Siz ancak ONun size öğrettiği şeyleri bilebilirsiniz. Yüce Allah bir ayette, "Onlara kitabı və hikmeti öğretiyor." (Al/götürü İmran, 164) buyuruyor. Bir diğerinde də, "Dilediği kadarının dışında, ONun ilminden heç bir şeyi kavrayıp kuşatamazlar." (Bakara, 255) buyuruyor. Bu iki ayəs(n)i kerime ilə, bu ayəs(n)i kerime arasında bir çelişki yoktur: "İşte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır; bunları bilen bir topluluk üçün açıklar." (Bakara, 230) Yani, Allah'ın öğretmesi sonucu bilen bir topluluk üçün...
233) Emzirmeyi tamamlamak isteyenler üçün anneler çocuk-larını iki tam il emzirirler.
Ayetin orijinalinde geçen "validat" kelimesi "anneler" demektir. Ay-nı anlama gelen "ummehat" yerine bunun kullanılmış olması, "umm" kelimesinin "valide" kelimesinden daha kapsamlı oluşundan kaynaklanıyor. Nitekim "baba" anlamına gelen "eb" ismi "valid" isminden və "oğul" anlamına gelen "ibn" ismi də "veled" isminden daha kapsamlıdır. Ayəs(n)i kerimenin içerdiği hüküm, anne (valide) çocuk (veled) və baba (mevludun leh) ilə ilgili olarak yürürlüğe konulmuştur. Kənar yandan "baba" anlamında "valid" yerine "mevludun leh" kelimesinin kullanılmış olması də hükmün yasalaştırılmasının hikmetine işaret etmektedir: Buna göre "veled" (çocuk) "valid" üçün dünyaya getirilmiş olduğundan və hayatına ilişkin hükümlerin önemli bir kısmında ona təbii/tabe oluşundan dolayı -amma tümünde değil. İnşaallah Nisa Surəsinin "tahrim"le ilgili ayetini incelerken konuya açıklık getireceğiz- baba üçün, çocuğun hayatı ilə ilgili maslahatı, eğitimi və terbiyesi ilə ilgili gereçleri temin etmek bir yükümlülüktür. Bu yükümlülüğün kapsamına, çocuğu emziren anneyi giydirmek və geçimini (nafaka) temin etmek də girer. Çocuğun annesine düşen görev də, çocuğun babasına zarar vermemektir. Çünkü çocuk baba üçün (mevludun leh)dir.
Bazı tefsir bilginlerinin bu değerlendirmesi isə, oldukça şaşırtıcıdır: Ayette "baba" anlamında "valid" yerine "mevludun leh" ifadesinin kullanılmış olması, annelerin (validat) babalar üçün çocuk doğurduklarını göstermektedir. Çünkü çocuklar babalarındır. Bu yüzden babalarının soyadını alırlar (babalarına nisbət edilirler) annelerinin değil. Nitekim Memin b. er-Reşid bir beytinde şöyle deyər:
"İnsanların anneleri, ariyet verilen və içinde eşya saklanan kaplar konumundadır. Oğullar babalarındır."
Götürmə xülasəylə sona çatdı. Yukarıdaki değerlendirmeyi yapan müfessir ayetin giriş kısmında və son kısmında yer alan "evladehunne" (=çocukları) və "bi-velediha" (=çocuğu) üçün ifadelerinden habersiz gibidir. Kanıt olarak sunulan Me'mun'un şiirine gelince, bunun gibi adamların sözleri, Allah'ın kelamını desteklemek amacı ilə sunulacak düzeyde değildir.
Edebiyat bilginlerinin çoğu, dili, yasamayı, toplumsal sistemi və evrensel düzeni birbirine karıştırırlar. Dille ilgili bir değerlendirmeyi, toplumsal sisteme ya da evrensel bir gerçeğe tanıklık olarak sundukları çox görülmüştür.
"Çocuk"la ilgili olarak şunu diyebiliriz, varoluş yasası onu anne və babaya birlikte bağlı kılmıştır. Çünkü varlığı, ikisine birden dayanır. Toplumsal değerlendirmeler bazında isə, takınılan tavır ulustan ulusa değişiklik gösterir. Bazı topluluklar çocuğu anneye nisbət ederken, bazısı də babaya nisbət etmektedir. Ayəs(n)i kerime, bu ikinci kısmı onaylamaktadır. Bunu də bu ifadeyle ortaya koymaktadır: "el-Mevludu leh (=çocuk kendisinin olan baba.) "
Ayette geçen "yurzi'ne" kelimesinin mastarı olan "irza" kelimesi "er-rezaa" və "ər-raz" mastarından türemiş, onun "if'al" kalıbına uyarlanmış halidir. İçindeki sütü içmek amacı ilə memeyi emmek demektir. "Havl" kelimesi də "il" demektir. Yılın dönüp devretmesinden kaynaklanıyor bu isimlendirme. Ayrıca "tam" diye nitelenmesi, yılın birkaç dönemden, parçadan oluşuyor olmasından və bazı dözümlülüklər tanınıp eksiğine də tanımlamada "il "deme ihtimali olduğundan kaynaklanıyor. Söz gelimi, bir neçə gün eksik də olsa, bir yerde ikamet edilmişse, bir veya iki il ikamet ettim denebilir.
"Emzirmeyi tamamlamak isteyenler üçün" ifadesi gösteriyor ki, emzirme və dadılık boşanmış annenin isteğine bağlı bir hakkıdır. Şayet çocuğu iki tam il emzirmek isterse, süreyi doldurmak də ona aid bir haktır. Şayet süreyi tamamlamak istemezse, bu da ona kalmış bir durumdur. Kocaya gelince, bu hususta bir hakka veya yetkiye sahip değildir. Ancak karşılıklı rıza ilə, kadının ona bir hususta muvafakat vermesi başka. Nitekim, "Əgər anne və baba… çocuğu sütten ayırmayı isterler sterlerse..." ifadesi də bunu göstermektedir. Onların yiyeceği, giyeceği bilinen örfe uygun olarak, çocuk kendisinin olana aittir. Kimseye güc yetireceğinin dışında yük teklif edilmez.
Daha önce də belirttiğimiz gibi "çocuk kendisinin olan mevludun leh"dən maksat "baba"dır. "Rızk və giyecek"le də "nafaka və giysi"ler kastedilmiştir. Yüce Allah bunların bilinen örfe göre olmasını öngörmüştür. Demek oluyor ki, nafaka və giysi bedeli belirlenirken karı-kocanın bilinen durumu əsas alınacaktır. Ulu Allah bu hükmü, zorluğu bertaraf edici bir genel kuralla gerekçelendiriyor: "Kimseye güc yetireceğinin dışında yük teklif edilmez." Buna bağlı olarak ayrıntı niteliğindeki iki hükme də işaret ediyor. Bunlardan biri, emzirme və bakım gibi hakların kadına aid olmasıdır. Koca, kadının çocuğa bakmasını, görmesini və buna benzer şeyleri engellemek suretiyle anne ilə çocuğu birbirinden ayırma hakkına sahip değildir. Çünkü bu kadına zarar vermek və onu zora sokmak demektir. İkincisi; kocasının çocuğunu görmesini engellemesi gibi hareketlerle çocuğundan dolayı kocaya zarar vermesi yasaklanıyor. Bu husus bu şekilde dile getiriliyor: "Anne, çocuğu, çocuk kendisinin olan baba də çocuğu dolayısıyla zarara uğratılmasın."
"Baba də çocuğu dolayısıyla" ifadesinde zahir ismin zamir yerine kullanılması yani "çocuğu" yerine "onunla" ifadesinin kullanılması ilə muhtemel bir çelişki bertaraf edilmiştir. Əgər: "Çocuk kendisinin olan baba də onunla" şeklinde bir ifade kullanılsaydı, "onunla" kelimesindeki zamir "anne, çocuğu" ifadesine dönük olacaktı və şöyle bir anlam ilə karşı karşıya kalacaktık: "Çocuk kendisinin olan baba də kadının çocuğu dolayısıyla..." Bu durumda bir çelişki olduğu vehmine kapılacaktı insanlar. Çünkü "doğurma"nın erkeğe isnadı, kadına isnadı ilə çelişir. Bu halde ayəs(n)i kerimede kullanılan bu ifade tarzı ilə hükmün həm sosyal boyutu, həm də evrensel boyutu göz önünde bulundurulmuştur. Evrensel yasalar sistemine göre çocuk ikisine aittir (karı-koca). Həm kocanın çocuğudur, həm də kadının çocuğudur. Amma sosyal yasaya göre sadece erkeğe aittir. Çünkü çocuk onun üçün dünyaya getirilmiştir.
Mirasçı üzerindeki sorumluluk də bunun gibidir.
Ayetten anladığımız kadarıyla "baba"ya aid olan kadını geydirmə və nafakasını temin etme sorumluluğu, babanın ölmesi durumunda, mirasçılarına devreder. Ayetin ifade ettiği anlamla ilgili olarak başka şeyler də söylenmiştir. Ancak bu söylenenler ayetin zahiri anlamı ilə bağdaşmamaktadır. Burada ayrıca onlardan söz etmeyişimizin sebebi, fıkıh biliminin kapsamına girmesinden dolayıdır. Dileyen fıkıh kitaplarından ayrıntılı bilgi edinebilir. Bizim benimsediğimiz yorum, elimize ulaşan rivayetlere göre Ehlibeyt İmamları'nın görüşüne uygundur. Ayrıca ayetin zahiri ilə də uyuşmaktadır.
Öyleyse əgər anne və baba aralarında rıza ilə və danışarak çocuğu sütten ayırmayı isterlerse... Allah'tan korkup-sakının və bilin ki, Allah yaptıklarınızı görendir.
Ayetin orijinalinde geçen "el-fisal" sütten kesme, "et-teşavur" isə, danışmak üzere bir araya gelmek demektir. Görüldüğü gibi, kadına tanınan haqq və aradaki sıkıntıyı kaldırmayı içeren ifade açısından, ayrıntı bir değerlendirme ilə karşı karşıyayız. Buna göre çocuğu emzirmek və bakımını üstlenmek kadın üçün değişmez bir yükümlülük değildir. Kadın dilediği an bu hakkından vazgeçebilir.
Bu halde, karı-koca karşılıklı rızaya dayalı bir danışma sonucu çocuğu sütten ayırabilirler. Bunun nə bir günahı var, nə də bir sakıncası vardır. Anne çocuğuna süd vermeyebilir, bu durumda adam çocuğunu, öz annesinin dışındaki bir kadına emzirebilir. Anne hastalık, sütün kesilmesi gibi bir nedenle çocuğuna süd vermeyebilir və çocuk bir başka kadının sütünü emmek durumunda kalabilir. Bunun üçün də gerekli olan ücretin (nafaka vs. nin) örfe uygun olarak verilmesi gerekir. Bu gelişmeler karşısında, öz annenin hakları də göz ardı edilmemelidir: "Və əgər çocuklarınızı bir süd anneye emzirtmek isterseniz, vereceğinizi örfe uygun olarak ödedikten sonra üzerinize bir günah yoktur." ifadesi buna dönüktür.
"Allah'tan korkup-sakının və bilin ki, Allah yaptıklarınızı görendir." ifadesinde, karı-kocaya Allah'tan korkup, sakınmaları (takva) və gözetilecek takva unsurunun, mezkur amellerin zahirinin və dışyüzünün ıslahının gerçekleştirilmesi emrediliyor. Çünkü gündemdeki hükümler, xarici biçimle doğrudan bağlantılıdır. Bu yüzden yüce Allah: "Bi-lin ki, Allah yaptıklarınızı görendir." buyuruyor. Oysa, iç duyguların önemli rol oynadığı bir diğer meselede başka bir ifade tarzına başvurulmuştur: "Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini tamamlamak üzerelerse..." "Allah'tan korkup sakının və bilin ki heç şüphesiz Allah hər şeyi bilendir." Çünkü bu ayə, şöyle bir ifade də içermektedir: "Hak-larını ihlal edib zarar vermek üçün onları tutmayın." Zarar verme olgusu, davranışın xarici biçiminden çox, insanın içindeki niyete bağlıdır. Dav-ranışlara yansıyan bu niyetin etkisidir.
234) İçinizden ölenlerin geride bıraktığı eşler, kendi kendilerine dörd ay on (gün) beklerler.
Ayetin orijinalinde geçen "yuteveffevne" kelimesinin mastarı "et-tevaffi"dir və ölüm, anlamında kullanılan bir deyimdir. "Teveffahu'llah" yəni Allah onun canını aldı. Ölmüş birine də "muteveffa" denir. Yine ifade içinde geçen "yezerune" kelimesi, "yedeune kelimesiyle eşanlamlıdır; hər ikisi geride bırakma, terk etme, anlamında kullanılır və ke-limenin aynı kökten mazi siygası (geçmiş üçün kullanılan biçimi) yoktur. Ayetin metninde sadece "on" kelimesi yer/yeyər alıyor və "gün" ifadesi geçmiyor. Çünkü ayetin akışından "on gün" kastedildiği rahatlıkla anlaşılabiliyor.
Sürelerini bitirince, artık kendi haklarında maruf bir şekilde yaptıklarından dolayı size bir günah yoktur.
Bekleme süresini bitirmek ilə, kocası ölən kadının zorunlu olarak beklediği dörd ay on günlük sürenin sona ermesi kastediliyor. "bir günah yoktur." ifadesi ilə də, davranışları və takınacakları tavırları açısından serbest seçim hakkının kadınlara verildiği vurgulanıyor. Əgər evlenmeyi isterlerse, bu hakka və yetkiye sahiptirler. Ölmüş kocanın yakınları, bilgisizliğe, körü körüne taklit ya da kıskançlık və cimriliğe dayalı kimi gelenekleri gerekçe göstererek kadının bu haklarını kullanmasına engel olamazlar. Bu, onların şeriat yasasında belirlenmiş (maruf) haklarıdır. Heç kimse şeriatın tanıdığı, onayladığı bir hakkı geçersiz kılma yetkisine sahip değildir.
Kocası ölən kadına karşı takınılan tavırla ilgili olarak, İslam öncesi topluluklar büyük farklılıklar içindeydi. Bazı toplumlar, ölü kocası ilə birlikte diri karısını də yakmayı, ya da ikisini birlikte bir tabuta koyup gömmeyi öngörüyordu. Bazı topluluklar kocası ölən kadının ömrünün sonuna kadar evlenmeksizin beklemesini gelenek edinmişti. Hıristiyanları buna örnek gösterebiliriz. Cahiliye Arapları də kocası ölən kadının bir il boyunca erkeklerden uzaq durmasını öngörüyorlardı. Bazı ileri toplumlarda də dokuz aylık bir süre boyunca bunu uygulamalarına rastlıyoruz. Bazı uluslar, kocası ölmüş kadının, süresi belli olmaksızın, bir dönem evlilikten uzaq durmasının, kocasının kendisi üzerindeki bir hakkı olduğuna inanıyorlardı.
Bütün bu denilenlerin nedeni şudur ki bunlar kendi sanılarınca, evliliği hayat ortaklığı və kaynaşmışlığı şeklinde algılıyorlardı. Bu da sıcaklık və kaynaşma nitelikli bir beraberliğin temel niteliğidir. Onlara göre, sevginin, gözetilmesi zorunlu olan bir saygınlığı vardır. Bu da cüt yönlü bir duygu, karı-kocanın ikisine birden dayanan bir anlam olmasına və birine ölüm gelip çattığı zaman, ötekisinin arkadaşına duyduğu saygının bir göstergesi olarak aradaki duygusal bağı gözetmesi zorunluluğu doğmasına rağmen ancak kadının bu bağı gözetmesi çox daha gerekli və çox daha zorunluydu. Çünkü kənar yandan haya, hicap və iffet gibi duyguları də gözetmesi gerekirdi. Açılıp saçılması və elden ələ dolaşan bir eşya gibi oradan oraya gitmesi yakışık almazdı.
Değişik ulusların, kocası ölmüş kadına ilişkin olarak belirledikleri kuralların arka planında işte bu sosyolojik gerekçeler yatıyordu. İslam dini, bu bağlamda kocası ölmüş kadının kendi kendini gözlem altında tutması üçün öngördüğü süre isə bir yılın yaklaşık olarak üçte biri kadardır. Zaman olarak dörd ay on gündür.
Allah işlediklerinizden haberdardır.
Ayə, kocası ölmüş kadının zorunlu bekleme süresini belirlemeye və bu sürenin sonunda kadının evlenme hakkına sahip olduğunu vurgulamaya yönelikti. Bu isə, bir takım amellerin somutlaştığı, belirginleştiği bir ortamdır və yüce Allah'ın "haberdardır" sıfatı ilə bağlantılıdır. Dolayısıyla adı geçen değerlendirmenin, yüce Allah'ın amelleri bildiğinin və mubah ameli yasak amelden ayırt edici olmasının vurgulanması ilə gerekçelendirilişi, ayetin axış amacı ilə də örtüşmektedir. Bu halde, kocası ölmüş kadınlar, bir yerde kendilerini gözlem altında tutmak durumundadırlar. Bir yerde də kendileri hakkında diledikleri kararı verme serbestisine sahiptirler. Ayetin sonunda, "Allah, işlediklerinizden haberdardır." şeklinde bir ifadenin yer/yeyər alması bu yüzdendir.
235) Böyle (iddetini bekleyen) kadınları nikahlamak istediğinizi onlara sezdirmenizde ya da gönlünüzde saklamanızda size bir günah yoktur.
Ayette geçen "arraztum" fiilinin mastarı olan "ta'riz (=sezdirme)" sözündən maksat, sözü bir yana çekerek muhatabın kastedilen hususu dolaylı olarak anlamasını sağlamaktır. Konuşanın meseleyi direkt olarak açmayı istemediği durumlarda bu cür imalı bir üslub tercih edilir. Deyimin kökü taraf və istiqamət anlamına gelen "ərz"dir və "açıklama"nın zıddıdır. "Ta'riz (=sezdirme)" ilə kinaye arasındaki farka gelince; sezdirme içeren ifadenin, söylenenden farklı bir anlamı vardır. Kocası ölmüş kadına, bir adamın, "Mən kadınlarla hoşça geçinen və onları seven bir kimseyim" demesi gibi. Burada demek istiyor ki: "Əgər benimle evlenirsen, xoş bir hayat sürdürür və memnun kalırsın." Kinaye isə, bundan farklıdır. Kinayeli bir ifadede, kinaye edilenin dışında bir anlam kastedilmez. "Falanın külü çoktur" derken, onun cömert biri olduğunu kastetmen gibi.
"el-Hitbetu" kelimesi, "hatb" kökünden gelir və "karşılıklı konuşma və konuşmaya tekrar dönmek" anlamına gelir. "Hatab'el mer'ete hitbeten" yani kadınla evlenme hususunda konuştu. Bu amaçla konuşmayı gerçekleştirene "hatib" denir, "hatib" değil. Bir topluluğa konuştu və onlara hutbe okudu, özellikle vəz nitelikli konuşma yaptı anlamına gelir. Evlenme amacıyla konuşan kimseye "hatib" denir. Çoğulu də "huttab" kelimesidir. Vaaz nitelikli konuşma yapan kimse hakkında "hatib", kullanılır. Çoğulu isə "hutaba"dır.
"el-İknan" sözü, "kenn" kökünden gelir və örtme anlamını ifade edər. Ancak "iknan" özellikle insanın bir şeyi kendi içinde gizlemesi anlamında kullanılır. "gönlünüzde saklamanız..." ifadesinde olduğu gibi. "Kenn" kelimesi, çanta, elbise ya da ev gibi şeylerin içinde gizlenen şeyler üçün kullanılır. Bu ayetlerde olduğu gibi: "Sanki onlar, saklı bir yumurta gibi." (Saffat, 49), "Sanki saklı inciler gibi." (Vakıa, 23) Bu bakımdan, incelediğimiz ayəs(n)i kerimede, evlenme isteğini kadınlara sezdirmenin ya da bu istekle ilgili bir duyguyu gönülde saklamanın herhangi bir sakıncasının olmadığı vurgulanıyor.
Allah, sizin onları anacağınızı bilir.
Kadınlarla evlilik amacı ilə konuşmak ya da bu isteği sezdirmek şeklindeki girişimlerin günah olmayışlarına ilişkin bir gerekçe sunuluyor. Buna göre,şu mesajı algılamamız gerekir: Kadınları düşünmeniz, onlarla evlilikten söz etmeniz, öz yaratılışınıza yerleştirilmiş doğal bir içgüdüdür. Yüce Allah fitri yapınızın və yaratılış sisteminizin öngördüğü eğilimlerinizi yasaklamaz. Tam tersine bu cür ihtiyaçlarınızı gidermenizi caiz görür. Bu da, İslam dininin fıtrat esasına dayandığını gös-teren somut bir örnektir.
Bekleme süresi tamamlanıncaya kadar nikah bağını bağlamaya kesin karar vermeyin.
İfadenin orijinalinde geçen "əzm" bir şeyi yapmaya yönelik kalbi kararlılık və əqd demektir. Tamamen iptal edilmediği sürece bir hükmü, etkisinde ən kiçik bir gevşeklik meydana getirmeyecek şekilde sağlamlaştırmak anlamına gelir. "el-Ukdetu" kelimesinin kökü də "el-akdu"dur və bağlamak anlamına gelir. Ayette evlilik sözleşmesi, birbirine bağlanarak bitişik bir tək ip halına gelmiş iki ipin düğümlenmesine benzetilmiştir.
Ayrıca, evlilik akdi üzerine, kalbi ilgilendiren bir duygu olan "kararlılık" değerlendirmesinin yapılması ilə, bu düğümün və adı geçen evlilik ilişkisinin niyet və inanca bağlı olgular olduklarına işaret edilmektedir. Çünkü bu ilişki göreceli bir olgudur və ancak inanc və kavrayış çerçevesinde anlam kazanır. Tıpkı mülkiyet və diğer göreceli toplumsal haklar gibi. Nitekim "İnsanlar tək bir ümmettir." (Bakara, 213) ayetini incelerken bu hususa açıklık getirdik. Bu halde, incelemekte olduğumuz ayette istiare və kinaye sanatına başvurulmuştur. [Kesin kararlılığı, düğümü sağlamlaştırma olarak nitelendirmek istiaredir. Evliliği də bir çeşit düğüm olarak nitelemek kinayedir.] Yine ayetin kapsamında iştirak edən "kitap" kelimesi ilə, yazılmış və tarafların uyma zorunluluğu bulunan hüküm kastedilmiştir. Ki, söz mövzusu olan yüce Allah'ın kocaları ölmüş kadınlar üçün öngördüğü zorunlu bekleme və kendini gözlem altında tutma süresidir.
Bir dəfə daha ayetin anlamına dönecek olursak: "Kocaları ölmüş kadınların, zorunlu bekleme süreleri dolmadıkça onlarla nikah bağını bağlamayın..." Bu ifade və bundan önceki "Kadınları nikahlamak istediğinizi onlara sezdirmenizde size bir günah yoktur." ifadesi gösteriyor ki, konu sadece kocalarının ölümü üzerine zorunlu bekleme süresini dolduran kadınlara evlenme isteğini sezdirme və onlarla nikah bağını bağlama ilə ilgilidir. Buna göre "en-nisa" kelimesinin başındaki "lamı tarif", zihin içi anlamı (yani sözü edilen kadınlara aid olduğunu) gösterir, cinsi veya bir başkasını değil.