Aybaşı halinde kadınlardan ayrılın və… onlara yaklaşmayın.
İfadenin orijinalinde geçen "i'tizal" fiili bir yana çekilmek, yakın ilişkiler kurmaktan kaçınmak demektir. Araplar: "A'zeltu nasibehu" der-ler. Yani: Onun payını belirledim, bir kenara koydum, onunla diğer pay-ları birbirinden ayırdım. "əl-kurb" (=yakınlık) kelimesi, "əl-bud" (=uzaklık) kelimesinin karşıtıdır. Həm kendiliğinden, həm də "min" hərfi cerri yardımıyla geçişli olabilir. Bu ayette geçen "i'tizal"dan (yana çekilmekten) maksat, hayız kanının aktığı mahalden kadına yaklaşmayı terk etmektir. Bununla ilgili ayrıntılı bilgi sunacağız.
İnsanlar, kadınların aybaşı halı ilə ilgili olarak farklı tutumlar içindeydiler: Yahudiler bu hususta oldukça katı davranıyorlardı. Aybaşı halindeki kadının yiyeceğini, içeceğini və yatağını ayırırlardı. Onunla aynı yerde oturmazlardı. Tevrat'ta, kadınların aybaşı haliyle ilgili sərt hükümler vardır. Onlarla birlikte oturup kalkan aynı yatağı paylaşan ya da onlara dokunan kimselere yönelik ağır və sərt ifadeler yer alır. Xristianlara gelince, onları aybaşı halindeki kadınlarla cinsel ilişki kurma, onlarla yatıp kalkmaktan alıkoyacak heç bir kuralları yoktur. Ərəb müşrikleriyse bu hususta herhangi bir tutum içinde değildiler. Ancak Medine və çevresinde yaşayan Ərəb kabileleri, aybaşı halı ilə ilgili bazı ağır adetler edinmişlerdi. Aybaşı halindeki kadınla ilişkilere sınırlandırma getirmişlerdi. Onların dışındaki Ərəb kabileleri, aybaşı halinde kadınla cinsel ilişkiye girmeyi olumlu karşılıyor, hatta bu durumda oluşacak çocuğun qan dökücülükte ileri gideceğine inanırlardı. Qan dökücülükse bedevi kabilelere göre olumlu və övünç duyulan bir nitelikti.
Hər vəziyyətdə, "Aybaşı halinde kadınlardan ayrılın" ifadesi, ayrılmaya ilişkin emrin mutlak oluşundan dolayı, Yəhudilərin tutumunu destekliyor gibi görünebilir. Hatta: Onlara yaklaşmayın. ifadesi də bu tutumu pekiştirici niteliktedir. Nə var ki; ayetin sonundaki, "Allah'ın emrettiği yerden onlara gidin" (ki kastedilen "yer/yeyər"in hayız kanının aktığı mahal olduğu açıktır) ifadesi "ayrılın" və "yaklaşmayın" ifadelerinin kinaye olarak kullanıldıkları yönünde bir ipucu vermektedir. Onun üçün bu ifadelerle kastedilen, sadece "hayız kanının aktığı" mahaldir. Mutlak olarak aybaşı halindeki kadınlarla oturup kalkmak, onlardan yararlanmak, oynaşmak değil.
Bu bakımdan, İslam dini "kadınların aybaşı halleri" ilə ilgili olarak, Yəhudilərin izlediği şiddetli sınırlandırma ilə Xristianların izlediği tam serbestlik arası bir tutum belirlemiştir. İslam dini, hayız kanı axan yerdən cinsel ilişkiye girmeyi yasaklarken, bunun dışında kadından hər türlü istifadeye, oynaşmaya icazə vermiştir. "Aybaşı halinde" ifadesinde, kelimenin zahiri, zamiri yerine kullanılmıştır. Çünkü cümleye uygun düşen: "Onda kadınlardan ayrılın." şeklinde bir ifadenin kul-lanılmasıdır. Bu kullanımın gerekçesine gelince, ayəs(n)i kerimede geçen "el-mahiz" kelimesinin birinci kullanımında məsdər anlamı, ikinci kullanımında isə, aybaşı halinin zamanı kastedilmiştir. Dolayısıyla ikinci kullanımdaki "el-mahiz"in anlamı, birinci kullanımdaki "el-mahiz"den farklıdır. İkinci kullanımdaki "el-mahiz" yerine, anlamı dışındaki bir şeye dönük olan bir zamir kullanılsaydı, değindiğimiz bu anlam elde edilemezdi.
Temizlenmelerine kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendiklerinde, Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin.
"Temizlik" və karşıtı "pislik" (necaset) İslam milleti arasında yaygın olarak kullanılan kavramlardır. Kendilerine özgü hükümleri və özellikleri vardır. Bunlar dini meselelerin önemli bir yönünü teşkil edər. Bu iki kavram kullanım çokluğundan dolayı, "Üsulu Fıkıh" ilmindeki ıstılahıyla ya "hakikat-ı şer'iyye" olan (şeriatın belli manalarda kullandığı) yahut "hakikat-ı müteşarrıa" olan (şeriat ehlinin kendi aralarında belli manalarda kullandıkları) kelimelerdir.
"Temizlik" kavramının ifade ettiği anlam, dillerinin farklı olmasına rağmen bütün insanlarca bilinmektedir. Bundan dolayı, anlıyoruz ki, "temizlik" kavramı, hayatının bir zorunluluğu olarak hər insan tarafından bilinmektedir. Tək bir ulusa ya da çağa özgü kılınamaz.
Çünkü hayat olgusu, madde üzerinde tasarrufta bulunma, onu hayat üçün öngörülen amaçlara ulaşmada aracı olarak kullanma və yaşamak üçün gerekli olan alanlarda ondan yararlanma esasına dayanır. Bu bakımdan insanoğlu, doğası gereği bir şeyin ardına gidiyorsa, o şeyden umduğu bir yarar və bir özellik və gereklilik dolayısıyladır bu eğilim. Bunun üçün ona ulaşmayı istemektedir. Kuşku yox ki, insanın eğilim gösterdiği yararların ən/en genişi, beslenme və üremeye ilişkin yararlardır.
Kimi zaman, hər hangi bir şeye yönelik dışarıdan gelen bir müdahale, daha önce onun sempati ilə karşılanan, benimsenen niteliklerinin değişime uğramasına neden olabilir. Söz konusu değişimi daha çox, dad, koku və rəng aracılığıyla algılayabiliriz. Meydana gelen bu niteliksel değişim karşı tarafta antipati və tiksinti uyandırır. İşte "necaset (pislik)" dediğimiz şey, bu dönüşümün, olumsuz başkalaşımın kavramsal ifadesidir. İnsan bu kavram ilə, bir şeye yönelik tiksinişini ifade edər; bu anlama dayalı olarak o şeyden kaçınır. Bunun karşıtı isə, bir şeyin değişmeyen ilk durumudur; gereklilik və yararlılık halidir ki, insan doğası ona eğilim gösterir. İşte biz buna temizlik diyoruz. Bu halde "temizlik" və "pislik" eşyada bulunan iki varoluşsal niteliktir. Bunlardan biri varolduğu zaman eşyayı çekici kılar, ötekisi varolunca də eşyayı itici və iğrenç kılar.
İnsanoğlu bu iki anlamın farkına varır-varmaz, onları somut olgulara uyarladı. Sonra mənəvi olgulara kadar genelleştirdi. Çünkü, soy, fiil, əxlaq, inanc və söz gibi mənəvi olgularda də rağbet (eğilim) və nefret (kaçış) anlamları söz konusudur.
İnsanlar arasında kullanıla gelen "temizlik" və "pislik" kavramlarının ifade ettikleri anlamlarla ilgili değerlendirmenin özeti budur. Amma "nezafet, nezahet, kuddüs və sübhan" gibi, anlam olarak "temizlik" (taharet)'e yakın kavramlara gelince; söz gelimi "nezafet" kavramı, önceki bir pislik durumunu izleyen "temizlik" anlamını ifade edər və özellikle somut olgularla ilgili olarak kullanılır. "Nezahet" kavramının kökeninde isə "uzaklık, berilik" yatar. Temizlik anlamında kullanılışı istiare yöntemine göre gerçekleşmiştir. "Kuddüs" və "sübhan" gibi kavramlar də mənəvi, soyut olgulara ilişkin olarak kullanılır. "el-Kazare" və "ər-rics" isə necasete (pislik) yakın anlamlar ifade ederler. Ancak "el-kazare" kavramının kökeni "uzaklık"tır. Araplar "Nakatun kazur": (Sürüden ayrı duran deve), "reculun kazur" (kötü huyundan dolayı insanlarla dostluk kuramayan, onlarla birlikte oturamayan adam.), "reculun mukazzer" (insanların nefret ettiği, uzaq durduğu kimse) derler.
Yine Araplar: "Kazirtu'ş-şey'e və tekazertuhu vestakzertuhu" (falan şeyden tiksindim.) derler. Bu bakımdan "el-kazare" kavramının "pis-lik=necaset" anlamında kullanılışı istiare yöntemine göre gerçekleşmiştir. Çünkü, bir şeyin "murdar" oluşu insanların ondan uzaq durmalarını, kaçınmalarını gerektirici bir durumdur. "ər-Rics" və "ər-ricz" kavramları üçün də aynı husus geçerlidir. "ər-Ricz" kavramının anlamsal kökeni, korku və ürküntüdür. Dolayısıyla "pisliğe" yönelik işareti, istiare yoluyladır.
İslam dini, "temizlik" və "necaset" kavramlarını dikkate almış, bunları somut və soyut olgularla ilgili olarak kullanmış və külli fenomenler və hatta sosyal yasalar hakkında bu kavramları gündeme getirmiştir. Yüce Allah, "Temizlenmelerine kadar onlara yaklaşmayın." buyuruyor ki, burada kastedilen hayızdan arınma və kanın kesilmesidir. Bir diğer ayette, "Elbiseni temizle." (Müddessir, 4) bir diğerinde, "Amma sizi temizlemek ister." (Maidə, 6) bir başka ayette, "İşte onlar, Allah'ın kalplerini temizlemek istemedikleridir." (Maidə, 41) başka bir ayette də, "O (Qurana) temizlenmiş olanlardan başkası dokunamaz." (Vakıa, 79) buyuruyor.
İslam şeriatı, insan və bazı hayvanların kanı, idrarı, dışkısı və menisi, leş və domuz gibi özü itibariyle murdar olan şeylerin necis olduklarını vurgulamıştır. Namazda, yeme və içmede bunlardan uzaq durulmasına ilişkin hükümler koymuştur. Həm necis şeylere bulaşmakla gelen habaset və necisliğin giderilmesini taharet olarak nitelendirmiştir, həm də hadesin abdest veya gusül ilə giderilmesini. Bunların yöntemi və açıklaması fıkıh kitaplarında mevcuttur.
Daha önce, İslam dininin temelde "tevhid" ilkesine dayandığını vurgulamıştık. Bu bakımdan İslam dini, hər türlü ayrıntıyı, tək bir temele, yani tevhide dayandırır. Dinin bütün ayrıntı niteliğindeki hükümlerinde bu temel ilkenin izini görmek mümkündür.
Buradan hareketle anlıyoruz ki: Tevhidin özü, Allah katındaki büyük temizliktir. Bundan sonraki bütün külli ilkeler də, insan üçün temizleyicilik işlevini görür. Bunu üstün əxlaqa ilişkin ilkeler izler. Ardından dünya və ahiretin, ıslahına ilişkin hükümler gelir. Az önce sunduğumuz ayetleri bu temel üzerinde değerlendirdiğimiz zaman, aradaki örtüşmeyi, bağdaşmayı rahatlıkla kavrarız: "Sizi temizlemek ister." (Masıda, 6) "Sizi tertemiz kılmak ister." (Ahzab 33) Temizlik olgusuna ilişkin daha bir çox ayetten hareketle bu sonuca varabiliriz.
Bu vaxt değerlendirmeden sonra, artık əsl konumuza dönebiliriz: "Temizlenmelerine kadar" ifadesi ilə "kanın kesilmesi" kastedilmiştir. Demek ki, aybaşı halinden sonraki temizlik durumu, hayız kanının kesilmesidir.
"Temizlendiklerinde" yani hayız kanının aktığı mahalli (vajina) yıkadıkları ya da gusül abdesti aldıkları zaman "Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin." Sakındırmanın ardından yer/yeyər aldığı üçün, caizliği ifade edən (vacip netelikli olmayan) bir emirdir bu. Burada ilahi edebe uygun olarak Qurana yaraşır, kinayeli bir üslupla, cinsel ilişki kastediliyor. Cinsel ilişkiye girmenin "Allah'ın size emrettiği..." ifadesiyle kayıtlandırılması, az önce işaret ettiğimiz ilahi edebi tam anlamıyla ifade etmeye yönelik bir kullanımdır. Çünkü cinsel ilişki, ilk etapta eğlenme və oynaşma, yani gereksiz bir faaliyet gibi görülür. Bu yüzden, cinsel ilişkinin "Allah'ın emrettiği..." bir şey olarak kayıtlandırılması, insan denen canlı türünün hayat düzeninin devamının bu faaliyet ilə mümkün olduğuna işaret etmeye yöneliktir. Dolayısıyla cinsel ilişkiyi bir eğlence, bir oyalanma gibi algılamamak gerekir. Tam tersine kadın-erkek birleşmesi evrensel yasalar sisteminin vazgeçilmez bir temel prensibidir.
Bu yüzden, "Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin." ifadesi, akışı itibariyle "Artık onlara yaklaşın və Allah'ın sizin üçün yazdığı şeyleri talep edin/əldə et.." (Bakara, 187) "Tarlanıza dilediğimiz gibi varın. Kendiniz üçün ileriye hazırlık yapın." (Bakara, 223) ayetlerine benzer. Çünkü açıq bir şekilde görüyoruz ki ayette, kadınlarla birleşmeye ilişkin olarak verilen əmr, özü itibariyle varoluşsal bir emirdir. İnsanın organik yapısının üremeye yatkın və elverişli olarak yaratılmış olması bunun somut kanıtıdır. Biraz önce işaret ettiğimiz ayetlerden birinde yer/yeyər alan "Allah'ın sizin üçün yazdıkları..." ifadesi ilə də bu varoluşsal gerçek (üreme) kastedilmiştir. Bu olgu bütün çıplaklığıyla ortadadır. Kənar yandan, cinsel birleşmeye ilişkin bu emrin, evlenme və üremeye yönelik bir fərzi kifaye niteliğinde olması də mümkündür. Tıpkı, insan hayatının devamı üçün vazgeçilmez nitelikte olan diğer "fərzi kifayeler" gibi. Ancak bu, uzaq bir ihtimaldir.
Bazı tefsir alimleri bu ayeti kadınlarla tərs ilişkiye girmenin haramlığına kanıt olarak sunmuşlardır ki, son derece zayıf və basit bir kanıtlama yöntemidir. Onların bu yaklaşımı ya: "Onlara gidin." ifadesine dayanır, ki bu bir növ lakap mefhumudur, dolayısıyla kanıtsallık yönü yoktur. Ya da, "Bir şeye emretmek o şeyin zıddından nehyetmektir." kaidesine dayanır; ki bunun də zayıf bir kanıtlama yöntemi olduğu üsul ilminde kesinlik kazanmıştır.
Kaldı ki əgər kanıt "Onlara gidin..." ifadesindeki əmr isə, bu əmr sakındırmadan sonra yer/yeyər aldığı üçün zorunluluğa delalet etmez. Şayet, "Allah'ın size emrettiği yerden..." ifadesine dayandırılıyorsa, bu durumda, emirden maksat yaratma (varoluşsal) bir əmr isə o zaman lafzi bir delaleti yoktur, demektir. Əgər teşrii (yasal) bir əmr içeriyorsa, bu durumda də fərzi kifaye niteliğinde bir zorunluluk ifade edər. Halbuki "Bir şeye əmr, o şeyin zıddından nehiydir" kaidesini kabul etsek dahi bu kaide sadece fərzi aynı olan kesin emirlerle ilgilidir; fərzi kifayey-le herhangi bir ilişkisi yoktur.
Şüphesiz Allah, tövbe edenleri sever, temizlenenleri də sever.
Tövbe, yüce Allah'a dönmek demektir. "Tatahhür" (temizlenme işlemi) isə temizliğe başlamak və onu kabul etmek demektir. Bu bakımdan "temizlenme" pislikten soyutlanıp əsl duruma dönmektir ki, bu durum temizliktir. Bu iki anlam, yüce Allah'ın əmr və yasakları bağlamında birbirini destekler niteliktedir. Özellikle temizlik və necaset olguları ilə ilgili olarak söz mövzusu uygunluk daha bir belirginleşmektedir. Bu halde yüce Allah'ın verdiği emirlerden herhangi birini yerine getirmek, koyduğu yasaklardan birine uymak, pislikten, aykırılıktan və bozgunculuktan temizlenmek və yüce Allah'a dönmek demektir. Aradaki bu ilintiden dolayı yüce Allah, söz mövzusu hükmü bu şekilde gerekçelendirmiştir: "Şüphesiz Allah, tevbe edenleri sever, temizlenenleri də sever." Çünkü, yüce Allah'ın işaret buyurduğu gerekçenin, söz mövzusu ettiği hükümle uyuşması bir zorunluluktur. "Aybaşı halinde kadınlardan ayrılın..." və "Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin." ifadelerini kastediyorum.
"Şüphesiz Allah; tövbe edenleri sever, temizlenenleri də sever." ifadesi mutlaktır, herhangi bir şeyle kayıtlı değildir. Dolayısıyla daha önce değindiğimiz gibi, tövbe etmenin və temizlenmenin bütün mertebelerini kapsar niteliktedir. "Temizlenenler..." kelimesinin, mübalağa sıygası olan "tevvabin (=çok tövbe edenler)" ifadesiyle bir arada kullanılması, tevvabin kelimesinden mübalağayı istifade ettiğimiz gibi "müta-tahhirin (=temizlenenler)" kelimesinden də mübalağa anlamını çıkarabilmemize imkan sağlayabileceği heç də uzaq bir ihtimal değildir. Böyle olunca də ayetten həm növ həm də sayı bakımından çox tövbə və çox temizlik anlamı çıkar. Demek istiyorum ki: Yüce Allah tövbə etmenin hər türünü sever; ister istiğfar etme (bağışlanma dileme), ister əmr və yasaklara uyma, ister haqq nitelikli bütün inanc prensiplerini benimseme şeklinde olsun... Yine, hər türlü temizlenmeyi də sever; ister abdest və gusül yoluyla yıkanma şeklinde olsun, ister salih ameller veya haqq nitelikli bilgiler aracılığı ilə arınma şeklinde olsun... Bunun yanında tövbə etmeyi və temizlenmenin tez-tez tekrarlanmasını də sever.
223) Kadınlarınız sizin tarlanızdır; tarlalarınıza dilediğiniz gibi varın.
İfadenin orijinalinde geçen "hars" kelimesi, ziraat anlamında mastardır. Tıpkı ziraat gibi, sürülen və əkin ekilen tarla üçün kullanılır. "Enna" edatı isə "meta" gibi, zamanla ilgili bir şərt edatıdır. Bazı durumlarda mekanla ilgili olarak də kullanılabilir. Nitekim yüce Allah, bir ayəs(n)i kerimede şöyle buyuruyor: "Ey Meryem, bu sana nereden geldi?" (Al/götürü İmran, 37) Şayet ayetin orijinalinde geçen "enna" edatını, mekanla ilgili olarak ələ alırsak "hangi mahalden dilerseniz..." şeklinde bir anlam elde etmiş oluruz; əgər bu edatı zamanla bağlantılı olarak ələ alırsak, bu durumda "nə zaman dilerseniz..." şeklinde bir anlam elde etmiş oluruz. Hər iki durumda də, anlam açısından ayə, mutlaklık ifade edər. Özellikle "dilerseniz..." şeklinde bir kelimenin də cümle içinde yer/yeyər alması, bu mutlaklığı pekiştirici niteliktedir. İşte "Tarlanıza varın..." emrinin zorunlu bir yükümlük oluşunu engelleyen budur. Çünkü, bir işi yükümlünün seçimine və dilemesine bıraktıktan sonra onu zorunlu kılmanın bir anlamı yoktur.
Ayrıca, bu hükümden önce, ayetin başında "Kadınlarınız sizin tarlanızdır..." şeklinde bir ifadenin yer alması, ikinci dəfə kadınlardan "tar-la" olarak söz edilmesi, gösteriyor ki maksat, kadınlarla cinsel ilişkiye girme hususunda zamansal və mekansal bir genişliğe işaret etmektedir. Fakat önemli olan kadının kastettiği mekandır. Erkeğin değil. Yani, erkek kadının herhangi bir mahallinden ilişki kurma serbestisine sahiptir, şeklinde bir sonuç çıkarılamaz. Şayet, mutlaklık mekanla ilgili isə, zamanla ilgili mutlaklık ayəs(n)i kerime ilə çelişmez. Dolayısıyla, kendisinden önceki: "Aybaşı halinde kadınlardan ayrılın və temizlenmelerine kadar onlara yaklaşmayın." ifadesi ilə bir zıtlık oluşturmamaktadır. Əgər, söz mövzusu mutlaklık, zamanla ilgili isə, bu durumda "aybaşı halı"ndan söz eden ayetle kayıtlandırılmıştır demektir. Bunun kanıtı də "Aybaşı halı..." ilə ilgili ayetin, "tarla" ifadesini içeren ayeti neshedemeyeceği unsurları içermesidir. Kastettiğimiz husus, "aybaşı halı" ilə ilgili ayetin, bu halı "əza" olarak nitelemesi və "aybaşı halinde.." kadınlarla cinsel ilişki kurmanın haramlığının gerekçesinin, onun "əza" oluşu olarak sunmasıdır. Çünkü "aybaşı halı" hər zaman üçün "əza" dır. Yine ayəs(n)i kerime, aybaşı halinde kadınlarla cinsel ilişki kurmanın haram kılınışının bir növ "pislik"ten temizlenme olduğuna delalet etmektedir. Yüce Allah'ın, temizlenenleri sevmesi də, hər zaman üçün geçerli olan bir husustur. O, kullarını temiz kılmakla, nə büyük iyilikte bulunduğunu dile getirmektedir. Nitekim bir ayəs(n)i kerimede şöyle buyuruyor: "Allah size güçlük çıkarmak istemez, amma sizi temizlemek və üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister." (Maidə, 6)
Görüldüğü gibi bu mana (hayız ilə ilgili ayə) "Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza dilediğiniz gibi varın." ayeti gibi bir ayetle, kayıtlanamaz. Çünkü bu ayə, hər şeyden önce bir genişlik, müsamaha və özgürlüğe işaret etmektedir. Bu isə hayız halindeki yaklaşmanın haram kılınış sebebi (eziyet oluşu) və bu haram meydana gəl hükmü koyulduğunda mevcut olan bir sebepti. Bununla birlikte herhangi bir etkisi olmadı (haramlığı kaldıramadı.) Hükmün yürürlüğe konuluşundan sonra də bir etkisinin olabileceği düşünülemez. Saniyen, ayəs(n)i kerime şöyle bir değerlendirme cümlesini kapsamaktadır: "Kendiniz üçün ileriye hazırlık yapın. Allah'tan korkup sakının və bilin ki, elbette ONA kavuşacaksınız. İman edenlere müjde ver." Bu açıklamanın ışığında şunu diyebiliriz ki: Kadınların tarla oluşundan söz eden ayə ister önce, ister sonra inmiş olsun, aybaşı halini konu alan/sahə ayəs(n)i kerimeyi neshetmiş olamaz.
Ayetin ifade ettiği anlam ilə ilgili olarak kısaca şunu söyleyebiliriz: İnsan topluluğu üçün kadının önemi, tarlanın önemi gibidir. İnsanoğlu tohumun devamı və yeryüzündeki hayatını sürdürmek üçün gerekli olan besin maddelerini elde etme hususunda, nasıl tarlaya muhtaçsa, neslin varlığı və insan türünün devamı üçün də kadınlara muhtaçtır. Çünkü yüce Allah, insan neslinin kadınların rahminde şekillenmesini öngörmüştür. Ardından erkeklerin organik yapısına də kadınlara e-ğimli temel içgüdüler yerleştirmiştir. Yanında insan denen canlı türünün bu iki cinsi arasına sevgi və rahmet bağını yerleştirmiştir. Durum böyle olunca, aradaki bu ilgi üçün öngörülen varoluşsal məqsəd, insan denen canlı türünün devamına yönelik sebeplerin bir ön hazırlık olarak gerçekleştirilmesi şeklinde ön plana çıkar. Dolayısıyla bu anlamı belli bir vakitle kayıtlandırmanın ya da belli bir məkana özgü kılmanın pratik bir anlamı yoktur. Yeter ki, söz mövzusu varoluşsal amaca ulaştırıcı nitelikte olsun və ihmale gelmeyecek vacip nitelikli bir diğer yükümlülükle çakışmasın. Bu açıklamamız ilə "Kendiniz üçün ileriye hazırlık yapın..." ifadesi ilə də nə kastedildiği açığa çıkmış oldu.
Bazılarının "Kadınlarınız sizin tarlanızdır." diye başlayan ayeti, cinsel ilişki esnasında erkeğin azıl yapmasının (meniyi dışarı akıtmasının) caiz oluşuna bir kanıt olarak algılamaları son derece tuhaf bir yaklaşımdır. Çünkü ayəs(n)i kerimenin, bu hususa bakan bir yönü yoktur. Yine "Kendiniz üçün ileriye hazırlık yapın..." ifadesini də, cinsel ilişkiye başlamadan önce "besmele" getirmeye yönelik bir direktif olarak algılamak də ən az bunun kadar tuhaf bir yaklaşımdır.