katına indirdi ki, o beşeriyetin atası olsun. Sahaların Hayat Ağacı, yaratılmış olan
benzerlerinin en ulusudur. Saha Türklerinin inançlarına göre, Sahaların Hayat Ağacı’nın dalları bütün
dünyayı kaplayacak kadar geniş, ve Cennete ulaşabilecek kadar yüksektir. Baharda açan
çiçeklerinden bal damlar. Sahaların inandığı bu Hayat Ağacı’nın kökleri arasında üç önemli tanrı
yaşar.29
1535
Batı Sibirya Türkleri Hayat Ağacı’nın demirden bir dağın tepesinde olduğuna inanırlar. Bu demir
dağ dünyanın tam ortasında bulunmakta ve dünyanın merkezini teşkil etmektedir. Demir dağın
tepesindeki ağacın altından Hayat Suyu kaynaklanır ve akar.30
Saha Türkleri, gökten Hayat Ağacı’nın içine indirilmiş ve ilk insanın burada yaratılmış olduğuna
inandıkları için bütün dualarında ve yakarışlarında “…Beni doğurduğun için anam, yarattığın için
Tanrım ol…” diyerek hayat Ağacı’na dua ederler. Bundan başka, bütün yaratıklar hayat Ağacı’nın
etrafında çevrelenirler. İlk insanın yaratıldığı günden beri Saha Türkleri, Hayat Ağacı’na
yakarışlarında, “…Bana ak sığırlar verdin, kuşlarımı, av hayvanlarımı besledin, kara suda yüzen
balıkları bir arada sakladın…” şeklinde dua ederler.31
Orta Asya Türk boyları arasında olduğu gibi, Saha Türkleri arasında yaşayan inanca göre,
Hayat Ağacı’nın köklerinin arasından Hayat Suyu akar.32
Hayat Ağacı, “Bilgi Ağacı” manasına da gelir. Bu ağaç Cennette yetişir. Hayat Ağacı yeni neslin
üremesini temin için daima merkezde yer alır. Hayat Ağacı, diriliş ve ölümün sembolü, var olmanın
merkezini ve kainatın dingilini oluşturur. Hayat Ağacı, başlangıç ve bitişi aynı anda temsil etmesiyle
önem kazanır. Ölümsüzlüğe erişme Hayat Ağacı’nın meyvesini yemekle mümkünmüş gibi görünür.
İnsanlara ölümsüzlük vereceğine inanılan Hayat Suyu da yine bu Hayat Ağacı’nın köklerinin
arasından kaynar.33
Bering Boğazı’nın Asya tarafında, Kuzey-Doğu Sibirya topraklarında yaşayan Saha Türklerinin
mitoloji ve inançları arasında Hayat Ağacı’na verilen kutsal değerin Amerika Yerlileri arasında da
yaygın bir şekilde yaşadığına şahit olmaktayız.
Kuzey Amerika Yerli kabilelerinden Arıkara yerlileri her yıl yaz aylarında “Cedar tree” “Sedir
Ağacı” merasim ve şenlikleri düzenler. Dini maksatlı mevsimlik bu merasime meydanın orta yerinde
büyükçe bir ateşin yakılmasıyla başlanır. Merasimin yapıldığı meydanın dört köşesine birer direk
dikilir. Bu direkler, güneşi, yıldırımı, rüzgarı ve geceyi temsil eder. Ateşin etrafında dört köşeye dikilen
bu direklerin çökmesin diye Gök kubbeyi tuttuğuna inanılır. Aynı zamanda Dünyanın dört köşesini de
temsil eden bu dört direğin Gün doğan tarafında merasimi yöneten Şaman ve onun yardımcıları olan
davulcular yer alır. Gün batan taraftaki direğin yanında ise kabilenin bilge kişileri ve onların
yardımcıları olan davulcular yer almaktadır. Ateşin etrafında yer alan Şaman ve yardımcıları,
“…kainatta ilk var olan ateş için…” dini ilahiler söylerler. Arıkara Yerli Kızılderili kabilesinin bu yazlık
merasimi dört gün sürer. Bu merasimin ikinci gününde yapılan dualar ve yakarışlar insanlar ve canlılar
için dünyayı yeşil tutan Sedir Ağacı için yapılır. Sedir ağacına hürmeten ateşin başında toplananlar bu
ağaca hürmetle yakarırlar ve ağaca renkli kumaşlar, çeşitli tüyler ve soyulmuş söğüt yap
raklarından yapılmış “at” sembolleri asarlar. Hayat Ağacı’na sembolik olarak asılan bu hediyeleri
kabilenin Şamanı eliyle çeşitli işaretler yaparak kutsar. Sonunda Elk (Geyik) kabilesinden biri Sedir
ağacının tepesine bir Şahin teleği bağlar. Daha sonra bu ağaca dokunulmaz ve olduğu gibi bırakılır.
Yıl boyunca bir dileği olan analar, genç kızlar bu “Büyükanne” Sedir ağacına gelirler. Adaklar adar ve
renkli bez bağlarlar. Yeni çocuğu olan anneler bebeği yaşasın diye bebeğin patiğinin tekini bu ağaca
asar. Yeni Yıl merasimleri başlamadan üzerine çeşitli kumaş parçaları ve çocuk patikleri bağlanmış bu
1536
ağacı Missouri nehrinin sularına bırakırlar. Üzerinde yüzlerce çocuk patiği ve renkli bez parçasının
bağlı olduğu bu Sedir ağacı nehrin sularıyla akıp giderken geride kalan Arıkara Kabilesine onun
insanlarıyla hala diri ve sağlam olduğunu hatırlatır. Arıkara kabilesi, saygı duyduğu Hayat Ağacı’nın
(Sedir Ağacı) hayat veren ve dişilik özelliğine sahip olduğuna inanır.34
Güney Amerika’da büyük medeniyetleriyle tanınan Azteklerle beraber Kuzey Amerika’daki
Navaho Kabilesi yer altı dünyasında “hayat veren” bir ağacın varlığına inanırlar.35
Azerbaycan Masalı “Melik Memmed Nağılı”nda36 yenildiği zaman yüz yaşındaki bir ihtiyarı 18
yaşında bir delikanlı yapan ve yılda sadece bir tek elma veren”Ağaç” Navaho kabilesinin inandığı
insanı gençleştiren ağacın aynısıdır. Arıkara Kabilesinin inandığı “Büyükanne Sedir Ağacı” kabile
mensuplarına hayat veren mukaddes Hayat Ağacı olarak dini merasimlerde anılır.
Amerika’da Omaha Yerli kabilesinin “Mukaddes direk” olarak kabul ettikleri efsanevi Sedir
ağacının kabileyi felaketten ve tamamen yok olmaktan kurtardığına inanılır.37 Omaha Yerli Kızılderili
kabilesi Sedir ağacını mukaddes bilir ve her hangi bir dilek ve arzuları olursa ona bildirirler. Eğer bir
lider çıkar da Omaha yerlilerini yöneteceğini söylerse o zaman o şahıs bu Sedir ağacına gönderilir. Bu
Sedir ağacının onun adaylığını tasdik etmesi beslenir. Sadece, bu Sedir Ağacı onun kabileyi
yönetmesine izin verebilir.38
Oglala yerli kabilesinin inancına göre, Hayat Ağacı eski çağlardan gelmiş ve kabilesine ahlak ve
nizam getirmiş mukaddes bir kadındır.
Creek Yerli kabilesi ise, Hayat Ağacı’nın kabileye devamlı zaferler bahşeden mukaddes bir
unsur olarak kabul eder.39
Türk Dünyası ve Amerikan Yerli Kızılderili kabilelerinin Hayat Ağacı’na verdikleri mukaddes
değerin büyük benzerlikler ve paralellikler gösterdiğinin tespit edilmesi bu konuda araştırma yapanlara
cesaret verecek niteliktedir. Gelecekte Saha, Altay, Tuva, Hakas, Şor ve Televit Türk bölgesindeki
bilim adamlarının da bu konuya ilgi duyup eğilmeleri ile konu ileriye doğru ivme kazanacaktır.
Amerika Yerli kabileleri ve Türk dünyasında “Yeni Yılın Başı” ile ilgili merasimlerde büyük
benzerliler ve paralellikler müşahede edilmiştir.40
Dünyanın dört köşesinin olduğu ve her köşesinin kendisine has bir renkle anıldığı Ziya Gökalp
tarafından belirtilmiştir. Özellikle Navaho yerlilerinin hayatında önemli yer tuttuğu görülmüş ve tespit
edilmiştir. Gökalp konu ile ilgili olarak; “…Türkler, seneyi dört cihetin totemleriyle ifade ettikleri gibi,
senenin aylarını da yine dört cihetin totem isimleriyle ifade ederlerdi…”41
Orta Asya Türk toplulukları, Saha Türkleri, Altay, Hakas, Tuva ve Şor Türklerinde Mart ayında
Yeni Yıl başlar. Hakas Türkleri, Yeni Yılın başı olarak bilinen Mart ayında çeşitli merasimleri büyük bir
titizlikle yerine getirirler.
Bu tür merasimler bugün Amerikan Yerli kabileleri arasında da canlılığını korumakta ve
paralellikler göstermektedir. Hakas Türkleri arasında yerine getirilen merasimler şöyledir: “…Bizim
halkımız yeni yılı 22 Mart günü kutlar. Adı Yılbaşıdır. Gün saatleriyle gece saatleri eşit olduğu zaman
gün doğarken o gün ona tapınılır. Daha sonra kutsal ateş anaya tapınılır. Dünyadaki bu ateş küçük
1537
güneş sayılır. Bu kursal ateşte Kara Çalma (İpek) yakılır. Bu Kara Çalma yakılmadan önce, üç ayrı
bohça bağlarlar. Birinci bohça ile hastalıklar, ikinci bohça ile acılar, üçüncü bohça ile dertler bağlanır.
Sonra ateşe atılır yakılır. Daha sonra Izıh (kutsal) Ak Ağaç’a (Akça Kayın) yeşil, kırmızı ve beyaz
bezler sarılır. Göğe hayat için dua edilir. Yeşil, “hayatın rengi”; kırmızı, “kan damarı kurumasın”,
beyaz, “hayat temiz olsun” anlamındadır…”42
Amerika’nın Sub-Arktik bölgelerinde yaşayan Yerli Kabileleri, yılda bir defa “Mart” ayında
“Fedding the Fire” (Ateşi Doyurma) merasimleri yaparlar. Bu merasimin, Yerlilerin ölen yakınlarının
ruhlarını sevindireceğine inanılır. “Beawer” (Kunduz) yerlileri bu merasime çok önem verirler.
Amerika’nın kuzeyinde yaşayan yerliler arasında, yanan ateşe “et” atarak onu tatmin etmek
merasimini en ciddi şekilde takip ederler. Bunun yanında yine Baharın başlaması Somon balığının
nehirlerin kaynağına doğru göçleri başladığı zaman, British Columbia’da yaşayan yerli kabilelerden
Tanaina Yerlileri, ateşe et atarak, “Ateşin Doyurulması” merasimini yerine
getirirler. Bu merasimle tabiatta hayatın yenileneceğine inanırlar.43
Şaman Kültürünü yaşayan ve yaşatan Türk boylarının inancına göre, ateş bütün pislik ve
kötülükleri temizler, kötü ruhları kovar. VI. yüzyılda Batı Göktürk Kaanı’na gelen Bizans elçilerini
huzura almadan önce onları iki ateş atasından geçirirlerdi. Bu tören elçilerle beraber gelmesi
muhtemel kötü ruhları kovmak maksadıyla yapılırdı. Bu inanca Türklerde de rastlamaktayız.
Başkurtlar ve Kazaklar, bir yağlı bezi yakarak onu hastanın etrafında “alas…alas…” diyerek
gezdirirler. Buna Kazak ve Başkurtlarda “alaslama”, Anadolu’da ise, “alazlama” denir.44
Kuzey Amerika’da yaşayan Sioux (Su) yerli kabilesinde “ateşe” Ulu Ruhun (Gök Tanrı’nın)
yeryüzündeki ebedi temsilcisi olarak hürmet edilir. Amerika’nın Gök Tanrı tarafından yaratılan büyük
bir ada olduğuna inanan Sioux Yerlileri, “Mukaddes Ateş”in ebedi olarak yanacağına ve insanları
koruyacağına inanırlar. Ateşten geçip Temizlendikçe, Ulu Ruha daha çok yaklaşacağına inanan Sioux
Yerlileri, ateşi, “…ebedi ve sonsuza kadar yanan…” bir kuvvet ve kudret kaynağı olarak kabul
ediyorlar.45
Ateşin doyurulması olayını Saha Sire’ye yaptığım araştırma gezisinde bizzat yaşayarak
müşahede ettim. “…Şaman Vasiliy Nikiforov sohbetine bir noktadan sonra devam etmek istemedi.
Etrafına bakındı ve konuşmasını tamamladı. Sonra bana dönerek, “İstersen seninle Şamanca
konuşalım, ne dersin?” dedi. Gücünü benim üzerimde denemek istiyordu. “Olur, neden olmasın.
Büyük şeref duyarım, “dedim….Balağan’da olan diğer misafirleri dışarı çıkardı. İçeride sadece
tercümanımız Andrei Nazarov kaldı. Yanan ateşe birkaç iri odun daha attı. Çam çırası alıştı. Alevler
çatırtıyla yükselmeğe başladı. İçeriyi tamamen ocaktan çıkan ışık kapladı….Ocağın önüne bir kabın
içinde “pişi” (Sahalar Alaacı diyorlar), ve bir atın yelesinden kesilmiş üç küçük deste at kılı koydu…
Ateşin önüne yerleşti. Ateşe tabaktaki “pişi”leri ve at yelesinden kesilmiş kılları atarak “ateşi besledi”.
Sonra yüksek sesle “ateşle konuşmağa” başladı; “…Aal uotum iççite (Al Ateşin ruhu), Aan Uxxan
ehekkeem (Atam Aaan Uxxan-Ateş Ruhunun adı) …Aal uotum nönnüö ahattagım buollun. Küöh
uotum nönüö küğndüleetegim buollun. Anılaax sıalaax alaacınan ayax tuttagım buollun (Al ateşin
vasıtasıyla Gök ateşin vasıtasıyla size ikramda bulunuyor, size tereyağında pişmiş alaacı (pişi)
sunuyorum) …”46
1538
Sioux (Su) Yerli kabilesinde yeni yılın başlangıcı için yapılan merasimler Sioux topraklarında “Ot
Biten Ay” olarak adlandırılan Mart ayında yapılır.Yeni Yıl,“Ot Biten Ay” ile başlar. Mart ayının
girmesiyle Sioux kabilesinde bir canlanma ve hazırlık görülür. Atlara çok önem verilen bu Yerli
kabilesinde 2 yıllık “damdan çıkma” taylara artık bu ayda eğer vurulur. Bu ay içerisinde, yılkının içinde
döllenmeğe müsait olmayan aygırlar artık “iğdiş” edilir. Kabilenin aksakalları, özelikle kabiledeki atların
döllenme ve çoğalmaları ile ilgili mevsimlik ilere büyük önem verir ve onunla uğraşırlar. Kıştan kalan
Tee-Pee (Tipi) dedikleri gönden çadırlar bir önceki kıştan hazırlanan derilerle tamir edilir. Yamalana
bilecekler yamalanır veya yenileri hazırlanır. Bir önceki yıldan tütsülenmiş ve Mart ayına saklanmış
gönler çıkarılır ve hasıl edilir. Yeni yılın başı ile ilgili merasimlerde giyinmek için Makosenler (hasıl
deriden ayakkabı) yapılır. Mart ayının girmesiyle, Siouxlar kıştan çıkmış olmanın vermiş olduğu
yorgunluktan ve tembellikten bir an önce kurtulmağa çalışırlar. Kabilenin erkekleri avlanmağa çıkarlar.
At yarışları yaparlar. Kabilenin kadınları, genç kız ve gelinleri dağlara ve ovalara yayılır, evlerinin
ihtiyacı olan yabani pancar ve ilaç bitkilerini toplar ve kış için kuruturlar. Bunların bir kısmını günlük
hayatlarında kullanırlar.47
Gagauz Türkleri arasında yaşatıldığı gibi, Sioux yerlileri de Mart ile başlayan yılın aylarını
tabiatta mevsimlerin içerisindeki değişikliklere göre adlandırmaktadırlar. Sioux yerlilerinde Mart ayı ile
başlayan yeni yılın ayları şöyle sıralanır:
- Mart: “Moon When the Grass Comes Up” (Ot Biten Ay)
- Nisan: “Moon of the Birthof Calves” (Dana Doğan Ay)
- Mayıs: “Moon of Tunderstorm” (Yıldırımlar Çakan Ay)
- Haziran: “Moon of Riepe Juneberries” (Çilek Olgunlaşan Ay)
- Temmuz: “Cherry Ripening Moon” (Kiraz Ay)
- Ağustos: “Moon of Ripe Plums” (Kara Erik Ayı)
- Eylül: “Moon of Yelleow Leaves” (Sarı Yapraklar Ayı)
- Ekim: “Moon of Faling Leaves” (Yaprak Dökümü Ayı)
- Kasım: “Moon of Hairless Calves” (Sığırların Tüy Döküm Ayı)
- Aralık: “Moon of the Frost in the Tee-Pee” (çadırda Don Ayı)
- Ocak: “Tree Popping Moon” (Ağaç Donduran Ay)
- Şubat: “Sore Eyes Moon” (Kar Körlüğü Ayı.48
Gagauz Türklerinde Mart ayı ile başlayan Yeni Yılın ayları ise şöyledir:
- Mart: Baba Marta
- Nisan: Çiçek Ayı
- Mayıs: Hıdırlez (Hıdırilyas)
1539
- Haziran: Kiraz Ayı
- Temmuz: Orak Ayı
- Ağustos: Harman Ayı
- Eylül: Ceviz Ayı
- Ekim: Canavar Ayı
- Kasım: Kasım
- Aralık: Kırım Ayı
- Ocak: Büyük Ay
- Şubat: Küçük Ay49
Türk kültür hazinemize baktığımızda bazı ayların Oğuz boyları arasında tabiatta baş veren
olaylara ve hayvanların hareketlerine uygun adlar aldığını görüyoruz. “…İlk Baharın birinci ayına
“Oğlak Ayı”, ikinci ayına “Ulu Oğlak Ayı”, üçüncü ayına “Ulu Ay” denilirmiş. Diğer aylar da yine bu
şekilde yani, mevsimlerin totemleri ile anılırmış.50
Sioux yerli kabilesi yılın 12 ayını Güneşe göre değil, Ayın hareketlerine göre ayarlamaktadır.
Amerikan Yerlileri, yılın çeşitli mevsimlerinde kutlama ayinleri düzenlerler. Bu merasimlerin bazıları
mevsimlerin değişmesiyle ilgilidir. Bazı merasimler sadece yılın belirli mevsimlerinde yapılmaktadır.
New Mexico eyaletinde yaşayan Zuni yerli kabilesi, bir yılı zamanın akışı olarak tanımlıyor. Bir yılın
içindeki 12 ayı ise, “Yıla Dayalı Merdiven” olarak kabul ediyor.51
Kaliforniya eyaletinde yaşayan Hupa yerlileri, bir insanın yaşını dişlerine bakarak tayin ederler.
Maiudu kabilesi ise, bir yılın dört mevsimini, Yağmur Mevsimi, Yaprak Mevsimi, Kuraklık Mevsimi ve
Yaprak Dökümü Mevsimi olarak belirler. Güney Arizona eyaletinde yaşayan Pima yerlileri tarihi
olayları ellerinde taşıdıkları değnek veya bastonlarına çeşitli çentikler atarak kaydederler. Fakat
bunların ne manaya geldiğini sadece o çentikleri atan şahıslar biliyor, başkaları çözemiyorlar.52
Navajo (Navaho) ve Apache (Apaçi) Amerikan Yerli kabileleri dünyanın da insanlar gibi doğup-
büyüyüp-gelişmesini tamamladıktan sonra öldüğüne inanıyorlar. Dünyanın doğuşu “İlkbahar”,
büyümesi “Yaz”, gelişmesi “Sonbahar” ve ölümü “Kış” mevsimleriyle izah edilmektedir. Toprağın il
nefesleşmesi ve canlanması, Yerli kabilelerden Navaho ve Apaçilerin kendilerini yeni yıla ve bahara
hazırlamasına sevk etmektedir. Bu da mevsimlik merasimle ilahili ve danslı şenliklerle kutlanır.
“…Baharı Martta kutlayan Navaho ve Apaçiler, yazın kuraklığında “yağmur” duasına çıkarlar.
Sonbaharda ise ekinlerin yıldırım, sel ve yangınlardan korunması için ulu ruhlara devamlı olarak dua
ederler, adaklar adarlar, kurbanlar keserler…”53
Amerika’nın Yerli Kabilelerinden Chilula, Hupa, Karok, Tolowa, Wiyot ve Yuroklar, Mart ayında
Baharın başlamasını “Yeni Yılın Başı” olarak kabul ediyorlar. Mevsimlik kutlamalar ve şenlikler
yapıyorlar. Bunların hepsini dünyanın yeniden canlanması ve dirilmesi şerefine tertipliyorlar. “…Her
şeyin yolunda gitmesi, gerekli yiyecek ve erzakın bol olması, hayvanların sağlıklı, balık ve diğer av
1540
hayvanlarının bol, tabiat yangını ve deprem gibi tabii afetlerin korunması için ulu ruhlardan yardım
istemek maksadıyla büyük merasimler düzenlenir…”54
Hopi yerli kabilesinin folklorunda ilk sırayı “Su” alır. Ne şekilde olursa olsun, Hopi kabilesinin
hayatında en önemli unsur “su” dur. İçmek için, toprağın işlenmesi, ekinlerin sulanması ve tabiatın can
bulmasında birinci yeri her zaman su alır. Susuz kalan toprakta hayatın devamı için Hopi Yerli kabilesi
her yola baş vurmuştur. Yerliler arasında en çok “Yağmur Duası”na çıkan topluluk Hopilerdir.55
“Godu-Godu” ve çeşitli adlarla anılan “bezeme” insan, tabiatta bulunan hayvanların kılığına
girmek, Baharın gelmesini, tabiatın yeniden canlanmasını kutlamak, Türkiye ve diğer Türk yurtlarında
olduğu gibi, Amerika Yerli kabileleri arasında da hayatın önemli bir bölümünü oluşturur. Sarıkamış’ın
Karaurgan Nahiyesinde 1956 da daha ilk okulda okurken, beni “Godu” yaparlardı, komşuları kapı-kapı
gezerdik, başımdan aşağı su döker, bize tere yağı, bulgur verirlerdi. Sonra onu kırda pilav yapar
yerdik. İyi ki o günleri doyunca yaşamışım.
Ateş, Türk Mitolojisi ve Kültür hayatında olduğu Kadar, Amerikan Yerlilerinin kültüründe de yer
alan en önemli unsurlardandır.
Bahaeddin Ögel, M.Ö. 6. yüzyılda bir Çin kaynağında yazılmış bir belgeye dayanarak şunları
aktarıyor: “…Türk adlı atanın ateşi bulması; Dört çocuktan en büyüğü bulunduğu dağ üzerinde
yaşarken, çok eziyet gördü. Amcasının oymağı da yakınlardaydı. Ateşi bularak onları ısıttı ve besledi.
Böylece yaşayabildiler. Böylece onlar, onu başlarına geçirerek başkan yaptılar. Ayrıca onu, Türk
adıyla adlandırdılar…”56
Maiudu yerli kabilesinin yaptığı dini merasimlerde kullanılan ateş, tıpkı Türk dünyasında olduğu
gibi, 21 Mart kutlamalarında verilen değer kapsamında önemli yer tutmaktadır. Maiudu Yerli
kabilesinde ateşin nasıl elde edildiği bir halk masalında anlatılır.57
Ayrıca Amerikan Yerli kabilelerinden Cherokee (Çeroki) kabilesinin Yaratılış Destanında “ateş”in
kabileye nasıl getirildiğine dair ilginç bir bölüm vardır. Bu destanda anlatılanlarla Türk mitolojisinde yer
alan kültür değerleri paralellikler gösterir.58
Türler, yılın ilk aylarında yıldırım ve şimşeklerin çaktığını gördüklerinde bunları yeni yılın ilk
işaretleri olarak kabul ederlerdi. Amerikan Yerlilerinin gösterdikleri tepkiye benzer davranışla
heyecanlarını açığa vururlardı: “…Moğollar, Yıldırımdan çok korkar ve gizlenirlerdi. Türkler ise yıldırım
düştüğü zaman, atlarını koşturur ve sağa-sola ok atarlardı. V. yüzyılda Orta Asya tarihinde önemli bir
yer tutan ve Çinlilerce “Kaoçi”, yani “Yüksek Arabalılar” adı verilen Türk kavimleri vardı. Bunların
doğudaki uçları, Uygurların atalarıydı. Bu Türk kavimleri, M.Ö. 450 senesinden önce Çin’in Kuzeyinde
toplanarak, büyük bir bayram şöleni yapmışlardı. Bunların beş grubunun toplanarak yaptıkları törende
kurbanlar kesilmiş, şarkılar söylenmiş ve göğe oklar atılmıştı. Çinlilere göre bu kavimlerin şarkıları
tıpkı “kurt uluması”na benziyordu. Bu kaynaklara göre, Türkler yaşlarını gördükleri Bahar sayısına
göre sayarlardı. Türkler yaşlarını “Yeşil”le birlikte söylüyorlardı. Yirmi yaşında olduğunu söylemek için,
“Yirmi Yeşil gördüm,” derlerdi. Yaş ve Yeşil sözleri bize buradan kalmış olmalı…”59
1541
Türk kültür tarihinde ve önemli mevsimlik ve dini merasimlerde büyük yer tutan “demir”e Kuzey
Amerikan Yerli kabileleri arasında da büyük önem verilmektedir. Bazı kimselerin demirden yapılmış
silahlara dokunması kesinlikle yasaklanmıştır. Yerli kabilelerden Algonquian yerli kabilesinde, bir
hamile kadının demir ve çelikten yapılmış silahlara dokunması katiyen yasaktır. Öldürücü gücü
kaybolur, düşmana tesir etmez korkusuyla hamile kadınların ve yetkili olmayan insanların kabilenin
savaşçılarının silahlarına dokunmasına izin verilmez.60
Amerika’da Alaska’nın Güneyinde yaşayan Yakutat ve Tilingit Yerlileri arasında “demir”e Altay,
Saha ve Sibirya Türklerinin verdiği değere ve hürmete eş bir şekilde yaklaşılmaktadır. Büyük hürmet
gösterilmektedir. “…Yakutat ve Tilingit Yerlileri de, diğer yerliler gibi çelikten yapılmış bıçak, savaş
baltaları ve sivri uçlu silahlar yapmak için kullandıkları “demir”e büyük hürmet ve rağbet
göstermektedirler…”61
Amerikan Yerlileriyle bugün Orta Asya, Güney ve Kuzeydoğu Sibirya’da yaşayan Altay, Tuva,
Hakas, Televit, Şor ve Saha Türkleri arasında yaşayan Türk Şamanizm’inin ortak özellikler
göstermesi, Yerlilerin çıkış noktasını ve Amerika denen Kıtaya geçiş yolunu tespit ettikten sonra daha
iyi anlaşılmaktadır.62
Amerika Yerlileri Kristof Kolombus’tan binlerce yıl önce Amerika kıtasında yaşamış ve hala
yaşamaktadırlar. Yerliler, Amerika kıtasına her nereden gelmişlerse, daha önceden gelişmiş ve
yaşanmış bir kültürün içinden gelmişlerdir. Sioux (Su) Yerlilerinin Büyük Reisi Vine Deloria bu konuda
şunları söylemiştir: “…Eğer Amerika’daki üniversiteler Yerliler tarafından kontrol ve idare edilmiş
olsalardı, bugün, Yerlilerin Amerika kıtasına nereden gelmiş oldukları hiçbir şüpheye yer vermeyecek
şekilde gün ışığına çıkmış olurdu…”63
Amerikan Yerlilerinin Şamanları ile Sibirya’da yaşayan Saha Şamanlarının giysileri,
merasimlerde kullandıkları aletler ve dini merasimlerinin aynı olması yanında iki kıtada değişik
coğrafyalarda yaşamakta olan insanların fiziki özelliklerinin de birbirlerine benzediğini yapılan bilimsel
araştırmaların kesin sonuçlarından öğreniyoruz. “…Sibirya tundralarında yapılan kazılarda, kemikten
yapılmış dikiş iğneleri bulundu. Sibirya’da yaşayan insanların geyik boynuzlarından uzun ok atan
aletler geliştirmiş oldukları tespit edildi. Bu uzun ok atan aletlere, bugün Amerika kıtasında da
rastlanmaktadır ve bunun adına Aztek dilinde “atl-atl” (atıl-atıl) denilmektedir…”64
Alaska’nın Güneyi ve Bering Boğazı’nın Amerika kıtasında kalan kısmında yaşayan Yakutat
yerlileri Asya’ya doğru “şahadet” parmağı şeklinde uzanan adalar üzerinde yaşayan Aleut yerlileri,
kendi dillerinde bu adalara “Ana-uut” (Ana Uç) diyor ve bu şekilde telaffuz ediyorlar.65
Bu insanların ayrı-ayrı kıtalarda yaşamalarına rağmen, aynı dili konuştuklarına dikkati çeken
Kaliforniya Eyaletinin Stanford Üniversitesi’nden Joseph Greenberg, 12 bin yıl önce Amerika’ya
yapılan bir göç dalgasıyla gelen “Kızılderili” olarak adlandırılan bu insanların daha sonra Güneye göç
ederek bu günkü Orta ve Güney Amerika topraklarına geçtiklerini kaydediyor.66
Amerika’da olduğu kadar dünyanın çeşitli ülkelerinde bağımsız çalışma ve araştırmalarını
sürdüren ve kesin delillerle görüşlerini bir zemine oturtturan bilim adamları, Sibirya’da yaşayan Türk
1542
topluluklarından Sahaların sahip olduğu kültür varlıklarıyla Amerika Yerli kültürü arasında büyük
paralellikler ve benzerlikler olduğunu belirtmektedirler.
William Thalbitzer bu konuyla ilgili araştırmasında şunları açıklamaktadır: “…Arktik bölgesinde
yaşayan halkların bugünkü dilleri ne olursa olsun, Yakut Türkleriyle Chukchee (Çukçi), Samoyedler ve
Lappların sahip oldukları kültürün şüphe götürmeyecek kadar birbirinin devamı olduğuna
inanıyorum…”67
Kuzey Amerika Yerlileri ve Eskimo Şamanlarının aynı görevi yaptıklarına görüşünü Mircea
Eliade büyük
bir güvenle bilimsel kaynaklara dayanarak belirtmektedir. “…Kuzey Amerika Yerlileri ve Eskimo
Şamanlarının ruhani bir güçle “Karanlık Dünya”ya seyahat etmeleri, Asya’nın kuzeyinde Yakut (Saha)
Türklerinin ruhani yol göstericisi olan Şamanlarla aynı karakteri ve özelliği göstermektedir. Eskimo
Şamanı ile Yakut (Saha) Şamanı’nın dini merasimlerde giyindiği elbise ve elerinde taşıdıkları
“davul”ları arasında çok az farklılık vardır.68
Edward William Nelson, bir Alaska Şamanı’nın kendisine öbür dünyaya gidip, orada iki gün nasıl
dolaştığını ve yeniden dirilerek orada gördüklerini köyüne dönerek kendi halkına anlattığını
kaydetmektedir.69
Türk ve Amerikan Yerlilerinin Şamanlarının ortak özelliklerinden bahsederken Mircea Eliade
şunları kaydetmektedir, “…Öbür dünyaya seyahat etmek Arşa çıkmak, Cennete gitmek hadisesi,
Türk-Tatar ve Kuzey Amerika Şamanları arasında yaygın olan ortak bir özelliktir…”70
Mekan değiştirme ve yer altı dünyasına olduğu gibi semanın çeşitli katlarına seyahat etmek
Saha Şamanlarında olduğu gibi Alaska’daki Yerli Kızılderili Şamanlarında da görülen ortak bir
özelliktir. “…Baffinland’de yaşayan bir Alaska Şamanı, kendisini iple sıkıca bir yere bağlattıktan sonra
ruh olarak bedeninden çıkıp seyahat etmeğe başladığını anlatır…Baffinland’deki bu Şaman’ın ruhu
seyahatinden sonra tekrar bedenine girer ve Şaman canlanır. Sonunda Alaska Şamanı kendisini
saran iplerden kimsenin yardımı olmadan kurtulur. Seyahati boyunca başından geçenleri etrafında
kendisini dinleyenlere anlatır.”71
Kuzey Amerika Yerli Şamanları kendi kabilesinin sosyal yasalarına ve geleneklerine çok sıkı
bağlı örnek bir insan olarak kabilesinde saygıyla anılır ve büyük hürmet görür.
Kuzey Amerika Yerli Şamanlarının çok yüksek tabiat üstü gücü olduğuna inanılır. Yerli Şamanı
bu insanüstü gücünü kendisinin mensup olduğu yerli kabilesinin insanlarına her sahada yardım etmek
için kullanır. Yerli Şamanı’nın kabilede iki önemli görevi vardır. Bunlardan birincisi hastalarını
iyileştirmek, ikincisi ise içinde yaşadığı toplumun çıkarları ve yararına işler başarmaktır.72
Saha Şamanlarında “Ana Hayvan” veya “Hayvan Ana” ve bu arada eski Şamanların yaşayan
ruhu büyük rol oynar. “Hayvan Ana” Saha Şamanı’na görünmeyen bir ruh şeklinde yardım eder. Ob-
Uygurlardan olan Hanti ve Mansilerde Şamanın mutlaka yedi tane yardımcı hayvanı olmalıdır.
Şamanlara yardım eden hayvanların türü, coğrafyaya bağlı olarak değişir. “…Şamanlara yardım eden
hayvanlar genellikle Ayı, Geyik, At, Yılan, Balık ve Kuş şeklinde görünür. Kuş şeklinde görünen ruhlar
1543
Kuzeye doğru gidildikçe Kartal ve Baykuş şeklinde kendini gösterir. Sahillere yaklaştıkça bu hayvanlar
Şaman’ın su altındaki seyahatine yardım eden çeşitli deniz hayvanları şeklinde görülürler.”73
British Columbia’da yaşayan Thompson Yerlilerinin Şamanı yüzüne maskesini taktıktan sonra
ulu babalarının takip ettiği eski ananevi yolu takip ederek ölüler diyarına varır. Eğer hasta olan şahsın
ruhunu orada bulamazsa Hıristiyanlığı kabul etmiş olan Yerlilerin mezarlığına gider ve hasta olan
şahsın ruhunu orada aramağa başlar. Şaman hasta olan şahsın ruhunu kurtarmak için mutlaka
hayaletler ve cinlerle mücadele etmek mecburiyetindedir. Nootka yerlilerinde Şaman deniz ruhları
tarafından hastanın çalınan ruhunu geriye getirmek için trans vaziyetinde okyanusa dalar ve oradan
geriye Tamamen ıslak elbiseleriyle geri döner. Bazen Şaman’ın burnundan kan açılır. Bazı hallerde
ise hastanın çalınmış ruhunu kartal teleğinde geri getirir.74
Tarihte kayıtlara geçmiş ve adı bilinen ilk Şaman Sümerlerin Destan kahramanı Gılgamış’tır.
Orta Asya Türk, Sibirya, Saha, Altay, Tuva ve Şor Şamanlarında olduğu gibi, Amerikan Yerli
Şamanlarının en önemli aracı, “davul” ve “tokmak”tır. Yine tarihte bilinen en eski “davul” ve “tokmak”
Sümerlerin zamanında “her şeyi bilmesi” ile tanınan Sümer Şamanı Gılgamış tarafından kullanılmıştır.
Tarihte bilinen en eski yazılı Sümer tabletlerinde tanrıça Ianna tarafından Fırat nehrinin kıyısında
yetişen”Kutsal” bir ağaçtan yapılmış “Davul” (Pukku) ve “Tokmak” (Mikku) Gılgamış’a en itibarlı bir
hediye olarak verilmiştir. “…Gılgamış ve ona zorlu mücadelesinde yardım eden Ereç”liler birlikte ağacı
kestiler ve bu ağacı kendisine taht ve divan yaptırmak isteyen Ianna’ya getirdiler. Ianna, Gılgamış’ın
bu kahramanlığına karşılık bu ağaçtan bir tane “Pukku” (Davu) ve bir tane de “Mikku” (Tokmak) yaptı
ve bunları Gılgamış’a hediye etti…”75
Karanlık dünyada ruhlarla görüşmek için yaptıkları seyahatlerde davul ve tokmak Şamana
“rehberlik” eder. Eğer davulun sesi kesilirse Şaman öbür dünyada kalır ve yolunu bulup yeniden ışıklı
dünyaya çıkamaz. “…Saha Sire’de Türk Şamanları, dini ayinlerde istifade ettikleri ve karanlık dünyaya
yaptıkları seyahatlerde ruhlarla buluşmak için kendilerine yol gösteren “davul” ve “tokmak” Sahaların
mukaddes “Hayat Ağacı”ndan yapılmıştır. Saha Türklerinin Hayat Ağacı’ndan yapıldığına inandıkları
Şaman “davul”u ve “tokmağı”na derin saygı duymalarının sebeplerinden biri budur…”76
Şamanizm kültürü ile içiçe yaşamış toplumlarda insanların her iki dünyada saygı duydukları
ortak nesne, “toprak” olmuş ve özellikle Türk kültürünün yayıldığı Saha Türklerinde ve Amerikan
Yerlilerinin toprakları
üzerinde yaşayan Yerliler arasında “Toprak Ana” (Mother Earth) olarak anılmış ve ona saygı
gösterilmiştir.
Amerikan Yerlileri ve Türk toplumunun savaşçılarının bir savaş veya her hangi bir sebeple
yaralanmış olmaları halinde, yaptıkları ilk iş, “Toprak Ana”nın bağrından, onun “şefkatli yüzünden”
alınan temiz “kuru toprak”la yaralarını ovmak ve kanı durdurmak hareketi olmaktadır. Türk Milleti ve
Yerliler arasında anadan doğduktan sonra, göbeğin kesilmesiyle ve geride kalan “eş” olarak bilinen
kısım “it ağzı” değmesin diye yine mukaddes bilinen bir yerde “Toprak Ana”nın bağrına gömülür.
Amerikan Yerlileriyle Türk milletinin “Toprak Ana”ya bağlılığı daha doğarken başlar. Amerikan
Yerlilerinde ve Türklerde bir ölü gömüldükten sonra, mezarının üzerine “hamile kadının karnı” gibi bir
1544
toprak kümesi yığılması ve mezarın hamile bir kadının karnına benzetilmesi, öldükten sonra da tekrar
“Toprak Ana”nın karnından doğacağımızın “sembolizm”i ile vücut bulur. “…Ölü gömüldüğünde,
Toprak Ana’nın hamile karnındaymış gibi, ölünün üzerine hamile kadının karnına benzeyen “höyük”
veya “kurgan” gibi toprak yığılır. Mezara hamile bir kadının karnının şekli verilir…”77
Orta Asya Türk, Altay Tuva, Hakas, Televit ve Saha Sire’de ve Amerika Yerli kabileleri arasında
halkın yanında olan “her şeyi bilen” bilge kişiler olarak saygı duyulan Şamanlar, kesinlikle “kara büyü”
yapmazlar ve “nusha” yazmazlar. Türk ve Amerikan Yerli Şamanlarının ortak özellikleri
incelediğimizde, onların tamamen “ruhlar alemi” ile “ölümlü dünya” arasında seyahat eden ve acı
içinde kıvranan “bizlerden biri” olduğunu görürüz.
Amerikan Yerli Kızılderili, Türk ve Hun soylu Macar Şamanlarının ortak özellikleri yanında
Türklerin İslamı tanımış Müslüman olarak yaşayan Türk soylu topluluklarda bile hala tarihi Şaman
kültürünün tesirinden çıkamadığımız görülür. Amerikan Yerlileri ve Türk Dünyası Şamanlarının ortak
özellikleri genel olarak şöyle sıralanabilir:
- Şamanlar, çeşitli hastalıkları iyileştirir ve onlara çare bulurlar.
- Şamanlar devamlı olarak süt isterler. Bir insanın boğazına kaçan yılanı çıkarmak için bir tasa
doldurulan taze sütten yararlanırlar. (Bu duruma Kars’ta derlediğimiz halk masallarında sıkça
rastladık) Macar ve Şamanları bazen ev-ev dolaşarak, kapıları çalar ve süt isterler. Sütün,
zehirlenmelere karşı panzehir olduğu Türk Dünyası tarafından bilinmektedir. Saha Sire, Altay, Tuva,
Kazakistan ve Kırgızistan’da zehirlenmelere karşı kısrak sütü veya Kımız kullanılır. Türkiye’de ise
zehirlenmelere karşı panzehir olarak yoğurt ve sütten istifade olunur.
- Macarların “Taltos” dedikleri Şaman, anadan doğduğunda “ağzında dişleri”yle doğar. Şaman
anadan doğduğunda dişleri vardır.
- Şaman, zamanı gelince dünyevi işlerden elini çeker ve derin uykuya dalar, günlerce uyur.
- Şaman, uzunca bir zaman ortalıktan kaybolduktan sonra eve gelir. İçmek için süt ister. Eğer
içecek süt bulamazsa etrafta kasırgalar doğurur.
- Şaman daha sonra kaybolur ve Yer altı alemine göç eder.
- Şaman, Yılkı yetiştirilen bölgelerde at, geyik beslenen bölgelerde geyik ve sığır beslenen
bölgelerde boğa kılığına girerek mücadele verir.
- Masallarımızda görülen göklere uçma, karanlık ve “Yer Altı” alemine gidip geri gelme, tipik
Şaman karakteri arz eden olaylardır.78
Bir zamanlar Tsistsistas (Cheyenne) Çayan Yerli kabilesinden önce Algonquians yerlileriyle aynı
kültürü paylaşan Kuzey Sibirya ve Sahaların Şamanlarıyla Cheyenne (Çayan) Şamanlarının ortak
özellikleri üzerine yapılan bir araştırmada büyük paralellikler tespit edilmiştir.79
Kuzey Amerika yerli Kızılderili kabilelerinden Algonquians Yerlilerinin yaşattıkları Tsistsistas
(Cheyeen)-Çayan yerli kültürünün asıl ana kolu bundan 12 bin yıl önce Arktik Bölgesinde kök atmıştır.
Şamanizm kültürünü yaşatan Amerika’daki Yerli kabilelerden Algonquians Yerlileri, Sibirya’nın
1545
Kuzeyinde ve Kuzeydoğusunda yaşayan insanların en yakın akrabalarıdır. Tsistsistas kabilsinin her
yıl tekrarladığı “Massaum” merasimleri bu Yerli kabilesine Avrupa’dan gelerek Amerika’yı işgal eden
gruplardan değil, onların Kuzey ve Kuzeydoğu Sibirya’da yaşamakta olan akraba kabilelerden hatıra
kalmıştır.
Bu konuda derin araştırmalarıyla tanınan Karl II. Schlesier yazdığı kitabında konuya daha da
açıklık kazandırmıştır:
“…Kuzey ve Kuzeydoğu Sibirya ve Amerika’daki Yerli Kızılderili kabileleri arasında hala
yaşamakta olan bu kültür mirası, iki kıtanın her iki yakasında asırlar boyu devam eden materyalist
medeniyet yolunu seçen insanların gayretleriyle belirli bir müddet kesintiye uğramıştır. Tsistsistas
Yerlilerinin dünya ve kainatı tarif edişleri, diğer Amerikan Yerli kabilelerinden Yuroks, Evenks, Yukagir,
Orichislerin kültür anlayışıyla paralellik gösteren Kuzey ve Kuzeydoğu Sibirya Şaman kültürünün iki
bin nesil sonra bize kalan kısmıdır. Avrupa’dan Amerika’ya gelenlerin bu ülkeyi istilası olmasaydı, bu
kültür bu kadar derinden tahrip edilmezdi…”80
Bir zamanlar, tarihte Türk dünyasının yazılı ilk metni olarak kabul edilen Göktürk Kitabelerinin de
Türklere ait olduğunu dünya otoriteleri zorlanarak ka
bul etmişti. Orta Asya Türklüğü olarak, tarihi olayların çoğunu biz yaratmışız, fakat yazmamışız.
En güçlü hakim zamandır ve hükmünü gösterecektir. Orta Asya Türkleri, Altay, Tuva, Hakas, Televit,
Tilingit Şor ve Saha Sire Türk kültürünün Kuzeydoğu Sibirya ve Bering Boğazı yoluyla sonradan adına
“Amerika” dedikleri kıtaya geçerek Kuzey ve Güney Amerika Kıtalarına yayıldığı gerçeğini, Amerikalı,
Avrupalı ve dünyanın ciddi bilim adamları, geç de olsa başlattıkları ve hala devam ettirmekte oldukları
araştırmalarıyla bir gün mutlaka gün ışığına çıkaracaklardır.
Yaşayıp, o tarihi günü görmek isterdim.
1
Joseph Epes Bown,
Dostları ilə paylaş: |