ed-Dürr'ül-Mensur təfsirində şöyle bir rivayet iştirak edər: İbn Cerir, İbn Abbas kanalıyla aktardı: Rəsulullah efendimizin (s. a. a) terkisine binmiştim. Bana dedi ki: "Ey Abbas'ın oğlu, senin tutkularına uymasa bile, Allah'ın takdir ettiği şeye razı ol, çünkü bu, Allah'ın kitabında kesin olarak ifade edilmiştir." Dedim ki: "Ya Resulullah, nerede yazılıdır, mən Quranı okuduğum halde böyle bir şeye rastlamadım?" Buyurdu ki: 'Olar ki, hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin üçün hayırlıdır və olar ki, sevdiğiniz şey də sizin üçün bir şerdir. Allah bilir də siz bilmezsiniz.' ayeti."
Mən deyərəm ki: Bu rivayet, ilahi takdirin həm yaratma (yaratılışı, varoluşu) həm də teşrii (şəri yasamayı) kapsadığını eyham etmektedir. Tekvin və teşri' arasındaki farklılık isə, itibarlara göre değişir. Ayəs(n)i kerimede geçen "Əsa" (Olar ki) edatının bu ayədə "zorunluluk" ifade ettiğine ilişkin bir kanıt yoktur. Daha önce "əsa" edatının Quranı Kerim'-de, sözlük anlamı ilə, yani "umma" anlamında kullanıldığını vurgulamıştık. Dolayısıyla, bazı tefsircilerden aktarılan: "Quranda iştirak edən hər şey "əsa" edatı ilə ifade edilebilir. Çünkü bu ədat, yüce Allah bucaqından zorunluluk ifade edər" şeklindeki görüşün bir dayanağı yoktur. Bundan daha də ilginci bu görüştür: "Əsa" edatı, iki yer/yeyər hariç Qur-anı Kerim'in hər yerinde zorunluluk ifade edər; biri, tahrim meselesi ilə ilgilidir: "Belki onun Rabbi, o sizi boşayacak olursa..." (Tahrim, 5) Diğeri isə, İsrailoğulları ilə ilgilidir: "Umulur ki, Rabbiniz size merhamet edər." (İsra, 8)
Yine et-Dürr'ül-Mensur təfsirində, İbn Cerir Süddi kanalıyla şöyle rivayet edər: "Rəsulullah Efendimiz (s. a. a) keşif üçün bir müfreze çıkardı. Müfrezede yedi kişi bulunuyordu. Komutanları də Abdullah b. Cahş əl-Esedi idi. İçlerinde Ammar b. Yasir, Əbu Hüzeyfe b. Utbe b. Rabia, Sad b. Əbu Vakkas, Nevfeloğulları'nın müttefiki Süleymi oğullarından Utbe b. Safvan, Sehl b. Beyda, Komandir b. Füheyre, Ömər b. Hattab'ın müttefiki Vakid b. Abdullah el-Yarbui gibi zatlar bulunuyordu. Rəsulullah (s. a. a) bir yazı yazıp İbn Cahşa verdi və Milel denen mevkiye gelmedikçe yazıyı okumamasını emretti. İbn Cahş və müfrezesi Milel denen yere geldiklerinde yazıyı açıb okudular. "Nahla vadisine kadar yürü." şeklinde bir qeyd vardı. Bunun üzerine arkadaşlarına şöyle dedi: "Ölümü isteyen yola devam etsin və vasiyetini yapsın. Mən, vasiyetimi yapıyor və Rəsulullahın emrini yerine getirmek üzere harekete geçiyorum." Ardından yola koyuldu. Develerini kaybeden Sad b. Əbi Vakkas və Utbe b. Gazzan (Safvan olsa gerektir) müfrezeden kopup geride kaldılar.
İbn Cahş yola devam etti. Bir yerde onlar Hakem b. Kiysan, Abdullah b. Muğire b. Osman və Əmr el-Hadremi ilə karşılaştılar. Aralarında çatışma çıktı. Hakem b. Kiysan'ı və Abdullah b. Muğire'yi əsir aldılar. Daha sonra İbn Muğire iplerini çözüp (kaçtı), Əmr el-Hadremi isə Vakid b. Abdullah tarafından öldürüldü. Bu, Hz. Muhammed'in (s. a. a) ashabının aldığı ilk ganimetti. Müfreze, esirler və ganimet mallarıyla Medine'ye döndü. Bunun üzerine müşrikler; "Muhammed Allah'ın emirlerine uyduğunu iddia ediyor; amma haram ayın dokunulmazlığını ilk önce ihlal edən kendisidir." demeye başladılar. Bunun üzerine yüce Allah, bu ayeti indirdi: "Sana, haram olan ayı, onda savaşmayı sorarlar." Də ki: "Onda savaşmak büyük bir günahtır. Halal olmaz." Ancak, ey müşrikler, sizin yaptığınız haram ayda savaşmaktan daha ağır bir suçtur. Çünkü siz Allah'ı inkar ettiniz, Muhammed'i, ONun (evinin bulunduğu Mekke'ye gelmesine) engel oldunuz. Fitne, (yani şirk) Allah katında, haram ayda savaşmaktan daha ağır bir suçtur. İşte "Allah'ın yolundan alıkoymak, onu inkar etmek" ibaresiyle kastedilen anlam budur.
Mən deyərəm ki: Aynı anlamı ya da yakın anlamları içeren bir çox rivayet, Ehlisünnet kanallarınca aktarılmıştır. Aynı anlamı içeren bir hadis Mecma'ul-Beyan tefsirinde də yer alır. Bazı rivayetlerde müfrezede, sekiz kişinin yer/yeyər aldığı, dokuzuncu kişinin də komutanları olduğu belirtilir.
Yine ed-Dürr'ül-Mensur təfsirində, İbn İshak, İbn Cerir, İbn Əbu Hatem və Beyhaki Yezid b. Ruman kanalıyla Urve'nin şöyle dediğini rivayet ederler: "Rəsulullah Efendimiz (s. a. a) Abdullah b. Cahşı, Nahla Vadisine gönderdi və Kureyş hakkında bize bir bilgi getirene kadar orada qal, dedi. Amma ona savaşma emrini vermedi. Bu da, haram ayda gerçekleşiyordu. Rəsulullah ona, gideceğini haber vermeden bir yazı verdi və şöyle dedi: "Sən və arkadaşların yola çıkın. İki gün yol aldıktan sonra, sana verdiğim yazıyı açıb oxu. Sana emrettiğim gibi hareket et/ət. Heç bir arkadaşını də seninle birlikte gelmeye zorlama." İbn Cahş iki gün yol aldıktan sonra, yazıyı açtı. Şöyle yazıyordu: "Nahla vadisine gelinceye kadar yürü. Bize oradan Kureyş hakkında edindiğin bilgileri getirirsin." Yazıyı okurken arkadaşlarına şöyle dedi: "Duyduk və uyduk. İçinizde şehid olmak isteyen benimle gelsin. Çünkü mən, Rəsulullahın emrini yerine getireceğim, içinizde bunu istemeyenler də geri dönebilir. Çünkü, Rəsulullah herhangi birinizi, benimle beraber gelmeye zorlamamı yasakladı." Bunun üzerine, müfrezedeki hər kəs, onunla birlikte hareket etti. Necran vadisine geldikleri zaman, Sad b. Əbu Vakkas və Utbe b. Gazvan nöbetleşerek bindikleri develerini kaybettiler.
Müfrezeden ayrılıp develerini aramaya koyuldular. Müfreze isə, Nahla vadisine gelene kadar yoluna devam etti. Orada Əmr b. el-Hadremi, Hakem b. Kiysan, Osman və Muğire b. Abdullah ilə karşılaştılar. Bunlar beraberlerinde, Taif'ten getirdikleri, deri və yağ gibi ticaret malları taşıyorlardı. Müfreze onları gördüğünde, Vakid b. Abdullah onlara doğru gitti. Vakid başını tıraş etmişti. Adamlar başı tıraşlı birini gördüklerinde, Ammar şöyle dedi: "Onun sizinle bir işi yoktur." Rəsulullahın ashabı, aralarında istişare ettiler. Cemaziyelevvelin son günüydü. Dediler ki: "Onları öldürürseniz, haram ayda öldürmüş olursunuz. Əgər serbest bırakırsanız, bu gece, dokunulmazlığı bulunan Mekke'ye girmiş olacaklar və elinizden kurtulmuş olacaklardır." Sonunda onları öldürme hususunda görüş birliğine vardılar. Temim kabilesine mensup Vakid b. Abdullah, Əmr b. el-Hadremi'ye bir ox fırlatıp öldürdü. Osman b. Abdullah və Hakem b. Kiysan də əsir alındılar. Muğire isə kaçıp ellerinden kurtuldu. Ardından əl koydukları kervanı Medine'ye Rəsulullahın yanına getirdiler. Rəsulullah (s. a. a) onlara şöyle dedi: "Allah'a andolsun, mən size haram ayda savaşmanızı emretmedim." Daha sonra iki esire və mallara əl koydu və onlardan heç birisini almadı. Rəsulullah (s. a. a) onlara bu sözleri söyleyince, dizlerinin bağı çözüldü. Üzüntüden elleri yana düştü. Helak olduklarını sandılar. Müslüman kardeşleri də kendilerine karşı sərt tutum sergilemeye, onları kınamaya başladılar.
Kureyş kabilesi, bu haberi duyunca, şöyle bir tepki gösterdi: Muhammed haram qan dökmüştür; hakkı olmayan mala əl koymuştur; haram ayın dokunulmazlığını ihlal ederek insanları tutsak almıştır." Bunun üzerine yüce Allah: "Sana haram olan ayı, onda savaşmayı sorarlar." ayetini indirdi. Bu ayə inince, Rəsulullah efendimiz (s. a. a) kervana əl koydu və esirleri də fidye karşılığı salıverdi. Bunun üzerine Müslümanlar: "Ya Rasulallah, bu olayın bizim üçün bir savaş olmasını umuyor musun?" dediler. Bu gelişmeler üzerine yüce Allah, "Şüphesiz iman edenler və Allah yolunda cihad edenler; işte onlar, Allah'ın rahmetini umabilirler." ayetini indirdi. Müfrezedekilerin sayısı sekiz idi. Komutanları Abdullah b. Cahş ilə birlikte bu sayı dokuza ulaşıyordu.
Mən deyərəm ki: "Şüphesiz iman edenler, hicret edenler..." diye başlayan ayetin, Abdullah b. Cahş və arkadaşları hakkında indiğini ifade edən başka rivayetler də vardır. Bunun yanında, ayəs(n)i kerime ibadet kastiyle bir əməl işleyen, amma ameli gerçek ilahi hükümle uyuşmayan, dolayısıyla yanılan kimsenin mazur sayılacağına delalet etmektedir. Buna göre yanılmak günaha sebep olmaz. Ayrıca, bağışlanmanın, günah dışındaki durumlar üçün də söz mövzusu olabileceğine işaret etmektedir.
Konuya ilişkin rivayetler, ayəs(n)i kerimede iştirak edən "Sana sorarlar" ifadesi ilə möminlərin kastedildiğine işaret etmektedir. Möminlərin davranışını eleştiren müşrikler değildir soruyu soranlar. Önceki bölümün sonunda iştirak edən rivayetlerin birinde geçen İbn Abbasın bu sözü də bunu pekiştirici niteliktedir: "Muhammed ashabından daha hayırlı bir topluluk görmedim. Rəsulullah (s. a. a) vefat edinceye kadar ona sadece on üç soru sordular və bunların tümü də Quranı Kerim'de iştirak edər: "Sana içki və kumarı sorarlar", "Sana haram olan ayı sorarlar..." Ayəs(n)i kerimedeki hitabın də möminlərə yönelik olması bunu desteklemektedir: "Sizi dininizden geri çevirinceye kadar sizinle savaşmayı sürdürürler."
ayələrin tərcüməs(n)i
219- Sana içkiyi və kumarı sorarlar. Də ki: "Onlarda həm büyük günah, həm insanlar üçün faydalar vardır. Amma günahları faydalarından daha büyüktür." Və sana nə kadar infak edeceklerini sorarlar. Də ki: "(Sizi çətin duruma düşürmeyecek) orta bir miktarı." Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz.
220- Dünya və ahiret hakkında (düşünürsünüz). Və sana yetimleri sorarlar. Də ki: "Onların (işlerini) ıslah etmek (onları kendi hallerine bırakmaktan) daha hayırlıdır. Əgər onları aranıza katarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah bozgun çıkaranı ıslah ediciden ayırdeder. Əgər Allah dileseydi size güçlük çıkarırdı. Şüphesiz Allah güçlü və üstün olandır, hikmət sahibidir."
ayələrin AÇIKLAMAsı
219) Sana içkiyi və kumarı sorarlar.
Sözlükten algıladığımız kadarıyla "hamr" sarhoşluk yapması üçün emal edilen hər türlü içkiye denir. Kelimenin anlam esası, örtmedir. Aklı örttüğü, güzeli çirkinden, hayrı şerden ayırdetmesine engel olduğu üçün bu şekilde adlandırılmıştır. Araplar, kadının baş örtüsüne "himar" derler. "Hamertu'l-inae" yəni kabın kapağını örttüm. "Ahmertu'l-acin" yəni hamura maya kattım. Hamur mayasına "hamire" denmesinin sebebi önceden yoğrulması, sonra üzerinin örtülmesidir. Araplar, sadece üzüm, hurma və arpadan üretilen içkiyi bilirlerdi. Sonra insanlar zamanla yeni türler icad ettiler. Bu gün, sarhoşluk verme derecesine göre, sınıflandırılan bir çox içki türü vardır ki, tümü də "hamr" adı altında toplanır.
"el-Meysir" kelimesi də sözlükte "kumar" anlamına gelir. Kumar oynayan kimseye "yasir" denir. Bu kelimenin də əsl anlamı "kolay-lık"tır. Kumarın böyle adlandırılmasının sebebi, herhangi bir yorgunluk, əmək və çalışma söz mövzusu olmaksızın başkasının malını elde etmesidir. Araplar, daha çox bu ismi, xüsusi bir kumar oyunu üçün kullanırlardı. Şans okları çekme şeklinde oynanırdı. Ayrıca bu oyuna "ezlam" və "aklam" də derlerdi.
Oynanış şekline gelince; cahiliye döneminde Araplar semiz develer satın al/götürüb boğazlarlardı. Sonra boğazladıkları deveyi yirmi sekiz parçaya bölerlerdi. Sonra yanına on ədəd/adət ox bırakırlardı. Oklara "fez, tev'em, rakib, hils, nafis, müsbil, mualla, munih, senih və rağad" adını vermişlerdi. Fez adını verdikleri oxun payı, yirmi sekizde birdi. Tev'-emin isə iki payı vardı. Rakibin payına üç, hilsin payına dörd, nafisin payına beş, müsbilin payına altı, muallanın payına yedi parça düşerdi. Ən/en büyük pay buydu. Münih, senih və rağad adlı oklara isə bir şey düşmezdi. Onların payı yoktu. Kime adı geçen oklardan biri çıksaydı, öngörülen payını alırdı. Son üç oxu çekenlerse develerin fiyatını üstlenirlerdi. Bu oyun on kişi arasında, oklardan kura çekmek şeklinde oynanırdı.
Də ki: "Onlarda həm büyük günah, həm insanlar üçün faydalar vardır. Amma günahları faydalarından daha büyüktür."
Bir okuyuş tarzında "kebir" yerine "kesir" (çox) ifadesi geçer. Ayetin orijinalinde geçen "ad" kelimesi "zenb (=günah)" kelimesine və anlam olarak ona benzeyen başka kelimelere yakın bir anlam ifade edər. "Ad" bir durumdur. Bir şeyde veya akılda baş gösteren bu durum, insanın hayırlara ulaşmasını geciktirir. Dolayısıyla, peşinden mutsuzluk və başka alanlarda yoksunluk gelen bir günahtır bu. İçki və kumar hayatın başka alanlarındaki mutlulukları bozarlar. Bu bakımdan həm içki həm də kumar, bu şekilde değerlendirilebilir.
İçki içmeye gelince, tıbbi zararları və mide, bağırsak, kara ciğer, akciğer, sinir sistemi, təyin edər damarlar, ürək gibi organlar, görme və tatma gibi duyular üzerindeki olumsuz etkileri hakkında eskiden və günümüzde alanının uzman doktorlar tarafından binlerce əsər kaleme alınmıştır. Bu sahada yapılan istatistikler, içki müptelalarının yakalandıkları çeşitli hastalıkları ortaya koymuştur. Bir çox ölümcül hastalığın sebebinin bu zehir olduğu kanıtlanmıştır.
İçkinin əxlaqi zararlarına gelince; içki içən kimselerde əxlaqi çöküntü başlar. Kişi yavaş yavaş hayasızlığa doğru yuvarlanır. Bir çox maddi zarara uğrar. Cinayət/günah işler, adam öldürür, sırlarını ifşa edər, haramları, sınırları, kutsalları çiğner, hayattaki mutluluk unsurunun dayanağı olan bütün bəşəri yasaları, özellikle ismət, can və mal ilə ilgili namusluluk ilkesini ayaklar altına al/götürər. Nə dediğini bilmeyen, nə yapacağını kestiremeyen bir sarhoştan hiçbir konuda əmin olunmaz. Dünyayı kaplayan və insan hayatını kıskaca alan/sahə bir çox cinayət/günahın geri planında ya doğrudan ya da dolaylı olarak içkinin müdahalesi söz konusudur.
İçkinin insanın algılama yeteneğine yönelik olumsuz etkisini, insanın aklını başından almasını, düşünce üzerindeki düzensiz etkilerini, sarhoşluk esnasında və sonrasında idrakin insicamını bozmasını heç kimse inkar edemez. İçindeki günah və fesadın ən/en büyüğü budur. Digər bütün bozgunculuklar buradan kaynaklanır.
Daha önce də işaret ettiğimiz gibi, İslam şeriatı hükümlerinin temelini, aklıselimin korunmasına dayandırmıştır. Aklı işlevsiz bırakacak, içki, kumar, aldatma və yalan gibi şeyleri şiddetle yasaklamıştır. Aklın işlevini yerine getirmesini engelleyen fiillerin başında içki içme, sözlerin başında də yalan və yalancı şahitliktir.
Bu fiiller, yani aklı işlevsiz hala getiren ameller -ki yalan və sarhoşluğa dayanan politikalar ən/en başta iştirak edər- insanlığı tehdit etmekte, mutluluk binasını yerle bir etmektedir. Yalan və sarhoşluğa dayalı politikaların hər bir meyvesi mutlaka öncekilerinden daha acıdır. Yük ağırlaştıkça və kişi bu yükü kaldıramayacak hala geldikçe, biraz daha yükü ağırlaşır. Sonunda emekler boşa gider, çabalar hüsranla biter. Hükümlerini aklıselime dayandırması, aklı bozacak, onu işlevsiz hala getirecek heva və heves menşeli amelleri yasaklamış olması, bu göz kamaştırıcı kanıtları içeren İslam dini üçün, bu şeriat-ı garra üçün yeterli bir övünçtür. İnşaallah Maide Suresi'nin ilgili ayetini tefsir ederken daha ayrıntılı açıklamalarda bulunacağız.
İnsanlar, hayvansal içgüdülerinin etkisiyle hər zaman şehevi lezzetlere eğilimlidirler. Bu yüzden şehevi arzuları tatmin etmeye yönelik faaliyetler, haqq və hakikatten çox daha hızlı bir şekilde aralarında yaygınlık kazanır. Bu arzuları tatmine yönelik alışkanlıklar edinir. Bu alışkanlıkları bir yana bırakıp insanlığın mutluluğunu öngören evrensel yasalar sistemine göre hareket etmek onlara ağır gelir. Bu yüzden yüce Allah bu hususla ilgili olarak koyduğu yasaları aşamalı olarak hayata geçirmiş. İnsanların bu hükümlere uymasını şefkatle və zaman tanıyarak sağlamıştır.
İnsanlar arasında yaygın olarak işlenen söz mövzusu kötü alışkanlıklardan biri də içki kullanmadır. Konuya ilişkin ayetleri incelediğimiz zaman, içkinin haram kılınışında aşamalı bir yöntemin izlendiğini görürüz. İçkinin haram kılınışı dörd aşamada gerçekleştirilmiştir:
Birincisi; "Də ki: Rabbim yalnızca çirkin hayasızlıkları, onlardan açıkta olanlarını və gizli olanlarını, günah işlemeyi, haklı nedeni olmayan isyan və saldırıyı haram kılmıştır." (Ə'RAF, 33) ayəs(n)i kerime Mekke döneminde inmiştir və burada "ad (=günah)" haram kılınmıştır. İçkide də günah (ad) vardır. Ancak günahın nə olduğu və içkinin də büyük günah olduğu vurgulanmamıştır.
Bu ayəs(n)i kerimenin ifade tarzı, kapalı hususları açıklamama türünden bir kolaylaştırma, bir hafifletme olsa gerektir. Nitekim bunu bu ayəs(n)i kerimeden də algılıyoruz: "Hurma ağaçlarının meyvelerinden və üzümlerden həm sarhoşluk verici içki, həm güzel bir rızk edinmektesiniz." (Nəhl, 67) Bu ayəs(n)i kerime də Mekke döneminde inmiştir. Öyle anlaşılıyor ki, insanlar henüz içkideki büyük haramın farkında değildirler. Ta ki bu ayəs(n)i kerime inene kadar: "Ey iman edenler, sarhoş ikən, namaza yaklaşmayın." (Nisa, 43) Bu ayəs(n)i kerime də Medine'de inmiştir. Və insanların bir ölçüde ən/en efdal bir hal və ən/en efdal bir məkan olan mescitte namaz kılındığı anda içki içmelerini engelleyerek kısmi bir yasak getirmiştir.
Ağılı değerlendirme və ayrıca ayetin akışı, Bakara Suresi'ndeki ilgili ayetin və Maide Suresi'ndeki iki ayetin bundan önce inmiş olmasını, ihtimal dışı bırakıyor; çünkü Bakara və Maide surelerindeki ayetler mutlak bir yasaktan söz etmektedir. Genel bir yasaktan sonra xüsusi bir yasak koymanın anlamı yoktur. Kaldı ki, böyle bir yaklaşım söz mövzusu ayetlerden algıladığımız, hükümlerin aşamalılığı hususu ilə də bağdaşmamaktadır. Çünkü aşamalılık, kolaydan zora doğru gelişme gösteren bir süreçtir, zordan kolaya değil.
Sonra də Bakara Suresi'ndeki bu bölümde tefsir ettiğimiz ayə inmiştir: "Sana içkiyi və kumarı sorarlar. Də ki: Onlarda həm büyük günah, həm insanlar üçün yararlar vardır. Amma günahları yararlarından daha büyüktür." Daha önce də açıkladığımız gibi, bu ayə, Nisa Suresi'ndeki ilgili ayetten sonra inmiştir. Dolayısıyla ayəs(n)i kerime, içkinin haram kılındığına ilişkin bir hüküm içermektedir. Çünkü, içkinin də günah olduğuna kesin bir ifadeyle delalet etmektedir: "Onlarda büyük günah vardır." Daha önce Mekke inişli Ə'RAF Suresi'ndeki ilgili ayetin, günah anlamına gelen "ad"ı haram kıldığını vurgulamıştık.
Bu noktada bazı tefsir bilginlerinin aşağıdaki değerlendirmelerinin yanlışlığı ortaya çıkıyor: "Bakara Suresi'ndeki ilgili ayetin, içki və kumarı haram kıldığı hususu açıq değildir. Çünkü: "Onlarda büyük günah vardır." ifadesi, sadece bunlarda günah olduğunu dile getirmektedir. Bu ifadede iştirak edən günah kelimesi ilə də "zarar" kastedilmiştir. Zararlı olan hər şeyin haram kılınmış olması, başka delillerle sabittir fakat bir yönüyle zarar bir başka yönüyle də yarar sağlayan şeylerin də haram kılındığı anlamına gelmez. Bu yüzden yukarıdaki ayə, sahabenin içtihadına havale edilmiştir. Nitekim bazısı, bu ayetten yola çıkarak içkiyi bırakmış, bazısı də içmeye devam etmiştir. Bu ikinci gurup, zararlarından sakınmak kaydıyla, yararlarından istifade edebilme serbestisine sahip olduklarını öngörmüş gibidirler. Aslında bu ayəs(n)i kerime, daha sonra konulacak kesin yasağa ilişkin bir ön hazırlık niteliğindeydi: "İçki, kumar, dikili taşlar və fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir... Artık vazgeçtiniz değil mi? (Maidə, 90-91)